1991 yılında Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı ile edebiyat dünyasına giren Ali Teoman, kırk sekiz... more 1991 yılında Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı ile edebiyat dünyasına giren Ali Teoman, kırk sekiz yıllık ömründe sekiz öykü, beş roman, iki günce, bir anlatı ve bir deneme kitabı kaleme almıştır. Ali Teoman'ın hem hayatında hem de eserlerinde gerçeklikle ilişkisi farklı bir boyuttadır. Çocukluğundan itibaren oyuna ve aldatmacaya karşı büyük bir ilgi duyan Teoman'ın 90'lı yıllarda çokça tartışılan edebiyat kamuoyunu yanılttığı ödül meselesi de gerçeklik algısının bir ürünü olarak okunabilir. Hayatı bir oyun gibi kurgulayan Teoman'ın eserlerinde aynı mesele "gerçek"i bulandırma, deforme etme, alışılmadık şekillere sokma biçiminde karşımıza çıkar. Bu anlamda Teoman'ın gerçekle kurduğu ilişkiyi kavramak, onun yazar/romancı kimliğini anlamak bakımından önemli bir çıkış noktası olacaktır. Bu makalede edebi metin ve gerçeklik ilişkisine dair bir giriş bölümünden sonra Teoman'ın hayatından gerçeklikle ilişkisi konusunda çıkarsamada bulunabileceğimiz anekdotlara yer verilmiştir. Makalenin "Ali Teoman'ın Konstantiniyye Üçlemesi'nde Gerçeklik Algısı" başlıklı asıl bölümünde ise "gerçeklik" kavramının Teoman'ın Konstantiniyye Üçlemesi (Uykuda Çocuk Ölümleri, Karadelik Güncesi, Gecenin Atları) isimli roman dizisindeki görünümleri değerlendirilmiştir. Şizofreni, ikiz/ikizleşme, sahtelik, benzetme, mekân ve simülakr kavramları merkeze alınarak yapılan bu değerlendirmede bahsi geçen kavramların gerçeklik inşasında nasıl bir rol ve öneme sahip oldukları konusu üzerinde durulmuştur. Teoman'ın romanlarındaki şizofren kahramanlar, ikiz olarak romana dâhil olan ya da sonradan ikizleşen bireyler, sanat eserlerinin sahteleştirilmesi, labirentleşen mekânlar, çeşitli simülakrlar ile kendilerini kandıran roman kişileri bu makalenin değerlendirme alanı içindedir.
Sezai Karakoç, Türk şiir ve düşünce tarihi içinde
görünmeyen demir bir yumruk gibidir. Hayatı
boy... more Sezai Karakoç, Türk şiir ve düşünce tarihi içinde görünmeyen demir bir yumruk gibidir. Hayatı boyunca gürültüye patırtıya itibar etmemiş; sansasyonel işlerin peşinde olmamış; televizyonda, gazetede görünmek için bilinçli bir çaba sarf etmemiş; mala mülke, makama, şöhrete sırtını dönmüş; özetle fizikî varlığını bilinçli biçimde gizlemeye çalışmıştı. Fiziken bu denli yok olmuşken manen büyük bir ağırlık kazanmıştı. O, hem 1950 sonrası Türk şiirinden söz eden hiçbir edebiyat araştırmacısının göz ardı edemeyeceği kadar büyük bir şair hem de içinde bulunduğu İslami çevrenin fikir birikimine katkısı bakımından da son derece kıymetli bir düşünce adamıdır. Bu kitap, büyük var oluşu derin bir hiçlikte bulan modern zaman dervişinin hayatın hangi girdaplarından geçerek bu kıvama eriştiğini anlamaya çalışıyor. Bu küçük risale boyunca Karakoç’un hayatındaki dönüm noktalarını kuşbakışı bir tarassut ile izleyeceğiz. Yer yer diriliş düşüncesinin temel meselelerine temas edeceğiz. Şüphesiz ki son sözü söylemeyeceğiz.
Kendine özgü bir roman tarzı olan Alev Alatlı, son dönem Türk romancılığının dikkat çeken isimler... more Kendine özgü bir roman tarzı olan Alev Alatlı, son dönem Türk romancılığının dikkat çeken isimlerindendir. Alatlı; toplumsal gözlemleri, teorik tartışmaları, entelektüel kaygıları romanın yumuşatıcı etkisini kullanarak okura iletmeye çalışır. Alatlı'nın bir nevi " toplumsal tezli roman " diyebileceğimiz yazma tarzı hemen her eserinde çabucak fark edilen bir yöndür. Viva La Muerte isimli eserde de Günay Rodoplu isimli kahraman ile Şafak Özden arasındaki kısmen zorlama ilişki üzerinden genelde dünyanın özelde ise Türkiye'nin bazı meseleleri tartışmaya açılmıştır. Nekrofilya-Biyofilya karşıtlığı üzerinden reel ve ideal dünyanın sınırlarını çizmeye çalışan Günay Rodoplu Megamachine, Büyük Yalan, homo-economicus, yabancılaşma gibi birçok kavram kullanır. Bu çalışmada Viva La Muerte isimli eser hem teknik bakımdan hem de bahsi geçen kavramları ele alış tarzı bakımından değerlendirilmiştir.
Bu makalede Abdülhak Hamid Tarhan'ın hiçbir şairimize nasip olmayan dillere destan cenaze merasim... more Bu makalede Abdülhak Hamid Tarhan'ın hiçbir şairimize nasip olmayan dillere destan cenaze merasimi ele alınmıştır.
XVIII. yüzyılda İngiltere’de yaygınlaşan dolaşım romanları “novel of circulation”, “itnarrative”,... more XVIII. yüzyılda İngiltere’de yaygınlaşan dolaşım romanları “novel of circulation”, “itnarrative”, “object narrative” (nesne anlatıcı), “object tales” (nesne hikâyeleri) gibi isimlerle anılmaktadır. Bu romanların temel özelliği anlatıcılarının madeni para, çay fincanı, kaz tüyü, kırbaç gibi cansız nesneler veya çeşitli hayvanlar olmasıdır. Bu cansız nesneler ya da hayvanlar gezip dolaştıkları yerleri ve karşılaştıkları insanların hikâyelerini anlatır. Bu çalışmada bahsi geçen roman türü hakkında bilgiler verilerek Türk edebiyatında bu türün ilk örneği olduğunu düşündüğümüz Kemal Râgıb Enson’un, Bir Liranın Başından Geçenler isimli romanı tanıtılmıştır. Ayrıca dolaşım romanı tanımına bütünüyle uymamakla birlikte nesne anlatıcı kullanan başkaca roman ve hikâyelere de değinilmiş bu roman ve hikâyelerin dolaşım romanlarından farkları belirlenmiştir. Bu kapsamda tabii olarak nesne ve edebiyat ilişkisi, nesne anlatıcının romana sağladığı imkânlar tartışılmıştır.
Bu çalışmanın giriş bölümünde argonun ne olduğu, edebî eserde argo kelime ve
tabirin neden hoş gö... more Bu çalışmanın giriş bölümünde argonun ne olduğu, edebî eserde argo kelime ve tabirin neden hoş görülmediği sorularının cevabı aranmıştır. Birinci bölümde argonun Türk edebiyatındaki serüveni genel hatları ile tanıtılmış ve edebiyatımızdaki zihniyet dönüşümüne bağlı olarak argonun günümüze yaklaştıkça edebî metinlerde kendisine daha fazla yer bulabildiği tespit edilmiştir. İkinci bölümde ise 1938 yılının Mayıs ayı boyunca gazetelerde devam eden bir argo tartışması ele alınmıştır. Bu tartışma, argonun edebî eserdeki konumu hakkında iki farklı görüşü yansıtmaktadır. Tartışmanın bir cephesini teşkil eden Peyami Safa, Yaşar Nabi ve Orhan Seyfi’nin içinde bulunduğu ilk grup edebî metinlerde argonun kullanımına belli şartlar dâhilinde ve sınırlı biçimde cevaz verirken Nurullah Ataç, Vâlâ Nurettin ve Sabiha Zekeriya Sertel dâhil olduğu grup edebî metinlerde kelime sınırlaması yapılmasına karşı çıkmışlardır. Çalışmada, tartışmanın yaşandığı yıllarda yeni yeni parlamaya başlayan Garip Hareketi’nin edebî dilde yapmaya çalıştığı değişimin bu tartışma için nasıl bir zemin teşkil ettiğine de değinilmiştir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra önemli bir kültürel merkez haline gelen Ankara, o günden bugüne bir... more Cumhuriyet’in ilanından sonra önemli bir kültürel merkez haline gelen Ankara, o günden bugüne birçok aydınımızın uğrak yeri olmuştur. Kimi resmî bir görevle kimi sadece gezip görmek amacıyla şehre gelen aydınlarımızın çoğu Ankara’yla ilgili izlenimlerini bir şekilde yazıya aktarmışlardır. Bu aydınlarımızdan birisi de Ercüment Ekrem Talu’dur. Bu yazıda, Ercüment Ekrem’in Ankara hakkında yazdığı 20 yazısı ve bir şiirinden hareketle bu şehir hakkındaki izlenimleri değerlendirilmiştir. Ercüment Ekrem’le ilgili çalışmalarda bu yazılardan 12 tanesine hiç dikkat çekilmemiştir. En erken tarihlisi 1928 yılına ait olan bu metinlerin sonuncusu 1939’da yayımlanmıştır. Ercüment Ekrem’in Ankara’ya ilk gelişi ise 1920’dir. Dolayısıyla bu metinlerde Ankara’nın 1920’den kaba bir hesapla 1940’a kadar geçirdiği dönüşümün anlatıldığını söyleyebiliriz. Bu anlamda Ercüment Ekrem’in metinleri Ankara ve Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Şair ve yazarların mektupları; özel hayatları, edebî çevreleri ile temasları hakkında diğer türle... more Şair ve yazarların mektupları; özel hayatları, edebî çevreleri ile temasları hakkında diğer türlerdeki yazılarına göre daha samimi ve özel bilgiler içerir. Bu anlamda bahsi geçen mektuplar edebiyat tarihi açısından büyük önem taşır. Bu mektuplar aracılığı ile kimi zaman edebiyat tarihindeki yerleşik bilgilerin tam tersini tespit edebilmek mümkün olduğu gibi kimi zaman da tanıdığımızın tam tersi bir kişiliğe sahip bir yazar ve şairlerle karşılaşmak mümkündür. Bu yazıda da Recaizade Mahmud Ekrem Bey tarafından Sami Paşazade Sezai’ye yazılmış üç mektup ele alınmıştır. Bu mektuplar, iki edibimiz arasındaki ilişkiye dair önemli ipuçları sunduğu gibi dönemin meşhur bir tartışma konusu olan Talim-i Edebiyat meselesinin arka planına da ışık tutmaktadır. Mektuplarda bahsi geçen kişi, olay ve tartışmalara dair açıklamalar yapıldıktan sonra mektupların yeni harfl ere aktarılmış biçimleri ve orijinalleri ek olarak verilmiştir.
Öz Bu çalışmanın amacı, Bolu'nun en uzun süre yayımlanmış dergisi olan Çele'yi tanıtmaktır. Çalış... more Öz Bu çalışmanın amacı, Bolu'nun en uzun süre yayımlanmış dergisi olan Çele'yi tanıtmaktır. Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde derginin adı, şekil özellikleri, yayın politikası ve yayın serüveninden söz edildi. İkinci bölümde, derginin içeriği hakkında değerlendirmeler yapıldı. Dergide yayınlanan Bolu tarih ve kültürüne ilişkin yazılar ile edebî metinler ayrı ayrı ele alındı. Buradan hareketle derginin içeriği hakkında genel bir çerçeve çizildi. Derginin yayımlandığı dönemdeki edebî oluşumlarla ilişkisi belirlenmeye çalışıldı. Abstract The purpose of this study, it is to introduce Çele, the longest periodical journal pressed at Bolu. Our study consists of two parts. In the first chapter, the name of the journal, the characteristics of publication, publication policy and publication adventure were mentioned. In the second part, the content of the journal was evaluated. Bolu history-culture articles and literary texts were discussed separately. From this point of view, a general framework was drawn about the content of the journal. The relationship between the literary formations at the time of publication was tried to be determined.
Bu yazıda Türk kültür tarihinin önemli edebiyat mahfillerinden olan Küllük'ün tarihine ışık tutan... more Bu yazıda Türk kültür tarihinin önemli edebiyat mahfillerinden olan Küllük'ün tarihine ışık tutan Arif Kaptan'a ait bir yazı ele alınmıştır. Türk kültür tarihi içinde kahvehanelerin yeri hakkında kısa bir değerlendirme yapıldıktan sonra Küllük'ün bu mahfiller içindeki yerinden söz edilmiştir. Arif Kaptan hakkında kısa bir biyografik bilgilendirmenin ardından bahsi geçen yazı verilmiştir
Sanatçı mekânları, edebî eserin oluşumunda ve anlaşılmasında önemli bir rol üstlenir. Bu anlamda ... more Sanatçı mekânları, edebî eserin oluşumunda ve anlaşılmasında önemli bir rol üstlenir. Bu anlamda sanatçıların vakit geçirdikleri kahvehaneleri, lokantaları, otelleri, kitabevlerini ve bu mekânlarda oluşan kültürel/ideolojik atmosferi bilmek eserlerine yansıyan birçok ayrıntıyı daha iyi anlamayı sağlar. Bu çalışmanın giriş bölümünde sanatçı, sanat eseri ve mekân ilişkisi hakkında bilgi verildikten sonra mekân, edebî muhit ve mahfil kavramları değerlendirilmiş, bu kavramların birbiriyle ilişkisi ve birbirinden ayrılan yönleri dikkatlere sunulmuştur. Sonraki başlıklar altında ise Türk edebiyatının çağdaş öykücülerinden Hüseyin Su’nun 1980-1993 yılları arasında tuttuğu günlükler üzerinden bir mekân okuması yapılmıştır. Günlüklerin genel niteliği hakkında bilgiler verildikten sonra günlüklerde geçen mekânlar tek tek tespit edilerek bu mekânların fizikî özellikleri ve tabii olarak bu mekânlardaki kültürel ve ideolojik paylaşımlar değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Günlüklerden hareketle Türk siyasi tarihi açısından son derece önemli bir döneme (12 Eylül askeri darbesi ve sonraki on üç yıl) denk düşen yıllarda, İslamcı bir çizgi takip eden Edebiyat dergisinin nasıl bir anlayış üzerine şekillendiği, nasıl dağıldığı gibi konular üzerinde fikirler yürütülmüş, özellikle Nuri Pakdil’in kişiliği, Edebiyat dergisi ve Hüseyin Su üzerindeki etkisi üzerinde durulmuştur. Pakdil’in tavır ve davranışlarının arkasında yatan sebepler hakkında birtakım yorumlarda bulunulmuştur. Sonuç bölümünde Takvim Yırtıkları’na yansıyan mekânlar ve bu mekânlardaki kültürel/ideolojik atmosfer hakkında ulaştığımız neticeler bir bütün hâlinde sunulmuştur.
ÖZET: İsmi Garip şiiri ile özdeşleşen Melih Cevdet Anday; şiir, piyes, deneme, roman başta olmak ... more ÖZET: İsmi Garip şiiri ile özdeşleşen Melih Cevdet Anday; şiir, piyes, deneme, roman başta olmak üzere pek çok türde onlarca eser vermiş bir sanatçımızdır. Melih Cevdet, birçok farklı türde eser vermekle birlikte Garip hareketinin bir üyesi olması nedeniyle öncelikle şair kimliği ile tanınır. Piyeslerinin sahnelenerek geniş bir kitle tarafından bilinir hâle gelmesi şair kimliği kadar olmasa da tiyatro yazarı kimliğini de zamanla güçlendirir. Günlük gazetelerde yazdığı deneme, makale, eleştiri niteliğindeki eserleri de geniş bir okur kitlesine ulaşmasını sağlar. Melih Cevdet'in bahsi geçen bu edebî türlerin tamamındaki üretimi akademik çalışmalara da konu oldu ancak hikâyeleri uzun yıllar gündeme gelmedi. Bunun sebebi muhtemelen hikâyelerinin sayıca az olması ve kendisi hayattayken müstakil bir kitap hüviyetine bürünmemesiydi. Hikâyelerin büyük bir kısmının Murat Tek müstearıyla ve popüler bir tarzda yazılması da bu unutuluşta belli bir paya sahip olabilir. Bu makalede popüler ve sanatsal metin arasındaki farklar vurgulanarak Melih Cevdet Anday imzalı altı hikâye ile Murat Tek imzalı yirmi altı hikâye üzerinden Melih Cevdet'in hikâyeciliği hakkında genel bir çerçeve çizilmeye çalışılacak. Ayrıca Melih Cevdet'in daha önce dikkat çekilmemiş " Kızın Kısmeti " isimli bir hikâyesi de ek olarak verilecektir.
1991 yılında Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı ile edebiyat dünyasına giren Ali Teoman, kırk sekiz... more 1991 yılında Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı ile edebiyat dünyasına giren Ali Teoman, kırk sekiz yıllık ömründe sekiz öykü, beş roman, iki günce, bir anlatı ve bir deneme kitabı kaleme almıştır. Ali Teoman'ın hem hayatında hem de eserlerinde gerçeklikle ilişkisi farklı bir boyuttadır. Çocukluğundan itibaren oyuna ve aldatmacaya karşı büyük bir ilgi duyan Teoman'ın 90'lı yıllarda çokça tartışılan edebiyat kamuoyunu yanılttığı ödül meselesi de gerçeklik algısının bir ürünü olarak okunabilir. Hayatı bir oyun gibi kurgulayan Teoman'ın eserlerinde aynı mesele "gerçek"i bulandırma, deforme etme, alışılmadık şekillere sokma biçiminde karşımıza çıkar. Bu anlamda Teoman'ın gerçekle kurduğu ilişkiyi kavramak, onun yazar/romancı kimliğini anlamak bakımından önemli bir çıkış noktası olacaktır. Bu makalede edebi metin ve gerçeklik ilişkisine dair bir giriş bölümünden sonra Teoman'ın hayatından gerçeklikle ilişkisi konusunda çıkarsamada bulunabileceğimiz anekdotlara yer verilmiştir. Makalenin "Ali Teoman'ın Konstantiniyye Üçlemesi'nde Gerçeklik Algısı" başlıklı asıl bölümünde ise "gerçeklik" kavramının Teoman'ın Konstantiniyye Üçlemesi (Uykuda Çocuk Ölümleri, Karadelik Güncesi, Gecenin Atları) isimli roman dizisindeki görünümleri değerlendirilmiştir. Şizofreni, ikiz/ikizleşme, sahtelik, benzetme, mekân ve simülakr kavramları merkeze alınarak yapılan bu değerlendirmede bahsi geçen kavramların gerçeklik inşasında nasıl bir rol ve öneme sahip oldukları konusu üzerinde durulmuştur. Teoman'ın romanlarındaki şizofren kahramanlar, ikiz olarak romana dâhil olan ya da sonradan ikizleşen bireyler, sanat eserlerinin sahteleştirilmesi, labirentleşen mekânlar, çeşitli simülakrlar ile kendilerini kandıran roman kişileri bu makalenin değerlendirme alanı içindedir.
Sezai Karakoç, Türk şiir ve düşünce tarihi içinde
görünmeyen demir bir yumruk gibidir. Hayatı
boy... more Sezai Karakoç, Türk şiir ve düşünce tarihi içinde görünmeyen demir bir yumruk gibidir. Hayatı boyunca gürültüye patırtıya itibar etmemiş; sansasyonel işlerin peşinde olmamış; televizyonda, gazetede görünmek için bilinçli bir çaba sarf etmemiş; mala mülke, makama, şöhrete sırtını dönmüş; özetle fizikî varlığını bilinçli biçimde gizlemeye çalışmıştı. Fiziken bu denli yok olmuşken manen büyük bir ağırlık kazanmıştı. O, hem 1950 sonrası Türk şiirinden söz eden hiçbir edebiyat araştırmacısının göz ardı edemeyeceği kadar büyük bir şair hem de içinde bulunduğu İslami çevrenin fikir birikimine katkısı bakımından da son derece kıymetli bir düşünce adamıdır. Bu kitap, büyük var oluşu derin bir hiçlikte bulan modern zaman dervişinin hayatın hangi girdaplarından geçerek bu kıvama eriştiğini anlamaya çalışıyor. Bu küçük risale boyunca Karakoç’un hayatındaki dönüm noktalarını kuşbakışı bir tarassut ile izleyeceğiz. Yer yer diriliş düşüncesinin temel meselelerine temas edeceğiz. Şüphesiz ki son sözü söylemeyeceğiz.
Kendine özgü bir roman tarzı olan Alev Alatlı, son dönem Türk romancılığının dikkat çeken isimler... more Kendine özgü bir roman tarzı olan Alev Alatlı, son dönem Türk romancılığının dikkat çeken isimlerindendir. Alatlı; toplumsal gözlemleri, teorik tartışmaları, entelektüel kaygıları romanın yumuşatıcı etkisini kullanarak okura iletmeye çalışır. Alatlı'nın bir nevi " toplumsal tezli roman " diyebileceğimiz yazma tarzı hemen her eserinde çabucak fark edilen bir yöndür. Viva La Muerte isimli eserde de Günay Rodoplu isimli kahraman ile Şafak Özden arasındaki kısmen zorlama ilişki üzerinden genelde dünyanın özelde ise Türkiye'nin bazı meseleleri tartışmaya açılmıştır. Nekrofilya-Biyofilya karşıtlığı üzerinden reel ve ideal dünyanın sınırlarını çizmeye çalışan Günay Rodoplu Megamachine, Büyük Yalan, homo-economicus, yabancılaşma gibi birçok kavram kullanır. Bu çalışmada Viva La Muerte isimli eser hem teknik bakımdan hem de bahsi geçen kavramları ele alış tarzı bakımından değerlendirilmiştir.
Bu makalede Abdülhak Hamid Tarhan'ın hiçbir şairimize nasip olmayan dillere destan cenaze merasim... more Bu makalede Abdülhak Hamid Tarhan'ın hiçbir şairimize nasip olmayan dillere destan cenaze merasimi ele alınmıştır.
XVIII. yüzyılda İngiltere’de yaygınlaşan dolaşım romanları “novel of circulation”, “itnarrative”,... more XVIII. yüzyılda İngiltere’de yaygınlaşan dolaşım romanları “novel of circulation”, “itnarrative”, “object narrative” (nesne anlatıcı), “object tales” (nesne hikâyeleri) gibi isimlerle anılmaktadır. Bu romanların temel özelliği anlatıcılarının madeni para, çay fincanı, kaz tüyü, kırbaç gibi cansız nesneler veya çeşitli hayvanlar olmasıdır. Bu cansız nesneler ya da hayvanlar gezip dolaştıkları yerleri ve karşılaştıkları insanların hikâyelerini anlatır. Bu çalışmada bahsi geçen roman türü hakkında bilgiler verilerek Türk edebiyatında bu türün ilk örneği olduğunu düşündüğümüz Kemal Râgıb Enson’un, Bir Liranın Başından Geçenler isimli romanı tanıtılmıştır. Ayrıca dolaşım romanı tanımına bütünüyle uymamakla birlikte nesne anlatıcı kullanan başkaca roman ve hikâyelere de değinilmiş bu roman ve hikâyelerin dolaşım romanlarından farkları belirlenmiştir. Bu kapsamda tabii olarak nesne ve edebiyat ilişkisi, nesne anlatıcının romana sağladığı imkânlar tartışılmıştır.
Bu çalışmanın giriş bölümünde argonun ne olduğu, edebî eserde argo kelime ve
tabirin neden hoş gö... more Bu çalışmanın giriş bölümünde argonun ne olduğu, edebî eserde argo kelime ve tabirin neden hoş görülmediği sorularının cevabı aranmıştır. Birinci bölümde argonun Türk edebiyatındaki serüveni genel hatları ile tanıtılmış ve edebiyatımızdaki zihniyet dönüşümüne bağlı olarak argonun günümüze yaklaştıkça edebî metinlerde kendisine daha fazla yer bulabildiği tespit edilmiştir. İkinci bölümde ise 1938 yılının Mayıs ayı boyunca gazetelerde devam eden bir argo tartışması ele alınmıştır. Bu tartışma, argonun edebî eserdeki konumu hakkında iki farklı görüşü yansıtmaktadır. Tartışmanın bir cephesini teşkil eden Peyami Safa, Yaşar Nabi ve Orhan Seyfi’nin içinde bulunduğu ilk grup edebî metinlerde argonun kullanımına belli şartlar dâhilinde ve sınırlı biçimde cevaz verirken Nurullah Ataç, Vâlâ Nurettin ve Sabiha Zekeriya Sertel dâhil olduğu grup edebî metinlerde kelime sınırlaması yapılmasına karşı çıkmışlardır. Çalışmada, tartışmanın yaşandığı yıllarda yeni yeni parlamaya başlayan Garip Hareketi’nin edebî dilde yapmaya çalıştığı değişimin bu tartışma için nasıl bir zemin teşkil ettiğine de değinilmiştir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra önemli bir kültürel merkez haline gelen Ankara, o günden bugüne bir... more Cumhuriyet’in ilanından sonra önemli bir kültürel merkez haline gelen Ankara, o günden bugüne birçok aydınımızın uğrak yeri olmuştur. Kimi resmî bir görevle kimi sadece gezip görmek amacıyla şehre gelen aydınlarımızın çoğu Ankara’yla ilgili izlenimlerini bir şekilde yazıya aktarmışlardır. Bu aydınlarımızdan birisi de Ercüment Ekrem Talu’dur. Bu yazıda, Ercüment Ekrem’in Ankara hakkında yazdığı 20 yazısı ve bir şiirinden hareketle bu şehir hakkındaki izlenimleri değerlendirilmiştir. Ercüment Ekrem’le ilgili çalışmalarda bu yazılardan 12 tanesine hiç dikkat çekilmemiştir. En erken tarihlisi 1928 yılına ait olan bu metinlerin sonuncusu 1939’da yayımlanmıştır. Ercüment Ekrem’in Ankara’ya ilk gelişi ise 1920’dir. Dolayısıyla bu metinlerde Ankara’nın 1920’den kaba bir hesapla 1940’a kadar geçirdiği dönüşümün anlatıldığını söyleyebiliriz. Bu anlamda Ercüment Ekrem’in metinleri Ankara ve Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Şair ve yazarların mektupları; özel hayatları, edebî çevreleri ile temasları hakkında diğer türle... more Şair ve yazarların mektupları; özel hayatları, edebî çevreleri ile temasları hakkında diğer türlerdeki yazılarına göre daha samimi ve özel bilgiler içerir. Bu anlamda bahsi geçen mektuplar edebiyat tarihi açısından büyük önem taşır. Bu mektuplar aracılığı ile kimi zaman edebiyat tarihindeki yerleşik bilgilerin tam tersini tespit edebilmek mümkün olduğu gibi kimi zaman da tanıdığımızın tam tersi bir kişiliğe sahip bir yazar ve şairlerle karşılaşmak mümkündür. Bu yazıda da Recaizade Mahmud Ekrem Bey tarafından Sami Paşazade Sezai’ye yazılmış üç mektup ele alınmıştır. Bu mektuplar, iki edibimiz arasındaki ilişkiye dair önemli ipuçları sunduğu gibi dönemin meşhur bir tartışma konusu olan Talim-i Edebiyat meselesinin arka planına da ışık tutmaktadır. Mektuplarda bahsi geçen kişi, olay ve tartışmalara dair açıklamalar yapıldıktan sonra mektupların yeni harfl ere aktarılmış biçimleri ve orijinalleri ek olarak verilmiştir.
Öz Bu çalışmanın amacı, Bolu'nun en uzun süre yayımlanmış dergisi olan Çele'yi tanıtmaktır. Çalış... more Öz Bu çalışmanın amacı, Bolu'nun en uzun süre yayımlanmış dergisi olan Çele'yi tanıtmaktır. Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde derginin adı, şekil özellikleri, yayın politikası ve yayın serüveninden söz edildi. İkinci bölümde, derginin içeriği hakkında değerlendirmeler yapıldı. Dergide yayınlanan Bolu tarih ve kültürüne ilişkin yazılar ile edebî metinler ayrı ayrı ele alındı. Buradan hareketle derginin içeriği hakkında genel bir çerçeve çizildi. Derginin yayımlandığı dönemdeki edebî oluşumlarla ilişkisi belirlenmeye çalışıldı. Abstract The purpose of this study, it is to introduce Çele, the longest periodical journal pressed at Bolu. Our study consists of two parts. In the first chapter, the name of the journal, the characteristics of publication, publication policy and publication adventure were mentioned. In the second part, the content of the journal was evaluated. Bolu history-culture articles and literary texts were discussed separately. From this point of view, a general framework was drawn about the content of the journal. The relationship between the literary formations at the time of publication was tried to be determined.
Bu yazıda Türk kültür tarihinin önemli edebiyat mahfillerinden olan Küllük'ün tarihine ışık tutan... more Bu yazıda Türk kültür tarihinin önemli edebiyat mahfillerinden olan Küllük'ün tarihine ışık tutan Arif Kaptan'a ait bir yazı ele alınmıştır. Türk kültür tarihi içinde kahvehanelerin yeri hakkında kısa bir değerlendirme yapıldıktan sonra Küllük'ün bu mahfiller içindeki yerinden söz edilmiştir. Arif Kaptan hakkında kısa bir biyografik bilgilendirmenin ardından bahsi geçen yazı verilmiştir
Sanatçı mekânları, edebî eserin oluşumunda ve anlaşılmasında önemli bir rol üstlenir. Bu anlamda ... more Sanatçı mekânları, edebî eserin oluşumunda ve anlaşılmasında önemli bir rol üstlenir. Bu anlamda sanatçıların vakit geçirdikleri kahvehaneleri, lokantaları, otelleri, kitabevlerini ve bu mekânlarda oluşan kültürel/ideolojik atmosferi bilmek eserlerine yansıyan birçok ayrıntıyı daha iyi anlamayı sağlar. Bu çalışmanın giriş bölümünde sanatçı, sanat eseri ve mekân ilişkisi hakkında bilgi verildikten sonra mekân, edebî muhit ve mahfil kavramları değerlendirilmiş, bu kavramların birbiriyle ilişkisi ve birbirinden ayrılan yönleri dikkatlere sunulmuştur. Sonraki başlıklar altında ise Türk edebiyatının çağdaş öykücülerinden Hüseyin Su’nun 1980-1993 yılları arasında tuttuğu günlükler üzerinden bir mekân okuması yapılmıştır. Günlüklerin genel niteliği hakkında bilgiler verildikten sonra günlüklerde geçen mekânlar tek tek tespit edilerek bu mekânların fizikî özellikleri ve tabii olarak bu mekânlardaki kültürel ve ideolojik paylaşımlar değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Günlüklerden hareketle Türk siyasi tarihi açısından son derece önemli bir döneme (12 Eylül askeri darbesi ve sonraki on üç yıl) denk düşen yıllarda, İslamcı bir çizgi takip eden Edebiyat dergisinin nasıl bir anlayış üzerine şekillendiği, nasıl dağıldığı gibi konular üzerinde fikirler yürütülmüş, özellikle Nuri Pakdil’in kişiliği, Edebiyat dergisi ve Hüseyin Su üzerindeki etkisi üzerinde durulmuştur. Pakdil’in tavır ve davranışlarının arkasında yatan sebepler hakkında birtakım yorumlarda bulunulmuştur. Sonuç bölümünde Takvim Yırtıkları’na yansıyan mekânlar ve bu mekânlardaki kültürel/ideolojik atmosfer hakkında ulaştığımız neticeler bir bütün hâlinde sunulmuştur.
ÖZET: İsmi Garip şiiri ile özdeşleşen Melih Cevdet Anday; şiir, piyes, deneme, roman başta olmak ... more ÖZET: İsmi Garip şiiri ile özdeşleşen Melih Cevdet Anday; şiir, piyes, deneme, roman başta olmak üzere pek çok türde onlarca eser vermiş bir sanatçımızdır. Melih Cevdet, birçok farklı türde eser vermekle birlikte Garip hareketinin bir üyesi olması nedeniyle öncelikle şair kimliği ile tanınır. Piyeslerinin sahnelenerek geniş bir kitle tarafından bilinir hâle gelmesi şair kimliği kadar olmasa da tiyatro yazarı kimliğini de zamanla güçlendirir. Günlük gazetelerde yazdığı deneme, makale, eleştiri niteliğindeki eserleri de geniş bir okur kitlesine ulaşmasını sağlar. Melih Cevdet'in bahsi geçen bu edebî türlerin tamamındaki üretimi akademik çalışmalara da konu oldu ancak hikâyeleri uzun yıllar gündeme gelmedi. Bunun sebebi muhtemelen hikâyelerinin sayıca az olması ve kendisi hayattayken müstakil bir kitap hüviyetine bürünmemesiydi. Hikâyelerin büyük bir kısmının Murat Tek müstearıyla ve popüler bir tarzda yazılması da bu unutuluşta belli bir paya sahip olabilir. Bu makalede popüler ve sanatsal metin arasındaki farklar vurgulanarak Melih Cevdet Anday imzalı altı hikâye ile Murat Tek imzalı yirmi altı hikâye üzerinden Melih Cevdet'in hikâyeciliği hakkında genel bir çerçeve çizilmeye çalışılacak. Ayrıca Melih Cevdet'in daha önce dikkat çekilmemiş " Kızın Kısmeti " isimli bir hikâyesi de ek olarak verilecektir.
Hâtıralar’dan söz ederken her ne kadar zorunlu olarak “Karakoç’un anıla
rı” ibaresini kullanıyor... more Hâtıralar’dan söz ederken her ne kadar zorunlu olarak “Karakoç’un anıla rı” ibaresini kullanıyor olsak da esasında bu bir Türkiye hikâyesidir. 1930’lar dan 1970’lere kadar uzanan zaman dilimindeki siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal hayat; ülke gündemini hâlâ meşgul eden dindar-laik gerilimi; edebiyat dünyasının geçirdiği dönüşümler, öbekleşmeler, edebiyat mahfilleri; şehirlerin mimari durumu, eğitim sistemindeki sorunlar, siyasi kutuplaşmalar başta olmak üzere onlarca mesele bu kitabın muhtevasını teşkil eder.
Afif Yesari ismi; edebiyat tarihlerimizde,
ansiklopedilerde fazlaca anılmamakla birlikte edebiya... more Afif Yesari ismi; edebiyat tarihlerimizde, ansiklopedilerde fazlaca anılmamakla birlikte edebiyatın ve sanatın arka sokaklarında dolaşmaktan zevk duyanlar için çok yabancı değildir. O, 121 sahte Mike Hammer romanı ile 1950’li yılların Mike Hammer savaşlarının açık ara şampiyonu; kendi adıyla yayımladığı roman, hikâye, şiir, piyes, inceleme türünde on dokuz kitabın sahibi; 1940’lardan 1980’lerin sonuna kadar yayımlanmış birçok süreli yayındaki onlarca yazının müellifidir. Tüm bunların dışında ilk televizyon ve radyo programcılarından olan Afif Yesari, “Düşünce Tiyatrosu” adını verdiği iddialı bir türün de mucididir. İki nesli hattat olan Yesarizadeler ailesinin romancı üyesi Mahmut Yesari’nin tek evladı olan Afif Yesari, belki de genetik bir aktarım sonucu -babasının arzusu hilafınakendini Babıali Yokuşu’nda bulmuştur. “Sünger avcılığı ve seyyar köftecilik” dışında hemen her işi yaptığını söyleyen Afif Yesari, özellikle yazmaya ve yazıya dair işlere ayrı bir önem vermiştir. Reklam spotu yazarlığından, sipariş üzerine judo kitabı yazmaya kadar yazıya dair bütün işleri denemiştir. Ancak bütün bu çabaya rağmen ne yazık ki hak ettiği ölçüde ilgi görmemiştir.
Mehmed Âkif Ersoy’un Safahat’ı birçok bakımdan ideal ve
reel olanın çatışması üzerine kurulmuş ş... more Mehmed Âkif Ersoy’un Safahat’ı birçok bakımdan ideal ve reel olanın çatışması üzerine kurulmuş şiirlerden oluşur. Safahat anlatıcısına göre ideali temsil edenler, Türk’ün uzak mazisini şekillendiren geçmişteki “Nesl-i Necip” ve ondan ilham ile istikbali kuracak olan “Asım’ın Nesli”dir. Reel olanı temsil edenler ise satvet dolu mazinin mirasını bitiren halihazırdaki “nesl-i sefih”tir. Safahat’ın birçok şiirinde bu üç neslin çeşitli bakımlardan mukayese edildikleri görülür. Bu çalışmada bahsi geçen üç neslin Safahat’ta hangi isimlerle/sıfatlarla anıldığı ve hangi değerler manzumesi etrafında birleştikleri tespit edilmiştir.
1860’ta çıkan ilk özel gazetemiz Tercüman-ı Ahval’den başlayarak uzun yıllar gazetelerimiz edebi... more 1860’ta çıkan ilk özel gazetemiz Tercüman-ı Ahval’den başlayarak uzun yıllar gazetelerimiz edebiyatla ve edebiyatçılarla içli dışlı olmuştur. Bu ilişkinin gücü, biraz ilk gazetecilerimizin edebiyatçı olmalarıyla biraz da gazete patronlarının edebî metnin çekiciliğini kullanarak okur kazanma amacıyla ilişkilidir. Gazete sütunlarında şiirlerin, hikâyelerin, roman tefrikalarının neşri devam ederken bir yandan da “edebiyat dergisi” ismiyle anılan ve önceliği edebî metin yayımlamak olan dergiler neşredilmeye başlar. Servet-i Fünûn gibi kimi yayınlar her ne kadar kendilerini “…menafi-i mülk ü devlete hadim musavver Osmanlı gazetesi” gibi ibarelerle “gazete” olarak tanımlasalar da edebî anlamdaki etki güçlerinden dolayı zamanla “edebiyat dergisi” şeklinde anılmışlardır. İsminde ya da klişesinde “edebiyat” ve “gazete” ibarelerini bir arada barındıran neşriyat ise basın tarihimiz içinde daha sınırlıdır. Bunun sebebi edebî gündemin gazetenin yayın sıklığına yetişebilecek kadar canlı olmaması ve halk tarafından aktüel meseleler kadar ilgi görmemesidir. Nitekim kendisini “gazete” olarak tanımlayan edebiyat içerikli neşriyat, günlük değil en iyi ihtimalle haftalık olarak yayımlanmıştır. Elbette on günlük ya da on beş günlük fasılalarla yayımlananları da vardır. Bu gazeteler, kısa yayın aralıklarıyla neşredildikleri için güncel edebî gelişmelere daha fazla yer vermekle birlikte içerik olarak edebiyat dergilerinden çok farklı değildir. Biçimsel olarak dergiden çok gazete formatına yakındırlar. Genellikle büyük boy kâğıda iki ya da üç yaprak olarak basılırlar. Bahsi geçen süreli yayınlardan bazıları şunlardır: 1932’de Orhan Seyfi Orhon’un çıkardığı Edebiyat Gazetesi (9 sayı), 1937’de Neriman Hikmet’in imtiyazında yayımlanan Yeni Edebiyat I -Sanat Fikir Gazetesi- (11 sayı), devamı niteliğindeki Yeni Edebiyat II -On Beş Günlük Sanat, Edebiyat ve Fikir Gazetesi (1940/25 sayı), 1949-1950’de Orhan Veli’nin çıkardığı Yaprak -Fikir Edebiyat ve Sanat Gazetesi- (28 sayı), 1979’da Hamit Turan’ın yayımladığı Edebiyat Cephesi -On Beş Günlük Edebiyat Gazetesi- (37 sayı), 1941’de Aydın Arakon’un yayımladığı Yenilik -Sanat-Edebiyat Fikir Gazetesi- (2 sayı)… Bu makalede, kendini “edebiyat gazetesi” olarak tanımlayan süreli yayınlardan Suut Kemal Yetkin imtiyazında neşredilmiş Sanat ve Edebiyat gazetesi incelenmiştir.
Servet-i Fünûn’un önemli yazarlarından Cenap Şahabettin, şiirleriyle olduğu kadar düzyazılarıyla ... more Servet-i Fünûn’un önemli yazarlarından Cenap Şahabettin, şiirleriyle olduğu kadar düzyazılarıyla da dikkate değer bir isimdir. Özellikle gezi türündeki eserleri edebiyatımızdaki seyahatname birikimi içinde önemli bir yer tutar. Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları, Âfâk-ı Irak gibi eserleri onun seyahat edebiyatı alandaki yetkinliğinin örnekleridir. Hac Yolunda, bahsi geçen seyahat yazıları dizisinin ilkidir. 1897’de Servet-i Fünûn’da tefrika edildikten sonra 1909’da kitaplaşıp 1925’te ikinci baskısı yapılan bu eser, Cenap Şahabettin’in bir sağlık heyeti ile çıktığı hac yolculuğunda edindiği izlenimleri içermektedir. İstanbul’dan başlayarak kimi zaman vapurda kimi zaman trende on yedi gün devam eden yolculukta Cenap’ın Atina, İskenderiye ve Kahire’ye dair izlenimleri yer almaktadır.
Elinizde tuttuğunuz bu çalışmada Cenap Şahabettin’in sağlığında basılan son nüsha (1925 Kanaat Matbaası) esas alınmakla birlikte hem dergideki tefrikadan hem de birinci baskıdan kontroller yapılmıştır. Nüshalar arasında görülen ufak tefek farklılıklar dipnotlarda belirtilmiştir. Her bir bölümün, dergide ne zaman tefrika edildiği ilgili bölümlerin sonunda belirtilmiştir. Günümüz okuru için yabancı sayılabilecek kelimelerin anlamları, bağlam içindeki manalarına göre dipnotta gösterilmiştir. Ayrıca yazarın gezip gördüğü yerlerin okur zihninde somutlaşması için metne görseller ve seyahat güzergâhını gösteren bir harita eklenmiştir. Cenap Şahabettin’in Hac Yolunda isimli eserinde yer almayan ancak bu kitabı bütünlediğini düşündüğümüz altı yazı kitaba eklenmiştir. Eserden istifadeyi kolaylaştırmak için bir de indeks hazırlanmıştır.
II. Abdülhamid iktidarının son yıllarında dönemin siyasi ve sosyal etkisi altında kendine özgü b... more II. Abdülhamid iktidarının son yıllarında dönemin siyasi ve sosyal etkisi altında kendine özgü bir nitelik kazanan edebî hayat, edebiyat tarihlerimizde “Servet-i Fünûn Dönemi” ya da “Edebiyat-ı Cedide” başlığı altında ele alınıp değerlendirilir. Oysa sıklıkla tekrar edilen
bu adlandırma, bahsi geçen dönemi tam bir yetkinlik içinde karşılayabilecek niteliğe sahip değildir. Çünkü aynı dönemde Servet-i Fünûn karşısında yer alan başka edebî oluşumlar da söz konusudur. Bu oluşumların en etkilisi Malûmât Hareketi olarak adlandırdığımız
Hazine-i Fünûn, İrtika, Malûmât, Musavver Fen ve Edep, Resimli Gazete isimli beş dergi etrafında şekillenmiş edebî yapılanmadır. Çalışmamız boyunca genel çerçevesini çizmeye gayret ettiğimiz bu hareket, Servet-i Fünûn’la neredeyse eş zamanlı olarak on iki yıllık bir zaman dilimine (1892-1904) yayılmıştır.
1844 yılında İstanbul, Tophane'de doğdu. Hacı Süleyman Ağa ve Kafkas muhaciri Nefise Hanım'ın oğl... more 1844 yılında İstanbul, Tophane'de doğdu. Hacı Süleyman Ağa ve Kafkas muhaciri Nefise Hanım'ın oğludur. Küçük yaşlarda Mısır Çarşısı'nda aktarda çıraklık yapmaya başlar ve burada okuma yazma öğrenir. Aynı yıllarda Galata'da bir Frenk'ten Fransızca öğrenmeye başlar. Babasını kaybettikten sonra (1856) abisi ile birlikte Mithat Paşa'nın maiyetinde Vidin'e gider (1857). Burada başladığı Sıbyan Mektebi'ni İstanbul'da bitirir (1861). On yedi yaşına kadar İstanbul'da kalır. Mithat Paşa'nın Niş valiliği sebebiyle abisiyle birlikte Niş'e gider ve rüştiye eğitimini burada tamamlar. Yine abisiyle birlikte gittiği Tuna vilayetinin merkezi Rusçuk'ta Vilayet Mektubi Kalemi'nde ilk memuriyetine başlar (1864). Mithat Paşa'nın teşvikleriyle Fransızcasını ilerletir. Moliere'in Le Mariage Force'ını Iztırarî/ Zor Nikâh adıyla tercüme eder (1867). Tuna gazetesinde muharrir olur (1868). Mithat Paşa, kabiliyetini keşfettiği bu genci himayesine almış ve ona kendi adını vermiştir, ikinci adı buradan gelir. Başmuharrir olduğu gazetedeki görevini, Mithat Paşa'nın Bağdat valiliğine tayin edilmesinden dolayı bırakmak zorunda kalır (1869). Bağdat'ta Zevra gazetesinin müdürü olur (1869). Aynı yıl ilk eserlerini yazmaya başlar ve art arda Hace-i Evvel ve Kıssadan Hisse'yi yayımlar. Bağdat'ta içinde bulunduğu kültür ortamı, kendini geliştirmesinde önemli rol oynar. Ressam Osman Hamdi'yle Batı kültürü, Bağdat Müftüsü Muhammed Zühavi'yle din ve medrese, feylesof Şirazlı Bakır Can Muattar'la Doğu ilimleri ve felsefe üzerine sohbetler eder. Abisinin ani ölümü üzerine kalabalık ailesini İstanbul'a gönderir ve kendisi Bağdat'ta kalmaya devam eder (1870). Bağdat'ta Letaif-i Rivayat'ın ilk beş cüzünü (1. Suizan, Esaret; 2. Gençlik, Teehhül; 3. Felsefe-i Zenan; 4. Gönül, Mihnetkeşan; 5. Firkat) yazar. 1871'de İstanbul'a döner, Tahtakale'ye yerleşir ve Ceride-i Askeriye'ye başmuharrir olur. Tahtakale'deki evinde küçük bir matbaa kurarak aile fertlerinin de yardımıyla kendi kitaplarını yayımlamaya başlar. Geçim kaygısıyla Basiret gazetesinde de yazmaya başlar. Matbaasını genişleterek Türkçe, Fransızca ve Rumca eserler basabilen bir matbaa hâline dönüştürür (1872). Aynı yıl arka arkaya kapanan Devir ve Bedir'den sonra on sayı Dağarcık mecmuasını çıkarır. Burada yazmış olduğu "Duvardan Bir Seda" yazısından dolayı Yeni Osmanlılarla birlikte mahkûm edilir ve Rodos'a sürgüne gönderilir (1873). Sürgündeyken çocuklar için "Medrese-i Süleymaniye"yi kurar ve burada dersler verir. Rodos'taki ilk yılında Kırkambar'ın ilk on cüzünü, Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul'da Neler Olmuş romanını, Açıkbaş ve Ahz-i Sâr adlı tiyatrolarını kaleme alır, Hasan Mellah romanının planını oluşturur. V. Murad'ın cülûsu ile affedilerek 1876 yılında İstanbul'a döner. Gazetecilik, romancılık ve yayıncılık faaliyetlerine kaldığı yerden devam eder. Yayın tarihimizin en uzun soluklu gazetesi olan Tercüman-ı Hakikat'i çıkarmaya başlar (1878). 1889 yılında Stockholm'de toplanan Şarkiyatçılar Kongresi vesilesiyle iki buçuk aylık bir Avrupa seyahati gerçekleştirir. Avrupa'dan döndükten sonra, Karantina başkâtipliğinden Meclis-i Umur-i Sıhhiye ikinci reisliğine terfi eder (1895). İkinci Meşrutiyet'ten sonra emekliye ayrılan Mithat Efendi, Dârülfünun'da tarih, felsefe ve dinler tarihi dersleri vermeye devam eder. 28 Aralık 1912'de, gönüllü olarak hizmet verdiği Dârüşşafaka'da yaşamını yitirir. Bibliyografyası tam olarak tamamlanmayan Ahmet Mithat Efendi'nin çokça eseri bulunmaktadır.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın 1898’de “Hikmet-i Bedayie Dair” üst başlığı ile on altı yazı hâlinde Serv... more Hüseyin Cahit Yalçın’ın 1898’de “Hikmet-i Bedayie Dair” üst başlığı ile on altı yazı hâlinde Servet-i Fünun’da yayımladığı yazı dizisi Türk edebiyatında estetik meselesini bir bütünlük içinde ele alan ilk metindir. Hüseyin Cahit, bu yazı dizisinde her ne kadar estetik hakkında yazılmış birçok esere gönderme yapsa da Hippolyte Taine’in estetik görüşlerini esas alır. Bu anlamda bahsi geçen yazılar edebiyatımızda Hippolyte Taine’in düşünceleri hakkında derli toplu değerlendirme yapan yazılar kategorisinde de değerlendirilebilir. Hüseyin Cahit, bu yazıları kaleme alırken şüphesiz Servet-i Fünûn edebiyatının dayandığı estetik temelleri de izah etmeye çalışıyordu. Dolayısıyla bu kitap hem estetik bahsini hem Hippolyte Taine’i hem de Servet-i Fünûn edebiyatının estetik temellerini anlamak noktasında önemli bir konumdadır. Bu kitapta “Hikmet-i Bedayie Dair” başlıklı yazı dizisi dışında Hüseyin Cahit’in aynı konuyla ilişkili sayılabilecek üçü telif, yedisi tercüme on yazısı daha bulunmaktadır.
Azerbaycan Hikâye Tahlilleri başlıklı üç kitap olarak
düşünülen projenin ilki olan 60’lardan Günü... more Azerbaycan Hikâye Tahlilleri başlıklı üç kitap olarak düşünülen projenin ilki olan 60’lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi kitabı artık elimizdedir. Bugün Azerbaycan sahası edebiyatında var olan, özellikle eser tahlili çalışmaları daha çok Sovyet döneminden kalma olup, belli bir ideolojinin mahsulleridir. Bu anlamda Türkiye sahası edebiyatında uygulanan tahlil metotlarını kullanarak Azerbaycan sahası edebî ürünlerine yeni bir gözle bakmak edebiyatımız için faydalı olacaktır. Türkiye üniversitelerinde kurulmuş Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümlerinde okutulan ders kitabı, özellikle Azerbaycan sahası edebiyatıyla ilgili eksikliği doldurmak da bu çalışmaya başlamada önemli etkenlerden bir diğeridir. Projenin bir başka önemi Azerbaycan ve Türkiye arasında bilimsel ve edebî ilişkilerin geliştirilmesine hizmettir.
Üç kıtada yüzyıllar boyu hüküm sürmüş bir imparatorluk yıkılmak üzeredir. Hemen her sahada birbir... more Üç kıtada yüzyıllar boyu hüküm sürmüş bir imparatorluk yıkılmak üzeredir. Hemen her sahada birbiri ardınca yenilgi haberleri gelmektedir. İşte böyle bir dönemde Âkif “milletinin sesi” olmaya çalışmış; mensubu olduğu milletin yaşam biçimini, hayata bakışını, duygu ve zevk dünyasını yorumlamış, değerlendirmiş ve çoğu zaman eleştirileriyle halkı yönlendirmiştir. Âkif’in kimi mısraları âdeta bir atasözü gibi kabul görmüş ve halk arasında yaygınlaşmıştır. Bu kitapta başka şairlerden, yazarlardan iktibas edilerek Safahat’a dâhil edilmiş özlü sözler (âyet, hadis, atasözü, deyim, vecize…) ile anlatım gücü ve etkileyiciliği bakımından özlü söz gibi söylenmiş Âkif’e ait mısralar incelenmiştir. İki bölümden oluşan bu kitabın birinci kısmında Âkif’in şiir anlayışı ve Safahat’la ilgili genel değerlendirmeler yer almaktadır. Kitabın ikinci bölümünde ise “özlü söz”ün ne olduğuna dair birtakım tespitler yapıldıktan sonra Safahat’tan alınan özlü söz niteliğindeki mısralar muhtevalarına göre tasnif edilip ahenk, dil, üslup, kaynak bakımından değerlendirilmiştir.
Üzerinde mavi bezden eski bir elbise ile yalın ayak başı kabak, sabahtan akşama kadar sokak sokak... more Üzerinde mavi bezden eski bir elbise ile yalın ayak başı kabak, sabahtan akşama kadar sokak sokak sürtüp çeşit çeşit muziplikler yapan, bu muziplikleri nedeniyle dayak yemeye iyiden iyiye alışan, bütün mahallelinin kendisinden illallah dediği bir delikanlı… Sonrasında bir aktar dükkânında karın tokluğuna bin bir eziyetle başlayan iş hayatı… İş çıkışlarında, esnaf Hacı İbrahim Efendi'den okuma yazma öğrenme çabası… Yazma becerisi sayesinde Midhat Paşa tarafından fark ediliş… Rumeli'de Midhat Paşa himayesinde küçük bir memuriyet; Arapça, Farsça, Fransızca tahsili yanında sınırsız sefahat… Gazete yazarlığı, başyazarlık derken patronluk… Ziraatçilik ve hayvan yetiştirme işinde kullanılan birçok aleti Beykoz'daki çiftliğine getirten, ilk kuluçka makinesini ve ilk fennî arı kovanını tecrübe eden, Sırmakeş Suyu'nu İstanbullulara tanıtıp ticaretini yapan sıra dışı bir yazar Ahmed Midhat Efendi.. Oğlu Kâmil Yazgıç'ın kaleminden...
Edebiyât-ı Cedîde adlı eserin elimizdeki nüshası 1912 yılında İstanbul’da yayınlanmıştır. Eserin ... more Edebiyât-ı Cedîde adlı eserin elimizdeki nüshası 1912 yılında İstanbul’da yayınlanmıştır. Eserin kapak kısmında Garbis Fikri neşreden, Reşit Süreyya tezyin eden olarak geçmektedir. Kapağın iç bölümünde naşirler arasında Garbis Fikri ve Â.K. adlı bir yazar daha kayıtlıdır. Edebiyât-ı Cedîde’de nesir, mensur şiir ve şiir olmak üzere toplam 189 metin bulunmaktadır. Bu metinlerde Halid Ziya, Tevfik Fikret, Mehmet Rauf, Refik Halid (Karay), Ömer Seyfettin, Mehmet Emin (Yurdakul) gibi Servet-i Fünun topluluğunun önde gelen sanatçılarından Milli edebiyat döneminin ünlü kalemlerine kadar pek çok yazarın ismine rastlamak mümkündür. Eser verdiği dönemde “edebiyat kanonu” içinde yer alanların yanı sıra Reşit Süreyya, Evliyâzade Makbule, Garbis Fikri gibi isimler de Edebiyât-ı Cedîde seçkisinde yerini almıştır. Eserin içeriğinin “bir heyet-i edebîye tarafından intihab edilen” metinlerden oluştuğu belirtilse de bahsedilen heyetin kimlerden oluştuğu bilgisi verilmemiştir. Bu noktada eserin editörlüğünü yapan, Kitapçı Karabet olarak bilinen Garbis Fikri’nin ismi öne çıkmaktadır. Aslen Kayserili olan Garbis Fikri, Gayret Kütübhanesi sahibidir. Edirne Mebusu Rıza Tevfik’in Karabet’in vefatından sonra kaleme aldığı yazı yaşadığı dönem içinde onun aydınlar arasında sevilen bir isim olduğunu gösterir.
İlk baskısı 1326/1910 yılında yapılmış bu eserde Servet-i Fünûn dönemi polemikleri (1896-1901) ye... more İlk baskısı 1326/1910 yılında yapılmış bu eserde Servet-i Fünûn dönemi polemikleri (1896-1901) yer alır. Eseri, yeni harflere aktarırken orijinaline sadık kaldım. Günümüz okuru için yabancı sayılabilecek kelimelerin anlamını verdim. Kimi özel adları, edebî birtakım konuları yine dipnotlarda birkaç cümle ile açıklamak suretiyle metnin daha iyi anlaşılmasını hedefledim. Eserde görülen dizgi hatalarından kaynaklı eksiklik ve yanlışlıkları metinlerin ilk yayımlandığı yerlerden kontrol ederek düzelttim. Kimi yazıların ilk yayın yerleri ve ilk yayın tarihleri konusundaki eksiklikleri tamamlayıp hataları giderdim. Hüseyin Cahit’e ait dipnotları, köşeli parantez içinde [H.C.Y] kısaltması ile kendi açıklama dipnotlarımı ise yine köşeli parantez içinde [Y.N] biçiminde belirttim. Polemiklerin daha iyi anlaşılması için Hüseyin Cahit’in kitaba dahil etmediği ya da eksik olarak aktardığı beş metni, kitabın sonuna “Ekler” başlığı altında koydum. Ayrıca metne bir dizin ve kitapta adı geçen şahıslarla ilgili fotoğraflar ekledim.
Balkan Türklerinin yakın tarihte yaşadıkları en dramatik göç hadiselerinden biri kuşkusuz Türkler... more Balkan Türklerinin yakın tarihte yaşadıkları en dramatik göç hadiselerinden biri kuşkusuz Türklerin ‘mübadele’, Rumların ‘andalayı’ olarak toplumsal hafızalarında yer eden nüfus değişimidir. Bu nüfus değişimi ile mübadil Türkler ve Rumlar kendi ulus devletleri ile çizilen sınırların ötesinde kalarak yüzyıllardır birlikte yaşadıkları coğrafyalarda ‘öteki’ ilan edilir. Atalarının yurtlarından sökün eden insanlar, suyun iki yanında onlarca hazin göç hikâyesi bırakır. Türkiye’de mübadillerin özellikle üçüncü kuşak torunları ile edebiyata ve romana taşınan mübadele, bu kurmaca dünyada birçok müşterek hususiyet ile yeniden yaratılır/yaşanır. Balkan Türkleri ekseninde mübadiller ve edebî tür ekseninde roman olmak üzere iki boyutlu bir meselenin ele alındığı bu çalışmada, mübadele romanları hakkında genel bir çerçeve sunulmaya çalışıldı.
Cervantes Ödülü sahibi, çağdaş İspanyol edebiyatının önemli isimlerinden Juan Goytisolo, Batılı o... more Cervantes Ödülü sahibi, çağdaş İspanyol edebiyatının önemli isimlerinden Juan Goytisolo, Batılı olmasına rağmen Doğu’ya büyük bir ilgi ve tutkuyla bağlıdır. Doğu’yu kendi dilleriyle ve içinde yaşayarak tanımaya çalışan Goytisolo, Fransızca ve İngilizcenin dışında Arapça ve Türkçe de bilir. Bosna, Çeçenistan ve Cezayir savaşlarını gazeteci olarak takip eden Goytisolo, 1996’dan ölümüne kadar (2017) Marakeş’te yaşadı. Kapadokya’da Gaudi’nin İzinde isimli eserinde Kapadokya, Konya, Edirne, İstanbul, Kahire ve Marakeş izlenimlerini anlattı. Kitabın kurgu ve gerçeğin iç içe geçtiği ilk bölümünde yazarın Kapadokya’ya dair izlenimleri görülür. Yazar, Kapadokya’nın meşhur İspanyol Mimar Robin Gaudi tarafından inşa edildiği yönündeki bir hayal üzerinden Gaudi’nin mimarlık felsefesini anlatmaya çalışır. Gaudi’nin mimari felsefesi ile Kapadokya’nın tabii güzelliğini yorumlama düşüncesi orijinal bir metnin ortaya çıkmasını sağlar. Konya’nın anlatıldığı bölümde şehrin sosyal yaşantısına da yer verilmekle birlikte özellikle Mevlevilik ve Mevlana hakkında ilginç ayrıntılar dikkat çeker. Yazar, sema ayininin kendi anlamından sıyrılarak folklorik bir dans havasına bürünme ihtimali gibi güncel meseleler yanında, Mevlevilik’in felsefi temelleri konusunda da kayda değer bilgiler verir. “Çileci bir deneyimin salt sanatsal bir olaya indirgenmesi sema’nın dayandığı varsayılan temelleri bir şekilde zedelemez mi? Aşkla yanıp tutuşmanın mistik parıltısını, bilgiyle aşkın baş döndürücü mahrem kaynaşmasını? Dansın, vecdi ateşleyici önemi, gösteride, üstelik turistlerin hizmetine sunulan bir gösteride teşhir edilince, anlamını yitirmez mi acaba?” gibi sorularla okuru düşündürmeye çalışır. Edirne’yi anlattığı satırlarda Kırkpınar güreşlerinin tarihi, felsefesi ve folklorik değeri üzerine yorumlarda bulunur. İstanbul’u anlattığı bölümde ise İstanbul ile New York arasında kurduğu bağlantılar dikkat çekicidir. Şehir ve modern insan arasındaki ilişki, İstanbul’da gördüğü kimi sahnelerin ve insan servetinin romanları için nasıl bir malzeme teşkil ettiği yazarın dikkat çektiği diğer hususlardır. Bu bildiride kendisini “Yeryüzünde Bir Sürgün” olarak tanımlayan Goytisolo’nun hayat felsefesi, Kapadokya’da Gaudi’nin İzinde isimli seyahatnamesi merkeze alınarak değerlendirilecek. Batı’daki sahte Türkiye imajını silmeyi hedeflediğini söyleyen Goytisolo’nun Türkiye anlatımlarında bu söze ne kadar sadık kaldığı konusu tartışılacaktır. Endülüs kültürünün hâlâ hissedildiği İspanya’da doğan yazarın Mısır, Fas, Türkiye üzerinden İslam dünyası ile nasıl bir zihinsel ilişki kurmaya çalıştığı tespit edilmeye çalışılacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı karşısında güç kaybetmeye başlaması ile birlikte sınırları içinde ... more Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı karşısında güç kaybetmeye başlaması ile birlikte sınırları içinde bulunan Türkler ve Müslümanlar Anadolu’ya göç etmeye başlar. Bu göçler 19. Yüzyıl boyunca plansız ve kontrolsüz olarak devam eder. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra da Anadolu, göçmenler için önemli bir sığınak olmuştur. Anadolu’ya yapılan plansız ve kontrolsüz göçler Mübadele ile ilk kez devlet kontrolünde ve sistematik olarak gerçekleşmiştir. 30 Ocak 1923’te Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasında Lozan Barış Antlaşması’na ek bir protokolle gerçekleştirilen mübadele, dünya tarihinde resmî bir antlaşmayla gerçekleştirilen en büyük nüfus değişimidir. Rumlar arasında “andalayı” olarak isimlendirilen bu insan değiş tokuşunun bir tarafında 1.200.000 civarında Rum, diğer tarafında ise yaklaşık 500.000 Türk vardır. Konu hakkında Yunan edebiyatında olayın gerçekleşmesinden hemen sonra eserler üretilirken Türk edebiyatında uzun bir suskunluk dönemi yaşanır. 1990’lı yılların başlarında Türk edebiyatında da daha çok roman formunda varlığını hissettiren mübadele meselesi 2000’li yıllardan sonra oldukça popüler bir roman konusu hâline gelir. Tarih metinlerinin köşeli anlatımından uzak esnek bir kurgusal zemin üzerinde gelişen mübadele romanları göç meselesi hakkında kişilerin daha kolay özdeşlik kurabilecekleri bir anlam dünyası yaratır. Bu bildiride mübadelenin tarihî zemini ve romantik bir aşk etrafında gelişen Canan Tan’ın Hasret isimli romanındaki yansımaları üzerinde durulacaktır. Mübadele romanlarının genel karakteristiği ve Hasret romanının mübadele romanları içindeki yeri değerlendirilecektir.
Balkanlardan Anadolu’ya özellikle 19. yüzyıl sonlarından itibaren gerçekleşen Türk ve Müslüman gö... more Balkanlardan Anadolu’ya özellikle 19. yüzyıl sonlarından itibaren gerçekleşen Türk ve Müslüman göçleri, bölgede ulus devletlerin teşekkülü sonrasında daha sistemli bir hâlde devam etmiştir. Bu noktada genç Türkiye Cumhuriyeti, Balkanlardan göç etmek zorunda kalan Türk ve Müslüman nüfus için bir emniyet ve huzur adası olmuş ve bu tarihî misyonunu cumhuriyet tarihi boyunca da sürdürmüştür. Balkanlardan Anadolu’ya birçoğu zorunlu ve devlet destekli göç hareketlerinin özellikle Tanzimat Döneminden itibaren Türk edebiyatında yankı bulduğu bilinmektedir. Ana eksenine göçü alan söz konusu edebî eserlerin özellikle yakın dönem Türk romanının beslendiği kaynaklar arasında öne çıktığı görülür. Balkan Türklüğü ve göç romanları konusunda sözünü ettiğimiz romanlardan konusu itibariyle ayrılan ve “mübadele romanları” olarak anılan eserler ise tematik olarak farklı bir kategoride bulunur. Tarihî ve sosyal hadiseleri bünyesinde taşımaya en elverişli edebî tür olan roman, 1923 Lozan Antlaşması’na ek olarak yapılan sözleşme uyarınca Türk ve Yunan devletleri arasında alınan zorunlu göç kararını edebî perspektiften görmüştür. Bu bağlamda özellikle 2000 sonrası artış gösteren “mübadele romanları” aralarındaki konu birlikteliğinin yanı sıra, tarihin bu trajik sosyal hadiselerinden birini edebî estetik dahilinde işlemiş olmasıyla da dikkate değerdir. Bu çalışmada yakın dönem mübadele romanları, sekiz roman merkeze alınarak incelenmiştir. İnceleme yöntemi olarak yapısalcı ve sosyolojik yöntemin tercih edildiği çalışmada, öncelikle mübadele romanlarındaki tarihî arka plan ortaya konmuştur. Romanların “Zaman, mekân, şahıs (tip/karakter), bakış açısı, dil ve üslup özellikleri” gibi ana unsurlarına dair tespitlerin yanında söz konusu romanların muhtevasında yer alan tematik ortaklıklar yazar, eser ve okur ekseninde ve edebiyat sosyolojisi bağlamında ortaya konulmuştur. Çalışmadan elde edilen veriler neticesinde “mübadele romanı” adlandırması etrafında bazı teorik düşüncelere yer verilerek, roman türlerinin tasnifinde “mübadele romanı” gibi bir terminolojinin mevcudiyeti tartışmaya açılmıştır.
Kaybedenlerin Tarihi–Türk Edebiyatında Malûmât Hareketi adlı kitabı çıkış noktası, kaynakları, t... more Kaybedenlerin Tarihi–Türk Edebiyatında Malûmât Hareketi adlı kitabı çıkış noktası, kaynakları, tespit ve değerlendirmeleri bakımından edebiyat tarihlerine ve edebiyat eğitimine yön verecek bir çalışmadır. Bu çalışma, edebiyat tarihlerindeki tasnif sisteminin bir daha düşünülmesi gerektiğini göstermekte, Servet-i Fünûn Topluluğu’nun karşısında Malûmât Hareketi’ne yer verilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Efendi Babamız'ın oğlu babasını anlatıyor tarihim iz açısından önem i yadsınamaz bir gerçek. Yaşa... more Efendi Babamız'ın oğlu babasını anlatıyor tarihim iz açısından önem i yadsınamaz bir gerçek. Yaşamöykülerine kaynaklık e tm e s i bakımından c/a önem lid ir. H e le bu yazar yem Türk edebiyatının kurucularından sayılan Ahm ed M idhat Efendi ise...
Uploads
Papers by ismail kumsar
görünmeyen demir bir yumruk gibidir. Hayatı
boyunca gürültüye patırtıya itibar etmemiş; sansasyonel işlerin peşinde olmamış; televizyonda, gazetede
görünmek için bilinçli bir çaba sarf etmemiş; mala
mülke, makama, şöhrete sırtını dönmüş; özetle fizikî
varlığını bilinçli biçimde gizlemeye çalışmıştı. Fiziken bu denli yok olmuşken manen büyük bir ağırlık
kazanmıştı. O, hem 1950 sonrası Türk şiirinden söz
eden hiçbir edebiyat araştırmacısının göz ardı edemeyeceği kadar büyük bir şair hem de içinde bulunduğu İslami çevrenin fikir birikimine katkısı bakımından da son derece kıymetli bir düşünce adamıdır.
Bu kitap, büyük var oluşu derin bir hiçlikte bulan
modern zaman dervişinin hayatın hangi girdaplarından geçerek bu kıvama eriştiğini anlamaya çalışıyor.
Bu küçük risale boyunca Karakoç’un hayatındaki
dönüm noktalarını kuşbakışı bir tarassut ile izleyeceğiz. Yer yer diriliş düşüncesinin temel meselelerine
temas edeceğiz. Şüphesiz ki son sözü söylemeyeceğiz.
tabirin neden hoş görülmediği sorularının cevabı aranmıştır. Birinci bölümde argonun
Türk edebiyatındaki serüveni genel hatları ile tanıtılmış ve edebiyatımızdaki zihniyet
dönüşümüne bağlı olarak argonun günümüze yaklaştıkça edebî metinlerde kendisine daha fazla yer bulabildiği tespit edilmiştir. İkinci bölümde ise 1938 yılının Mayıs
ayı boyunca gazetelerde devam eden bir argo tartışması ele alınmıştır. Bu tartışma,
argonun edebî eserdeki konumu hakkında iki farklı görüşü yansıtmaktadır. Tartışmanın bir cephesini teşkil eden Peyami Safa, Yaşar Nabi ve Orhan Seyfi’nin içinde bulunduğu ilk grup edebî metinlerde argonun kullanımına belli şartlar dâhilinde ve sınırlı biçimde cevaz verirken Nurullah Ataç, Vâlâ Nurettin ve Sabiha Zekeriya Sertel dâhil olduğu grup edebî metinlerde kelime sınırlaması yapılmasına karşı çıkmışlardır. Çalışmada, tartışmanın yaşandığı yıllarda yeni yeni parlamaya başlayan Garip Hareketi’nin edebî dilde yapmaya çalıştığı değişimin bu tartışma için nasıl bir zemin teşkil ettiğine de değinilmiştir.
görünmeyen demir bir yumruk gibidir. Hayatı
boyunca gürültüye patırtıya itibar etmemiş; sansasyonel işlerin peşinde olmamış; televizyonda, gazetede
görünmek için bilinçli bir çaba sarf etmemiş; mala
mülke, makama, şöhrete sırtını dönmüş; özetle fizikî
varlığını bilinçli biçimde gizlemeye çalışmıştı. Fiziken bu denli yok olmuşken manen büyük bir ağırlık
kazanmıştı. O, hem 1950 sonrası Türk şiirinden söz
eden hiçbir edebiyat araştırmacısının göz ardı edemeyeceği kadar büyük bir şair hem de içinde bulunduğu İslami çevrenin fikir birikimine katkısı bakımından da son derece kıymetli bir düşünce adamıdır.
Bu kitap, büyük var oluşu derin bir hiçlikte bulan
modern zaman dervişinin hayatın hangi girdaplarından geçerek bu kıvama eriştiğini anlamaya çalışıyor.
Bu küçük risale boyunca Karakoç’un hayatındaki
dönüm noktalarını kuşbakışı bir tarassut ile izleyeceğiz. Yer yer diriliş düşüncesinin temel meselelerine
temas edeceğiz. Şüphesiz ki son sözü söylemeyeceğiz.
tabirin neden hoş görülmediği sorularının cevabı aranmıştır. Birinci bölümde argonun
Türk edebiyatındaki serüveni genel hatları ile tanıtılmış ve edebiyatımızdaki zihniyet
dönüşümüne bağlı olarak argonun günümüze yaklaştıkça edebî metinlerde kendisine daha fazla yer bulabildiği tespit edilmiştir. İkinci bölümde ise 1938 yılının Mayıs
ayı boyunca gazetelerde devam eden bir argo tartışması ele alınmıştır. Bu tartışma,
argonun edebî eserdeki konumu hakkında iki farklı görüşü yansıtmaktadır. Tartışmanın bir cephesini teşkil eden Peyami Safa, Yaşar Nabi ve Orhan Seyfi’nin içinde bulunduğu ilk grup edebî metinlerde argonun kullanımına belli şartlar dâhilinde ve sınırlı biçimde cevaz verirken Nurullah Ataç, Vâlâ Nurettin ve Sabiha Zekeriya Sertel dâhil olduğu grup edebî metinlerde kelime sınırlaması yapılmasına karşı çıkmışlardır. Çalışmada, tartışmanın yaşandığı yıllarda yeni yeni parlamaya başlayan Garip Hareketi’nin edebî dilde yapmaya çalıştığı değişimin bu tartışma için nasıl bir zemin teşkil ettiğine de değinilmiştir.
rı” ibaresini kullanıyor olsak da esasında bu bir Türkiye hikâyesidir. 1930’lar
dan 1970’lere kadar uzanan zaman dilimindeki siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal hayat; ülke gündemini hâlâ meşgul eden dindar-laik gerilimi; edebiyat dünyasının geçirdiği dönüşümler, öbekleşmeler, edebiyat mahfilleri; şehirlerin mimari durumu, eğitim sistemindeki sorunlar, siyasi kutuplaşmalar başta olmak üzere onlarca mesele bu kitabın muhtevasını teşkil eder.
ansiklopedilerde fazlaca anılmamakla birlikte edebiyatın ve
sanatın arka sokaklarında dolaşmaktan zevk duyanlar için çok
yabancı değildir. O, 121 sahte Mike Hammer romanı ile 1950’li
yılların Mike Hammer savaşlarının açık ara şampiyonu; kendi
adıyla yayımladığı roman, hikâye, şiir, piyes, inceleme türünde
on dokuz kitabın sahibi; 1940’lardan 1980’lerin sonuna kadar
yayımlanmış birçok süreli yayındaki onlarca yazının müellifidir.
Tüm bunların dışında ilk televizyon ve radyo programcılarından
olan Afif Yesari, “Düşünce Tiyatrosu” adını verdiği iddialı bir
türün de mucididir. İki nesli hattat olan Yesarizadeler ailesinin
romancı üyesi Mahmut Yesari’nin tek evladı olan Afif Yesari,
belki de genetik bir aktarım sonucu -babasının arzusu hilafınakendini Babıali Yokuşu’nda bulmuştur. “Sünger avcılığı ve
seyyar köftecilik” dışında hemen her işi yaptığını söyleyen Afif
Yesari, özellikle yazmaya ve yazıya dair işlere ayrı bir önem
vermiştir. Reklam spotu yazarlığından, sipariş üzerine judo
kitabı yazmaya kadar yazıya dair bütün işleri denemiştir. Ancak
bütün bu çabaya rağmen ne yazık ki hak ettiği ölçüde ilgi
görmemiştir.
reel olanın çatışması üzerine kurulmuş şiirlerden oluşur. Safahat
anlatıcısına göre ideali temsil edenler, Türk’ün uzak mazisini
şekillendiren geçmişteki “Nesl-i Necip” ve ondan ilham ile istikbali
kuracak olan “Asım’ın Nesli”dir. Reel olanı temsil edenler ise satvet
dolu mazinin mirasını bitiren halihazırdaki “nesl-i sefih”tir.
Safahat’ın birçok şiirinde bu üç neslin çeşitli bakımlardan mukayese
edildikleri görülür. Bu çalışmada bahsi geçen üç neslin Safahat’ta
hangi isimlerle/sıfatlarla anıldığı ve hangi değerler manzumesi
etrafında birleştikleri tespit edilmiştir.
“…menafi-i mülk ü devlete hadim musavver Osmanlı gazetesi” gibi ibarelerle “gazete” olarak tanımlasalar da edebî anlamdaki etki güçlerinden dolayı zamanla “edebiyat dergisi” şeklinde anılmışlardır. İsminde ya da klişesinde “edebiyat” ve “gazete” ibarelerini bir arada barındıran neşriyat ise basın tarihimiz içinde daha sınırlıdır. Bunun sebebi edebî gündemin gazetenin yayın sıklığına yetişebilecek kadar canlı olmaması ve halk tarafından aktüel meseleler kadar ilgi görmemesidir. Nitekim kendisini “gazete” olarak tanımlayan edebiyat içerikli neşriyat, günlük değil en iyi ihtimalle haftalık olarak yayımlanmıştır. Elbette on günlük ya da on beş günlük fasılalarla yayımlananları da vardır. Bu gazeteler, kısa yayın aralıklarıyla neşredildikleri için güncel edebî gelişmelere daha fazla yer vermekle birlikte içerik olarak edebiyat dergilerinden çok farklı değildir. Biçimsel olarak dergiden çok gazete formatına yakındırlar. Genellikle büyük boy kâğıda iki ya da
üç yaprak olarak basılırlar. Bahsi geçen süreli yayınlardan bazıları şunlardır: 1932’de Orhan Seyfi Orhon’un çıkardığı Edebiyat Gazetesi (9 sayı), 1937’de Neriman Hikmet’in imtiyazında yayımlanan Yeni Edebiyat I -Sanat Fikir Gazetesi- (11 sayı), devamı niteliğindeki Yeni Edebiyat II -On Beş Günlük Sanat, Edebiyat ve Fikir Gazetesi (1940/25 sayı), 1949-1950’de Orhan Veli’nin çıkardığı Yaprak -Fikir Edebiyat ve Sanat Gazetesi- (28 sayı), 1979’da Hamit Turan’ın yayımladığı Edebiyat Cephesi -On Beş
Günlük Edebiyat Gazetesi- (37 sayı), 1941’de Aydın Arakon’un yayımladığı Yenilik -Sanat-Edebiyat Fikir Gazetesi- (2 sayı)… Bu makalede, kendini “edebiyat gazetesi” olarak tanımlayan süreli yayınlardan Suut Kemal Yetkin imtiyazında neşredilmiş Sanat ve Edebiyat gazetesi incelenmiştir.
Elinizde tuttuğunuz bu çalışmada Cenap Şahabettin’in sağlığında basılan son nüsha (1925 Kanaat Matbaası) esas alınmakla birlikte hem dergideki tefrikadan hem de birinci baskıdan kontroller yapılmıştır. Nüshalar arasında görülen ufak tefek farklılıklar dipnotlarda belirtilmiştir. Her bir bölümün, dergide ne zaman tefrika edildiği ilgili bölümlerin sonunda belirtilmiştir. Günümüz okuru için yabancı sayılabilecek kelimelerin anlamları, bağlam içindeki manalarına göre dipnotta gösterilmiştir. Ayrıca yazarın gezip gördüğü yerlerin okur zihninde somutlaşması için metne görseller ve seyahat güzergâhını gösteren bir harita eklenmiştir. Cenap Şahabettin’in Hac Yolunda isimli eserinde yer almayan ancak bu kitabı bütünlediğini düşündüğümüz altı yazı kitaba eklenmiştir. Eserden istifadeyi kolaylaştırmak için bir de indeks hazırlanmıştır.
bu adlandırma, bahsi geçen dönemi tam bir yetkinlik içinde karşılayabilecek niteliğe sahip değildir. Çünkü aynı dönemde Servet-i Fünûn karşısında yer alan başka edebî oluşumlar da söz konusudur. Bu oluşumların en etkilisi Malûmât Hareketi olarak adlandırdığımız
Hazine-i Fünûn, İrtika, Malûmât, Musavver Fen ve Edep, Resimli Gazete isimli beş dergi etrafında şekillenmiş edebî yapılanmadır. Çalışmamız boyunca genel çerçevesini çizmeye gayret ettiğimiz bu hareket, Servet-i Fünûn’la neredeyse eş zamanlı olarak on iki yıllık bir zaman dilimine (1892-1904) yayılmıştır.
düşünülen projenin ilki olan 60’lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi kitabı artık elimizdedir. Bugün Azerbaycan sahası edebiyatında var olan, özellikle eser tahlili çalışmaları daha çok Sovyet döneminden kalma olup, belli bir ideolojinin mahsulleridir. Bu anlamda Türkiye sahası edebiyatında uygulanan tahlil metotlarını kullanarak Azerbaycan sahası edebî ürünlerine yeni bir gözle bakmak edebiyatımız için faydalı olacaktır.
Türkiye üniversitelerinde kurulmuş Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümlerinde okutulan ders kitabı,
özellikle Azerbaycan sahası edebiyatıyla ilgili eksikliği
doldurmak da bu çalışmaya başlamada önemli etkenlerden bir diğeridir. Projenin bir başka önemi Azerbaycan ve Türkiye arasında bilimsel ve edebî ilişkilerin geliştirilmesine hizmettir.
Âkif’in kimi mısraları âdeta bir atasözü gibi kabul görmüş ve halk arasında yaygınlaşmıştır. Bu kitapta başka şairlerden, yazarlardan iktibas edilerek Safahat’a dâhil edilmiş özlü sözler (âyet, hadis, atasözü, deyim, vecize…) ile anlatım gücü ve etkileyiciliği bakımından özlü söz gibi söylenmiş Âkif’e ait mısralar incelenmiştir.
İki bölümden oluşan bu kitabın birinci kısmında Âkif’in şiir anlayışı ve Safahat’la ilgili genel değerlendirmeler yer almaktadır. Kitabın ikinci bölümünde ise “özlü söz”ün ne olduğuna dair birtakım tespitler yapıldıktan sonra Safahat’tan alınan özlü söz niteliğindeki mısralar muhtevalarına göre tasnif edilip ahenk, dil, üslup, kaynak bakımından değerlendirilmiştir.
Balkanlardan Anadolu’ya birçoğu zorunlu ve devlet destekli göç hareketlerinin özellikle Tanzimat Döneminden itibaren Türk edebiyatında yankı bulduğu bilinmektedir. Ana eksenine göçü alan söz konusu edebî eserlerin özellikle yakın dönem Türk romanının beslendiği kaynaklar arasında öne çıktığı görülür. Balkan Türklüğü ve göç romanları konusunda sözünü ettiğimiz romanlardan konusu itibariyle ayrılan ve “mübadele romanları” olarak anılan eserler ise tematik olarak farklı bir kategoride bulunur.
Tarihî ve sosyal hadiseleri bünyesinde taşımaya en elverişli edebî tür olan roman, 1923 Lozan Antlaşması’na ek olarak yapılan sözleşme uyarınca Türk ve Yunan devletleri arasında alınan zorunlu göç kararını edebî perspektiften görmüştür. Bu bağlamda özellikle 2000 sonrası artış gösteren “mübadele romanları” aralarındaki konu birlikteliğinin yanı sıra, tarihin bu trajik sosyal hadiselerinden birini edebî estetik dahilinde işlemiş olmasıyla da dikkate değerdir.
Bu çalışmada yakın dönem mübadele romanları, sekiz roman merkeze alınarak incelenmiştir. İnceleme yöntemi olarak yapısalcı ve sosyolojik yöntemin tercih edildiği çalışmada, öncelikle mübadele romanlarındaki tarihî arka plan ortaya konmuştur. Romanların “Zaman, mekân, şahıs (tip/karakter), bakış açısı, dil ve üslup özellikleri” gibi ana unsurlarına dair tespitlerin yanında söz konusu romanların muhtevasında yer alan tematik ortaklıklar yazar, eser ve okur ekseninde ve edebiyat sosyolojisi bağlamında ortaya konulmuştur. Çalışmadan elde edilen veriler neticesinde “mübadele romanı” adlandırması etrafında bazı teorik düşüncelere yer verilerek, roman türlerinin tasnifinde “mübadele romanı” gibi bir terminolojinin mevcudiyeti tartışmaya açılmıştır.