“Ansiklopedideki Vahşi”, telif ve çeviri eserleriyle Cumhuriyet’in ilk 50 yıllık sürecinde
toplum... more “Ansiklopedideki Vahşi”, telif ve çeviri eserleriyle Cumhuriyet’in ilk 50 yıllık sürecinde toplumcu düşünce ve eleştiri literatürünün gelişmesine katkıda bulunmuş önemli isimler arasında yer alan Kerim Sadi’nin 1929’da yayımlanan hikâyesidir. Bu hikâyede yazar, toplumcu gerçekçi estetiğin sunduğu paradigmaya uygun olarak anamalcı dönemin, biri temel olmak üzere üç önemli çelişkisini (doğa-medeniyet, emek-sermaye ve kolonyal nesne-kolonyal özne çelişkileri) belirli simge ve karakter karşıtlıkları üzerinden kurgulaştırmıştır. Bundan ötürü “Ansiklopedideki Vahşi”, her şeyden önce, anamalcı düzenin tarihsel durumunu, bir başka deyişle verili toplumsal ilişkileri içeren gerçeklikle kurduğu estetik ilişki üzerinden yorumlanmaya elverişli bir eser kabul edilebilir. Bu makalede, Frankfurt Düşünce Okulu’nun temsilcilerinden Herbert Marcuse’ün, ana akım Marksist sanat anlayışı -ortodoks Marksizm’in estetiğikarşısında eleştirel ve heterodoks bir anlayışı temsil eden, daha çok tekelci anamalcılığın çeşitli siyasal ve kültürel görünümleriyle bireysel/öznel varlık alanını baskılama pratiklerine bir tür tepki olarak somutluk kazanan estetik algısı ışığında söz konusu hikâyenin gerçeklik karşısındaki bağımlılığı/özerkliği üzerine eleştirel bir okumada bulunulmuştur. Böyle bir okumada amaç, bir yandan Türk edebiyatında toplumcu anlatının ilk ürünlerinden olmakla birlikte edebiyat tarihlerinde ve eleştiri metinlerinde pek sözü edilmeyen “Ansiklopedideki Vahşi”yi araştırmacıların dikkatine sunmak diğer yandan da hikâyenin gerçeklikle ilişkisi üzerinden toplumcu gerçekçi bir anlatının Marcuse’ün penceresinden nasıl göründüğüne dair örnek bir okuma pratiği ortaya koymaktadır.
Ankara Yazıları, Tokgöz’ün çeşitli tarihlerde Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan ve Ankara izle... more Ankara Yazıları, Tokgöz’ün çeşitli tarihlerde Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan ve Ankara izlenimlerini/gezilerini içeren yazılarından oluşmaktadır. İlki 1893’e, sonuncusu da 1931’e ait olan bu yazılardan Ankara’nın II. Abdülhamid döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzanan tarihsel görünümünü, bu görünümdeki değişimleri belli ölçülerde izlemek mümkün.
Karl Marx’a atfedilen meşhur cümleden2
ilhamla söylersek,
“yeniyi eskinin eleştirisinin sonunda ... more Karl Marx’a atfedilen meşhur cümleden2 ilhamla söylersek, “yeniyi eskinin eleştirisinin sonunda bulmaktadır” Felski. Bu yazıda Eleştirinin Sınırları’na yöneleceğiz, Felski’nin çeşitli argümanlar ve reddedişler etrafında somutluk kazanan eleştirel hesaplaşmasını ve sunduğu okuma modelini ele alacağız; sonra da bir şiir (Sefa Kaplan’ın “Gecekondu”su) üzerinden söz konusu okuma modeline dair bir uygulama örneği sunacağız. Belirtmek gerekir ki burada esas amacımız teorik ve yöntembilimsel olanı irdelemek olacak; uygulama ise bu irdeleme çabasının sadece bir uzantısı şeklinde konumlandırılacaktır. Dolayısıyla şiir çözümlemesi -olabildiğince- kısa, özlü bir açıklamalar bütünü olarak kalacaktır
Şairlerin, yazarların edebiyat tarihleriyle olan imtihanı meşhurdur. Bazılarına sayfalarca yer a... more Şairlerin, yazarların edebiyat tarihleriyle olan imtihanı meşhurdur. Bazılarına sayfalarca yer ayrılır; bazılarının kaderiyse geçiştirmelerden, yani kısa bir hayat hikâyesi ile eser listesinden mürekkeptir. Tabii daha şanssız olanlar da söz konusudur: Edebiyat tarihlerinde adı dahi geçmeyenleri kastediyoruz. İşte, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun yakın dostu, estetik ve kader ortağı Kemal Uluser, bu “adı dahi geçmeyenler” arasındadır. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan hareketle söylersek o, “sükût suikastı”na maruz kalmıştır. Uluser, edebiyata lise yıllarında şiirle başlamıştır; bu yolda öğretmeni Abdülbaki Gölpınarlı’dan yardım görmüştür. Sonrasında kalemini düzyazı kulvarında kullanmıştır. 1941’de ilk ve tek kitabı olan Işık’ı yayımlamıştır. Özellikle nitelikli ve entelektüel arka planı sağlam denemeleriyle döneminin ses getiren isimlerinden olmuştur. Ne ki ömrü vefa etmemiş, Türk edebiyatının en güçlü yazarlarından biri olma yolundayken plörezi (zatülcenp) nedeniyle genç yaşta hayata veda etmiştir (3 Kasım 1944). Bu bildiride, Uluser’in 29 yıllık hayat hikâyesine ve eserlerine genel çizgiler çerçevesinde yoğunlaşacağız. Amacımız Osman Nuri Aydın, İrfan Yalçın ve Doğu Karaoğuz’un Uluser üzerine yakın zamanda yayımladıklarından sonra, onun günümüz edebiyat kamuoyunun gündemine yeniden taşınmasına dönük –küçük de olsa- bir girişimde daha bulunmaktır.
Afife Kemal’in İrşad-ı Şebab piyesi, Doğu-Batı karşıtlıkları (ve bu çerçevede feminizm-antifemin... more Afife Kemal’in İrşad-ı Şebab piyesi, Doğu-Batı karşıtlıkları (ve bu çerçevede feminizm-antifeminizm ile eski kuşak-yeni kuşak karşıtlıkları) bağlamında yazıldığı dönemi -kadın gözüyle- yansıtan bir metin. Dolayısıyla piyesin, sadece edebiyat tarihi değil, siyasi tarih ve feminizm tarihi okumaları/çalışmaları çerçevesinde dönemin koşullarının resmini görmek açısından önem arz ettiği söylenebilir.
1908-1918 arası Türk siyasetinin en önde gelen aktörü konumundaki İttihat ve Terakki Cemiyetinin ... more 1908-1918 arası Türk siyasetinin en önde gelen aktörü konumundaki İttihat ve Terakki Cemiyetinin nüfuzlu kişileri arasında yer alan ve bir dönem sadrazamlık görevinde bulunan Talât Paşa; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Berlin’e yerleşir. Berlin günlerinde hatıratını kaleme almaya başlar. Bu hatırat, Türkiye’de, 29 Kasım-29 Aralık 1921 tarihleri arasında Yeni Şark gazetesinde tefrika edilmeye başlanır. Bilinmeyen nedenlerden ötürü tefrika yarım kalır. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesine az bir süre kala Hüseyin Cahit, hatıratın Almancadan yapılan çevirisini 3 Nisan-1 Haziran 1945 tarihlerinde Tanin’de tefrika eder, 1946’da da Talât Paşa’nın Hatıraları adıyla kitaplaştırır. Yakın zamana kadar hatıraların metni söz konusu olduğunda sadece Hüseyin Cahit’in tefrikası ve hazırladığı kitap söz konusu edilmiş, Yeni Şark’taki orijinal metin görülmemiştir. Bu orijinal metin “Atatürk’ün Bütün Eserleri Çalışma Grubu” tarafından gün yüzüne çıkartılmış ve 2006’da Hatıralarım ve Müdafaam adıyla kitap olarak yayına hazırlanmıştır. Bu hatıratın içeriğinde üç mesele ön plana çıkar: Ermeni Tehciri, Birinci Dünya Savaşı’na giriş ve savaş vurgunculuğu. Bir bakıma Talât Paşa’nın hatıratı, bu üç mesele üzerinden kendisine (ve tabii İttihat ve Terakki Cemiyetine) dönük suçlamalara karşı bir savunma metni, bir müdafaaname olarak konumlanır. Bu makalede Talât Paşa’nın hatıratı bir eleştirmen bakış açısıyla odağa alınmış, bu doğrultuda hatıratın tarihsel gerçekliklerle olan ilişkisi bir yana bırakılarak içeriği ve öne çıkan argümanları göz önünde bulundurulmuştur. Bu yapılırken de hatıratın orijinal metninden hareket edilmiştir.
Postcolonial theory perceives the world as divided between the coloniser and the colonised, thus ... more Postcolonial theory perceives the world as divided between the coloniser and the colonised, thus indirectly reproducing the centrality of the West. For this reason, in literary studies, postcolonial theory fails to cover the literatures of those nations which were not colonised in a typical sense but rather occupied by Western imperialism, as was the case with Ottoman Turkey. This necessitates a convergent theoretical framework that might help evaluate the fictionalisation of the intersecting dynamics of oppression, violence, exploitation, and resistance in relation to the hegemonic narratives of imperialism and shape a new perspective regarding the politico-cultural dimension of imperial discourse. This article, in this respect, will critically develop the theoretical foundations of imperialism-oriented literary theory and construct it as an interdisciplinary field that has a potential to contribute to contemporary postcolonial theory and to encompass the intersectional dimensions of imperialism and imperial discourse for the articulation of the fictionalisation of imperialism-related issues in the under-considered corpus of modern Turkish literature.
Mustafa Kemal Atatürk, sanatın her bir dalıyla
olduğu kadar edebiyatla da ilgilenmiştir.
Manastır... more Mustafa Kemal Atatürk, sanatın her bir dalıyla olduğu kadar edebiyatla da ilgilenmiştir. Manastır Askerî İdadisindeki öğrencilik yıllarından ölümüne kadar edebî eserlerle haşir neşir olmuş, Çankaya ve Dolmabahçe’deki sofralarında zaman zaman şair ve yazarların da katılımıyla edebiyat üzerine sohbetlerde bulunmuş, teşvik ve direktifleriyle Cumhuriyet devrimlerinin çizgisinde bazı şiirlerin, romanların veya piyeslerin ortaya konulmasını sağlamıştır. O, bu gayretlerin yanı sıra -az sayıda da olsa- şiirler söylemiş/ yazmış, çevirmiş veya dönemin önemli isimlerine dikte etmiştir
Kerim Sadi, one of the important figures in the history of Turkish thought in the Republican era,... more Kerim Sadi, one of the important figures in the history of Turkish thought in the Republican era, has written various critical texts since the 1930s. In these texts, many prominent figures of Turkish literature such as Namık Kemal, Ahmet Haşim, Mehmet Âkif Ersoy were discussed in line with the data and perspective of Marxist teaching/historical materialism. Kerim Sadi, who mostly moves from the logic of criticism of the Russian Marxist critic Georgi Plekhanov and embodies a way of reading around the emphasis of class/economic conditions, is among the first Marxist critics of Turkey. However, when it comes to Marxist criticism in particular and Turkish criticism in general, his name is not mentioned much, and criticism texts are often not taken into account. There is no independent study on the critic aspect. In this article, an effort has been made to fill a gap in this framework; Kerim Sadi has been handled as a critic and tried to be brought to the attention of the current literary public. Considering his obscurity in the history of Turkish criticism, firstly, some introductory explanations about Kerim Sadi’s life and world of thought are presented, and then the prominent points of his understanding of criticism and the way he handles the literati in the relevant texts are discussed. While focusing on Kerim Sadi’s understanding of criticism, relevant sources in the Marxist criticism literature were used, thus revealing the theoretical foundations of her critical orientations. While examining the related texts, a chronological order has been observed in general, and Kerim Sadi’s words on the poets and writers are mentioned with an interpretive point of view and main lines.
Ethem Nejat is one of the leading intellectuals of the Second Constitutional Era.
Ethem Nejat, wh... more Ethem Nejat is one of the leading intellectuals of the Second Constitutional Era. Ethem Nejat, who worked at various levels of the education bureaucracy, pioneered the publication of some journals and newspapers that left their mark on the period, and voluntarily participated in the Battle of Gallipoli with a group of students and fellow teachers, followed the Turkist thought until 1918, and the socialist thought from 1918 on. In the years he was a Turkist, he wrote several articles and books as well as some stories. In other words, although Ethem Nejat is mostly known as an educator and politician today, there is also a literary identity of Ethem Nejat. These stories can be evaluated within the framework of National Literature aesthetics in terms of both content and form. In these, a propagandist attitude on the axis of Turkism clearly shows itself. Two of the stories in question, the most voluminous ones that were published in book format at the time (“Çiftlik Müdürü” and “Yiğit Türkler”), had recently been interpreted and compiled in a work entitled Ütopik Hikâyeler. In this article, other stories, namely the short ones and published in magazines (“O Zengin ve Mesut Oldu”, “Kahraman Nuri”, “Bal Bahçesi” and “Zengin Böcekçi”) were interpreted and compiled.
Orhan Pamuk'un 2021'de yayımlanan, hayali bir Osmanlı adasındaki (Minger Adası) veba salgınını ve... more Orhan Pamuk'un 2021'de yayımlanan, hayali bir Osmanlı adasındaki (Minger Adası) veba salgınını ve ulus-devletleşme sürecini konu alan Veba Geceleri romanı; her şeyden evvel alegorik imkânlarıyla değerlendirilmesi gereken bir kurguya sahiptir. Kurgu, belli olay ve durumlardan hareketle, hem üçüncü dünya ülkelerindeki ulus-devlet inşasının hem söz konusu sürecin Türkiye özelinde varlık kazanışının hem de günümüz Türkiye'sindeki toplumsal ve siyasi koşulların temsili olarak okunabilir niteliktedir. Ancak kurguda asıl dikkat çeken söz konusu alegorik nitelik değil, fakat bununla-daha doğrusu Türkiye'deki ulus-devlet inşasına dönük alegorik imkânla-bağlantılı olarak; Türkiye'nin yakın tarihine damga vuran, çeşitli düşünce biçimlerinde tarihsel kişiliklerinden çok güçlü sembolik değerleriyle varlık kazanan ve zaman zaman ikili-karşıtlık ekseninde ele alınan iki büyük siyasi figürün karakter kadrosuna hem bir arada hem de ön planda yer alacak şekilde dâhil edilmesidir. Bu figürlerden biri Abdülhamit, diğeriyse kurguda Kolağası Kâmil üzerinden temsil imkânı bulan Atatürk'tür. İşte çalışmamızda; her iki figürün kurguda ne şekilde görünürlük kazandığını, "hayali anlatıcı" Mîna Mingerli'nin onları olumlu ve olumsuz yönleriyle kurguya nasıl dâhil ettiğini sorgulayacağız. Daha sonra romanın arka planına geçip iki figürün kurgudaki biçimlenişinin ideolojik zeminini ve yazarın güncel siyasi tavrıyla ilişkisini irdeleyeceğiz.
Özet Meşrutiyet"in ilanından sonra gerek Türk modernleşmesinin hız kazanması gerekse de Türk femi... more Özet Meşrutiyet"in ilanından sonra gerek Türk modernleşmesinin hız kazanması gerekse de Türk feminist hareketinin yükselişe geçmesi, yeni Türk toplumunun inşa sürecine muazzam katkılarda bulunan aydın kadınların yetişmesine olanak sağlar. 1890-1955 yılları arasında yaşamış olan Zeliha Osman Özen, bu bağlamda örnek olarak zikredilmesi gereken isimlerdendir. Ancak dönemi konu edinen edebiyat, kültür ve siyasi tarih metinlerinin büyük kısmında adı dahi anılmamıştır. Gelgelelim böyle bir "sükût suikastı"nı hak ettiği söylenemez. O, bir kadın olarak aydın kimliğini hem hayatıyla hem de kalemiyle ortaya koymuş birisidir. Darülfünun"un Fransızca şubesinde eğitim görmüş, İstanbul"un işgaline karşı düzenlenen mitinglerde antiemperyalist söylevler vermiş, Anadolu"nun çeşitli illerinde öğretmenlik görevinde bulunarak yeni nesillerin gelişimine katkı sağlamıştır. 1913"ten itibaren başladığı yazı hayatında ise çeviri romandan makaleye kadar pek çok türde eser ortaya koymuştur, ancak kalem uğraşısını, öğretmenliğinin etkisiyle, büyük oranda öğretici çocuk piyesi yazımına ayırmıştır; böylelikle ilk Türk kadın çocuk piyesi yazarları arasında yer almıştır. Son yıllarda Halil Tekiner başta olmak üzere bazı araştırmacılar, söz konusu eserler üzerine çeşitli çalışmalar ortaya koymuşlardır. Biz de Mayıs 2020"de yayımladığımız "Tozlu Zaman 1 Çanakkale
Söylem analizi, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında öne çıkan dilsel
çözümleme metotlarından ... more Söylem analizi, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında öne çıkan dilsel çözümleme metotlarından birisidir. Kaynağını Fransız düşünür Michel Foucault'nun arkeoloji ve soykütük araştırmalarında bulan bu metot, söylemleri makro iktidar ve mikro iktidar ilişkileri çerçevesinde çözümleme amacına dayalıdır. Özellikle günümüz edebi eleştirisinde de sıklıkla kullanılan söylem analizi metodu, edebi eserlerdeki söylemlerin hangi iktidar(lar) tarafından ne şekilde koşullandığını görmek açısından fayda sağlayabilecek güçtedir. Hâliyle söz konusu metot, edebiyat ve toplum arasındaki ilişkilerin “güç-merkezli” boyutunu ortaya çıkarmak adına araştırmacıya katkı sunabilir. Aynı zamanda, yazar ile okur veya yazar ile yazarın ait olduğu sınıf arasındaki hegemonik yapının incelenmesine ve onun temel niteliklerine ışık tutulmasına yardımcı olabilir. Bu incelemede, Garip akımına dâhil şiirler söylem analizinin ışığında genel bir bakışla ele alınacak ve söz konusu şiirlerdeki söylemin hangi makro ve mikro iktidarlar tarafından ne şekilde koşullandığı kısa bir şekilde betimlenmeye çalışılacaktır.
ÖZET: Mehmed Emin'in 1897-98 Osmanlı-Yunan Savaşı'nın (Teselya Savaşı) yarattığı millî duyarlılık... more ÖZET: Mehmed Emin'in 1897-98 Osmanlı-Yunan Savaşı'nın (Teselya Savaşı) yarattığı millî duyarlılık ekseninde kaleme aldığı Türkçe Şiirler kitabıyla başlayan fakat asıl atılımı 1908 Meşrutiyet'i sonrasında Yeni Lisan Hareketi ile yapan ve genel olarak Turancı/Türkçü bir ideoloji doğrultusunda millî-hamasî konuların sade bir dille ele alınışı çerçevesinde somutluk kazanan Millî Edebiyat akımı; edebiyat tarihlerinde daha çok Ömer Seyfeddin, Ali Canib Yöntem, Ziya Gökalp gibi birkaç öncü/yetkin isimle ve bu isimlerin sınırlı sayıdaki eserleriyle bir arada anılır. "Millî Edebiyatçılar"ın hem kişi hem de eser kadrosu, edebiyat alanındaki tarih yazımında-veya tarih yazımlarında-sınırlı tutulur. Bu, esasında, hemen hemen bütün edebî hareketler/akımlar için geçerli bir durumdur. Edebiyat tarihleri, doğasına uygun olarak ve genel bir harita çizmek adına, çoğunlukla, bir hareketin/akımın öncü/yetkin isimlerine ve onların birtakım eserlerine odaklanır; hem kişi hem de eser kadrosunun-bazen oldukça büyük-bir kısmını paranteze alır. Böyle olunca da bazı isimler ve eserler, eğer özel bir araştırmanın konusu değilse, tarihin henüz ışık tutulmamış, karanlık bölgelerinde kalmaya mahkûm olur. Daha çok Türk siyaset tarihinin önemli bir figürü olarak bilinen/anılan Edhem Nejad'ın "Millî Edebiyatçı" kimliğinin ilgili araştırmalarda göz ardı edilişi bu bağlamda düşünülebilir. Bildiride; Edhem Nejad'ın "Millî Edebiyatçı" kimliğini hatırlatmak amacıyla, onun Yiğit Türkler adlı hikâye kitabı ele alınacaktır. Ayrıca, Yiğit Türkler'in Latin harfli tam metni bildirinin sonunda dikkate sunulacaktır. ABSTRACT: The National Literature movement, which started with the book of Turkish poems written by Mehmed Emin on the axis of national sensitivity, but which made its real breakthrough with the New Language Movement after the 1908 Constitutional Monarchy and became concrete in the context of the handling of national issues in a simple language in line with a Turanist/Turkist ideology rather, it is remembered with several leading/competent names such as Ömer Seyfeddin, Ali Canib Yöntem, Ziya Gökalp and a limited number of their works. Both the person and the work staff of this movement are limited in historiography-or in historiography-in the field of literature. This is essentially the case for almost all
“Ansiklopedideki Vahşi”, telif ve çeviri eserleriyle Cumhuriyet’in ilk 50 yıllık sürecinde
toplum... more “Ansiklopedideki Vahşi”, telif ve çeviri eserleriyle Cumhuriyet’in ilk 50 yıllık sürecinde toplumcu düşünce ve eleştiri literatürünün gelişmesine katkıda bulunmuş önemli isimler arasında yer alan Kerim Sadi’nin 1929’da yayımlanan hikâyesidir. Bu hikâyede yazar, toplumcu gerçekçi estetiğin sunduğu paradigmaya uygun olarak anamalcı dönemin, biri temel olmak üzere üç önemli çelişkisini (doğa-medeniyet, emek-sermaye ve kolonyal nesne-kolonyal özne çelişkileri) belirli simge ve karakter karşıtlıkları üzerinden kurgulaştırmıştır. Bundan ötürü “Ansiklopedideki Vahşi”, her şeyden önce, anamalcı düzenin tarihsel durumunu, bir başka deyişle verili toplumsal ilişkileri içeren gerçeklikle kurduğu estetik ilişki üzerinden yorumlanmaya elverişli bir eser kabul edilebilir. Bu makalede, Frankfurt Düşünce Okulu’nun temsilcilerinden Herbert Marcuse’ün, ana akım Marksist sanat anlayışı -ortodoks Marksizm’in estetiğikarşısında eleştirel ve heterodoks bir anlayışı temsil eden, daha çok tekelci anamalcılığın çeşitli siyasal ve kültürel görünümleriyle bireysel/öznel varlık alanını baskılama pratiklerine bir tür tepki olarak somutluk kazanan estetik algısı ışığında söz konusu hikâyenin gerçeklik karşısındaki bağımlılığı/özerkliği üzerine eleştirel bir okumada bulunulmuştur. Böyle bir okumada amaç, bir yandan Türk edebiyatında toplumcu anlatının ilk ürünlerinden olmakla birlikte edebiyat tarihlerinde ve eleştiri metinlerinde pek sözü edilmeyen “Ansiklopedideki Vahşi”yi araştırmacıların dikkatine sunmak diğer yandan da hikâyenin gerçeklikle ilişkisi üzerinden toplumcu gerçekçi bir anlatının Marcuse’ün penceresinden nasıl göründüğüne dair örnek bir okuma pratiği ortaya koymaktadır.
Ankara Yazıları, Tokgöz’ün çeşitli tarihlerde Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan ve Ankara izle... more Ankara Yazıları, Tokgöz’ün çeşitli tarihlerde Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan ve Ankara izlenimlerini/gezilerini içeren yazılarından oluşmaktadır. İlki 1893’e, sonuncusu da 1931’e ait olan bu yazılardan Ankara’nın II. Abdülhamid döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzanan tarihsel görünümünü, bu görünümdeki değişimleri belli ölçülerde izlemek mümkün.
Karl Marx’a atfedilen meşhur cümleden2
ilhamla söylersek,
“yeniyi eskinin eleştirisinin sonunda ... more Karl Marx’a atfedilen meşhur cümleden2 ilhamla söylersek, “yeniyi eskinin eleştirisinin sonunda bulmaktadır” Felski. Bu yazıda Eleştirinin Sınırları’na yöneleceğiz, Felski’nin çeşitli argümanlar ve reddedişler etrafında somutluk kazanan eleştirel hesaplaşmasını ve sunduğu okuma modelini ele alacağız; sonra da bir şiir (Sefa Kaplan’ın “Gecekondu”su) üzerinden söz konusu okuma modeline dair bir uygulama örneği sunacağız. Belirtmek gerekir ki burada esas amacımız teorik ve yöntembilimsel olanı irdelemek olacak; uygulama ise bu irdeleme çabasının sadece bir uzantısı şeklinde konumlandırılacaktır. Dolayısıyla şiir çözümlemesi -olabildiğince- kısa, özlü bir açıklamalar bütünü olarak kalacaktır
Şairlerin, yazarların edebiyat tarihleriyle olan imtihanı meşhurdur. Bazılarına sayfalarca yer a... more Şairlerin, yazarların edebiyat tarihleriyle olan imtihanı meşhurdur. Bazılarına sayfalarca yer ayrılır; bazılarının kaderiyse geçiştirmelerden, yani kısa bir hayat hikâyesi ile eser listesinden mürekkeptir. Tabii daha şanssız olanlar da söz konusudur: Edebiyat tarihlerinde adı dahi geçmeyenleri kastediyoruz. İşte, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun yakın dostu, estetik ve kader ortağı Kemal Uluser, bu “adı dahi geçmeyenler” arasındadır. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan hareketle söylersek o, “sükût suikastı”na maruz kalmıştır. Uluser, edebiyata lise yıllarında şiirle başlamıştır; bu yolda öğretmeni Abdülbaki Gölpınarlı’dan yardım görmüştür. Sonrasında kalemini düzyazı kulvarında kullanmıştır. 1941’de ilk ve tek kitabı olan Işık’ı yayımlamıştır. Özellikle nitelikli ve entelektüel arka planı sağlam denemeleriyle döneminin ses getiren isimlerinden olmuştur. Ne ki ömrü vefa etmemiş, Türk edebiyatının en güçlü yazarlarından biri olma yolundayken plörezi (zatülcenp) nedeniyle genç yaşta hayata veda etmiştir (3 Kasım 1944). Bu bildiride, Uluser’in 29 yıllık hayat hikâyesine ve eserlerine genel çizgiler çerçevesinde yoğunlaşacağız. Amacımız Osman Nuri Aydın, İrfan Yalçın ve Doğu Karaoğuz’un Uluser üzerine yakın zamanda yayımladıklarından sonra, onun günümüz edebiyat kamuoyunun gündemine yeniden taşınmasına dönük –küçük de olsa- bir girişimde daha bulunmaktır.
Afife Kemal’in İrşad-ı Şebab piyesi, Doğu-Batı karşıtlıkları (ve bu çerçevede feminizm-antifemin... more Afife Kemal’in İrşad-ı Şebab piyesi, Doğu-Batı karşıtlıkları (ve bu çerçevede feminizm-antifeminizm ile eski kuşak-yeni kuşak karşıtlıkları) bağlamında yazıldığı dönemi -kadın gözüyle- yansıtan bir metin. Dolayısıyla piyesin, sadece edebiyat tarihi değil, siyasi tarih ve feminizm tarihi okumaları/çalışmaları çerçevesinde dönemin koşullarının resmini görmek açısından önem arz ettiği söylenebilir.
1908-1918 arası Türk siyasetinin en önde gelen aktörü konumundaki İttihat ve Terakki Cemiyetinin ... more 1908-1918 arası Türk siyasetinin en önde gelen aktörü konumundaki İttihat ve Terakki Cemiyetinin nüfuzlu kişileri arasında yer alan ve bir dönem sadrazamlık görevinde bulunan Talât Paşa; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Berlin’e yerleşir. Berlin günlerinde hatıratını kaleme almaya başlar. Bu hatırat, Türkiye’de, 29 Kasım-29 Aralık 1921 tarihleri arasında Yeni Şark gazetesinde tefrika edilmeye başlanır. Bilinmeyen nedenlerden ötürü tefrika yarım kalır. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesine az bir süre kala Hüseyin Cahit, hatıratın Almancadan yapılan çevirisini 3 Nisan-1 Haziran 1945 tarihlerinde Tanin’de tefrika eder, 1946’da da Talât Paşa’nın Hatıraları adıyla kitaplaştırır. Yakın zamana kadar hatıraların metni söz konusu olduğunda sadece Hüseyin Cahit’in tefrikası ve hazırladığı kitap söz konusu edilmiş, Yeni Şark’taki orijinal metin görülmemiştir. Bu orijinal metin “Atatürk’ün Bütün Eserleri Çalışma Grubu” tarafından gün yüzüne çıkartılmış ve 2006’da Hatıralarım ve Müdafaam adıyla kitap olarak yayına hazırlanmıştır. Bu hatıratın içeriğinde üç mesele ön plana çıkar: Ermeni Tehciri, Birinci Dünya Savaşı’na giriş ve savaş vurgunculuğu. Bir bakıma Talât Paşa’nın hatıratı, bu üç mesele üzerinden kendisine (ve tabii İttihat ve Terakki Cemiyetine) dönük suçlamalara karşı bir savunma metni, bir müdafaaname olarak konumlanır. Bu makalede Talât Paşa’nın hatıratı bir eleştirmen bakış açısıyla odağa alınmış, bu doğrultuda hatıratın tarihsel gerçekliklerle olan ilişkisi bir yana bırakılarak içeriği ve öne çıkan argümanları göz önünde bulundurulmuştur. Bu yapılırken de hatıratın orijinal metninden hareket edilmiştir.
Postcolonial theory perceives the world as divided between the coloniser and the colonised, thus ... more Postcolonial theory perceives the world as divided between the coloniser and the colonised, thus indirectly reproducing the centrality of the West. For this reason, in literary studies, postcolonial theory fails to cover the literatures of those nations which were not colonised in a typical sense but rather occupied by Western imperialism, as was the case with Ottoman Turkey. This necessitates a convergent theoretical framework that might help evaluate the fictionalisation of the intersecting dynamics of oppression, violence, exploitation, and resistance in relation to the hegemonic narratives of imperialism and shape a new perspective regarding the politico-cultural dimension of imperial discourse. This article, in this respect, will critically develop the theoretical foundations of imperialism-oriented literary theory and construct it as an interdisciplinary field that has a potential to contribute to contemporary postcolonial theory and to encompass the intersectional dimensions of imperialism and imperial discourse for the articulation of the fictionalisation of imperialism-related issues in the under-considered corpus of modern Turkish literature.
Mustafa Kemal Atatürk, sanatın her bir dalıyla
olduğu kadar edebiyatla da ilgilenmiştir.
Manastır... more Mustafa Kemal Atatürk, sanatın her bir dalıyla olduğu kadar edebiyatla da ilgilenmiştir. Manastır Askerî İdadisindeki öğrencilik yıllarından ölümüne kadar edebî eserlerle haşir neşir olmuş, Çankaya ve Dolmabahçe’deki sofralarında zaman zaman şair ve yazarların da katılımıyla edebiyat üzerine sohbetlerde bulunmuş, teşvik ve direktifleriyle Cumhuriyet devrimlerinin çizgisinde bazı şiirlerin, romanların veya piyeslerin ortaya konulmasını sağlamıştır. O, bu gayretlerin yanı sıra -az sayıda da olsa- şiirler söylemiş/ yazmış, çevirmiş veya dönemin önemli isimlerine dikte etmiştir
Kerim Sadi, one of the important figures in the history of Turkish thought in the Republican era,... more Kerim Sadi, one of the important figures in the history of Turkish thought in the Republican era, has written various critical texts since the 1930s. In these texts, many prominent figures of Turkish literature such as Namık Kemal, Ahmet Haşim, Mehmet Âkif Ersoy were discussed in line with the data and perspective of Marxist teaching/historical materialism. Kerim Sadi, who mostly moves from the logic of criticism of the Russian Marxist critic Georgi Plekhanov and embodies a way of reading around the emphasis of class/economic conditions, is among the first Marxist critics of Turkey. However, when it comes to Marxist criticism in particular and Turkish criticism in general, his name is not mentioned much, and criticism texts are often not taken into account. There is no independent study on the critic aspect. In this article, an effort has been made to fill a gap in this framework; Kerim Sadi has been handled as a critic and tried to be brought to the attention of the current literary public. Considering his obscurity in the history of Turkish criticism, firstly, some introductory explanations about Kerim Sadi’s life and world of thought are presented, and then the prominent points of his understanding of criticism and the way he handles the literati in the relevant texts are discussed. While focusing on Kerim Sadi’s understanding of criticism, relevant sources in the Marxist criticism literature were used, thus revealing the theoretical foundations of her critical orientations. While examining the related texts, a chronological order has been observed in general, and Kerim Sadi’s words on the poets and writers are mentioned with an interpretive point of view and main lines.
Ethem Nejat is one of the leading intellectuals of the Second Constitutional Era.
Ethem Nejat, wh... more Ethem Nejat is one of the leading intellectuals of the Second Constitutional Era. Ethem Nejat, who worked at various levels of the education bureaucracy, pioneered the publication of some journals and newspapers that left their mark on the period, and voluntarily participated in the Battle of Gallipoli with a group of students and fellow teachers, followed the Turkist thought until 1918, and the socialist thought from 1918 on. In the years he was a Turkist, he wrote several articles and books as well as some stories. In other words, although Ethem Nejat is mostly known as an educator and politician today, there is also a literary identity of Ethem Nejat. These stories can be evaluated within the framework of National Literature aesthetics in terms of both content and form. In these, a propagandist attitude on the axis of Turkism clearly shows itself. Two of the stories in question, the most voluminous ones that were published in book format at the time (“Çiftlik Müdürü” and “Yiğit Türkler”), had recently been interpreted and compiled in a work entitled Ütopik Hikâyeler. In this article, other stories, namely the short ones and published in magazines (“O Zengin ve Mesut Oldu”, “Kahraman Nuri”, “Bal Bahçesi” and “Zengin Böcekçi”) were interpreted and compiled.
Orhan Pamuk'un 2021'de yayımlanan, hayali bir Osmanlı adasındaki (Minger Adası) veba salgınını ve... more Orhan Pamuk'un 2021'de yayımlanan, hayali bir Osmanlı adasındaki (Minger Adası) veba salgınını ve ulus-devletleşme sürecini konu alan Veba Geceleri romanı; her şeyden evvel alegorik imkânlarıyla değerlendirilmesi gereken bir kurguya sahiptir. Kurgu, belli olay ve durumlardan hareketle, hem üçüncü dünya ülkelerindeki ulus-devlet inşasının hem söz konusu sürecin Türkiye özelinde varlık kazanışının hem de günümüz Türkiye'sindeki toplumsal ve siyasi koşulların temsili olarak okunabilir niteliktedir. Ancak kurguda asıl dikkat çeken söz konusu alegorik nitelik değil, fakat bununla-daha doğrusu Türkiye'deki ulus-devlet inşasına dönük alegorik imkânla-bağlantılı olarak; Türkiye'nin yakın tarihine damga vuran, çeşitli düşünce biçimlerinde tarihsel kişiliklerinden çok güçlü sembolik değerleriyle varlık kazanan ve zaman zaman ikili-karşıtlık ekseninde ele alınan iki büyük siyasi figürün karakter kadrosuna hem bir arada hem de ön planda yer alacak şekilde dâhil edilmesidir. Bu figürlerden biri Abdülhamit, diğeriyse kurguda Kolağası Kâmil üzerinden temsil imkânı bulan Atatürk'tür. İşte çalışmamızda; her iki figürün kurguda ne şekilde görünürlük kazandığını, "hayali anlatıcı" Mîna Mingerli'nin onları olumlu ve olumsuz yönleriyle kurguya nasıl dâhil ettiğini sorgulayacağız. Daha sonra romanın arka planına geçip iki figürün kurgudaki biçimlenişinin ideolojik zeminini ve yazarın güncel siyasi tavrıyla ilişkisini irdeleyeceğiz.
Özet Meşrutiyet"in ilanından sonra gerek Türk modernleşmesinin hız kazanması gerekse de Türk femi... more Özet Meşrutiyet"in ilanından sonra gerek Türk modernleşmesinin hız kazanması gerekse de Türk feminist hareketinin yükselişe geçmesi, yeni Türk toplumunun inşa sürecine muazzam katkılarda bulunan aydın kadınların yetişmesine olanak sağlar. 1890-1955 yılları arasında yaşamış olan Zeliha Osman Özen, bu bağlamda örnek olarak zikredilmesi gereken isimlerdendir. Ancak dönemi konu edinen edebiyat, kültür ve siyasi tarih metinlerinin büyük kısmında adı dahi anılmamıştır. Gelgelelim böyle bir "sükût suikastı"nı hak ettiği söylenemez. O, bir kadın olarak aydın kimliğini hem hayatıyla hem de kalemiyle ortaya koymuş birisidir. Darülfünun"un Fransızca şubesinde eğitim görmüş, İstanbul"un işgaline karşı düzenlenen mitinglerde antiemperyalist söylevler vermiş, Anadolu"nun çeşitli illerinde öğretmenlik görevinde bulunarak yeni nesillerin gelişimine katkı sağlamıştır. 1913"ten itibaren başladığı yazı hayatında ise çeviri romandan makaleye kadar pek çok türde eser ortaya koymuştur, ancak kalem uğraşısını, öğretmenliğinin etkisiyle, büyük oranda öğretici çocuk piyesi yazımına ayırmıştır; böylelikle ilk Türk kadın çocuk piyesi yazarları arasında yer almıştır. Son yıllarda Halil Tekiner başta olmak üzere bazı araştırmacılar, söz konusu eserler üzerine çeşitli çalışmalar ortaya koymuşlardır. Biz de Mayıs 2020"de yayımladığımız "Tozlu Zaman 1 Çanakkale
Söylem analizi, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında öne çıkan dilsel
çözümleme metotlarından ... more Söylem analizi, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında öne çıkan dilsel çözümleme metotlarından birisidir. Kaynağını Fransız düşünür Michel Foucault'nun arkeoloji ve soykütük araştırmalarında bulan bu metot, söylemleri makro iktidar ve mikro iktidar ilişkileri çerçevesinde çözümleme amacına dayalıdır. Özellikle günümüz edebi eleştirisinde de sıklıkla kullanılan söylem analizi metodu, edebi eserlerdeki söylemlerin hangi iktidar(lar) tarafından ne şekilde koşullandığını görmek açısından fayda sağlayabilecek güçtedir. Hâliyle söz konusu metot, edebiyat ve toplum arasındaki ilişkilerin “güç-merkezli” boyutunu ortaya çıkarmak adına araştırmacıya katkı sunabilir. Aynı zamanda, yazar ile okur veya yazar ile yazarın ait olduğu sınıf arasındaki hegemonik yapının incelenmesine ve onun temel niteliklerine ışık tutulmasına yardımcı olabilir. Bu incelemede, Garip akımına dâhil şiirler söylem analizinin ışığında genel bir bakışla ele alınacak ve söz konusu şiirlerdeki söylemin hangi makro ve mikro iktidarlar tarafından ne şekilde koşullandığı kısa bir şekilde betimlenmeye çalışılacaktır.
ÖZET: Mehmed Emin'in 1897-98 Osmanlı-Yunan Savaşı'nın (Teselya Savaşı) yarattığı millî duyarlılık... more ÖZET: Mehmed Emin'in 1897-98 Osmanlı-Yunan Savaşı'nın (Teselya Savaşı) yarattığı millî duyarlılık ekseninde kaleme aldığı Türkçe Şiirler kitabıyla başlayan fakat asıl atılımı 1908 Meşrutiyet'i sonrasında Yeni Lisan Hareketi ile yapan ve genel olarak Turancı/Türkçü bir ideoloji doğrultusunda millî-hamasî konuların sade bir dille ele alınışı çerçevesinde somutluk kazanan Millî Edebiyat akımı; edebiyat tarihlerinde daha çok Ömer Seyfeddin, Ali Canib Yöntem, Ziya Gökalp gibi birkaç öncü/yetkin isimle ve bu isimlerin sınırlı sayıdaki eserleriyle bir arada anılır. "Millî Edebiyatçılar"ın hem kişi hem de eser kadrosu, edebiyat alanındaki tarih yazımında-veya tarih yazımlarında-sınırlı tutulur. Bu, esasında, hemen hemen bütün edebî hareketler/akımlar için geçerli bir durumdur. Edebiyat tarihleri, doğasına uygun olarak ve genel bir harita çizmek adına, çoğunlukla, bir hareketin/akımın öncü/yetkin isimlerine ve onların birtakım eserlerine odaklanır; hem kişi hem de eser kadrosunun-bazen oldukça büyük-bir kısmını paranteze alır. Böyle olunca da bazı isimler ve eserler, eğer özel bir araştırmanın konusu değilse, tarihin henüz ışık tutulmamış, karanlık bölgelerinde kalmaya mahkûm olur. Daha çok Türk siyaset tarihinin önemli bir figürü olarak bilinen/anılan Edhem Nejad'ın "Millî Edebiyatçı" kimliğinin ilgili araştırmalarda göz ardı edilişi bu bağlamda düşünülebilir. Bildiride; Edhem Nejad'ın "Millî Edebiyatçı" kimliğini hatırlatmak amacıyla, onun Yiğit Türkler adlı hikâye kitabı ele alınacaktır. Ayrıca, Yiğit Türkler'in Latin harfli tam metni bildirinin sonunda dikkate sunulacaktır. ABSTRACT: The National Literature movement, which started with the book of Turkish poems written by Mehmed Emin on the axis of national sensitivity, but which made its real breakthrough with the New Language Movement after the 1908 Constitutional Monarchy and became concrete in the context of the handling of national issues in a simple language in line with a Turanist/Turkist ideology rather, it is remembered with several leading/competent names such as Ömer Seyfeddin, Ali Canib Yöntem, Ziya Gökalp and a limited number of their works. Both the person and the work staff of this movement are limited in historiography-or in historiography-in the field of literature. This is essentially the case for almost all
Meşrutiyet döneminin önemli aydınlarından Ethem Nejat, bugüne kadar hep siyasetçi ve eğitimci kim... more Meşrutiyet döneminin önemli aydınlarından Ethem Nejat, bugüne kadar hep siyasetçi ve eğitimci kimlikleriyle tanınmaktadır. Türkiye’de sol siyasetin kurucu isimlerinden olmasının da etkisiyle, kendisiyle ilgili kaleme alınan kitaplar, makaleler onun hep bu yönlerini öne çıkarmıştır. Gelgelelim 1910’lu yıllarda yazdığı hikâyeleri göz önünde bulundurulduğunda, onun edebiyatta da “devrimci” bir kimliğe sahip olduğunu söylemek mümkün. Ütopik Hikâyeler başlığını verdiğimiz bu kitapta, sınırlı sayıda kalan ve Milli Edebiyat hareketinin estetiği çerçevesinde değerlendirilmesi gereken hikâyelerden en hacimlilerini, “Çiftlik Müdürü” ile “Yiğit Türkler”i bir arada sunuyoruz. 1913’te ayrı ayrı kitaplaşan söz konusu iki hikâye de birer “milli ütopya” örneğidir; tıpkı Halide Edib’in Yeni Turan’ı, Ziya Gökalp’ın Kızılelma’sı gibi… “Çiftliğimiz mektebinde çocuklar gayet milliyetperver yetişiyorlar. Onlar gayet kavi ve mefkûreci Türk yavrularıdır. Sonra hepsi çalışmayı sever, hepsi bilcümle mesleklerin şahı ziraatı tanır. Mektebimizin bütün çocukları şöyle düşünürler: ‘Hayat vatan içindir. İnsanlar vatana hizmet ve fedakârlık eylemek için dünyaya gelmişlerdir, başka bir şey için değil…’”
İstiklâl şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un doğumunun 150. yılındayız. Nüfus
kâğıdında doğum yeri olar... more İstiklâl şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un doğumunun 150. yılındayız. Nüfus kâğıdında doğum yeri olarak Bayramiç yazan Âkif, özellikle II. Meşrutiyet yıllarında kaleme aldığı şiirleri ve yazılarıyla hem ülkemizin hem de bölgemizin yakıcı sorunlarına ışık tutmuş; savaşlarla, altüst oluşlarla sarsılan milletine karşı sorumluluk bilinciyle hareket eden duyarlı aydınlar arasında yer almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında inisiyatif alıp ülkesi için büyük yararlılıklar göstermekten bir an dahi geri durmamış olan Âkif, “İstiklâl Marşı”nda çok net bir şekilde vurguladığı bağımsızlık kararlılığı doğrultusunda ve hiçbir hesap kitap gözetmeden Millî Mücadele saflarına katılmış; “Türk’ün ateşle imtihanı”nın söz konusu olduğu günlerde milletin vatansever bir vekili olarak Meclis’te bulunmuş, emperyalizmin ve temsilcilerinin kara propagandalarına karşı cami kürsülerinden halkı aydınlatmıştır. Vatansever bir aydın imgesiyle toplumsal hafızada haklı bir yer edinmiş olan Âkif, dünden bugüne çok sayıda çalışmaya, araştırmaya konu olmuştur; olmaya da devam etmektedir. Elinizdeki kitap, bu çerçevede güncel bir örnektir.
Bugün Batı’daki eleştiri dünyasında öne çıkan kuramlardan
birisidir postkolonyal edebiyat eleştir... more Bugün Batı’daki eleştiri dünyasında öne çıkan kuramlardan birisidir postkolonyal edebiyat eleştirisi. Bu kuramın temel meselesi, kolonyal sürecin ve ilgili olguların izlerini edebî eserler üzerinden sürmek, dolayısıyla da kolonyal dönemin estetik atmosfere yansıyan şeceresini ortaya koymaktır. Biz de çalışmamızda, postkolonyal edebiyat eleştirisinin verileri ışığında modern Türk edebiyatına yöneldik ve kolonyal süreçlerle ilgili olguların Türkiye’deki yansısını estetik düzlemde aradık. Bu bağlamda Abdülhak Hâmid’den Cenab Şahabeddin’e, Nâzım Hikmet’ten Sezai Karakoç’a, İsmet Özel’den Sevinç Çokum’a kadar pek çok yazarın/ şairin edebî eserlerinde kolonyalizm ve ilgili olgulara bakışı sorunsallaştırdık.
Editörler:
Ahmet Cüneyt ISSI-Tuncay BOLAT
1990’lı yıllardan itibaren yazarın metin üzerindeki
heg... more Editörler: Ahmet Cüneyt ISSI-Tuncay BOLAT 1990’lı yıllardan itibaren yazarın metin üzerindeki hegemonyasını/yükünü mümkün olduğu kadar azaltan, kendine has bir dünya gibi kabul edilen kurmaca metni esas alarak onu çeşitli parçalara ayırarak çözümleme işlemi oldukça yaygınlaşmıştır. Şimdilerde ise bu işlem daha dar perspektifler tespit edilerek yapılmaktadır. Bu noktada, tespit edilen bakma noktası’nın anlamlı, metnin bütün unsurlarının etrafında döndüğü, bir tür topla(n)ma ve dağı(t/l)ma merkezi konumunda olmasına ise özellikle dikkat edilmelidir. Metni nesneyi esas alarak değerlendirmek, genel olarak “yabancılaştırma” olarak tanımlayabileceğimiz sanat etkinliğini başka bir yabancılaştırıcı unsur olan nesneler üzerinden anlama gayretidir. Kitapta, dikey eleştiri denebilecek, yayılmayı değil derinleşmeyi esas alan bir metotla ve nesne-projektörler ışığında yapılmış on inceleme yazısı bulunmaktadır. Halit Ziya’dan Cihan Aktaş’a, Türk hikâyeciliğinin önemli bazı isimlerinden seçilmiş metinler üzerine yapılan bu çalışmaların edebî eleştiri anlayışımızı zenginleştirmesi, başka çalışmalara da ilham vermesi dileğimizdir.
“Yusuf Atılgan gerek romanlarında gerekse de hikâyelerinde, çoğunlukla modern şehir hayatı içeris... more “Yusuf Atılgan gerek romanlarında gerekse de hikâyelerinde, çoğunlukla modern şehir hayatı içerisinde iletişimsizlik sorunuyla baş başa kalan ve bundan ötürü de hem kendisine hem de çevresine yabancılaşan kişilerin hayatlarındaki dramatik kesitleri okura sunar. Bu kesitler, içerik düzleminde özellikle Faulkner ve Kierkegard’dan gelen varoluşçu bir bakış açısıyla sorunsallaştırırken, biçim düzleminde buna uygun olarak bilinç-akımı, montaj, noktalama işaretleri kullanmama gibi modernist roman ve hikâyeye ait olan tekniklerle birlikte mükemmeliyetçi bir dil anlayışına başvurulur. Bu hususta daha çok biçimci bir profil çizen yazar, eserlerinde Eliot’nun “organik bütün” adını verdiği biçimsel unsurlar bileşimini başarılı bir şekilde oluşturur.”
Şiirin modern dönemini geleneksel dönemden ayıran “temel fark”, onun büyük oranda göndergesel yap... more Şiirin modern dönemini geleneksel dönemden ayıran “temel fark”, onun büyük oranda göndergesel yapısının kalkması, Gregory Jusdanis’in deyimiyle bir “özerklik estetiği”ne doğru yol alması, özellikle Baudelaire devriminden bu yana, Roman Jakobson’un dilbilimsel edebiyat kuramındaki yapıya da son derece uygun olarak, bizzat şiirsel metnin çoklukla kendisine dönüşlü bir şekilde somutlaşması ve bu nedenle Jean-Paul Sartre’ın “bağlanma” (“engagement”) ; Gennady Nikolayeviç Pospelov’un “taraflılık” ; Nâzım Hikmet’in “yantutma” adını verdiği noktadan, yani toplumsal/siyasi meselelere “angaje” olma noktasından kaçınmakta oldukça başarılı olmasıdır. Modern şiirin ülkemizdeki öncülerinden Haşim’in “(şiir) musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisandır.” esprisiyle, Yahya Kemal’in ise “şiir (…) güfteden önce bir bestedir.” esprisiyle dile getirdiği şiirsel duruş, tastamam bu noktada geçerlilik kazanır. Modern şiir anlatmaz; tıpkı modern birey gibi “bildirmez” ; terennüm eder.
Bugün, herhangi bir edebi metni eleştiri söylemi çerçevesinde değerlendirebilmek için elimizin al... more Bugün, herhangi bir edebi metni eleştiri söylemi çerçevesinde değerlendirebilmek için elimizin altında pek çok metot vardır. Gerektiğinde eserin dışsal (sosyolojik, psikolojik, iktisadi, siyasi vs.) ve içsel (yapısal, stilistik vs.) bağıntılarını incelemek için bu her bir metodu istenilen şekilde kullanabilme olanağına sahibizdir. Fakat bu metotların her biri, çalışmamızın "Kuram" kısmında da ele aldığımız gibi, edebi eserlerin genel boyutlarını, yani "makro yön"lerini ele almaya yönelik olarak "kurgulanmış"tır. Edebi eserlerin detay kısımları veya "mikro yön"leri ise çoğunlukla ya görmezden gelinir ya da çok kısa birkaç genellemeci cümle ile geçiştirilir. Tam da bu noktada, detaylara ("mikro yön"lere) odaklanmayı amaç edinen ve böylelikle edebi eserlerin zenginliklerini ortaya çıkarma yolunda çaba gösteren bir metoda ihtiyaç doğar. İşte bu eserde sunduğumuz ve "mikro eleştiri" adını verdiğimiz eleştiri metodu da bu ihtiyaca bir cevap verme niyetindedir.
Yusuf Atılgan, Türk edebiyatının ilk modernist yazarlarından birisidir. Eserlerinde içerik olarak... more Yusuf Atılgan, Türk edebiyatının ilk modernist yazarlarından birisidir. Eserlerinde içerik olarak modern şehir hayatının karmaşasını, bu karmaşanın yarattığı "yabancılaşma"yı ve bundan kaynaklı olarak bireylerin ruh hallerinde görülen patolojik olguları roman, hikâye, deneme ve şiirlerinde kurgusal bir düzlemde ele alır ve bunu yaparken de biçimsel olarak modernist edebiyatın tekniklerini ve imgesel unsurlarını kullanır. Bu çalışmada Atılgan'ın hayatı, edebi kişiliği ve eserleri farklı metodolojik yaklaşımlarla ele alınmış ve yazarın estetik bakışını belirleyen koşullar irdelenmiştir.
Uploads
Papers by Bilgin Güngör
toplumcu düşünce ve eleştiri literatürünün gelişmesine katkıda bulunmuş önemli
isimler arasında yer alan Kerim Sadi’nin 1929’da yayımlanan hikâyesidir. Bu hikâyede
yazar, toplumcu gerçekçi estetiğin sunduğu paradigmaya uygun olarak anamalcı
dönemin, biri temel olmak üzere üç önemli çelişkisini (doğa-medeniyet, emek-sermaye
ve kolonyal nesne-kolonyal özne çelişkileri) belirli simge ve karakter karşıtlıkları
üzerinden kurgulaştırmıştır. Bundan ötürü “Ansiklopedideki Vahşi”, her şeyden önce,
anamalcı düzenin tarihsel durumunu, bir başka deyişle verili toplumsal ilişkileri içeren
gerçeklikle kurduğu estetik ilişki üzerinden yorumlanmaya elverişli bir eser kabul
edilebilir. Bu makalede, Frankfurt Düşünce Okulu’nun temsilcilerinden Herbert
Marcuse’ün, ana akım Marksist sanat anlayışı -ortodoks Marksizm’in estetiğikarşısında eleştirel ve heterodoks bir anlayışı temsil eden, daha çok tekelci
anamalcılığın çeşitli siyasal ve kültürel görünümleriyle bireysel/öznel varlık alanını
baskılama pratiklerine bir tür tepki olarak somutluk kazanan estetik algısı ışığında söz
konusu hikâyenin gerçeklik karşısındaki bağımlılığı/özerkliği üzerine eleştirel bir
okumada bulunulmuştur. Böyle bir okumada amaç, bir yandan Türk edebiyatında
toplumcu anlatının ilk ürünlerinden olmakla birlikte edebiyat tarihlerinde ve eleştiri
metinlerinde pek sözü edilmeyen “Ansiklopedideki Vahşi”yi araştırmacıların dikkatine
sunmak diğer yandan da hikâyenin gerçeklikle ilişkisi üzerinden toplumcu gerçekçi bir
anlatının Marcuse’ün penceresinden nasıl göründüğüne dair örnek bir okuma pratiği
ortaya koymaktadır.
ölçülerde izlemek mümkün.
ilhamla söylersek,
“yeniyi eskinin eleştirisinin sonunda bulmaktadır” Felski. Bu yazıda Eleştirinin Sınırları’na yöneleceğiz, Felski’nin çeşitli argümanlar ve reddedişler etrafında somutluk kazanan eleştirel hesaplaşmasını ve sunduğu okuma modelini ele alacağız; sonra da bir şiir (Sefa Kaplan’ın “Gecekondu”su) üzerinden söz konusu okuma modeline dair bir uygulama örneği sunacağız. Belirtmek
gerekir ki burada esas amacımız teorik ve yöntembilimsel olanı irdelemek olacak; uygulama ise
bu irdeleme çabasının sadece bir uzantısı şeklinde konumlandırılacaktır. Dolayısıyla şiir çözümlemesi -olabildiğince- kısa, özlü bir açıklamalar bütünü olarak kalacaktır
hayat hikâyesi ile eser listesinden mürekkeptir. Tabii daha şanssız olanlar da
söz konusudur: Edebiyat tarihlerinde adı dahi geçmeyenleri kastediyoruz. İşte,
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun yakın dostu, estetik ve kader ortağı
Kemal Uluser, bu “adı dahi geçmeyenler” arasındadır. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan hareketle söylersek o, “sükût suikastı”na maruz kalmıştır. Uluser, edebiyata lise yıllarında şiirle başlamıştır; bu yolda öğretmeni Abdülbaki Gölpınarlı’dan yardım görmüştür. Sonrasında kalemini düzyazı kulvarında kullanmıştır. 1941’de ilk ve tek kitabı olan Işık’ı yayımlamıştır. Özellikle nitelikli ve entelektüel arka planı sağlam denemeleriyle döneminin ses getiren isimlerinden
olmuştur. Ne ki ömrü vefa etmemiş, Türk edebiyatının en güçlü yazarlarından
biri olma yolundayken plörezi (zatülcenp) nedeniyle genç yaşta hayata veda
etmiştir (3 Kasım 1944). Bu bildiride, Uluser’in 29 yıllık hayat hikâyesine ve
eserlerine genel çizgiler çerçevesinde yoğunlaşacağız. Amacımız Osman Nuri
Aydın, İrfan Yalçın ve Doğu Karaoğuz’un Uluser üzerine yakın zamanda yayımladıklarından sonra, onun günümüz edebiyat kamuoyunun gündemine
yeniden taşınmasına dönük –küçük de olsa- bir girişimde daha bulunmaktır.
bağlamında yazıldığı dönemi -kadın gözüyle- yansıtan bir metin. Dolayısıyla piyesin, sadece edebiyat tarihi değil, siyasi tarih ve feminizm tarihi
okumaları/çalışmaları çerçevesinde dönemin koşullarının resmini görmek
açısından önem arz ettiği söylenebilir.
arasında yer alan ve bir dönem sadrazamlık görevinde bulunan Talât Paşa; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Berlin’e
yerleşir. Berlin günlerinde hatıratını kaleme almaya başlar. Bu hatırat, Türkiye’de, 29 Kasım-29 Aralık 1921 tarihleri
arasında Yeni Şark gazetesinde tefrika edilmeye başlanır. Bilinmeyen nedenlerden ötürü tefrika yarım kalır. İkinci
Dünya Savaşı’nın bitmesine az bir süre kala Hüseyin Cahit, hatıratın Almancadan yapılan çevirisini 3 Nisan-1 Haziran
1945 tarihlerinde Tanin’de tefrika eder, 1946’da da Talât Paşa’nın Hatıraları adıyla kitaplaştırır. Yakın zamana kadar
hatıraların metni söz konusu olduğunda sadece Hüseyin Cahit’in tefrikası ve hazırladığı kitap söz konusu edilmiş, Yeni
Şark’taki orijinal metin görülmemiştir. Bu orijinal metin “Atatürk’ün Bütün Eserleri Çalışma Grubu” tarafından gün
yüzüne çıkartılmış ve 2006’da Hatıralarım ve Müdafaam adıyla kitap olarak yayına hazırlanmıştır. Bu hatıratın
içeriğinde üç mesele ön plana çıkar: Ermeni Tehciri, Birinci Dünya Savaşı’na giriş ve savaş vurgunculuğu. Bir bakıma
Talât Paşa’nın hatıratı, bu üç mesele üzerinden kendisine (ve tabii İttihat ve Terakki Cemiyetine) dönük suçlamalara
karşı bir savunma metni, bir müdafaaname olarak konumlanır. Bu makalede Talât Paşa’nın hatıratı bir eleştirmen bakış
açısıyla odağa alınmış, bu doğrultuda hatıratın tarihsel gerçekliklerle olan ilişkisi bir yana bırakılarak içeriği ve öne
çıkan argümanları göz önünde bulundurulmuştur. Bu yapılırken de hatıratın orijinal metninden hareket edilmiştir.
olduğu kadar edebiyatla da ilgilenmiştir.
Manastır Askerî İdadisindeki öğrencilik yıllarından
ölümüne kadar edebî eserlerle haşir
neşir olmuş, Çankaya ve Dolmabahçe’deki
sofralarında zaman zaman şair ve yazarların
da katılımıyla edebiyat üzerine sohbetlerde
bulunmuş, teşvik ve direktifleriyle
Cumhuriyet devrimlerinin çizgisinde bazı
şiirlerin, romanların veya piyeslerin ortaya
konulmasını sağlamıştır. O, bu gayretlerin
yanı sıra -az sayıda da olsa- şiirler söylemiş/
yazmış, çevirmiş veya dönemin önemli isimlerine
dikte etmiştir
Ethem Nejat, who worked at various levels of the education bureaucracy, pioneered
the publication of some journals and newspapers that left their mark on the period, and
voluntarily participated in the Battle of Gallipoli with a group of students and fellow
teachers, followed the Turkist thought until 1918, and the socialist thought from 1918
on. In the years he was a Turkist, he wrote several articles and books as well as some
stories. In other words, although Ethem Nejat is mostly known as an educator and politician
today, there is also a literary identity of Ethem Nejat. These stories can be evaluated
within the framework of National Literature aesthetics in terms of both content
and form. In these, a propagandist attitude on the axis of Turkism clearly shows itself.
Two of the stories in question, the most voluminous ones that were published in book
format at the time (“Çiftlik Müdürü” and “Yiğit Türkler”), had recently been interpreted
and compiled in a work entitled Ütopik Hikâyeler. In this article, other stories,
namely the short ones and published in magazines (“O Zengin ve Mesut Oldu”, “Kahraman
Nuri”, “Bal Bahçesi” and “Zengin Böcekçi”) were interpreted and compiled.
çözümleme metotlarından birisidir. Kaynağını Fransız düşünür Michel
Foucault'nun arkeoloji ve soykütük araştırmalarında bulan bu metot, söylemleri
makro iktidar ve mikro iktidar ilişkileri çerçevesinde çözümleme amacına
dayalıdır. Özellikle günümüz edebi eleştirisinde de sıklıkla kullanılan söylem
analizi metodu, edebi eserlerdeki söylemlerin hangi iktidar(lar) tarafından ne
şekilde koşullandığını görmek açısından fayda sağlayabilecek güçtedir. Hâliyle söz
konusu metot, edebiyat ve toplum arasındaki ilişkilerin “güç-merkezli” boyutunu
ortaya çıkarmak adına araştırmacıya katkı sunabilir. Aynı zamanda, yazar ile okur
veya yazar ile yazarın ait olduğu sınıf arasındaki hegemonik yapının incelenmesine
ve onun temel niteliklerine ışık tutulmasına yardımcı olabilir. Bu incelemede,
Garip akımına dâhil şiirler söylem analizinin ışığında genel bir bakışla ele alınacak
ve söz konusu şiirlerdeki söylemin hangi makro ve mikro iktidarlar tarafından ne
şekilde koşullandığı kısa bir şekilde betimlenmeye çalışılacaktır.
toplumcu düşünce ve eleştiri literatürünün gelişmesine katkıda bulunmuş önemli
isimler arasında yer alan Kerim Sadi’nin 1929’da yayımlanan hikâyesidir. Bu hikâyede
yazar, toplumcu gerçekçi estetiğin sunduğu paradigmaya uygun olarak anamalcı
dönemin, biri temel olmak üzere üç önemli çelişkisini (doğa-medeniyet, emek-sermaye
ve kolonyal nesne-kolonyal özne çelişkileri) belirli simge ve karakter karşıtlıkları
üzerinden kurgulaştırmıştır. Bundan ötürü “Ansiklopedideki Vahşi”, her şeyden önce,
anamalcı düzenin tarihsel durumunu, bir başka deyişle verili toplumsal ilişkileri içeren
gerçeklikle kurduğu estetik ilişki üzerinden yorumlanmaya elverişli bir eser kabul
edilebilir. Bu makalede, Frankfurt Düşünce Okulu’nun temsilcilerinden Herbert
Marcuse’ün, ana akım Marksist sanat anlayışı -ortodoks Marksizm’in estetiğikarşısında eleştirel ve heterodoks bir anlayışı temsil eden, daha çok tekelci
anamalcılığın çeşitli siyasal ve kültürel görünümleriyle bireysel/öznel varlık alanını
baskılama pratiklerine bir tür tepki olarak somutluk kazanan estetik algısı ışığında söz
konusu hikâyenin gerçeklik karşısındaki bağımlılığı/özerkliği üzerine eleştirel bir
okumada bulunulmuştur. Böyle bir okumada amaç, bir yandan Türk edebiyatında
toplumcu anlatının ilk ürünlerinden olmakla birlikte edebiyat tarihlerinde ve eleştiri
metinlerinde pek sözü edilmeyen “Ansiklopedideki Vahşi”yi araştırmacıların dikkatine
sunmak diğer yandan da hikâyenin gerçeklikle ilişkisi üzerinden toplumcu gerçekçi bir
anlatının Marcuse’ün penceresinden nasıl göründüğüne dair örnek bir okuma pratiği
ortaya koymaktadır.
ölçülerde izlemek mümkün.
ilhamla söylersek,
“yeniyi eskinin eleştirisinin sonunda bulmaktadır” Felski. Bu yazıda Eleştirinin Sınırları’na yöneleceğiz, Felski’nin çeşitli argümanlar ve reddedişler etrafında somutluk kazanan eleştirel hesaplaşmasını ve sunduğu okuma modelini ele alacağız; sonra da bir şiir (Sefa Kaplan’ın “Gecekondu”su) üzerinden söz konusu okuma modeline dair bir uygulama örneği sunacağız. Belirtmek
gerekir ki burada esas amacımız teorik ve yöntembilimsel olanı irdelemek olacak; uygulama ise
bu irdeleme çabasının sadece bir uzantısı şeklinde konumlandırılacaktır. Dolayısıyla şiir çözümlemesi -olabildiğince- kısa, özlü bir açıklamalar bütünü olarak kalacaktır
hayat hikâyesi ile eser listesinden mürekkeptir. Tabii daha şanssız olanlar da
söz konusudur: Edebiyat tarihlerinde adı dahi geçmeyenleri kastediyoruz. İşte,
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun yakın dostu, estetik ve kader ortağı
Kemal Uluser, bu “adı dahi geçmeyenler” arasındadır. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan hareketle söylersek o, “sükût suikastı”na maruz kalmıştır. Uluser, edebiyata lise yıllarında şiirle başlamıştır; bu yolda öğretmeni Abdülbaki Gölpınarlı’dan yardım görmüştür. Sonrasında kalemini düzyazı kulvarında kullanmıştır. 1941’de ilk ve tek kitabı olan Işık’ı yayımlamıştır. Özellikle nitelikli ve entelektüel arka planı sağlam denemeleriyle döneminin ses getiren isimlerinden
olmuştur. Ne ki ömrü vefa etmemiş, Türk edebiyatının en güçlü yazarlarından
biri olma yolundayken plörezi (zatülcenp) nedeniyle genç yaşta hayata veda
etmiştir (3 Kasım 1944). Bu bildiride, Uluser’in 29 yıllık hayat hikâyesine ve
eserlerine genel çizgiler çerçevesinde yoğunlaşacağız. Amacımız Osman Nuri
Aydın, İrfan Yalçın ve Doğu Karaoğuz’un Uluser üzerine yakın zamanda yayımladıklarından sonra, onun günümüz edebiyat kamuoyunun gündemine
yeniden taşınmasına dönük –küçük de olsa- bir girişimde daha bulunmaktır.
bağlamında yazıldığı dönemi -kadın gözüyle- yansıtan bir metin. Dolayısıyla piyesin, sadece edebiyat tarihi değil, siyasi tarih ve feminizm tarihi
okumaları/çalışmaları çerçevesinde dönemin koşullarının resmini görmek
açısından önem arz ettiği söylenebilir.
arasında yer alan ve bir dönem sadrazamlık görevinde bulunan Talât Paşa; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Berlin’e
yerleşir. Berlin günlerinde hatıratını kaleme almaya başlar. Bu hatırat, Türkiye’de, 29 Kasım-29 Aralık 1921 tarihleri
arasında Yeni Şark gazetesinde tefrika edilmeye başlanır. Bilinmeyen nedenlerden ötürü tefrika yarım kalır. İkinci
Dünya Savaşı’nın bitmesine az bir süre kala Hüseyin Cahit, hatıratın Almancadan yapılan çevirisini 3 Nisan-1 Haziran
1945 tarihlerinde Tanin’de tefrika eder, 1946’da da Talât Paşa’nın Hatıraları adıyla kitaplaştırır. Yakın zamana kadar
hatıraların metni söz konusu olduğunda sadece Hüseyin Cahit’in tefrikası ve hazırladığı kitap söz konusu edilmiş, Yeni
Şark’taki orijinal metin görülmemiştir. Bu orijinal metin “Atatürk’ün Bütün Eserleri Çalışma Grubu” tarafından gün
yüzüne çıkartılmış ve 2006’da Hatıralarım ve Müdafaam adıyla kitap olarak yayına hazırlanmıştır. Bu hatıratın
içeriğinde üç mesele ön plana çıkar: Ermeni Tehciri, Birinci Dünya Savaşı’na giriş ve savaş vurgunculuğu. Bir bakıma
Talât Paşa’nın hatıratı, bu üç mesele üzerinden kendisine (ve tabii İttihat ve Terakki Cemiyetine) dönük suçlamalara
karşı bir savunma metni, bir müdafaaname olarak konumlanır. Bu makalede Talât Paşa’nın hatıratı bir eleştirmen bakış
açısıyla odağa alınmış, bu doğrultuda hatıratın tarihsel gerçekliklerle olan ilişkisi bir yana bırakılarak içeriği ve öne
çıkan argümanları göz önünde bulundurulmuştur. Bu yapılırken de hatıratın orijinal metninden hareket edilmiştir.
olduğu kadar edebiyatla da ilgilenmiştir.
Manastır Askerî İdadisindeki öğrencilik yıllarından
ölümüne kadar edebî eserlerle haşir
neşir olmuş, Çankaya ve Dolmabahçe’deki
sofralarında zaman zaman şair ve yazarların
da katılımıyla edebiyat üzerine sohbetlerde
bulunmuş, teşvik ve direktifleriyle
Cumhuriyet devrimlerinin çizgisinde bazı
şiirlerin, romanların veya piyeslerin ortaya
konulmasını sağlamıştır. O, bu gayretlerin
yanı sıra -az sayıda da olsa- şiirler söylemiş/
yazmış, çevirmiş veya dönemin önemli isimlerine
dikte etmiştir
Ethem Nejat, who worked at various levels of the education bureaucracy, pioneered
the publication of some journals and newspapers that left their mark on the period, and
voluntarily participated in the Battle of Gallipoli with a group of students and fellow
teachers, followed the Turkist thought until 1918, and the socialist thought from 1918
on. In the years he was a Turkist, he wrote several articles and books as well as some
stories. In other words, although Ethem Nejat is mostly known as an educator and politician
today, there is also a literary identity of Ethem Nejat. These stories can be evaluated
within the framework of National Literature aesthetics in terms of both content
and form. In these, a propagandist attitude on the axis of Turkism clearly shows itself.
Two of the stories in question, the most voluminous ones that were published in book
format at the time (“Çiftlik Müdürü” and “Yiğit Türkler”), had recently been interpreted
and compiled in a work entitled Ütopik Hikâyeler. In this article, other stories,
namely the short ones and published in magazines (“O Zengin ve Mesut Oldu”, “Kahraman
Nuri”, “Bal Bahçesi” and “Zengin Böcekçi”) were interpreted and compiled.
çözümleme metotlarından birisidir. Kaynağını Fransız düşünür Michel
Foucault'nun arkeoloji ve soykütük araştırmalarında bulan bu metot, söylemleri
makro iktidar ve mikro iktidar ilişkileri çerçevesinde çözümleme amacına
dayalıdır. Özellikle günümüz edebi eleştirisinde de sıklıkla kullanılan söylem
analizi metodu, edebi eserlerdeki söylemlerin hangi iktidar(lar) tarafından ne
şekilde koşullandığını görmek açısından fayda sağlayabilecek güçtedir. Hâliyle söz
konusu metot, edebiyat ve toplum arasındaki ilişkilerin “güç-merkezli” boyutunu
ortaya çıkarmak adına araştırmacıya katkı sunabilir. Aynı zamanda, yazar ile okur
veya yazar ile yazarın ait olduğu sınıf arasındaki hegemonik yapının incelenmesine
ve onun temel niteliklerine ışık tutulmasına yardımcı olabilir. Bu incelemede,
Garip akımına dâhil şiirler söylem analizinin ışığında genel bir bakışla ele alınacak
ve söz konusu şiirlerdeki söylemin hangi makro ve mikro iktidarlar tarafından ne
şekilde koşullandığı kısa bir şekilde betimlenmeye çalışılacaktır.
kâğıdında doğum yeri olarak Bayramiç yazan Âkif, özellikle II. Meşrutiyet
yıllarında kaleme aldığı şiirleri ve yazılarıyla hem ülkemizin hem de
bölgemizin yakıcı sorunlarına ışık tutmuş; savaşlarla, altüst oluşlarla
sarsılan milletine karşı sorumluluk bilinciyle hareket eden duyarlı aydınlar
arasında yer almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında inisiyatif alıp ülkesi
için büyük yararlılıklar göstermekten bir an dahi geri durmamış olan Âkif,
“İstiklâl Marşı”nda çok net bir şekilde vurguladığı bağımsızlık kararlılığı
doğrultusunda ve hiçbir hesap kitap gözetmeden Millî Mücadele saflarına
katılmış; “Türk’ün ateşle imtihanı”nın söz konusu olduğu günlerde milletin
vatansever bir vekili olarak Meclis’te bulunmuş, emperyalizmin ve
temsilcilerinin kara propagandalarına karşı cami kürsülerinden halkı
aydınlatmıştır. Vatansever bir aydın imgesiyle toplumsal hafızada haklı bir
yer edinmiş olan Âkif, dünden bugüne çok sayıda çalışmaya, araştırmaya
konu olmuştur; olmaya da devam etmektedir. Elinizdeki kitap, bu
çerçevede güncel bir örnektir.
birisidir postkolonyal edebiyat eleştirisi. Bu kuramın temel
meselesi, kolonyal sürecin ve ilgili olguların izlerini edebî
eserler üzerinden sürmek, dolayısıyla da kolonyal dönemin
estetik atmosfere yansıyan şeceresini ortaya koymaktır. Biz
de çalışmamızda, postkolonyal edebiyat eleştirisinin verileri
ışığında modern Türk edebiyatına yöneldik ve kolonyal
süreçlerle ilgili olguların Türkiye’deki yansısını estetik
düzlemde aradık. Bu bağlamda Abdülhak Hâmid’den
Cenab Şahabeddin’e, Nâzım Hikmet’ten Sezai Karakoç’a,
İsmet Özel’den Sevinç Çokum’a kadar pek çok yazarın/
şairin edebî eserlerinde kolonyalizm ve ilgili olgulara bakışı
sorunsallaştırdık.
Ahmet Cüneyt ISSI-Tuncay BOLAT
1990’lı yıllardan itibaren yazarın metin üzerindeki
hegemonyasını/yükünü mümkün olduğu kadar azaltan,
kendine has bir dünya gibi kabul edilen kurmaca metni
esas alarak onu çeşitli parçalara ayırarak çözümleme
işlemi oldukça yaygınlaşmıştır. Şimdilerde ise bu işlem
daha dar perspektifler tespit edilerek yapılmaktadır.
Bu noktada, tespit edilen bakma noktası’nın anlamlı,
metnin bütün unsurlarının etrafında döndüğü, bir tür
topla(n)ma ve dağı(t/l)ma merkezi konumunda olmasına
ise özellikle dikkat edilmelidir. Metni nesneyi esas
alarak değerlendirmek, genel olarak “yabancılaştırma”
olarak tanımlayabileceğimiz sanat etkinliğini başka bir
yabancılaştırıcı unsur olan nesneler üzerinden anlama
gayretidir.
Kitapta, dikey eleştiri denebilecek, yayılmayı değil
derinleşmeyi esas alan bir metotla ve nesne-projektörler
ışığında yapılmış on inceleme yazısı bulunmaktadır. Halit
Ziya’dan Cihan Aktaş’a, Türk hikâyeciliğinin önemli
bazı isimlerinden seçilmiş metinler üzerine yapılan bu
çalışmaların edebî eleştiri anlayışımızı zenginleştirmesi,
başka çalışmalara da ilham vermesi dileğimizdir.