Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
ETNİK DEMOKRASİ MODELİ: İSRAİL ÖRNEĞİ
Zuhal KARAKOÇ DORA
Öz
Bu çalışmanın amacı İsrail’de uygulanmakta olan mevcut demokrasi modelini
demokrasinin tarihsel süreç içerisinde geçirdiği evreler ışığında çözümlemek, bu
demokrasi uygulamalarının neden olduğu toplumsal sonuçları tespit ve tahlil
edebilmek, bu sayede etnik demokrasi modelinin tetikleyebileceği ya da etki edebileceği
bölgesel/ uluslararası düzeydeki muhtemel gelişmeleri öngörebilmektir. Demokrasinin
günümüze kadar geçirdiği değişimlere yer verilen çalışmada uluslararası ilişkiler
literatüründe fazla bir geçmişi olmayan etnik demokrasi kavramı, diğer demokrasi
modelleri ile karşılaştırılarak ulus-devlet, azınlık hakları, sivil haklar, vatandaşlık
statüsü, etnisite, izolasyon gibi hususlar çerçevesinde incelenmiş ve eksik yanları
ortaya konulmaya çalışılmıştır. İsrail’deki mevcut demokrasi modelinin gelişiminde
ülkenin içinde bulunduğu güvenlik sorununun önemli etkilerde bulunduğu
düşüncesinden hareket edilmiş ve kaynak taraması bu varsayım temelinde yapılmıştır.
Çalışma İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılından günümüze kadar olan bölümü
kapsamaktadır. Ancak bu tarihler arasındaki uygulamaların anlaşılabilmesi için
Yahudi ve Filistinli kimliklerinin oluşumuna etki eden tarihsel süreç de incelenmiş ve
çalışmada buna yer verilmiştir. “Aynı devlet çatısı altında farklı vatandaşlık
statüsü”nden yola çıkılarak; İsrail Devleti’nin bu uygulamasının Batılı anlamda bir
liberal ya da oydaşmacı demokrasi olamayacağı düşünülmüştür. Bu bağlamda, İsrail
Devleti’nin demokrasi adına yürütmekte olduğu politikaların demokrasinin antik
çağdaki en ilkel haline benzediğine ve bunun da tarihin seyrine zıt olarak ülkeyi geriye
doğru götürdüğü kanaatine varılmıştır. Bu seyir devam ettiği takdirde tıpkı 1700’lü
yılların sonundaki aydınlanma döneminde olduğu gibi, ayrılıkçı politikaların
tetikleyeceği özgürlükçü hareketin, İsrail Devleti’nin mevcudiyetine zarar verebilecek
bir noktaya götürebileceği sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Demokrasi, Vatandaşlık, Ulus, Etnisite, İsrail
THE MODEL OF ETHNIC DEMOCRACY: ISRAELI CASE
Abstract
The aim of this article is to analyse the current democracy model in Israel in light of
the historical phases of democracy; determine and dissect the social outcomes of these
democracy applications; and, by this way, foresee the possible developments that
ethnic democracy model could lever and effect at regional and international levels. In
this study, where democracy’s revolution is handled; ethnic democracy, as a recent
concept in international relations literature, is argued out within the framework of
Bu makale 2011 yılında Gazi Üniversitesi’nde kabul edilen yüksek lisans tezimden üretilmiştir.
TBMM Strateji Geliştirme Başkan Yardımcısı.
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
nation-state, minority rights, civil rights, citizenship status, ethnicity and isolation
concepts by comparing with other democracy models and its deficiencies are studied.
The literature view has been built on the idea of existing model of democracy
development in Israel in the effects of national security problems perspective. The study
covers the period from the year 1948, when the Israeli State is declared, up to day.
However, to make the applications clear between these dates, the historical process
shaping the Jewish and Palestinian identities is also reviewed and included in the
study. The image of “different citizenship status in the same country” made us think
that this practice of the Israeli State could not be of a Western style liberal democracy
or a consociational democracy. In this context, the opinion is that the Israel’s policies
carried out in the name of democracy resembles the most primitive form of democracy
in ancient times and in contrast with the historical flow, it takes the country backwards.
It is concluded that if this reverse flow continues, like in the enlightenment period
during the ends of 1700s, libertarian movement grew out of separatist policies could
end up with a threat to Israeli State’s existence.
Key Words: Democracy, Citizenship, Nation, Ethnicity, Israel
Giriş
Demokrasi kavramı, Antik Yunanlılardan günümüze kadar çeşitli
evrelerden geçerek gelmiş ve artık devletlerin en ideal yönetim biçimi olarak
kabul edilmiştir. Ancak artan dünya nüfusu ve ulusların bünyesinde
barındırdığı etnik çeşitlilik, demokrasinin de zaman zaman mevcut şartlar
dâhilinde reforme edilmesini zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda ortaya farklı
demokrasi biçimleri çıkmıştır. Demokrasinin; parlamenter sistemle başkanlık
sistemi arasında yığınla kombinasyonun kurulabileceği değişebilen türden
demokratik kurumlar boyutu olmasının yanı sıra; özgürlük, eşitlik, çoğulculuk
ve katılımcılığın esas alındığı değişmeyen demokratik değerler boyutu da
bulunmaktadır. Günümüzde demokrasi, temel kurumsal değerleri içinde
barındırması bakımından ortak bir çıkış noktasına sahip olsa da; uygulanan
politikalar, devletin vatandaşın hak ve özgürlüklerini neye göre belirlediği, hak
ve özgürlüklerin siyasal mekanizma içerisinde nasıl kullanılacağı gibi değerler
noktasında değişiklik arz edebilmektedir. Bu politikaları belirleyen en önemli
kriterlerden biri de hiç kuşkusuz ulusu oluşturan yapının homojenliği ya da
heterojenliğidir.
İsrail Devleti, kendisini “Batılı Liberal Demokrasi” olarak
tanımlamasına karşın; bir “Yahudi Devleti” olarak bağımsızlığını ilan ettiği
günden bu yana vatandaşları arasında değişen vatandaşlık statüsü rejimi
uygulamaktadır. Bu da demokrasinin “özgürlük” ve “eşitlik” ilkeleri
bağlamında ihlal edilip edilmediği ve tam olarak demokratik kabul edilip
edilmeyeceği sorularını akla getirmektedir.
Ulusu oluşturan yapının belirleyicisi niteliğindeki etnik ve ulusal
ayrılıklar her ülkede birbirinden faklı şekilde ele alınabilmektedir. Dolayısıyla
74
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
demokrasi uygulamalarını mevcut modellerden birine ya da diğerine dâhil
etmek çok da kolay olmamaktadır. Bu nedenle İsrail Devletinin,
vatandaşlarıyla değil de “çekirdek-etnik ulus” ile tanımlandığı böylesi bir
uygulamanın etnisite odaklı bir demokrasi biçimine daha yakın durduğu
düşünülebilir.
Etnik demokrasi tanımlamasını ilk olarak İsrailli sosyolog Sammy
Smooha 1989 yılında, İsrail Devleti içerisindeki Arap vatandaşların statüsünü
ele aldığı çalışmasında kullanmıştır.1 Ona göre etnik demokrasi, tüm bireylerin
sivil ve siyasi haklarının genişletilmesi ve azınlıklara da bazı kolektif hakların
tanınması ilkelerini birleştiren devletin kontrolünün çoğunluğun elinde
kurumsallaştığı bir sistemdir.2 Etnik ulus ile kendini tanımlayan devlet, ait
olduğu bu etnik ulusun çıkarlarını, içerisindeki diğer ulusların çıkarlarından
üstün tutarak bu yönde politikalar geliştirmeye başlar. Ancak bu politikalar
elbette ki tüm vatandaşları tam olarak memnun etmemesine ek olarak, siyasi
dengenin tek bir zümrenin lehine bozulmasına ve kaçınılmaz şekilde de
devletin iç dinamiğinde çatırdamalara neden olmaktadır. Normal bir demokrasi
deneyiminden daha karmaşık olabilen bu uygulamalar için devletlerin sunduğu
birtakım gerekçeler mevcuttur: homojen yapıda bir ulus oluşturma çabası, iç
çatışmaların çıkabileceği endişesi, devletin kendisine ya da diğer etnik kimliğe
mensup vatandaşlarına yönelik olabilecek güvenlik tehdidi algılaması gibi.
İsrail örneği incelendiğinde bu gerekçelerin en başında güvenlik politikasının
olduğu görülmektedir. Burada karşımıza çıkan esas sorun, devletin kendi
vatandaşlarının bir bölümünü tehdit olarak algılamasıdır.
DEMOKRASİNİN KÖKENLERİ, MODERN DEMOKRASİYE
GEÇİŞ SÜRECİ VE MODERN DEMOKRASİ
Demokrasi kavramı, Abraham Lincoln’ün ifadesi ile “halkın, halk
tarafından, halk için yönetimi”3 tanımlamasıyla özetlense de; içerdiği değerler
ve kurumların değişebilen ve değişmeyen nitelikleri bakımından çok çeşitli ve
birbirinden farklı içeriğe sahip tanımlamalar yapmayı mümkün kılmaktadır.
Devletin çok farklı yönetim biçimleri olmasına karşın bugün “neden
demokrasi” sorusunun yerini artık “hangi tür demokrasi” sorusu almıştır.
Demokrasinin hangi biçimi uygulanırsa uygulansın yönetimin, farklı
derecelerde de olsa, eşit haklara sahip olan “halk”a dayanıyor olması bütün
demokrasi türlerinin ortak özelliğidir ve bu durum demokrasiyi diğer tüm
yönetim biçimlerinden ayrıcalıklı kılar.
1
Bkz. Sammy Smooha, Arabs and Jews in Israel, vol. 1, Conflicting And Shared Attitudes
in a Divided Society, Boulder and London, Westview Press, 1989.
2 Ibid., s.200
3 https://www.anayasa2011.com/?p=4724, Erişim Tarihi: 27 Ekim 2011
75
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
Doğrudan Demokrasi
Demokrasinin yapı taşı olan “halkın halk tarafından yönetilmesi”
anlayışının öngörüldüğü ancak halkın bu egemenliği bizzat ve doğrudan
doğruya kullandığı demokrasi biçimidir. Tarihsel anlamda demokrasi
kavramının içini en iyi şekilde dolduran türü olarak kabul edilse de nüfusun
artması ve siyasi birimlerin ölçeğinin değişmesiyle birlikte artık bu yönetim
biçimi de imkânsızlaşmıştır.
Antik Yunan’da Demokrasi
Antik Yunan demokrasisi, modern çağın temsili demokrasisinden gerek
kurumlar düzeyinde ve gerekse idealler bağlamında farklılık göstermektedir.
Doğrudan demokrasi; iktidarın doğrudan kullanılmasında halkın, egemenliği,
katılım yoluyla ve doğrudan kullanması şeklindeyken; temsili demokraside
seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetilmesi ve böylelikle iktidarın sınırlanması
ve denetimi sistemi ortaya çıkmaktadır. Günümüz demokrasilerinde yöneten ve
yönetilenler olmak üzere iki farklı unsur vardır; bir yanda devlet, öte yanda ise
vatandaşlar bulunmaktadır.4
Antik Yunan demokrasisinde ise bu ayrım yoktu. “Demos” hem
yöneten ve hem de yönetilenleri teşkil etmekteydi. Fakat “halk” anlamına gelen
ve her ne durumda olursa olsun çoğunluğu ifade etmek üzerine kullanılan
“demos”, gerçekte halkın tamamını ifade etmemekteydi. Atina demokrasisi,
yasanın egemenliği ve vatandaşların yasa önünde eşit olması (isonomia) gibi
temel ilkelere sahipti5, ancak vatandaşlık, birtakım ayrıcalıklara sahip olmak
anlamına geliyor ve doğuştan gelen nitelikleri göz önünde bulundurulduğunda
herkes bu haklardan eşit olarak faydalanamıyordu. Peki Antik Yunan’da
“vatandaş” denilirken kastedilen aslında kimlerdi? İşte bu noktada modern
demokrasinin temel değerlerini kapsayıcı niteliklere sahip olmayan bir anlayış
çıkmaktadır karşımıza. Çünkü sosyal yapının keskin kurallarla birbirinden
ayrılan sınıflardan oluştuğu Antik Yunan’da sadece köle olmayan erkekler
yurttaş olarak kabul edilir ve halk olarak düşünülürken, kadınlar, köleler ve
yabancılar vatandaş olarak görülmemekteydi.6
Antik Yunan’da uygulanmış olan yönetim biçimi her ne kadar çağının
ötesinde sayılsa da, yönetime katılımdaki adaletsizlik ve vatandaşlık haklarının
yalnızca belli bir kesim için uygulanmasından ötürü eşitlik kavramından
yoksunluğu bakımından, bugünkü anlamıyla, “demokrasi” tanımlamasını ne
Giovanni Sartori, “Demokrasi Teorisine Geri Dönüş”, Çev. Tunçer Karamustafaoğlu, Mehmet
Turhan, Ankara, Yetkin Yay., 1996, s.303.
5 İzzet Çıvgın, Remzi Yardımcı; “Siyasal Düşünceler Tarihi”, Ankara, Nobel Yay. Dağ., 2007,
s.12.
6 Hasan Karaköse, “Siyasi Düşünce Tarihi”, 2. Baskı, Ankara, Nobel Yay. Dağ, 2007, s. 170.
4
76
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
ölçüde içselleştirdiği ve hak ettiği de tartışılır bir mevzudur. Günümüz modern
demokrasilerinde de zaman zaman karşılaşılan bu açmazlar, demokrasinin
temel değerlerini taşımayan ve sosyal adalet olgusundan epeyce uzakta bir
yönetim anlayışının gerçekte bir demokrasi sayılıp sayılamayacağı
konusundaki tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Ayrıştıran ve/veya
dışlayan bir sistem için “demokratik” denilebilir mi? İşte bu soru, antik çağdan
içinde bulunduğumuz çağa kadar hala güncelliğini koruyan bir sorun olarak
belirmektedir.
Roma, Cumhuriyet ve Demokrasi
Roma’da yurttaşlık statüsü evrimleşerek Yunan muadilinden çok daha
esnek bir hal almış ve çeşitli yurttaşlık sınıfları oluşmuştu; kölelere yurttaşlık
onuruna kavuşma olanakları sunulmuş ve bu ünvanı kentin dışına, zamanla bu
“dünya imparatorluğu”nun en uç sınırlarına dek tek tek bireylere, hatta
topluluklara dağıtmakta da fazlasıyla cömert davranmışlardır.7 Atina’da ve 20.
yüzyıla kadarki demokrasilerde ve cumhuriyetlerde olduğu gibi burada da
katılım erkeklerle sınırlandırılmıştı;8 ancak burada da kadınlar her ne kadar
birtakım temel haklara sahip olsalar da tam vatandaş sayılmadıklarından, oy
vermeleri ve siyasette yer almaları mümkün değildi.
Roma toprakları eyaletlere bölünmüştü ve hem yeni toprakların işgal
edilmesinden dolayı, hem de güçlü yerel yöneticilerin isyan heveslerini kırmak
için eyaletlerin daha küçük parçalara bölünmesinden ötürü eyaletlerin sayılarını
zaman içinde arttırmıştı.9 Ne var ki sürekli olarak genişleyen topraklarda
herkese vatandaşlık hakkının verilmesi ve bu hakkın getirmiş olduğu
ayrıcalıkların tanınması, beklendiğinin aksine zamanla vatandaşlık duygusunun
azalmasına sebep oldu. Çünkü Roma hiçbir zaman halkçı yönetim kurumlarını,
vatandaşların sayısındaki artışa ve onların Roma’dan olan fiziki uzaklıklarına
uygun hale getiremedi.10 “Tüm vatandaşların katılmaya hak sahibi oldukları
meclisler, Roma şehrindeki Forum’da toplanmaya devam etti; ancak ücra
topraklarda yaşayan çoğu Roma vatandaşı için şehir, olağanüstü bir çaba ve
para harcamadan gidilemeyecek kadar uzaktı. Bunun sonucu olarak da sayıları
gittikçe artan ve sonuçta çok büyük bir rakama ulaşan vatandaşlar, uygulama
sorunları yüzünden, Roma hükümet sisteminin merkezindeki halk meclislerine
katılma fırsatını reddettiler.”11 Yani görünüşte haklar bakımından eşit olan
halk, bu hakların kullanımı yönüyle eşit fırsatlara sahip olamadığı için sistemin
Derek Heater, “Yurttaşlığın Kısa Tarihi”, Ankara, İmge Kitabevi, 2007, s.49.
Robert A. Dahl, “Demokrasi Üstüne”, Çev. Betül Kadıoğlu, Ankara, Phoenix Yay., 2001, s.13.
9 Chris Scarre, “The Penguin Historical Atlas of Ancient Rome”, Penguin Books, London, 1995,
s. 87.
10 Dahl, Ibid., s.13.
11 Dahl, Ibid., s.13.
7
8
77
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
kendini eritmesine neden olacak tepkiler geliştirmiş ve böylelikle “doğrudan
demokrasi” sistemi artık işlememeye başlamıştı.
Temsili Demokrasi
Temsili demokrasi en genel tanımlama şekliyle; halkın, sahip olduğu
siyasi haklarını doğrudan katılım yoluyla değil de kendi seçtiği ve yine
kendisine karşı sorumlu olan temsilciler aracılığıyla kullanmasıdır. Bu
demokrasi türünde “parlamenter sistem”, “meclis hükümeti sistemi” ve
“başkanlık sistemi” gibi farklı hükümet şekillerine rastlanabilse de; hepsinde
temel esas devletin halkın seçtiği temsilcilerle idare edilmesidir.
Temsili demokrasinin günümüzdeki uygulanma biçimlerine göre,
bireysel hakları öne çıkaran liberal demokrasi,
işçi iktidarına dayanan, iktidarın Marksist ideolojinin
uygulayıcısı olduğu ve bunu gerçekleştirmek için yönetilenleri zorladığı
demokrasi türü12 olan marksist (sosyalist) demokrasi,
bireysel haklara ek olarak kolektif hakları da savunan
oydaşmacı demokrasi,
yöneten ile yönetilenler arasındaki ilişkinin referandumlar
gerçekleştiği13 plebisitçi demokrasi,
sosyalist ideallerden esinlenen fakat ağırlıklı olarak içinde var
olduğu politik ortamdan ve bu ortama özgü liberal değerler tarafından
belirlenen melez bir politik gelenek olarak tanımlanan14 sosyal demokrasi
gibi birçok modeli bulunmaktadır. Ancak İsrail’deki uygulamayla
bağlantılı olduklarından dolayı bu çalışmada yalnızca liberal ve oydaşmacı
demokrasilere yer verilecektir.
Liberal Demokrasi
Liberal demokrasi terimi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı
toplumlarında var olan siyasal kurumları, bu kurumların var oluşlarını güvence
altına alan hukuk kurallarını ve bu kurum ve kurallar içinde işlemekte olan
siyasal süreci anlatmak üzere kullanılmaktadır.15 Bu anlamda liberal
demokrasi; genel ve eşit oy ilkesini, düzenli aralıklarla yapılan gizli oy ve açık
sayımlı seçimlerle siyasal iktidarın el değiştirebilmesini, halkın temsil edildiği
Hasan Tunç, “Demokrasi Türleri ve Müzakereci Demokrasi Kavramı”, Gazi Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, C.12, S.1-2, 2008, s.1119.
13 https://www.babylon.com/definition/Plebisit%C3%A7i_demokrasi/, Erişim Tarihi: 09 Ocak
2012.
14 H. Birsen Öz, der., “19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler” içinde Sevgi Uçan
Çubukçu, Sosyal Demokrasi: Melez Bir Politik Gelenek, 3. Baskı, İstanbul, Bilgi Üniversitesi
Yay., 2007, s.259.
15 Levent Köker, “Demokrasi, Eleştiri ve Türkiye”, Ankara, Dipnot Yay., 2008, s.11.
12
78
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
kurumların (parlamento gibi) varlığını, hukukun üstünlüğünü (ve dolayısıyla
yargı erkinin bağımsızlığını), düşünce, anlatım ve örgütlenme özgürlüğünü
içermektedir.16
“Liberal demokrasi” terkibindeki demokrasi kavramı, kolektif
bağlayıcı kararlar alma yetkisinin halka ait olduğunu söylerken, liberalizm
kavramı halkın bu yetkisinin meşru olarak kullanabileceği alanın sınırlı
olduğunu ifade eder.17 Yani demokrasi, egemenliğin kimde olduğu ve
kanunların nasıl yapıldığıyla ilgiliyken; liberalizm, egemenliğin nasıl
kullanıldığıyla ve kanunların içeriğiyle alakalıdır.18 Liberalizm, tamamen
“birey”e dayanmaktadır; hatta öyle ki “birey”in özgürlüğü için devletin
yetkilerinin sınırlandırılabileceği anlayışını savunmaktadır. Liberalizmin bireye
dayanması, demokrasinin daha etkin biçimde yürütülmesine katkı sağlamıştır.
Çünkü bireyin hak ve özgürlüklerini kabul etmek zorunda olan devlet, gücünü
bireyden aldığının bilinciyle eşitlikçi bir tutum sergilemek zorunda kalmıştır.
Liberal demokrasinin içinde barındırdığı özelliklere baktığımızda bu
demokrasi modelinde devletin etnik kimliğe karşı tamamen tarafsız olduğunu
görmekteyiz. Etnisite özelleştirilmiştir ve devlet herhangi bir etnik ayrıma dahil
olmaz ya da bu konularda yasalar yapmaz, ancak vatandaşları için tek dil, tek
kimlik, tek kültür ve eğitim sistemi ile homojen bir ulus-devlet yapısını teşvik
eder.19 Homojen bir ulus yapısına ulaşmak için ise, etnik unsurlardan sıyrılmış
“üst bir kimlik” yaratma çabasındadır. Bu amaçla asimilasyon, entegrasyon ve
kültürel kaynaşma için şartlar tesis eder; etnik kimlik ve kültüre izin verilmiştir
ancak bunlar devlet tarafından ne tanınırlar ve ne de teşvik edilirler; toplumun
köşe taşı bireysel yetenekler, başarılar, siyasi ve sivil haklar ve sorumlulukların
ifasıdır.20 Çünkü bir liberal demokrasinin en temel taahhüdü birey olarak
yurttaşlarının özgürlük ve eşitliğidir ve bu; grup üyeliklerine bakmaksızın tüm
bireyler için temel medenî ve siyasal hakları güvence altına alan anayasal
haklar bildirgesinde yansır.21
Oydaşmacı Demokrasi
“Oydaşmacı demokrasi”, liberal demokrasinin özellikle Afrika ve
Asya’da sömürgecilik sonrası dönemde ortaya çıkan devletlerde uğradığı
başarısızlık karşısında önerilen birtakım kurumsal düzenlemelerin oluşturduğu
Köker, Ibid., s.11.
Bican Şahin, Ed., “Demokrasi Teorisinde Günce Tartışmalar”, içinde Bican Şahin, “Liberal
Demokrasinin Temelleri”, Ankara, Orion Kitabevi, 2008, ss.12-13.
18 Atilla Yayla, “Liberalizm”, 3. Baskı, Ankara, Liberte Yay., 2000, s.173
19 Smooha, Ibid., s.199.
20 Smooha, Ibid., s.199.
21 Will Kymlicka, “Çokkültürlü Yurttaşlık: Azınlık Haklarının Liberal Teorisi”, Çev. Abdullah
Yılmaz, İstanbul, Ayrıntı Yay., 1998, s.71.
16
17
79
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
sistematik bir çerçeveye karşılık gelmektedir ve liberal demokrasiye nazaran az
sayıda ülke ile sınırlı kalan bu modelin ayırıcı özelliği grup farklılıklarını
dikkate alarak bireysel haklara ilaveten kolektif hakları da tanımış olmasıdır.22
Oydaşmacı demokrasi modelinde etnisite olgusu devletin temel yapı
taşlarından biri olarak kabul edilir ve farklı etnik kimliklere sahip olan gruplar
kendi dillerini konuşabilme, kendi okullarında eğitim görme, kendi değer
yargılarına göre yargılanma gibi haklara sahiptir. Ancak devletin kendisi hiçbir
etnik kimliğe göre tanımlanamaz ve devletin etnik-üstü konumdaki görevi bu
farklı gruplar arasında oluşabilecek çatışmaları önlemeye ve uzlaşı sağlamaya
yöneliktir. Her ne kadar etnisite kurumsallaşmış gibi gözükse de farklı
kimlikler arasında her türlü etkileşime olanak tanıyan, kısıtlamalardan uzak bir
yaklaşım sergilenmektedir. Böylelikle politik sistem içerisinde üstün bir grubun
oluşmasının önüne geçilmiş olunur. Oydaşmacı demokrasi bireylere verdiği
önemin aynısını gruplar için de gösterir ve bu yanıyla farklı kimlikteki etnik
grupların bireylerle eşit haklara sahip olduğunu kabul eder.
Temsil durumuna baktığımızda ise oydaşmacı demokrasilerde siyasi
partilerden hiçbirinin tek başına mutlak güç olamayacağı koalisyon
mekanizması göze çarpmaktadır. Bu koalisyonlarda hiçbir siyasi parti bir
çoğunluk partisi statüsüne eriştirilmez ve böylece temsilde adalet sağlamaya
çalışılır. Zaten azınlıklara verilen veto yetkisi egemenliği bir anlamda
sınırlandıran güçtür, bu güç bile egemenliğin paylaşılmasına katkı
sağlamaktadır.
ETNİK KİMLİK OLGUSU: DEVLET VE ULUS KİMLİK
Etnisite
Etnik kimlik tamamen hissetmekle alakalı olup psikolojik bir aidiyet
durumudur ve aidiyet, birey bazında değişik ölçütlere dayanılarak sübjektif bir
şekilde tanımlanabilmektedir.23 Bireyin içinde yetiştiği toplumun verdiği önem
derecesine göre “etnik kimlik” olgusu; soy, dil, din, tarih ya da kültür birliği
gibi etmenlerden oluşabilmektedir.
Etnik kimlikler; değişmeye yeniden tanımlanmaya ve doğruluğu
tartışılmaya mahkûm olan soy, kültür ve dil gibi özellikler etrafında
şekillendiğine göre; etnisiteyi daha çok “sosyal bir süreç” olarak insanların,
kolektif ya da bireysel açıdan sosyal yaşamlarında etraflarına çektikleri
hareketli sınırlar ve kimlikler olarak algılamamız gerekmektedir.24 Dolayısıyla
Nur Uluşahin, “Liberal Demokrasinin Çıkmazı: Çatışma Karşısında Barış İçin AzınlıkÇoğunluk İlişkisini Yeniden Düzenleme Gereği”, Anayasa Yargısı, No.24, 2007, s.617.
23 Richard Jenkins, “Social Identity”, 2 nd Ed., London and New York, Routledge, 2004, s.4.
24 Steve Fenton, “Etnisite: Irkçılık, Sınıf ve Kültür”, Çev. Nihat Şad, Ankara, Phoenix Yay. 2001,
s.14.
22
80
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
etnisitenin belirli kalıplar dâhilinde, sabit tanımlamalarla ifade edilebilmesi
mümkün değildir. Bir grubun kendi etnik kimliğini tanımlamasında bazen bu
belirtilen etmenlerin yalnızca bir tanesi yeterli olabilirken bazen ise daha
fazlasının bir araya geldiği görülmektedir.
Ulus - Ulus Devlet İlişkisi
Bir toplumsal oluşumun kendini ulus olarak yeniden inşa edebilmesi;
ancak bireyin doğumundan ölümüne dek bir gündelik pratikler ve aygıtlar
ağıyla, bir homo nationalis -aynı zamanda homo economicus, homo politicus ve
homo religious- kurulabilmesiyle mümkündür.25 Daha belirgin olarak dil
birliği, soy birliği ya da tarih birliğine mensup insan toplulukları olarak
tanımlayabileceğimiz
ulus
yapıları
günümüzün
ulus
devletlerini
oluşturmuşlardır. Bu bağlamda ulus; aynı dili konuşan, aynı tarihi ve kültürel
birikimi paylaşan, aynı düşmanlara sahip, aynı soydan gelen ve/veya aynı dine
inanan kısacası bütünleşmiş ve ortak bir kimliğe sahip topluluk olarak tahayyül
edilerek bu tahayyül doğrultusunda bilinçli çabalar sarf edilir. En azından aynı
dili konuşan, aynı tarihi ve kültürel birikimi paylaşan siyasi bir topluluk
oluşturmanın bütün ulus-devletlerin başlıca amacı olduğu söylenebilir.26
Ulusu oluşturan çeşitli öğelerin tarihin genel akışı içerisinde
belirginleştiği toplumlar, ancak kendi devletlerini kurma hakkını elde ettikten
sonra günümüzdeki anlamda ulus olabilmişlerdir.27 Gellner’in de ifade ettiği
gibi, modern Avrupa devletlerinin tümü; ulus olabilmek için resmi siyasi ifade
ve özerklik veren devlet sistemlerine sahip olunması gerektiği ilkesini izleme
eğilimi göstermişlerdir. Buna paralel olarak devletler, ortak bir kültür ve soy
iddiasına sahip insanlardan oluşan uluslardır.28 Ulus-devletin özellikle 20.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaygınlaşan bir siyasi model olduğunu kabul
edersek karşımıza birbirinden çok farklı ulus devlet modelleri çıkmaktadır.
Örneğin Avrupa merkezli, ortak bir kimlik oluşturmayı başarmış olan ulusdevletler, özellikle Amerika kıtasında ortaya çıkmış olan göç yoluyla taşınmış
bir nüfusun oluşturduğu ulus-devletler ve 20. yüzyılın ikinci yarısında
sömürgeciliğe karşı başlatılan mücadelelerin ardından ortaya çıkan özellikle
Afrika -ve kısmen Asya- merkezli ulus-devletler bulunmaktadır. Bu farklı
tipteki ulus devletler için meşruiyet kaynaklarının toplumdan geldiği, ulusun
yaşadıkları toprak parçasını vatan olarak tanımladıkları, egemen ve belirlenmiş
Etinne Balibar, Immanuel Wallerstein, “Irk, Ulus, Sınıf: Belirsiz Kimlikler”, 4. Baskı, İstanbul,
Metis Yayınları, 2007, s.115.
26 Köksal Şahin, “Küreselleşme Tartışmaları Işığında Ulus Devlet”, İstanbul, İlgi Kültür Sanat
Yayıncılık, 2007, s. 134.
27 Faruk Sönmezoğlu (Der.), Haz. Ülke Arıboğan, Gülden Ayman, Beril Dedeoğlu, “Uluslararası
İlişkiler Sözlüğü”, 4. Baskı, İstanbul, Der Yay., 2005, s.658.
28 Fenton, Ibid., s. 241
25
81
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
sınırlar içinde yaşadıkları söylenebilir. Ne var ki yirminci yüzyıl sonlarında pek
çok unsur bu varsayımları sorgulamamıza yardımcı olmuştur.29
Ulus - Etnik Grup İlişkisi
Ulus-Etnik Grup ilişkisini incelemeden önce, “etnik kimliği” aynı olan
bireylerin meydana getirdiği “etnik grup”un tanımlamaları ve özellikleri
üzerinde durulması gerekmektedir. Etnik grup, kolektif şuurdan kaynaklanan
kimliğin oluşturduğu bir sosyal gruptur. Etnik gruplar kendi kültür, adet, norm,
inanç ve geleneklerine sahiptirler ve soy, dil veya din farklılıkları bu tür
grupların belirleyici bir özelliğidir. Ayrıca kültürel veya siyasi faktörlerden de
oluşabilmektedir. Etnik grup kavramı konusunda bir kısım yorumcular,
kavramın bireyin kendisini kendisi gibi olan diğerlerinden biri olarak görmesini
sağlayan sosyal kolektif kimlik oluşumuna karşılık geldiğinde hem fikirdir.30
Ancak bir başka düşünceye göre de etnik grup, fiziksel tip veya
geleneklerin veya her ikisinin benzerlikleri veya kolonileşme ve göç hatıraları
sebebiyle ortak bir kökene dair öznel bir inanç taşıyan insan gruplarıdır. Etnik
grup kavramının II. Dünya Savaşı döneminde özellikle Afrika, Asya ve Pasifik
ülkelerindeki hemen tüm grupları; Felemenkler, Walonlar, Basklar, Kuzey
İrlandalılar, Kanadalı İngiliz ve Fransız kökenli insanları; 1969’lı yıllardan
sonra Avrupa ülkelerine göç eden Batılı-olmayan göçmen gruplarını ifade
etmek için kullanıldığı görülmektedir.
Günümüzde etnik grup kavramı genellikle azınlık sorunları ve soy
ilişkilerini tanımlama amacıyla kullanılmaktadır; bunun en önemli sebebi, etnik
grup kavramının sadece azınlıkları ve aşağı görülenleri sınıflandırmada
kullanılması, baskın durumda olan çoğunluk grupların ise kendilerini etnik
olarak tanımlamamalarıdır.31 Azınlık olarak kabul edilen ve genel oluşum
içerisinde sayıca daha az olan veya sayıca baskın durumda olsalar dahi
yönetimi elinde bulundurmayan gruplar,32 genellikle dayanışma içinde olan ve
“etnik grup” kavramını da birlikteliği kuvvetlendirmek için kullanan gruplardır.
Etnik grubun bir üyesi olmak için nesnel bir kan bağının olup olmaması çok
önemli değildir. Yani etnik grupta ırk bağlılığında olduğu gibi bir kan bağı
zorunluluğu bulunmamaktadır.33 Etnik grup üyeliği kendiliğinden bir grup
Anthony D. Smith, Çev. Sonay Bayramoğlu, Hülya Kendir, “Ulusların Etnik Kökeni”, Ankara,
Dost Yay., 2002, s.29.
30 Fenton, Ibid., s. 9
31 Montserrat Guibernau, John Rex; “The Ethnicity Reader: Nationalism, Multiculturalism and
Migration”, Cambridge, Polity Press, 1997, s.4.
32 Gücü elinde bulunduran grup sayısal bakımdan az olsa bile çoğunluktur (baskın durumdadır).
33 Günümüzde “etnik” terimi soy durumundan ziyade kültür durumuna vurgu yapmaktadır.
Yoksa örneğin Sırp-Boşnak kavgasını izah etmek mümkün değildir. Baskın Oran, Küreselleşme
ve Azınlıklar, Ankara, İmaj Kitabevi, 2001, s.140.
29
82
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
oluşturmamakta, sadece herhangi bir grup oluşumunu -özellikle siyasal alandakolaylaştırmaktadır.
Etnik grupların üyeleri genellikle kendilerini toplumun diğer
gruplarından kültürel olarak ayrı görmektedirler. Birbirlerinden ayırt
edilmelerini sağlayan en önemli farklılıklar dil, tarih, din, kültür ve kültüre
dayalı farklılıklardır. Bireyin grubu değiştiğinde aidiyeti de değişecektir; ya da
en azından bireyin bağlı kaldığı pek çok kimlik ve sözlemin [öğreti] o birey
açısından önemleri farklı dönem ve durumlara göre değişiklik gösterecektir.34
Etnik grup ve ulus arasındaki ilişkiye bakıldığında her ikisinin de öznel
bir inanca dayalı duygusal bağlar olduğu söylenebilir. Tüm ulus-devletlerde,
yani bir ulusun siyasi ifadesi olduğu düşünülen devlet yönetim sistemlerinde,
ulusun politik-kültürel bir tanımı yapılır. Bu açıdan toplumların tamamında
veya çoğunda politikalar etnikleşmiştir.35 Etnisite nasıl oluşur? Ve nasıl, bir
kurgu olarak değil de, kökenlerin en doğalı olarak gelişir? Bu soruların
cevabının soy, din, dil veya kültür ortaklığı şeklinde verilmesi mümkündür ve
aslında bu kavramlar genellikle birbirinin tamamlayıcısıdır ve herhangi birinin
tek başına düşünülmesi genellikle mümkün değildir. Dil ve soy birliği öznel ve
sübjektif olmadığından, etnisiteyi oluşturan ve sınırları hiçbir zaman net olarak
çizilemeyen diğer bütün unsurlardan (kültür, kader birliği vs.) bu yönüyle
ayrılmaktadır.
Aynı konuda dikkat çeken bir başka husus ise etnik dayanışmaların
kendiliğinden bir ulus oluşturmadığıdır. Daha önce belirtildiği üzere “ulus
devlet” tanımındaki öğeler düşünüldüğünde günümüzde neredeyse hiçbir
devlet bu tanıma tam olarak uymamaktadır.
Ulus kavramı içinde, az ya da çok, üstü kapalı bir şekilde, kimin ya da
neyin ulusu oluşturduğu fikri saklıdır ve soya ya da biyolojiye dayanan ulus
anlayışında, ya ulus içindeki çok etniklilik dışlanır ya da azınlık etnik grupları
tam üyelikten daha düşük bir konumla tanımlanır.36
Etnik Grup - Devlet İlişkisi: Etnik Politika ve Etnik Demokrasi
Etnisitenin farklı zamanlarda yapılmış pek çok tanımında şu ortak
özellik dikkat çekmektedir: etnik kimlik bir çeşit toplumsal sınıflandırma
biçimidir. Her ne kadar, ‘etnisite ile ilgili söylemin ulus-altı birimler ya da bir
tür azınlık veya bir diğeri ile ilgili olduğu’37 doğru olsa da, aslında, çoğunluklar
ve baskın gruplar da azınlıklardan daha az ‘etnik’ değildirler.38 Bu durumda bir
Anthony D. Smith, “Milli Kimlik”, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s.41
Fenton, Ibid., s. 37
36 Fenton, Ibid., s. 242
37 Malcolm Chapman, Maryon McDonald, Elizabeth Tonkin; “History and Ethnicity”, London,
Routledge Yay., 1989, s.17.
38 Thomas Hylland Eriksen; “Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir Bakış”, Çev. Ekin
34
35
83
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
grubun kendini nasıl tanımladığı kadar, diğer grupların onları nasıl tanımladığı
da önem arz etmektedir. Bütün sosyal gruplar, kendi özel kimlikleri, doğal ve
kültürel farklılıklarıyla insan türünü eşit derecede temsil ediyorlarsa da, bir
grubun diğer gruplarla kurduğu ilişkiler sonucunda farklılığının bilincine
varmakta ve grup birliği öne çıkarılmaktadır.39 Bu yönde bir birliğin, çoğunluk
kültürü karşıtlığı temelinde oluşturulmasının sonuçlarından biri de azınlık
olarak konumlanmaktır.40 Bu durumda bir ulusu oluşturan unsurun bir araya
gelmiş farklı etnik gruplar olduğunu, devlet sistemi içerisinde sayıca
diğerlerinden daha az olan etnik kimliklerin ise, fiziksel bakımdan baskın
durumda olan etnik kimliğe göre genellikle “azınlık” olarak belirdiğini
söyleyebiliriz.
Günümüzde devletler “azınlık” grubu oluşturan etnik kimliklerle ilgili
olarak; egemen güce direnen unsurların asimilasyonu, etnik grupların fiziksel
olarak net bir ayrıma tabi tutulmak suretiyle çoğunluktan farklı bölgelerde
yaşamaya zorlanması41 ya da ideolojisinin benimsenmesi gibi stratejiler ortaya
koymaktadır. Çünkü etnik grupların çeşitlilik arz etmesi her ne kadar toplumun
sosyal yapısı bakımından kültürel bir zenginlik olarak düşünülse de, bu
çeşitliliğin fazla olması devletler açısından tarih boyunca bir tehlike olarak
görülmüştür.
Yakın siyasi geçmişe bakıldığında birçok ülkede özellikle Soğuk
Savaşın ardından belirginleşen ve sayısı giderek artan etnik kökenli iç
çatışmaların yaşandığı görülmektedir. Bu dönemde etnik kimlik olgusu hem
birey hem de grup açısından ön plana çıkmaya başladığı için önemlidir.
Örneğin 1991’de dünyadaki otuz yedi ana silahlı çatışmanın otuz beşi iç
çatışmalardı ve bunların birçoğu birer etnik çatışma olarak tanımlanabilirdi.42
Kuzey İrlanda, Nijerya, Burundi, Ruanda, Lübnan, Sri Lanka, İspanya,
Filipinler, Hindistan, Burma ve Balkanlardaki pek çok ülke etnik kimlikler
arasındaki iç çatışmaların yaşandığı bölgelerdi. Bu iç çatışmalar, uluslararası
çözüm arayışları sonucunda zaman zaman azalsa da hiçbir zaman tam olarak
sona erdiği söylenemez. Etnik farklılıkların sayıca çok olması bazı durumlarda
sadece iç çatışmalarla sınırlı kalmamakta, ülkelerin bölünmesine dahi yol
açabilmektedir. Çok sayıda etnik tabanlı devletlere bölünmüş olan Sovyetler
Birliği, Çekoslavakya ve Yugoslavya örnekleri, etnik çeşitliliğin parçalanmayla
sonuçlanabileceğini göstermektedir. Bu gibi örneklerin giderek çoğalması
devletleri, etnik kimliği zaman zaman baskılamaya dahi varabilecek nitelikte
Uşaklı, İstanbul, Avesta Yay. , 2002, s.16.
39 M. Çağatay Okutan, “Teori ve Uluslararası Metinlerde Azınlık Tanımı”, Ankara Üniversitesi
SBF Dergisi, C.59, S.2, s.60.
40 Okutan, Ibid.., s. 201.
41 Güney Afrika’nın bölünmesi örneği.
42 Eriksen, Ibid., s.12.
84
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
önlemler almaya sevk etmiştir. Kimi zaman ise bu durum, devletlerin farklı
etnik gruplar üzerindeki baskılarını meşru düzlemde savunabilecekleri bir alan
oluşturmaktadır.
Görece barışçıl ve adil politikalar izleyen devletlerde etnik oluşumların
tepkisi genellikle asimilasyonu ya da barış içinde bir arada yaşamayı
kabullenmek şeklinde olabilirken; daha sert ve baskıcı politikaların izlendiği
devletlerde tepki de ayrılığı körükleyici ve çatışmalara yol açıcı nitelikte
olabilmektedir. Otoriter sistemlerde muhalefet oluşumu her ne kadar daha güç
olsa da, grupların devlet yönetimine karşı geliştirdiği tepkiler zamanla
büyüyerek çıkış noktası bulur bulmaz çatışmalara dönüşebilmektedir.
Toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel hoşnutsuzluklar uzun dönemde etnik
temelli örgütlenmeleri besleyen bir rol oynamış; etnik, dinsel vb. ayrılıklar
çatışmaların kronikleşmesine yol açmış ve dolayısıyla şiddete eğilimli bir
siyasi kültürün oluşmasına yol açarak sorunların çözümünü daha da
zorlaştırmıştır.43
İşte bu noktada; siyasal egemenliğin, demokratik kurumları ne ölçüde
kullandığı ve devlet uygulamalarının bu gibi sorunlarla mümkün olduğunca
karşılaşılmayacak ve aynı zamanda tüm vatandaşların eşitliği ilkesi ile
çelişmeyecek şekilde nasıl gerçekleştirilebileceği önem arz etmektedir. Bu
bağlamda, bazı çok uluslu devletler her ne kadar Batılı demokrasi olarak da
tanımlanabilen liberal demokrasi modelini uyguladıklarını iddia etseler de,
devletin içindeki etnik kimliklerin çeşitliliği bu demokrasilerin pratikte tam
anlamıyla uygulanmasını güçleştirmektedir. Çünkü alınan zorlayıcı önlemler
geniş perspektifte ulus-üstü bir toplum oluşturmanın önünde engel teşkil
edebilmekte; bu da üst kimliğe karşı aidiyetsizlik duygusu geliştirilmesine
neden olabilmektedir. Oysa çeşitli ulusal gruplar yan yana yaşadıkları büyük
politik cemaate sadık kalmadığı sürece çokuluslu devletler varlıklarını
sürdüremez.44 Böylesi bir sonuçtan kaçınmak için bazı devletler bir kısır döngü
ile yine zorlayıcı önlemler alma ve ayrıştırıcı politikalar izleme yoluna
gidebilmektedir. Devletlerin bu çerçevede aldığı tedbirler ve uygulamaya
koyduğu farklı stratejiler, demokratik yönetim biçiminden bazen kopabilen
bazen ise demokrasi çerçevesinde yürütülebilen faaliyetler olarak
belirmektedir. Kapsamı ne olursa olsun bu faaliyetler etnik politikalar olarak
isimlendirilmektedir.
Demokratik normlar çerçevesinde uygulandığı takdirde herhangi bir
tartışma konusu olmayan etnik politikalar, demokrasinin temel unsurları yok
sayılarak uygulanmaya başlandığı andan itibaren toplumda geri dönüşü
olmayan ayrılıkçı hareketlere yol açabilmekte ve devlet için tehdit unsuru
43
44
Emin Gürses, “Uluslararası Sistemin Kıskacında Etnik Terör”, İstanbul, Profil Yay., 2007, s.9.
Kymlicka, Ibid, s.42.
85
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
haline dönüşebilmektedir. Yönetim sisteminin demokratik olarak tanımlandığı
ülkeler; bu gibi anti-demokratik uygulamaların olması durumunda son yıllarda
sıkça kullanılan “etnik demokrasi” kavramı altında incelenebilmektedir.
Etnik demokrasi; bireylerin sivil ve siyasi haklarının genişletilmesi ve
azınlıklara da bazı kolektif hakların tanınması ilkelerini birleştiren, devletin
kontrolünün çoğunluğun elinde kurumsallaştığı bir sistem olup; etnik
milliyetçilikten yola çıkarak, devlet, vatandaşlarıyla değil de “çekirdek etnik
ulus” ile tanımlanmaktadır.45 Örneğin “Doğu Avrupa’da Komünizm sonrası
dönemde ortaya çıkan ‘etnik demokrasi’46, oydaşmacı demokrasi ile
demokratik olmayan sistemler arasında yer alan bir sapma ya da ikinci
derecede bir demokrasi modeli olarak kavramsallaştırılmıştır. Devletin
temeline vatandaşlık yerine etnik ulusu yerleştiren ve hakların eşitliği
düşüncesini tüm vatandaşlara aynı ölçüde yaymayan bu demokrasi, ikincil bir
demokrasidir.” 47 Çünkü etnik üstünlük ile yurttaşların eşitliği ilkesinin
çeliştiği etnik demokrasilerde, devlet tüm vatandaşlara eşit bir şekilde hizmet
etmek yerine çoğunluğun yararını ön plana aldığından, azınlık kendisini
devletle kolay kolay özdeşleştiremez ve devlete tam anlamıyla bir meşruluk
atfedemez.48
Devlet, homojen yapıda bir ulus-devlet yaratma siyaseti uygular [genel
üniter devlet modeli], belli bir etnik grup için olan ve o grubun devleti; dili,
kültürü, çoğunluğun sayısını, ekonomik refahı ve bu grubun siyasi çıkarlarını
geliştirmeye yönelik faaliyetlerde bulunur. 49 Devletin içerisinde var olan ancak
aynı haklardan eşit şekilde faydalanamayan diğer etnik grupların “ulus”
kavramı içerisinde kendilerine yer bulamadıkları bu sistemde; devlet birtakım
güvenlik önlemleri gerekçesiyle onların ulusal savunma mekanizmalarında
görev yapmalarını engellemektedir. Seçme ya da seçilme hakkına sahip
olmakla birlikte; yasayla getirilen kısıtlamalar, bu haklarını özgürce
kullanabilmelerinin önünde engel oluşturur. Dolayısıyla denilebilir ki, devletin
bireye ya da belirli bir gruba verdiği ayrıcalıkları ve sağladığı hizmetleri
belirleyen faktör devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olmak değil; devletin içinde
hâkim konumda olan etnik grubun üyesi olunup olunmadığıdır.50
Sammy Smooha, “Ethnic Democracy: Israel as an Archetype”, Israel Studies, Volume 2,
Number 2, s. 199.
46 Etnik demokrasi modelleri öncesinde de görülmektedir. Ancak ilk kez bu dönemde
kavramsallaşmaya başlamıştır.
47 Uluşahin, Ibid., s.625.
48 Uluşahin, Ibid., s.478.
49 Smooha, “Ethnic Democracy: Israel as an...”, s.199.
50 Nadim Rouhana, Asad Ghanem, “The Crisis of Minorities in Ethnic States: The Case of
Palestinian Citizens in Israel”, Internatinal Journal of Middle East Studies, the USA, No. 30,
1998, s.321.
45
86
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
“1921-1972 yılları arasında Kuzey İrlanda, 1867’deki bağımsızlığından
1960’taki Sessiz Devrim’e kadar Kanada, 1918 ile 1935 yılları arasında
Polonya ve 1970lerin başından itibaren Malezya etnik demokrasinin örneğini
teşkil etmektedirler. Günümüzde halen kendini halkın devleti olarak değil de
Slovak Devleti olarak tanımlayan Slovakya ya da Estonya ve Litvanya da etnik
demokrasinin uygulandığı ülkelerdir.”51 Açıkça etnik özellik taşıyan bu
demokrasiler kendilerini “demokrasi” olarak tanımlasa ve uluslararası
platformda da “demokrasi” olarak kabul görseler de, etnik özellikleri nedeniyle
çağdaş Batılı demokrasilerden ve onların temel ilkelerinden önemli ölçüde
farklılık gösterirler.52
Devletin kendi üyesi olarak görmediği vatandaşları ile ilişkilendirdiği
tehdit potansiyeli, hukuk devleti ilkesinden ve demokrasinin kalitesinden
önemli ölçüde feragat edilmesi sonucunu doğurmaktadır ve siyasal sistem
büyük oranda kendisi karşısında bir tehdit oluşturan grupları engellemek üzere
kurulduğundan, demokrasi de “savunmacı” bir demokrasi olarak işlev
görmektedir.53 İsrail örneğinde olduğu gibi, bu gibi devletlerde vatandaşların
bir bölümü etnik farklılıklara dayanarak birtakım haklardan mahrum
bırakılabilmekte ve bu durum “devletin bekası amacıyla alınan zorunlu
tedbirler” olarak tanımlanmaktadır. İsrail Devleti’nin etnik demokrasi
biçiminde faaliyet göstermesine sebep olan esas faktör Arap halkının
vatandaşlık statüsüdür –ki bu demokratik kurumları tek bir etnik zümrenin
egemenliği altında birleştiren siyasi bir sistemdir. “Cumhuriyetçilik ve etnomilliyetçiliğin yasal ilkeler çerçevesinde liberalizmle kaynaştırılması
sonucunda iki farklı vatandaşlık türü ortaya çıkmıştır: Yahudiler için
cumhuriyetçi, Araplar için liberal. Bu durumda Arap vatandaşlar sivil ve siyasi
haklardan
faydalanabiliyorken,
birçok
kamu
yararından
muaf
54
tutulmaktadırlar.”
Ancak söz konusu İsrail olduğunda, vatandaşlar arasında uygulanmakta
olan ayrımcı politikalara gelmeden önce İsrail Devleti’nin kendini nasıl
tanımladığına bakmak daha doğru olacaktır. Devletin dini herhangi bir yasada
resmi olarak belirtilmemesine karşın, İsrail kendini “Yahudiler için Yahudilerin
devleti” olarak tanımlamaktadır ve bu tanımlama devletin vatandaşlık
kanununda da yer almaktadır.55 Devletin “Yahudi” kimliğine vurgu yapılırken
Smooha, “Ethnic Democracy: Israel as an...”, s.200.
Uluşahin, Ibid. s.625.
53 Uluşahin, Ibid., s.628.
54 Yoav Peled, “Ethnic Democracy and the Legal Construction of Citizenship: Arab Citizens of
the Jewish State”, American Political Science Review, Vol.86. No.2, June 1992, s.432.
55 Ed. Nils A. Butenschon, Uri Davis, Manuel Hassassian, “Citizenship and the State in the
Middle East: Approaches and Applications” içinde Rebecca Cook, “Citizenship and Its
Discontents: Palestinians in Israel”, New York, Syracuse University Press, 2000, s.265.
51
52
87
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
bu kavramla tam olarak ne kastedildiğini ise İsrail Yüksek Mahkemesi şu
şekilde açıklamaktadır: (1) Yahudi çoğunluğun hâkimiyeti, (2) Yahudilere göç
hakkı tanınması (3) İsrail dışındaki Yahudilerle kurulan bağ.56 Devletin en
yüksek karar organının devletin Yahudiliğine atfettiği hâkimiyet, her ne kadar
özgür ve eşit siyasal katılım olduğu söylense de, diğer ulusların asla hâkim güç
olamayacağının altını çizmektedir. İsrail Devleti’nin vurguladığı “Yahudilik”,
elbette ki diğer dinlere mensup vatandaşların “aidiyet” sorununu da
beraberinde getirmektedir. Bir kısım vatandaşı devlet kimliğinden dışlayan bu
yaklaşım, ulusal birliğin sağlanmasını da imkânsızlaştırmaktadır kuşkusuz. Bu
gibi ayrımcı politikalar, daha önce belirttiğimiz üzere etnik gruplar arasında
zaten mevcut olan uçurumu daha da belirginleştirmekte ve zaman içerisinde iç
çatışmalara da dönüşebilecek hareketlere öncülük etmektedir. Oysa devletin
esas görevi ayrılıkları pekiştirmek değil, bütünleştirmek üzere politikalar
geliştirmek olduğundan; etnik demokrasi modelinin gerçekte ne kadar
demokratik olabileceği tartışmaya açıktır.
İsrail Örneği
İsrail Devleti’nin Kuruluşu ve Yahudi Kimliğinin Gelişimi
Theodor Herzl’in düşüncesindeki devlet modeli tamamen Batılı
demokrasilerde olduğu gibiydi; ancak Filistin topraklarına ilk Siyonist göçleri
gerçekleştiren ve Yahudi kimliği olgusuna özel bir anlam yükleyen Rus
Yahudilerinin57 yön vermesiyle şekillenen model pek de Herzl’inkiyle
bağdaşmamaktaydı. Onlara göre bağımsız devlet, siyasi egemenliği ifade eden
bir çerçeve olmakla kalmamalı, özel bir kültürü korumanın da aracı
olmalıydı.58 Başka bir deyişle Siyonizmin siyasi özgürlük arzusu anlamına
geldiğine şüphe yoktu; fakat aynı ölçüde, hatta belki de daha fazla, tarihsel
süreklilik iddiasındaki kolektif bir kimliğin korunması arzusu anlamına da
gelmekteydi.59 Yahudi halkı için devlet kimliğini, devletin sınırları dâhilindeki
Alan Dowty, “Is Israel Democratic? Substance and Semantics in the ‘Ethnic Democracy’
Debate”, Israel Studies, Vol. IV, No.2, 1999, s.10.
57Avrupa’daki anti-semitist hareketlerden çok once Çarlık dönemde Rusya’daki Yahudiler iç
savaşta Yahudi kıyımlarına ve ekonomik düzenlemelere maruz bırakıldılar. Sadece Ukrayna’da
200.000’i katledildi ve yüz binlercesi evsiz ve yoksul bırakıldı. Yahudilerin, “dinleri, ortak
kökenleri ve ulusal özellik kalıntılarından” başka ortak hiçbir şeyleri olmadığını iddia eden
Stalin’in Rusya’sında Siyonizme şiddetle karşı çıkılmıştır. Bu tutuma bir tepki olarak Rusya’dan
göç eden Yahudilerde “Yahudi kimliği” olgusu daha belirgin biçimde tezahür etmiştir. (Bkz.
https://www.salom.com.tr/news/print/11244-Polonyadan-Ozbekistana-genis-bir-cografyadaRusya-Yahudileri--1.aspx, Erişim Tarihi: 09.01.2012
58 Haldun Gülalp, Haz.,”Vatandaşlık ve Etnik Çatışma: Ulus Devletin Sorgulanması”, Çev. Ebru
Kılıç, Metis Yay., İstanbul, 2007, içinde Alain Dieckhoff “İsrail’de Ulus...”, s.113.
59 Gülalp, Ibid., içinde Alain Dieckhoff “İsrail’de Ulus...”, s.113.
56
88
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
ulus kimliğini ve devletin var oluş amacını tanımlama noktasındaki ilk ayrılık
hareketleri henüz kendisini bağımsız bir devlet olarak ilan etmeden önce baş
göstermişti.
Bu bağlamda ilk tartışmalar kurulması planlanan devletin adının ne
olacağı hususundaydı. Zira devletin ismi yönetim biçimini de içinde
barındıracaktı ve devlet çatısı altında var olan diğer ulusların (ki bunların
neredeyse tamamı Arap asıllıdır) devlet sistemi içerisindeki yerlerini de
belirleyecekti. Uzun görüşmelerin ve tartışmaların neticesinde seküler grubun
etkisiyle tarihteki Yahudi devletinin adı olan İsrail Krallığı fikrinden ve aşırı
sağcı ve dinci Ortodoks Yahudilerin de etkisiyle İsrail Cumhuriyeti fikrinden
vazgeçilerek hem Yahudilerin tarihsel Mesih beklentisine ters düşmeyen hem
de modern bir devlet algısı oluşturan “İsrail Devleti”nde karar kılınmıştır. Yani
İsrail Devleti daha kurulmadan önce bir devlet kimliği sorunu yaşamaktaydı.
Bu sorun zamanla ulus kimliğinin tanımlamasında da kendini göstermiştir.
Çünkü İsrail Devleti 14 Mayıs 1948 tarihinde bağımsızlığını ilan ettiğinde
İsrail Devleti’ni “İsrail ülkesinde bir Yahudi Devleti” olarak ifade etmiştir.
“Yahudi devletinin” ne anlama geldiğini ifade eden 1948 tarihli İsrail
Bağımsızlık Deklarasyonu ise “Eretz İsrail Yahudi halkının doğum yeridir”
ifadesini kaydederek başlar ve Yahudi halkının tarihini, ulusal hafızasını ve
devletin tek sahibi olduklarını anlatarak devam eder: “Bu hak Yahudi halkının
kendi bağımsız ülkelerinde kendi kaderlerinin efendileri olmalarıyla ilgili doğal
hakkıdır.”60 Böylelikle Filistin topraklarında kurulması planlanan devlet
“Yahudi varlığını” da içeren bir ülke iken; “Yahudilerin ülkesi” şeklinde
sonuçlanmıştı.
İsraillilik kimliğine değil de Yahudilik kimliğine atıfta bulunulmuş
olması, ilan ettiği bağımsız sınırlar dâhilinde bulunan Arap halkını adeta devlet
kimliğinden soyutlar nitelikteydi. Çünkü devlet, dini olgular üzerinden varlığını
tanımlamakla, başka dine mensup olan vatandaşını kendinden saymamış
oluyordu.
Ancak İsrail Devleti kendini bağımsız bir devlet olarak resmen ilan
ettiğinde hiç kimse bunun üzerinde durmadı. Çünkü o tarihte toprakların
yalnızca %6’lık bir kısmına sahip olan Yahudi ulusu Taksim Planı
doğrultusunda kendilerine verilen topraklar üzerinde egemenliğini ilan
ediyordu ve bu durum nüfus bakımından çoğunluğu oluşturan ve Taksim
Planı’na karşı çıkan Arap halkı için kabullenilebilir bir durum değildi.61
Nitekim İsrail Devleti’nin kuruluşundan hemen sonra [Mısır, Ürdün, Suriye,
Hasan Cabarin, “Filistinliler bir ‘Yahudi Devletini’ Neden Kabul Edemez?”, Çev. Serhat
Bozova, Haaretz Gazetesi, www.ozgur-gundem.com, Erişim Tarihi: 12.10.2011.
61 Savaş öncesinde Taksim Planı’nda kendisine verilen topraklar üzerinde egemenliğini ilan eden
İsrail Devleti, savaş sonunda egemenlik alanını genişletmiştir.
60
89
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
Lübnan ve Irak] birlikleri üç yönden Filistin topraklarına girmişlerdi.62 Birinci
Arap-İsrail Savaşı da böylelikle başlamış oluyordu.
Kendi açısından mutlak bir galibiyet olarak değerlendirilebilecek
savaşla birlikte, İsrail topraklarını daha da genişletmiş ancak bu defa da
“mülteciler” ve “Kudüs” sorunu ortaya çıkmıştır. Bir yandan savaşla birlikte
Yahudilerin intikamından kaçmak suretiyle, diğer yandan da İsrail ile savaşan
Arap ülkelerinin muhtemel savaş alanlarını boşaltmalarını istemeleri nedeniyle,
yüz binlerce Filistinli Arap, yurdunu terk etmiş; bunlar ya komşu Arap
ülkelerine ya da Filistin’in Arap nüfusunun yoğun olduğu bölgelerine
sığınmışlardır.63 Böylelikle daha bünyesindeki mevcut uluslar için eşit
vatandaşlık hakları hususunda tartışmaların yaşandığı İsrail Devleti için,
durumun daha da karmaşıklaştığı bir mülteciler sorunu ortaya çıkmıştır.
1949 yılında ateşkes anlaşmaları imzalandığında [İsrail Devleti sınırları
içinde] eskiden 850.000 olan Filistinli nüfusundan geriye yalnızca 160.000
kalmıştı.64 İkinci Dünya Savaşının ardından başka yerlere kaçan ya da
vatanlarından kovulan milyonlarca insandan farklı olarak bu mülteciler; benzeri
görülmeyen şekilde ne yerlerine iade edildiler ne de yeni yerlerine
yerleştirildiler, kamplarda tutularak hem onlar ve hem de onlardan sonraki
nesiller daima vatansız mülteciler olarak görüldüler.65
İlk savaşın ardından İsrail Devleti, 1950 yılında dünyanın farklı
yerlerinde bulunan tüm Yahudiler için –aileden herhangi birinin Yahudi olması
da yeterli görülmüştü- “Geri Dönüş Yasası”nı çıkartmıştır. Bu yasaya göre
dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan her Yahudi, otomatik olarak İsrail
Devleti’nin vatandaşı sayılıyordu ve tarihsel bakımdan zaten kendilerine ait
olduğuna inandıkları bu topraklara geri dönüş yapabilirlerdi. Dünyadaki
herhangi bir Yahudinin çekirdek ailesinin Yahudi olmayan üyeleriyle birlikte
İsrail’e göç etme hakkı varken, savaş esnasında yurtlarından kaçmış ya da
George Lenczowski, “The Middle East in World Affairs”, 2nd Ed., Ithaca, New York, Cornell
University Press, 1956, s.337.
63 Türel Yılmaz, “Uluslararası Politikada Ortadoğu: Birinci Dünya Savaşı’ndan 2000’e”, Ankara,
Akçağ Yayınları, 2004, s.62.
64 Roger Owen, “State Power and Politics in the Making of the Modern Middle Eas”t, London
and New York, Routhledge, 1992, s.109.
65 Bernard Lewis, “Ortadoğu: İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi”, Çev. Selen Y. Kölay, 3. Bs.,
Ankara, Arkadaş Yayınevi, 2006, s.424. (Ancak Ürdün’deki Filistinli mültecilerin durumu biraz
farklıdır. Arap ülkeleri içinde en fazla Filistinli nüfus barındıran ülke Ürdün’dür. UNRWA’nın
verdiği rakamlara bakılacak olursa, 14 Filistin kampının bulunduğu Ürdün’de yaşayan toplam
Filistinli mülteci sayısı 1.463.064’tür ve ülke nüfusunun %33.3’ünü oluşturmaktadır.
Mültecilerin yaklaşık %18.4’ü kamplarda yaşamaktadır. UNRWA’da kayıtlı mültecilerin
yaklaşık %42’si Ürdün’de yaşamaktadır. Ürdün vatandaşı olan Filistinliler Ürdün pasaportu
alabilmekte, seçimlerde oy kullanabilmekte, yüksek öğretim ve kamu sektöründe çalışmak gibi
kamu haklarından yararlanabilmektedirler. Bkz. www.filistin.ihh.org.tr)
62
90
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
sürülmüş bulunan Filistinli Arapların İsrail’e dönme hakkının olmaması,66
demokrasinin değişmez unsuru olan vatandaşların eşitliği ilkesine ters
düşmekteydi. Devletin kurulmasından hemen sonra başlayan bu ayrıcalıklı
vatandaşlık statüsü ilerleyen yıllarda farklı biçimde var olmaya devam etmiştir.
İsrail’in bağımsızlık ilanına bölge ülkelerinin takındığı tutum, ilk
savaşın kaybedilmesi ve İsrail’in sınırlarını genişletmesiyle daha da
sertleşmiştir. Arap toplumlar İsrail’e karşı aynı safta yer almış ve İsrail de
varlık mücadelesi yürütmeye başlamıştır. Artık çatışmalar daha çok sınır
bölgelerinde meydana geliyor ve bu da tüm uluslar için ciddi güvenlik
tehditleri oluşturuyordu. Kaos ortamında geçen yılların ardından 1967’de bir
sabah İsrail’in Mısır havaalanlarına yaptığı beklenmedik saldırıyla “Altı Gün
Savaşları” olarak da bilinen İkinci Arap-İsrail Savaşı başlamış oluyordu. Altı
gün süren savaş, Filistin topraklarında bugüne kadar sürecek olan ve Filistin’in
statüsünü içinden çıkılmaz bir hale getiren bir işgal sürecinin de başlangıcıdır.67
Bu savaşta Sina Çölü, Golan Tepeleri, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Kudüs’ün
işgaliyle; işgal topraklarında Yahudi kolonileri oluşturmak ve Filistin halkının
kendi topraklarında kendi kaderini tayin hakkını (self-determination)
engellemek amacıyla “Yahudileri işgal topraklarına yerleştirme politikası”
başlamıştır.68
Bu durum uluslararası hukukun ihlali anlamına gelmesine rağmen
İsrail, 4. Cenevre Konvansiyonu’nun ve yabancı toprakların askeri işgaliyle
ilgili diğer uluslararası kanunların ihlalini, Batı Şeria ve Gazze’nin daha önce
hiçbir devletin egemenliğinde olmadıkları için teknik olarak “işgal” altında
olamayacaklarını söyleyerek haklı çıkarmaya çalıştı.69 Böylelikle, bu yoruma
göre İsrail yabancı bir “işgalci” değil, durumu daha belirlenmemiş olan bir
bölgenin yasal “yönetici”siydi. İsrail’in bu bölgelerde yaşayacak Yahudiler için
her türlü gelir ve vergi kolaylığı oluşturması; bölgedeki Yahudi nüfusu
arttırmak yoluyla, kendi askeri varlığını vatandaşlarının da güvenliğini bahane
ederek meşrulaştırma gayretindendi aslında.
Filistinli Araplar için bir “Yahudi Devleti”ni tanımak, Yahudi
Devletinin tanımlanması ve yorumlanmasıyla beraber gelen ayrıcalıklı
vatandaşlık ve aynı haklara sahip olamayan ikinci sınıf vatandaşlık statülerini
de kabul etmek anlamına gelmektedir. Bu reddediş yine de devletin
bağımsızlığının tanınmaması olarak algılanmamalıdır. Çünkü İsrail’i bir
66
Cabarin, Ibid.
Selin M. Bölme, Ufuk Ulutaş, “Birleşmiş Milletler’de Filistin Oylaması: Devlete Doğru mu?”,
SETAV Analiz, Eylül 2011, s.6., www.setav.org Erişim Tarihi: 10 Ocak 2012.
68 Mete Çubukçu, “Bizim Filistin: Bir Direnişin Tarihçesi”, 2. Bs, İstanbul, Metis Yayınları,
2004, s.153.
69 Joel Beinin, Lisa Hajjar, “Filistin, İsrail ve Arap İsrail Çatışması”, MERIP-Ortadoğu Araştırma
ve Bilgi Projesi, https://www.znet-turkiye.org/merip.htm, Erişim Tarihi: 13 Ekim 2011,
67
91
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
Yahudi devleti olarak tanımamak İsrailli Yahudilerin kendi kaderini tayin
hakkını reddetmekle aynı şey değildir.70 Herhangi bir halkın kendi kaderini
tayin hakkını kullanması kendilerini ulusal bir grup olarak yönetme biçiminde
şekillenir ve kendi kaderini tayin hakkı Kanada, Belçika, İsviçre veya Güney
Afrika çokuluslu veya çok dilli örneklerinde olduğu gibi dışlama ve ayrımcılık
olmadan da gerçekleşebilmektedir.71
Her geçen gün tırmanan gerilim fazla zaman geçmeden yeni bir savaşın
eşiğine getirdi Arap ve Yahudi uluslarını: 1973 Savaşı. Mısır ve Suriye’nin
öncülüğünde Arapların hücumuyla başlayan savaş; başlarda İsrail’i zorlamışsa
da Araplar açısından yine yenilgiyle bitmiş ve mevcut politikaların daha da sert
bir şekilde sürdürülmesine zemin hazırlamıştır. Filistinliler için artık bağımsız
bir Filistin’den daha önemli olan; Arap vatandaşlara yönelik olarak kolayca
verilebilen hapis cezaları, Arap vatandaşların seçme ve seçilme haklarının
birçok yasal düzenlemeyle kısıtlanması ve mülteci kamplarında sınırlı alanlarda
ve vatandaşlık hakkı verilmeksizin yaşamak durumunda bırakılan ya da İsrail
sınırlarında eşit vatandaşlık haklarından mahrum edilen Arapların durumuydu.
Filistin Kimliğinin Gelişimi
İsrail Devleti’nin kuruluşundan birkaç saat sonra 14-15 Mayıs gecesi
Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak birliklerinin üç yönden Filistin
topraklarına girmesiyle başlayan Birinci Arap-İsrail Savaşı72, durumu İsrailFilistin sorunu olmaktan İsrail-Arap sorunu olmaya taşımıştır. Arap dünyasının
savaşa bizzat dâhil olması ve İsrail’e karşı mücadelesi ardından savaşın
kaybedilmesinin beraberinde getirdiği mülteciler sorunu; Filistinli Arap
kimliğini “Filistinli” olmaktan soyutlamıştı. Filistinli Araplar bu tarihten
itibaren “mülteci”, “İsrailli Arap”, “Ürdünlü”, “Mısırlı”, “Lübnanlı”, “fedai”,
“terörist” gibi sıfatlarla anılmışlardır.73
Bu kimlik tanımı sorunu bağımsız bir Filistin devleti kurmayı
amaçlayan “el-Fetih”in kurulmasına kadar devam etmiştir.74 İsrail’e karşı
silahlı bir savaşın başlatılması gerektiğini düşünen örgütün en belirgin niteliği;
Filistin direnişini, Arap hükümetlerinden bağımsızlaştırma yolunu seçmiş
olmasıydı.75 Bu çift yönlü bağımsızlık mücadelesinin amacını hiç kuşkusuz
70
Cabarin, Ibid.
Cabarin, Ibid.
72 Yılmaz, Ibid., s.58.
73 Glen Bowman, “Yitik Ülke Masalları: Filistin Kimliği ve Ulusal Bilincin Oluşması”, Çev.
Türkan Yöney, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1996, s.9.
“Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi” anlamına gelen örgütün tam olarak hangi tarihte kurulduğu
hususunda net bir bilgi bulunmamakla birlikte genel görüş 1950’li yılların sonunda olduğu
şeklindedir.
74 Yılmaz, Ibid., s.145.
75 filistin.ihh.org.tr/filistindirenis/elfetih/yaserarafat.html, Erişim Tarihi: 12.10.2011.
71
92
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
“kimlikleşme” ve “uluslaşma” oluşturmaktaydı. Çünkü Savaş sonrasında
bölünmenin etkisiyle ortaya birbirinden tamamen farklı “Filistinlilik”
kimlikleri çıkmıştı. Şimdi bu kimlikleri üç ana başlık altında toplayarak
değerlendirelim:
a. Filistin Topraklarının Dışında Yaşayan Filistinliler (Mülteciler)
Filistin Ulusal Sözleşmesinin Filistin Ulusal Konseyince Temmuz
1968’de düzeltilmiş biçiminin 1. Maddesinde “Filistin, Filistinli Arap halkının
ana yurdudur, Arap yurdunun ayrılmaz parçasıdır ve Filistin halkı Arap
ulusunun ayrılmaz parçasıdır” denilmekte76 ise de mültecilerin eskiden
yaşadıkları topraklara geri dönüş konusundaki kararlı tutumu karşısında İsrail;
kuruluşundan itibaren takındığı son derece katı tutumunu, zaman içerisinde
konjonktürel olarak bazı değişiklikler göstermekle beraber, bugüne kadar
devam ettirmiştir.77 Yahudi Millî Fonu Başkanı Joseph Weitz’in 5 Haziran
1948 tarihinde ortaya koyduğu plan, İsrail’in sert tutumunu belgeleyen ilk
örneklerdendir; bu plana göre:
a)
Askerî operasyonlar yoluyla Filistinlilerin en büyük köyleri
yıkılacak,
b)
Arap kasaba ve köyleri arasında Yahudi yerleşimciler
yerleştirmek yoluyla aralarındaki bağlantılar kesilecek,
c)
Mültecilerin geri dönüşünü engelleyici gerekli hukukî
düzenlemeler yapılacak,
d)
Geri dönüşü engellemeye yönelik yoğun propaganda yapılacak,
e)
Arap ülkelerine mültecileri içine alması ve onları entegre
etmesi için yardımda bulunulacaktı.78
Görüldüğü üzere savaş koşulları altında topraklarından edilmiş
Filistinli Araplar için hiç bir şekilde hak iadesi düşünülmemektedir. İsrail
Devleti kurulduğu günden itibaren böylesi bir uygulamayı yürürlüğe koymuş
ve hala da bu kararlı tavrından vazgeçmemiştir. Devletin kurulduğu anda
arazinin asıl sahipleri olarak zımnen de olsa İsrail vatandaşı olarak kabul edilen
halkın, geri dönüşüne izin verilmemesinin demokrasinin herhangi bir çeşidiyle
bağdaştırılması elbette ki olanaksız gözükmektedir. Çünkü demokratik
olmayan biçimlerde yürütülen politikaların bizzat devletin kendisi tarafından
uygulandığı bir devlet sisteminin, genel mantık çerçevesinde demokratik
olabilmesine imkan yoktur.
Ribhi Halloum (Abu Firas), “Belgelerle Filistin: Dün-Bugün-Yarın”, İstanbul, Alan
Yayıncılık, 1989, s.93.
77 Ahmet Davutoğlu v.d., “Filistin: Çıkmazdan Çözüme” içinde Sevinç Alkan Özcan, “Filistinli
Mülteciler”, İstanbul, Küre Yayınları, 2003, s.332.
78 Davutoğlu vd., Ibid, s.338.
76
93
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
b. İşgal Edilmiş Bölgelerde Yaşayan Filistinliler (Kimliksiz Araplar)
Arap devletlerinin Filistin sorununu askeri olarak yeterince temsil
edemediklerini belgeleyen 1967 Savaşında alınan yenilgi,79 Batı Şeria ve Gazze
sorununu yani işgal edilmiş bölgelerde yaşamak zorunda bırakılan Filistinliler
sorununu da beraberinde getirmişti.80
Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Örgütü’nün (UNRWA) 1998
yılı itibariyle verdiği rakamlara göre Gazze Şeridi’nde 772.863, Batı Şeria’da
ise 579.987 kayıtlı mülteci nüfus yaşamaktadır.81 İşsizliğin giderek arttığı ve
sosyo-ekonomik şartların kötüleştiği bu mülteci yerleşim bölgelerinde, okul ve
hastane sayısı günlük hayatı olumsuz yönde etkileyecek kadar az sayıdadır.82
Kilometre başına düşen insan sayısı ile dünyada nüfus yoğunluğunun en çok
olduğu bu bölgelerde, Filistinli Arapların aksine, Yahudiler daha gelişmiş
yaşam standartlarına sahiptirler. İşgal; uluslararası anlaşmalar çerçevesinde
yasadışı olmasına rağmen, İsrail’in yasal kabul ettiği bir durumdur ve işgal
edilen bölgelere yerleştirilen Yahudiler, devlet politikası gereği, Ortodoks
Yahudiler arasından seçilir.83 Bunun nedeni hiç kuşkusuz Arapları bölgede
istemeyen kesimin onların arasında yer almasını sağlayarak, fiziksel yapılaşma
gereği zaten birbirinden kopuk yaşayan Arapları iyice izole etmektir. Yahudi
yerleşimciler işgal edilmiş topraklarda tam bir ulaşım özgürlüğünden
yararlanırken, Filistinliler –ve onların içinden de sadece İsrail’in koştuğu
şartları yerine getirenler veya işçiler ya da yaşlı insanlar- bir ablukanın hiç
kimsenin yerinden kıpırdamasına izin vermediği koşullar hariç, bir yerden
diğerine gidebilmek için özel izin kâğıtları kullanmak zorundadırlar.84
Bunun dışında yine bu bölgede yaşayan Yahudi yerleşimcilerin
silahlanması serbest olduğu gibi, olağanüstü durumlarda bu bölgelere yaklaşan
Filistinlilere ateş açma izni de verilmiştir.85 Örneğin 2000 yılında başlayan El
Aksa intifadasında yerleşimciler, sadece bu bölgelere yaklaşanlara değil,
Walter Hollstein, “Filistin Sorunu: Filistin Çatışmasının Sosyal Tarihi”, Çev. Cemal A. Ertuğ,
İstanbul, Yücel Yayınları, 1975, s.354.
80 Yeşil Hat, 1948 yılında işgal edilen topraklarla, 1967’de işgal edilmiş olan toprakları
birbirinden ayırmaktadır. Fakat İsrail yönetimi 1967 yılında işgal ettiği Doğu Kudüs’ü bu
uygulamadan ayrı tutarak; 1948 yılında işgal ettiği Batı Kudüs’le bir tutarak “Yeşil Hat”ta dahil
etmektedir. Ne var ki aynı uygulama bu bölgedeki Filistin halkı için geçerli olmamakta; İsrail
Devleti vatandaşlık hakları ve statüleri bakımından onları Kudüs’te yaşıyor olarak değil de Batı
Şeria’da yaşıyor kabul etmektedir. Dolayısıyla bu bölümde Batı Şeria ve Doğu Kudüs ayrı ayrı
isimlendirilmemiştir.
81 Davutoğlu vd., Ibid, ss. 327-328.
82 Davutoğlu vd., Ibid, ss. 328-329.
83 Çubukçu, Ibid, 153.
84 Marwan Bishara, “Filistin/İsrail: Barış veya Irkçılık”, Çev. Ali Berktay, İstanbul, Kitap
Yayınevi, 2003, s.108.
85 Çubukçu, Ibid, s.156.
İntifada, Arapça’da “diriliş” anlamına gelmekte olup, Filistinlilerin İsrail güçlerine taş ve
79
94
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
tarlalarına gidenlere ya da bu bölgelerin yan yollarını kullananlara ateş açmış
ve birçok Filistinlinin ölümüne neden olmuştur.86 “Olağanüstü koşullarda”
kendilerini sınırlayan bir yasa da yoktur; yani hiçbir Yahudi yerleşimci,
öldürdüğü Filistinliden sorumlu değildir ve yasal yollardan soruşturmaya
uğramamaktadır.87
Şüphesiz işgal bölgelerinde yaşanan gayr-i hukuki uygulamalar
bunlarla sınırlı değildi. “Batı Şeria ve Gazze’deki İsrail politikaları ve
uygulamaları, sokağa çıkma yasağı, ev yıkımları, ve yol, okul ya da kamu
kurumlarının kapatılması gibi kolektif cezaların yaygın olarak kullanılmasını
içeriyordu. Yüzlerce Filistinli politik eylemci Ürdün ya da Lübnan’a sürülmüş,
binlerce hektar Filistin toprağına el konulmuş ve yüz binlerce ağatç kökünden
sökülmüştü. 1967’den beri 300.000’den fazla Filistinli yargılanmadan hapse
atılmış ve yarım milyondan fazlası da İsrail askeri mahkemelerinde
yargılanmıştı. Filistinli tutuklulara yapılan işkence –en azından 1971’en beriyaygın bir uygulamaydı ve düzinelerce insan –zor kullanma ya da ihmal
sonucu- gözaltında ölmüştü. İsrailli resmi yetkililer terörizmin önüne geçmek
için sert önlemlerin ve yüksek hapis oranının gerekli olduğunu iddia etmeye
başlamışlardı ancak İsrail’e göre Filistin terörizmi, işgale karşı olan tüm
muhalefet biçimlerini (şiddet içermeyenler dâhil) içermekteydi.”88 Buradan da
anlaşılacağı üzere İsrail Devleti, artık kendi içindeki muhalefete dahi tahammül
gösteremeyecek denli katı bir Yahudilik anlayışı benimsemişti. Filistinlilerin
bölgede var olmaması için yapılan her türlü hareket meşru, Filistinlilerin lehine
olabilecek fikir, söylem ya da eylemlerin ise tamamı bölücüydü; dolayısıyla
İsrail Devleti, kendi düşünce biçimine göre, bununla başa çıkmak için her türlü
yolu kullanabilirdi.
c. İsrail Devleti’nin sınırları içinde yaşayan İsrail vatandaşı
statüsündeki Filistinliler (İsrailli Araplar)
İsrail Devleti’nin doğasını anlamanın en iyi yolu, her ne kadar dünya
kamuoyunun başlıca kaygısı o yönde olsa da, aslında işgal altındaki
Filistinlilerin sefaletine değil, İsrail vatandaşı olan Arapların durumuna
sopalarla başkaldırması şeklinde ifade edilir. Birinci İntifada 1987 yılında bir İsraillinin,
Filistinlilerin bulunduğu bir araca çarparak dört kişinin ölümüne sebep olmasıyla başlamış ve
1992 yılına kadar devam etmiştir. İkinci İntifada ise 200 yılında İsrail-Filistin çatışmalarının
devam ettiği bir dönemde birçok katliamın sorumlusu olan Ariel Şaron’un Müslümanların kutsal
mabedi olan Mescid-I Aksa’ya yaptığı provokatif gezi sonucu başlamış (bu yüzden El Aksa
İntifadası da denilmektedir) ve 2005 yılında Filistin Yönetimi ile İsrail arasında yapılan anlaşma
ile sona ermiştir.
86 Çubukçu, Ibid, s.156.
87 Çubukçu, Ibid., s.156.
88 Beinin ve Hajjar, Ibid.
95
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
bakmaktır.89 Çünkü bu çalışmada İsrail Devleti’nin durumunu incelerken temel
aldığımız vatandaşlık statüsünün belirleyici konumda olduğu grubu, İsrail
Devleti’nin sınırları içerisinde yaşayan Arap asıllı İsrail vatandaşları
oluşturmaktadır. Arap azınlığın statüsünün incelenmesi, İsrail’in belki bir
demokrasi sayılabileceğini, ama aynı zamanda “etnik” bir devlet olduğu için
“etnik bir demokrasi” olduğunu ortaya koymaktadır.90 Çünkü diğer bölgelerin
hukukî statüsü açısından dolayı işgal altındaki topraklarda yaşayan Araplar
vatandaşlık statüsüne sahip değildirler. Fakat İsrail’de91 yaşayan Arap azınlık
hukuki bakımdan vatandaşlık statüsündedir ve aynı sınırlar dâhilinde olup
farklı etnik kökene sahip olan Yahudilerle eşit haklarının bulunması
gerekmektedir. O halde vatandaşlık statüsünü elde ettikleri tarihten itibaren
yaşanan sürece göz atalım.
Bilindiği üzere İsrail’de yaşayan Arap azınlık 1948 yılına kadar
bölgede çoğunluğu oluştururken, İsrail Devleti’nin kuruluşu ile birlikte azınlık
durumuna düşmüştür.92 1948 ve 1951 yılları arasında, İsrail’de zaten mevcut
bulunan 650.000 Yahudi’ye ek olarak 700.000 Yahudi daha göç etmiş93 Bugün
ise 2011 yılının Eylül ayında yapılan nüfus sayımına göre 7.797.400 olan İsrail
nüfusunun 1.600.100’ünü Arap kökenli Filistinliler oluşturmaktadır.94 Çünkü
kaçış ve sürülmelerin ardından 1949 yılından sonra İsrail’de yaklaşık 160.000
kadar Arap kalmıştı.95 Sınır komşusu olduğu Arap ülkeleriyle dinî ve etnik
kökenleri açısından yakın olmalarına rağmen, bir Yahudi Devleti’nin
egemenliği altında yaşıyor olmaları, Arap azınlığın kimlik sorununu daha da
karmaşık hale getirmektedir.96 İsrail’de yaşayan Arap azınlığın en temel
sorunlarından biri kendisini nasıl tanımlayacağı sorunudur ve İsrail’de yaşayan
Arap azınlık; tarihî süreç içerisinde değişik dönemlerde “İsrail vatandaşı
kimliği”, “Arap kimliği” ve Filistinli kimliği” arasında seçim yapmak zorunda
kalmıştır.97 İsrail’in Filistinli Arap vatandaşları, Filistinli ya da Arap milli
duygularının ifade edilmesini–resmen- bozgunculuk olarak gören bir devlette,
kültürel ve politik kimliklerini korumak için çetin bir mücadele vermişlerdir;
Gülalp, Ibid, s.22.
Gülalp, Ibid, s.22.
91Bu bölümde “İsrail’de” ifadesi ile “Yeşil Hat” sınırları dâhilindeki İsrail toprakları
kastedilecektir.
92 Davutoğlu vd., Ibid, s.335.
93 Asher Arian, “Politics in Israel: The Second Republic”, 2 nd Ed., Washington D.C., CQ Press,
2005, s.29
94 https://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/09/28/israil-nufusu-8-milyona-yaklasti, Erişim Tarihi:
13.10.2011.
95 Nadav Satran, “The United States and Israel”, Cambridge, Mass., Harward University Press,
1963, s.293.
96 Davutoğlu vd., Ibid, s.335.
97 Davutoğlu vd., Ibid, s.335.
89
90
96
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
ancak 1967’ye kadar diğer Araplar tarafından, İsrail’de yaşadıkları için, sık sık
hain gözüyle bakılmış ve Arap dünyasından izole edilmişlerdir.98 Fakat
1967’den sonra işgalin genişlemesiyle birlikte Filistinlilik kimliğine yapılan
baskı ve ayrımcılığın iyice belirginleşmesi; Filistinlilik kimliğinin çok daha
fazla ön plana çıkmasına neden olmuştur. Bu tarihten itibaren İsrail’de yaşayan
Arap azınlık genelinde gözlenen nüfus artışı, ekonomik gelişme, geleneksel
kurumların zayıflaması, eğitimli genç bir nüfusun ortaya çıkması gibi
nedenlerle azınlığın sosyo-ekonomik yapısında meydana gelen gelişmeler,
Arap azınlığın kimlik tanımını etkilemiş ve eğitimli genç Arap nüfusun
anlayışını radikalleşmeye yöneltmiştir.99
İsrail’de yaşayan Arap azınlıklar görünürde Yahudi kökenli bir İsrail
vatandaşı ile aynı hakka sahipti. Örneğin, işgal altında yaşayan diğer Arapların
aksine, onlar, mavi renkli İsrail kimliğine sahiptirler ve daha da önemlisi diğer
Araplar arasında İsrail pasaportu alabilen ya da 1948 sınırları dahilinde
serbestçe dolaşım hakkına sahip olan tek Arap kesimdir. Ancak işgaller
sırasında ve sonrasında Arap mülklerine el konulmasından yerleşik durumdaki
Arap asıllı İsrail vatandaşları da nasibini almıştı. “Arap mülklerine el
konulması, etkinlikleri her şeyden önce düzenlenişlerinde bulunan yasalarla
meşrulaştırılmıştı. Hukuki yapı öyleydi ki; resmî makamlar el koymalar için
istedikleri kadar kaçamak yol bulabiliyorlardı. Hiçbir Arap, 12 Aralık 1948’de
maliye bakanının, bir komşu ülkeye misafirliğe gitmenin veya ikametgâh
değişikliğinin yerleşik bir kişiyi yok saymaya yeterli olduğunu belirten bir
kararname hazırladığını tahmin edemezdi.100” Bu uygulama ile çok kısa
süreliğine dahi evini ya da arazisini terk etmiş bir Filistinli Arap’ın mülküne
kolaylıkla el konabilmekteydi.
Benzeri bir uygulama siyasi hayatta da göze çarpmaktadır. Son derece
biçimsel anlamda politik haklara sahip olan Arapların, ulusal seçimlerde seçme
ve hatta Arap seçim listeleri çıkarma hakları bulunmaktadır.101 “Fakat devletin
Yahudiliği, Yahudilerin doğrudan ya da dolaylı olarak ayrıcalıklı bir muamele
görmesine yol açan neredeyse anayasal bir öncüldür; Knesset de 1985’te
Yahudi halkının devleti olarak İsrail Devleti’nin varlığına karşı çıkan bir
partinin seçimlere katılamayacağını öngören bir yasa çıkararak bunu teyit
etmiştir. Örneğin seçmenlerin karşısına Geri Dönüş Yasası’nın kaldırılması
talebiyle çıkan bir parti diskalifiye edilecekti.”102 İsrail yönetimi böylelikle,
Arap milliyetçiliği ya da Yahudi düşmanlığı kuşkusu uyandırabilecek en küçük
98
Beinin ve Hajjar, Ibid.
Davutoğlu vd., Ibid, s.335.
100 Hollstein, Ibid, s.246.
101 Hollstein, Ibid, s.249.
İsrail Parlamentosu
102 Gülalp, Ibid, s.119.
99
97
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
bir harekette siyasi partinin kapatılabileceğine vurgu yaparak Arapların siyasete
girmesini ya da temsil edilmesini engellemenin yasal zeminini de oluşturmuş
oluyordu.
Arap varlığını, mevcut siyasi yapı içerisinde yavaş yavaş yok etmeye
çalışan bir başka yasal düzenleme ise Knesset’in 28 Mart 2011 tarihli
oturumunda Vatandaşlık Kanunu’nda yaptığı değişikliktir. İsrail
Mahkemelerini özel bir yetkiyle donatan bu değişikliğe göre; terörle
mücadelede kanunda sayılan bazı suçlardan hüküm giyenler ile vatana ihanet,
casusluk ve düşmana yardım sağlama suçlarına karıştığı mahkemece tespit
edilen İsrail vatandaşları, aynı mahkemenin vereceği ayrı bir kararla
vatandaşlıktan çıkarılabilecektir.103 Bunun hedefi elbette ki tüm bu suçların
potansiyel işleyicisi olarak kabul edilen Araplardır. Böylelikle yine yasal
çerçevede kalınarak Arap kökenli vatandaşların, vatandaşlıktan çıkartılması da
kolaylaştırılmıştır. Çünkü 2011 yılında yapılan son nüfus sayımına göre
İsrail'de Yahudi nüfusu yılda 1,7 Arap nüfusu ise 2,5 oranında artış
göstermiştir.104 Bu durum Knesset’in onay verdiği bu değişikliğin Arap kökenli
İsrail vatandaşlarını hedef aldığı ve Arap azınlığa karşı yürütülen demografik
savaşın bir parçası olduğu105 fikrini doğrulamaktadır.
Son olarak Arap vatandaşların sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık gibi
sosyal haklarını ele aldığımızda yine hiç de eşit olmayan bir dağılım olduğunu
görmekteyiz. Örneğin Yahudi okulları, kamu finansmanından Arap
okullarından daha fazla pay almaktadırlar ve Yahudi bölgelerindeki kamu imar
programları, Arap bölgelerine nazaran daha fazladır.106 Tarım için kibutzlara
tanınan su kotaları bile, komşu Arap köylere ayrılan miktardan fazladır. Keza,
devletin ekonomik kalkınmayı teşvik amacıyla özel hibelerde bulunduğu
dezavantajlı bölgeler de, tek bir Arap köyünü bile içermeyecek şekilde
belirlenmiştir.107
Tüm bu uygulamalardan yola çıkarak İsrail’de yaşayan Arap asıllı
vatandaşların durumunu şu şekilde özetlemek mümkündür: Bir yandan onlara
seçme hakkı tanıyan ve sosyo-ekonomik bir modernleşmeye inkâr
edilemeyecek katkılarda bulunan bir devletin yurttaşıdırlar; diğer yandan
kendilerine yabancı muamelesi yapan Yahudi devletinin dışında kalmışlardır.108
https://www.sde.org.tr/tr/haberler/1430/ortadoguda-vatan-vatandas-muammasi.aspx, Erişim
Tarihi: 13.10.2011
104 https://haberevet.com/haber/20110928/396578/israil-nufusu-8-milyona-dayandi.html, Erişim
Tarihi: 13.10.2011
105https://www.sde.org.tr/tr/haberler/1430/ortadoguda-vatan-vatandas-muammasi.aspx,
Erişim
Tarihi: 13.10.2011
106 Gülalp, Ibid, s.127.
İsrail’deki kolektif çiftliklere verilen ad.
107 Gülalp, Ibid, s. 127.
108 Gülalp, Ibid, s.127.
103
98
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
İsrail’de Demokrasi, Din ve Vatandaşlık
İsrail Devleti bir taraftan yeni kanunlar çıkartarak Arap halkının
haklarının genişletildiği algısı oluştururken, diğer taraftan başka kanunlarla bu
hakların kullanılmasını kısıtlamaktadır. Örneğin 1966 yılına kadarki süreç
hakların kısıtlanması bakımından en katı dönemi teşkil eder –ki aileler her ne
sebeple olursa olsun askeri otoritelerden izin almaksızın köylerinden
uzaklaştığı gerekçesiyle ağır para cezalarına çarptırılmaktaydı, resmi gözaltılar
için İsrail makamlarının gerekçe sunmasına lüzum görülmemekteydi ya da
neredeyse yargı denetiminden bağımsız denebilecek ev baskınları normal
karşılanmaktaydı. Tüm bunlar devam ederken yurttaşlık haklarının
kısıtlanmasıyla dengelenen oy kullanma ve seçimlere katılma hakkının
verilmesi, Arap milliyetçiliğine eğilimli olduğu gerekçesiyle kapatılan Arap
partilerinin seçime alınmaması uygulamalarıyla devam ettirilince ortaya
Araplar açısından eşit vatandaşlık haklarından yararlanma durumu da
çıkmamaktadır.109
Aynı topraklar üzerinde ve aynı devlet çatısı altında yaşayan ulusların
birbirlerinden endişe duymaları ve kendilerini güvende hissetmemeleri devlet
politikalarının halk üzerindeki en belirgin yansımasıdır. Bu tedirgin yaşam
biçimi günlük hayatın her noktasında rahatlıkla gözlemlenmektedir. Örneğin
Savunma Bakanlığı tarafından yapılan 1954 tarihli düzenleme ile Arap
vatandaşların askerlik görevinden muaf tutulmaları110, halkın birbirine karşı
hissettiği olumsuz duyguların pekişmesine neden olan başlıca unsurlardandır.
Arap ulusunu devletin bir parçası olmaktan dışlayan politikaların resmi olarak
benimsendiğini gösteren bu uygulamanın nedeni ise, eline silah verilen bir
Arap’ın, bu silahı İsrail Devleti için değil de kendi soydaşları için
kullanabileceği ihtimalinin düşünülmesidir. Oysa bu bile İsrail Devleti’nin
kendi politikasının yanlışlığını kabul ettiğinin bir ispatıdır; çünkü eğer Arap
ulusu için yapılmış bir haksızlık yok ise ortada, bu endişeyi gerektirecek bir
durum da yok demektir.
Tüm bu politikalar mevcutken, İsrail Devleti demokrasisini hala Batılı
anlamda bir liberal demokrasi olarak tanımlamaktadır. Ancak liberal
yaklaşımda vatandaşların statüsü, devlete ve diğer vatandaşlara karşı sahip
olunan öznel haklar ölçülerine göre belirlenmektedir.111 Öznel hak sahipleri
olarak, özel çıkarlarını, yasalarla belirlenen sınırlar içerisinde izledikleri sürece,
devletin koruması altındadırlar –aynı zamanda da yasaların öngördüğü
Gülalp, Ibid., s.124.
As’ad Ghanem, “State and Minority in Israel: The Case of Ethnic State and the Predicament
of Its Minority”, Ethnic and Racial Studies, Vol.21, No.3, 1998, s. 433.
111 Jürgen Habermas, “Öteki” Olmak “Öteki”yle Yaşamak: Siyaset Kuramı Yazıları, Çev. İlknur
AKA, 5. Bs., İstanbul, Yapı Kredi Yay., 2010, s.152.
109
110
99
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
müdahale koşulları dışında, devletin herhangi bir müdahalesinden de
korunmuşlardır.112 Yasaların uygun görebileceği müdahale koşulları göz
önünde bulundurulduğunda hiçbir demokrasi modelinde devletin bünyesinde
barınan uluslar arasında ayrım yapılmamaktadır. Çünkü ulusun etnik kimliğe
göre ayrıştırılarak farklı normlar altında değerlendirilmesi, vatandaşların
eşitliği ilkesine aykırıdır ve açıkça uygulanması mümkün değildir.
Ancak söz konusu Arap kökenli vatandaşlar olduğunda İsrail Devleti,
konuyu hukuki bir çerçeveye dâhil etmeyi amaçlamaktadır. İsrail’in Arap
vatandaşlarına dair temel söylemi, “her ülkenin azınlık sorunları” bulunduğu
yolundadır ancak bu denkleştirmeci yaklaşıma ilk darbeyi İsrail’deki anayasa
sorunu vurmaktadır.113 Batı tipi demokrasilerde vatandaşların hakları; ırk, din
ve dil gözetmeksizin eşitlik temelinde en azından kâğıt üzerinde anayasalarla
garanti edilirken, İsrail’de kurucularının 1948’deki beyanlarına rağmen bunca
vakittir hala anayasa yapılamamıştır.114 Bunda dindarların en koyu kanadı
olarak kabul edilen Ortodoks Yahudilerin Yahudi Şeriatı’ndan başka bir kanun
tanımayacaklarını ilan etmiş olmalarının115 rolü elbette ki yadsınamaz fakat
bunun da ötesinde yazılı bir anayasanın olması vatandaşların haklarının yazılı
olarak güvence altına alınması da demektir. Böylesi bir durum vatandaşlık
statüsünün sorgulanmasında kilit rol oynayabilecektir. Bunun yerine daha
kolay değişiklikler yapılabilen kanunlar tercih edilmektedir.
Bilindiği üzere Doğu Kudüs 1967 yılında işgal edilmiş olmasına
rağmen İsrail bu bölgeyi 1948 sınırı olarak nitelendirmektedir. Buna rağmen
Arap kökenli vatandaşlar için burada farklı bir muamele söz konusudur ve tıpkı
Batı Şeria’daki diğer Araplar gibi onlara da pasaport verilmemektedir. Bir
diğer kimlik ise yeşil kimlik kartlarıdır ve bu kartlar Batı Şeria ve Gazze’deki
Araplara verilmektedir. Bu kimlik kartı dolaşımda ciddi kısıtlamalar
getirmektedir. 1948 sınırları dâhilinde seyahat izni olmayan Filistinliler aynı
şekilde ne Batı Şeria’dan Gazze’ye ne de Gazze’den Batı Şeria’ya
geçebilmektedirler. Sadece kendi bölgesiyle sınırlı olan seyahat hakkı vardır.
Tüm bunların ötesinde bir de kimlik kartı bulunmayan kesim mevcuttur. Batı
Şeria ve Gazze’de kimlik dağıtımı esnasında yerinde olmayanlara kimlik kartı
verilmemiş ve geri döndüklerinde kimlik alma süreci imkânsızlık ölçüsünde
zorlaştırılmıştı. Bu kişilere verilen fotoğraflı ve mühürlü kağıtlar her türlü
dolaşım haklarını engellemektedir. Değil bir bölgeden diğerine gitmek, bir
112
Habermas, Ibid, s.152.
Ceyda Karan, İsrail Sadece “Yahudilere” Demokrat,
https://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?dergiid=70&makaleid=1697,
Erişim
Tarihi:
19.10.2011.
114 Karan, Ibid.
115 Mustafa Akyol, “İsrail Neden Güçlü?” https://www.mustafaakyol.org/islam-dunyasi-veortadogu/israil-neden-guclu/, Erişim Tarihi: 19 Ekim 2011.
113
100
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
caddeden diğerine geçmek için bile güvenlik noktalarından izin almaları
gerekmektedir –ki genellikle buna da izin verilmemektedir.116 Aynı durum araç
plakaları için de geçerlidir. Vatandaşlara verilen plakanın sarı ya da yeşil
oluşuna göre hangi sınırlar dâhilinde dolaşabileceği rahatlıkla
anlaşılabilmektedir.
Sonuç
İsrail’in demokrasisini ele aldığımızda karşımıza ilginç bir paradoks
çıkmaktadır: yapısal bakımdan “oydaşmacı”ya uygun gözüken, kendisini
“liberal” olarak tanımlayan fakat gerçekte “etnik” özellikler taşıyan bir sistem.
Yapısal olarak içerisinde barındırdığı farklı ulusların kolektif haklarının devlet
tarafından korunduğu, etnik grupların eğitim ya da evlenme-boşanma gibi
konularda kendi dini otoritelerinin yönetimine bırakıldığı İsrail, bu yönüyle,
topluluklar arasındaki bölünmelerin tanınmasına dayanan oydaşmacı
demokrasinin yapısal unsurlarını taşımaktadır. Ancak daha önce de belirtildiği
üzere, her ne kadar oydaşmacı demokrasi modelinde etnisite olgusu devletin
temel yapı taşlarından biri olarak kabul edilse de ve farklı etnik kimliklere
sahip olan gruplar kendi dillerini konuşabilme, kendi okullarında eğitim görme,
kendi değer yargılarına göre yargılanma gibi haklara sahip olsa da devletin
kendisi; yönetimdeki ya da devletin sınırları dâhilindeki herhangi bir etnik
kimliğe göre tanımlanmamaktadır ve devletin etnik-üstü konumdaki görevi bu
farklı gruplar arasında oluşabilecek çatışmaları önlemeye ve uzlaşı sağlamaya
yöneliktir. Yani devletin tüm gruplara eşit mesafede durduğu bu sistemdeki
rolü, daha çok hakemlik şeklindedir. O halde etnik gruplar arasında temel
vatandaşlık haklarında dahi eşitliği sağlayamayan İsrail Devleti’nin, bunların
da ötesinde ve hatta en başta, kendisini “Yahudi” devleti olarak tanımlaması
oydaşmacı demokrasinin temel unsuru olan etnik grupların eşitliği ilkesi ile
bağdaşmamaktadır.
Aynı şekilde İsrail Devleti’nin iddia ettiği gibi tam anlamıyla Batılı
tarzı bir liberal demokrasi örneği sergilediğini söylemek de güçtür. Çünkü
liberal demokrasinin genel ve eşit oy ilkesi, düzenli aralıklarla yapılan gizli oy
ve açık sayımlı seçimlerle siyasal iktidarın el değiştirebilmesi, halkın temsil
edildiği kurumların (parlamento gibi) varlığı, hukukun üstünlüğü (ve
dolayısıyla yargı erkinin bağımsızlığı)117 unsurlarını bünyesinde barındırmasına
karşın; düşünce, anlatım ve örgütlenme özgürlüğünü yalnızca belirli bir grubun
hakkı olarak gören ve diğer gruplar için bu hakların kullanılmasına fazlasıyla
kısıtlayıcı düzenlemeler getiren İsrail, “etnisitenin özelleştirildiği ve devletin
116 https://learninginpalestine.blogspot.com/2008/08/ids-license-plates-roads.html, Erişim Tarihi:
13 Nisan 2011
117 Köker, Ibid., s.11.
101
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
herhangi bir etnik ayrıma dâhil olmadığı ya da bu konularda yasalar yapmadığı
ve vatandaşlar için tek dil, tek kimlik, tek kültür ve eğitim sistemi ile homojen
bir ulus-devlet yapısının teşvik edildiği”118 liberal demokrasiden
uzaklaşmaktadır.
Bu durumda nüfusun yapısal durumu açısından oydaşmacıya, devletin
kurumsal değerleri açısından liberal demokrasiye benzemekle birlikte
uygulama yönüyle her ikisine de benzemeyen İsrail’in demokrasi biçimini
“etnik demokrasi” olarak tanımlamak en doğrusu olacaktır. Çünkü kendi
vatandaşları arasında “Yahudi” olanlar ve “devletin devamlılığına zarar
verebilecek olanlar” şeklinde bir ayrım yapan İsrail’in, bu etnik kimliğe göre
farklılık arz eden vatandaşlık uygulamalarını modern demokrasiler arasında
herhangi bir yere oturtmak mümkün görünmemektedir. Peki demokrasinin en
temel gereklerinden biri olan “vatandaşların eşitliği” ilkesi ilen örtüşmeyen bir
yönetim anlayışının sadece seçme ve seçilme hakkı gibi diğer bazı prensiplerin
varlığından ötürü bir “demokrasi” olarak kabul edilmesi ne kadar doğrudur?
Elbette ki “etnik” bir demokrasi modelinin gerçekte zaten asla tam demokratik
olamayacağını göz önünde bulundurarak ve İsrail’deki mevcut siyasi yapının
barındırdığı demokratik kurumlardan yola çıkarak yarı-demokratik olabileceği
ön kabulüyle; bu sistem için, baskın olan “etnisite” kavramının yanı sıra
“demokrasi” kavramını da kullanmak pek mantıksız olmayacaktır.
O halde kendi içinde homojen bir ulus kavramı oluşturamamış,
vatandaşlık bilincini sadece Yahudiler için oluştururken Arap kökenli olanları
farklı yöntemlerle devletten izole etmiş ve böylelikle ulusları birbirine adeta
düşmanlaştırmış bir devletin; iç dinamiğini bozabilecek çatışmalardan uzak
kalarak mevcut siyasi dengesini sürdürmesine gerçekten imkân var mıdır?
Çünkü bir ülke dâhilinde, bir ya da birden fazla etnik grubun, diğer etnik
gruplara veya bu grupların dominant konumda bulunduğu merkezi yönetime
karşı geniş ölçekli başkaldırışını ifade eden etnik çatışma119; aynı topraklarda
yaşayan farklı gruplara eşit davranılmaması, bu grupların birtakım antidemokratik uygulamalara maruz kalmaları ya da kendi kimliğinin de var
olduğunu ispatlama çabasından kaynaklanmaktadır. İsrail açısından
bakıldığında ise sadece devletin kendisinin değil aynı zamanda baskın
durumdaki Yahudi vatandaşların da bu dışlayıcı politikaların bir parçasını
oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır –ki bu iki ulus arasındaki mevcut
uçurumu iyice derinleştirmektedir. İsrail Devleti’nin kurulduğu tarihten
günümüze kadarki seçim sonuçlarını incelediğimizde karşımıza çıkan sonuç,
Yahudi halkının genel yaklaşımının giderek, devletin Yahudileri ayrıcalıklı
Smooha, Ethnic Democracy: Israel as an…, s.199.
Muzaffer Ercan Yılmaz, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ‘Sınır İçi’ Etnik Çatışmalar”,
Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt II, No.6, 2006, s.18.
118
119
102
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
kılan aşırı sağcı tutumunu daha da destekleyici nitelikte olduğu yönündedir.
İsrail sınırları içerisindeki Arap vatandaşların nüfus artış oranının daha yüksek
olmasına ve doğal olarak Yahudilere oranla seçmen kitlesinin biraz daha
fazlalaşmasına karşın, devletin sağ kanadının Knesset’teki sandalye sayısını her
seçimde arttırması; devletin “Yahudi” kimliğini ve bunun beraberinde getirdiği
ayrımcı politikaları destekleyen Yahudi vatandaşların sayısının da aynı ölçüde
artmakta olduğunun işaretidir.
Demokrasi tarihinin geçirdiği evrime baktığımızda; demokrasi
uygulamalarının –uygulandığı sürece-, ortaya çıkan yeni şartlar ve
gereksinimler doğrultusunda mütemadiyen geliştiğine ve her defasında biraz
daha ileriye taşındığına tanık olmaktayız. O halde İsrail Devleti’nin mevcut
demokrasi anlayışının, vatandaşların eşit kabul edilmemesi bakımından,
demokrasinin en ham ve en ilkel hali olan Antik Yunan demokrasisinden ya da
Roma Cumhuriyeti’nin demokrasisinden pek de farkı olmadığını söyleyebiliriz.
Demokrasi uygulamalarının, ülkelerin mevcut durumlarına ya da sonradan
ortaya çıkan gelişmelere göre sürekli olarak kendini yenilemesi hâli, İsrail’de
tam aksi yönde gelişmektedir. Vatandaşların haklarının güvence altına
alınması, eşitliğin sağlanabilmesi amacıyla ihtiyaçlar doğrultusunda
geliştirilerek ileriye taşınması gereken uygulamalar; İsrail Devleti’nde iç
siyasal düzenin korunması, bu asıl amacın ihlâl edilmesi ve işleyişin tam ters
yönde gerçekleşmesi anlamına gelmektedir. Geriye doğru seyreden bu gidişat,
tarihin akışı hatırlandığında bize temsili demokrasiye geçişin yaşanmakta
olduğu yılları anımsatmaktadır. Ulusların ayaklanmasına ve ardından
devletlerin yıkılmasına yol açan aydınlanma hareketlerinin demokrasi
deneyiminden yoksun olarak geçen yılların akabinde gerçekleşmiş olması bu
bağlamda düşündürücüdür. İsrail Devleti’ni hem uluslararası platformda ve
hem de kendi iç siyasetinde giderek daha da çıkmaza sokan bu “ters seyir”;
devletin bekâsına zarar verebilecek etnik çatışmaların sinyalini vermektedir.
Kaynakça
ARIAN Asher, “Politics in Israel: The Second Republic”, 2 nd Ed., Washington D.C.,
CQ Press, 2005.
BALIBAR Etinne, WALLERSTEIN Immanuel, “Irk, Ulus, Sınıf: Belirsiz Kimlikler”, 4.
Baskı, İstanbul, Metis Yayınları, 2007.
BISHARA Marwan, “Filistin/İsrail: Barış veya Irkçılık”, Çev. Ali Berktay, İstanbul,
Kitap Yayınevi, 2003.
BOWMAN Glen, “Yitik Ülke Masalları: Filistin Kimliği ve Ulusal Bilincin Oluşması”,
Çev. Türkan Yöney, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1996.
BÖLME Selin M., ULUTAŞ Ufuk, “Birleşmiş Milletler’de Filistin Oylaması: Devlete
Doğru mu?”, SETAV Analiz, Eylül 2011, s.6.
BUTENSCHON Nils A., DAVIS Uri, HASSASSIAN Manuel, Ed., “Citizenship and the
State in the Middle East: Approaches and Applications” içinde Rebecca Cook, “Citizenship and
Its Discontents: Palestinians in Israel”, New York, Syracuse University Press, 2000.
103
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
CABARIN Hasan, “Filistinliler bir ‘Yahudi Devletini’ Neden Kabul Edemez?”, Çev.
Serhat Bozova, Haaretz Gazetesi.
CHAPMAN Malcolm, McDONALD Maryon, TONKIN Elizabeth; “History and
Ethnicity”, London, Routledge Yay., 1989. DOWTY Alan, “Is Israel Democratic? Substance and
Semantics in the ‘Ethnic Democracy’ Debate”, Israel Studies, Vol. IV, No.2, 1999.
ÇIVGIN İzzet, YARDIMCI Remzi; “Siyasal Düşünceler Tarihi”, Ankara, Nobel Yay.
Dağ., 2007.
ÇUBUKÇU Mete, “Bizim Filistin: Bir Direnişin Tarihçesi”, 2. Bs, İstanbul, Metis
Yayınları, 2004.
DAHL Robert A., “Demokrasi Üstüne”, Çev. Betül Kadıoğlu, Ankara, Phoenix Yay.,
2001.
DAVUTOĞLU Ahmet v.d., “Filistin: Çıkmazdan Çözüme” içinde Sevinç Alkan Özcan,
“Filistinli Mülteciler”, İstanbul, Küre Yayınları, 2003.
DOWTY Alan, “Is Israel Democratic? Substance and Semantics in the ‘Ethnic
Democracy’ Debate”, Israel Studies, Vol. IV, No.2, 1999.
ERIKSEN Thomas Hylland; “Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir Bakış”, Çev.
Ekin Uşaklı, İstanbul, Avesta Yay. , 2002.
FENTON Steve, “Etnisite: Irkçılık, Sınıf ve Kültür”, Çev. Nihat Şad, Ankara, Phoenix
Yay. 2001.
GHANEM As’ad, “State and Minority in Israel: The Case of Ethnic State and the
Predicament of Its Minority”, Ethnic and Racial Studies, Vol.21, No.3, 1998.
GUIBERNAU Montserrat, REX John; “The Ethnicity Reader: Nationalism,
Multiculturalism and Migration”, Cambridge, Polity Press, 1997.
GÜLALP Haldun, Haz.,”Vatandaşlık ve Etnik Çatışma: Ulus Devletin Sorgulanması”,
Çev. Ebru Kılıç, Metis Yay., İstanbul, 2007.
GÜRSES Emin, “Uluslararası Sistemin Kıskacında Etnik Terör”, İstanbul, Profil Yay.,
2007.
HABERMAS Jürgen, “Öteki” Olmak “Öteki”yle Yaşamak: Siyaset Kuramı Yazıları,
Çev. İlknur AKA, 5. Bs., İstanbul, Yapı Kredi Yay., 2010.
HALLOUM Ribhi (Abu Firas), “Belgelerle Filistin: Dün-Bugün-Yarın”, İstanbul, Alan
Yayıncılık, 1989.
HEATER Derek, “Yurttaşlığın Kısa Tarihi”, Ankara, İmge Kitabevi, 2007.
HOLLSTEIN Walter, “Filistin Sorunu: Filistin Çatışmasının Sosyal Tarihi”, Çev.
Cemal A. Ertuğ, İstanbul, Yücel Yayınları, 1975.
JENKINS Richard, “Social Identity”, 2nd Ed., London and New York, Routledge, 2004.
KARAKÖSE Hasan, “Siyasi Düşünce Tarihi”, 2. Baskı, Ankara, Nobel Yay. Dağ, 2007.
LEWIS Bernard, “Ortadoğu: İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi”, Çev. Selen Y. Kölay, 3.
Bs., Ankara, Arkadaş Yayınevi, 2006.
ÖZ H. Birsen, der., “19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler” içinde
Sevgi Uçan Çubukçu, Sosyal Demokrasi: Melez Bir Politik Gelenek, 3. Baskı, İstanbul, Bilgi
Üniversitesi Yay., 2007.
KÖKER Levent, “Demokrasi, Eleştiri ve Türkiye”, Ankara, Dipnot Yay., 2008.
KYMLICKA Will, “Çokkültürlü Yurttaşlık: Azınlık Haklarının Liberal Teorisi”, Çev.
Abdullah Yılmaz, İstanbul, Ayrıntı Yay., 1998.
LENCZOWSKI George, “The Middle East in World Affairs”, 2nd Ed., Ithaca, New
York, Cornell University Press, 1956.
OKUTAN, M. Çağatay “Teori ve Uluslararası Metinlerde Azınlık Tanımı”, Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, C.59, S.2.
OWEN Roger, “State Power and Politics in the Making of the Modern Middle Eas”t,
London and New York, Routhledge, 1992.
104
Akademik Ortadoğu, Cilt 13, Sayı 1, 2018, ss.73-105
PELED Yoav, “Ethnic Democracy and the Legal Construction of Citizenship: Arab
Citizens of the Jewish State”, American Political Science Review, Vol.86. No.2, June 1992.
ROUHANA Nadim, GHANEM Asad, “The Crisis of Minorities in Ethnic States: The
Case of Palestinian Citizens in Israel”, Internatinal Journal of Middle East Studies, the USA, No.
30, 1998.
SARTORI Giovannİ, “Demokrasi Teorisine Geri Dönüş”, Çev. Tunçer
Karamustafaoğlu, Mehmet Turhan, Ankara, Yetkin Yay., 1996.
SATRAN Nadav, “The United States and Israel”, Cambridge, Mass., Harward
University Press, 1963.
SCARRE Chris, “The Penguin Historical Atlas of Ancient Rome”, Penguin Books,
London, 1995.
SMITH Anthony D., Çev. Sonay Bayramoğlu, Hülya Kendir, “Ulusların Etnik
Kökeni”, Ankara, Dost Yay., 2002.
SMITH, Anthony D. “Milli Kimlik”, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009.
SMOOHA Sammy, ARABS AND JEWS IN ISRAEL, VOL. 1, CONFLICTING
AND SHARED ATTITUDES IN A DIVIDED SOCIETY, Boulder and London, Westview
Press, 1989.
SMOOHA Sammy, “Ethnic Democracy: Israel as an Archetype”, Israel Studies,
Volume 2, Number 2.
SÖNMEZOĞLU Faruk (Der.), Haz. Ülke Arıboğan, Gülden Ayman, Beril Dedeoğlu,
“Uluslararası İlişkiler Sözlüğü”, 4. Baskı, İstanbul, Der Yay., 2005.
ŞAHİN Bican, Ed., “Demokrasi Teorisinde Günce Tartışmalar”, içinde Bican Şahin,
“Liberal Demokrasinin Temelleri”, Ankara, Orion Kitabevi, 2008.
ŞAHİN Köksal, “Küreselleşme Tartışmaları Işığında Ulus Devlet”, İstanbul, İlgi Kültür
Sanat Yayıncılık, 2007.
TUNÇ Hasan, “Demokrasi Türleri ve Müzakereci Demokrasi Kavramı”, Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.12, S.1-2, 2008.
ULUŞAHİN Nur, “Liberal Demokrasinin Çıkmazı: Çatışma Karşısında Barış İçin
Azınlık-Çoğunluk İlişkisini Yeniden Düzenleme Gereği”, Anayasa Yargısı, No.24, 2007.
YAYLA Atilla, “Liberalizm”, 3. Baskı, Ankara, Liberte Yay., 2000.
YILMAZ, Muzaffer Ercan “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ‘Sınır İçi’ Etnik
Çatışmalar”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt II, No.6, 2006.
YILMAZ Türel, “Uluslararası Politikada Ortadoğu: Birinci Dünya Savaşı’ndan 2000’e”,
Ankara, Akçağ Yayınları, 2004.
-
www.anayasa2011.com
www.anlayis.net
www.babylon.com
www.filistin.ihh.org.tr
www.haberevet.com.tr
www.learningpalestine.blogspot.com
www.mustafaakyol.org
www.ozgur-gundem.com
www.sabah.com.tr
www.salom.com.tr
www.sde.org.tr
www.setav.org
www.znet-turkiye.org
105