COVID-19
SONRASI DÜNYA
İŞBİRLİĞİ Mİ
REKABET Mİ?
SAM Yayınları
ANTALYA
DiPLOMASi
FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya:
İşbirliği mi Rekabet mi?
COVID-19 Sonrası Dünya:
İşbirliği mi Rekabet mi?
Stratejik Araştırmalar Merkezi &
Antalya Diplomasi Forumu
Türkiye Cumhuriyeti
Dışişleri Bakanlığı
ANTALYA
DiPLOMASi
FORUMU
SAM Yayınları
ANTALYA
DiPLOMASi
FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya:
İşbirliği mi Rekabet mi?
Özgün Adı
The World after COVID-19:
Cooperation or Competition?
Derleme
T.C. Dışişleri Bakanlığı
Stratejik Araştırmalar Merkezi &
Antalya Diplomasi Forumu
Kapak & İç Tasarım
Ali Burak CESUR
Baskı & Cilt
Başak Matbaacılık
ANKARA
Basım Tarihi
Haziran 2020
Çeviren
T.C. Dışişleri Bakanlığı
Tercüme Dairesi Başkanlığı
(Vehbi Esgel Etensel, Fatma Çiğdem
Tenker Köksal, Engin Solakoğlu, Cevdet
Can Canikli, Gülce Atay, Ece Cansu
Nalçacı, Anıl Yastı, Murat Devecioğlu,
Çise İrem Candan, İmge Aktaş Çelik,
Aylin Bilen)
ISBN
978-975-7307-74-7
Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM)
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Dr. Sadık Ahmet Cad. No:8
Balgat/Ankara 06100 Türkiye
www.sam.gov.tr
YAYIN KURULU
YAVUZ SELİM KIRAN
T.C. DIŞİŞLERİ BAKAN YARDIMCISI
BURAK AKÇAPAR
DIŞ POLİTİKA, ANALİZ VE EŞGÜDÜM
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
UFUK ULUTAŞ
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
MESUT ÖZCAN
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
DİPLOMASİ AKADEMİSİ
SİBEL ERKAN
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
YASİN TEMİZKAN
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
NUH NACİ BAŞER
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
MEHMET ZEKİ GÜNAY
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
EMRE YILMAZ
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
6
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
İçindekiler
İÇİNDEKİLER
Editor & Yazarlar .........................................................................9
Takdim ........................................................................................10
Mevlüt ÇAVUŞOĞLU
COVID-19 Sonrası Dönem: Daha Fazla Rekabet mi
Yoksa Daha Fazla İşbirliği mi Yaşanacak? ..............................13
Yavuz Selim KIRAN
Editörün Notu COVID-19: Ne Beklemeli? .............................18
Ufuk ULUTAŞ
COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Yönetişim..................27
Aizaz Ahmad CHAUDHRY
COVID-19 ve Avrupa: Jeopolitik Bir Megafon Arayışı .........33
Teresa CORATELLA
COVID-19 Krizinden Sonra Dünya Nasıl Görünecek? ........38
Michael DORAN
Yaklaşan Başkalaşım...................................................................42
Eduardo DUHALDE
COVID-19 ve Büyük Güç Rekabeti .........................................46
Ehud EIRAN
COVID-19 Sonrası Afrika’ya Bakış..........................................51
Afyare A. ELMI & Abdi M. HERSI
COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Yönetişim..................57
Richard FALK
COVID-19 Sonrası Dünya Düzeninde Paradigma
Kayması Olmayacaktır...............................................................63
Ibrahim FRAIHAT
Depresyon, Resesyon ve Küresel Yeniden Yapılanma............68
George FRIEDMAN
COVID-19 Sonrası Dünya Düzeni ve Japonya Dış
Politikası: “Üç Dünya”nın Doğuşu ...........................................73
Yuichi HOSOYA
COVID-19: Jeopolitiğin Derinleşen Fay Hatları ....................79
Wolfgang ISCHINGER
COVID-19 Sonrası “Yeni Normal” Küresel Yönetişim .........84
Ammar KAHF
COVID-19 ve Rus Dış Politikası ..............................................89
Andrey KORTUNOV
Ulus Aşırı Aktörler ve Salgınlar: Diasporalar Örneği
ve COVID-19 Hastalığı .............................................................94
Gallia LINDENSTRAUSS
Rekabetçi Çok Taraflılığa Doğru ..............................................99
C. Raja MOHAN
COVID-19 Amerikan Liderliğini Sınamaktadır ancak
Küresel Düzeni Değiştirmeyecektir .......................................105
Joseph S. NYE Jr.
Korona Krizi ve Uluslararası İlişkiler: Açık Sorular,
Geçici Varsayımlar ...................................................................111
Volker PERTHES
Bir İmparatorluk Krizi mi? COVID-19 Salgınının
ABD Dış Politikasına Etkisi ....................................................116
Richard E. RUBENSTEIN
Salgın ve Uluslararası Siyaset ..................................................122
Richard SAKWA
7
8
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Sınır Kapılarında Düzen: Küreselleşme, Teknofobi
ve Dünya Düzeni ......................................................................129
Samir SARAN
COVID-19 Sonrası Avrupa’nın Küresel Rolü .......................134
Nathalie TOCCI
COVID-19’un Etkileri .............................................................138
Jose Ignacio TORREBLANCA
COVID-19’un Bölgesel ve Küresel Etkileri
ve Yansımaları ...........................................................................141
Rigoberta MENCHÚ TUM
Pandemi Sonrası: Daha Fazla Az-Taraflılık Zamanı mı? ....146
Marton UGROSDY
COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Sistemin Geleceği ..151
Yiwei WANG
Yeni Normale Alışma: COVID-19 Döneminde Alman
Dış Politikası ve Kamuoyu ......................................................156
Joshua WEBB & Ronja SCHELER
COVID-19 ve Küresel Sistemin Geleceği: Bir Kum
Kayması mı Deprem mi? .........................................................160
Mahjoob ZWEIRI
Yazarlar Hakkında ....................................................................165
9
EDİTÖR
UFUK ULUTAŞ
YAZARLAR
Aizaz Ahmad CHAUDHRY
Teresa CORATELLA
Michael DORAN
Eduardo DUHALDE
Ehud EIRAN
Afyare A. ELMI & Abdi M. HERSI
Richard FALK
Ibrahim FRAIHAT
George FRIEDMAN
Yuichi HOSOYA
Wolfgang ISCHINGER
Ammar KAHF
Andrey KORTUNOV
Gallia LINDENSTRAUSS
C. Raja MOHAN
Joseph S. NYE Jr.
Volker PERTHES
Richard E. RUBENSTEIN
Richard SAKWA
Samir SARAN
Nathalie TOCCI
Jose Ignacio TORREBLANCA
Rigoberta MENCHÚ TUM
Marton UGROSDY
Yiwei WANG
Joshua WEBB & Ronja SCHELER
Mahjoob ZWEIRI
*** Bu çalışmada ifade edilen görüşler yazarların kendi görüşleridir ve
Dışişleri Bakanlığı’na atfedilmemelidir.
10
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
TAKDİM
Sadece birkaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte
olduğu muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi.
Halihazırda, tek bir milleti dahi teğet geçmeyen COVID-19
milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye kadar yüzbinlerce can
aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan etkileşimi
neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı
ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa
da, maalesef toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor.
Şu veya bu şekilde, COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti
ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi. Bütün ülkeler bu sürece
dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden daha fazla
ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki
bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak
mücadelemizi kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu
kritik zamanı krizin üstesinden gelmek için birlikte çalışarak
kullanmak zorundayız. Zaman, farklılıklarımızı bir kenara
bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği için rekabet
yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır.
Takdim
Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde,
virüsü kontrol altında tutmak ve Türk halkı üzerindeki
etkilerini en aza indirmek için gerekli tüm adımları
atmaktadır. Kurumlarımızın yorulmak bilmeyen çabaları ve
vatandaşlarımızın çok değerli desteği sayesinde pandeminin
zirve noktasını geride bırakmayı başardık ve normalleşmeye
doğru ilerliyoruz. Pandeminin başlangıcından bu yana diğer
ülkelerle ve ilgili uluslararası kuruluşlarla çabalarımızı koordine
ediyor ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Ayrıca, diğer ülkelere
destek sağlıyor ve küresel çabalara katkıda bulunuyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bu süreçte
şüphesiz önemli bir rol oynamakta. Ülkemizdeki ve dünyanın
dört bir yanındaki özverili diplomatlarımız, yurtdışındaki
vatandaşlarımıza ve yabancı meslektaşlarına ulaşarak
çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Bakanlığımızın yeni
kurulan Koordinasyon ve Destek Merkezi COVID-19’la ilgili
operasyonumuzu yönlendirirken, 7 gün 24 saat esasına göre
çalışan Çağrı Merkezimiz vatandaşlarımızdan gelen binlerce
yardım talebini etkin bir şekilde işleme alarak sonuçlandırıyor.
Şimdiye kadar, 130 ülkeden 85.000'in üzerinde vatandaşımız
yurdumuza getirildi ve önümüzdeki haftalarda birçoğunun
daha güvenli bir şekilde geri dönüşü için gerekli düzenlemeleri
yapıyoruz.
Halkımızın sağlığına öncelik veriyor ve bu doğrultuda
konsolosluk çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynı zamanda,
şekillenmekte olan yeni jeopolitik ortama hazır olmak
zorundayız. COVID-19 küresel siyasi ve ekonomik düzeni
nasıl etkiliyor? COVID-19 sonrası dünya nasıl bir yer
olacak? Yeni uluslararası ortam hangi fırsat ve tehditleri
beraberinde getirecek? Bir yandan beyin fırtınası yapıp bu
sorular üzerinde düşünürken, diğer yandan bu hususlara
ilişkin değerlendirmelerinden faydalanmak amacıyla değerli
uzman ve akademisyenlere ulaştık. Bakanlığımız ile akademik
dünya arasında bir köprü görevi gören Dışişleri Bakanlığı
11
12
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) akademik düşünceyi
Bakanlığımıza etkin biçimde taşıyor. SAM birkaç hafta
önce “COVID-19 Sonrası Küresel Sistem: Eski Sorunlar, Yeni
Trendler” ismini taşıyan ve 26 değerli Türk akademisyenin
makalelerini içeren bir kitap yayımladı. Vakitlice hazırlanan,
ilgi çeken ve aydınlatıcı bu kitabın ülkemizdeki karar vericiler
ve düşünürlerin masalarında daha şimdiden yer bulmasından
memnuniyet duyuyoruz.
SAM daha sonra aynı soruları dünyanın farklı
yerlerinden bir grup öndegelen entelektüele yöneltti ve
“COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?” isimli
kitap, tüm bu beyin gücünden istifade edilmek suretiyle ortaya
çıktı. Hiç düşünmeksizin bu kitabı, pandeminin neden olduğu
kaydadeğer jeopolitik belirsizlik döneminde karar alıcıları
destekleyecek en önemli akademik çalışmalardan biri olarak
tanımlayabiliriz. Yazarların her birine vizyonlarını bizimle
paylaştıkları için teşekkür ediyorum. Dışişleri Bakan Yardımcısı
Yavuz Selim Kıran ile SAM ekibine özenli çalışmaları ve
Antalya Diplomasi Forumu’na kitabın hayata geçirilmesi
sürecindeki kaydadeğer katkıları için ayrıca teşekkürlerimi
sunuyorum. Bu kitapta paylaşılan tüm fikirlerin, hepimiz
için daha iyi bir gelecek sağlamaya matuf çabalarımızda bize
yardımcı olacağına inanıyorum.
Mevlüt ÇAVUŞOĞLU
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı
COVID-19 SONRASI DÖNEM:
DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA
DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK?
Yavuz Selim T.C. Dışişleri Bakan Yardımcısı
KIRAN
Anahtar Uluslararası İşbirliği, Rekabet,
Kelimeler Uluslararası Kuruluşlar,
Çok Taraflılık
D
ışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun
Takdim yazısında vurguladığı gibi, Türkiye,
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın
liderliğinde Koronavirüs pandemisine karşı mücadelesinde ilk
aşamayı başarılı biçimde tamamlayarak ikinci aşamaya geçti.
Bu dönem, “yeni normal”e kademeli dönüş sürecini başlatan
“kontrollü sosyal hayat” olarak nitelendirilebilir. Karşı karşıya
olduğumuz meydan okumanın boyutu ve şu ana kadarki başarı
hikayemiz, Türkiye’nin kurumsal ve operasyonel yeteneklerinin
açık bir kanıtıdır.
Türkiye’nin kapsayıcı sağlık sistemi, donanımlı
hastaneleri ve yetkin sağlık çalışanları pandeminin başarılı
biçimde üstesinden gelinmesinde etkili oldu. Ülkemizin
14
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
başarısının altında, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın
liderliğinde son 18 seneyi aşkın süredir sağlık sisteminde
sağlanan kapsamlı dönüşüm ile hastanelere yapılan yatırım
yatmaktadır.
Dışişleri Bakanlığımız krizin başlangıcından bu
yana 145 ülkede bulunan 246 dış temsilciliği ile aktif bir rol
oynamaktadır. Bakanlığımız özellikle yurt dışında bulunan
vatandaşlarımıza destek sağlanması ile Türkiye’nin COVID-19
bağlantılı çabalarının diğer ülkelerle ve ilgili uluslararası
kuruluşlarla koordine edilmesinde etkili olmaktadır.
Bakanımız Sayın Çavuşoğlu’nun talimatlarıyla,
pandeminin neden olduğu zorlukların üstesinden gelebilmek
amacıyla tüm imkanlarımızı seferber ettik; bir Koordinasyon
ve Destek Merkezi (DKDM) kurduk ve Konsolosluk Çağrı
Merkezimizin çalışma odağını değiştirdik.
DKDM’yi; zor durumda kalan vatandaşlarımızın
dünyanın tüm bölgelerinden ülkemize getirilmeleri, yurt
dışında yaşayan ve pandemi nedeniyle hayatları olumsuz
etkilenen vatandaşlarımızın desteklenmesi, Türkiye’nin
diğer ülkelere ve topluluklara yaptığı sağlık yardımlarının
yürütülmesi ve sınır geçişleri ile ticaret akışıyla ilgili sorunların
çözülmesi gibi çok sayıda işlevi yerine getirebilecek şekilde
donattık.
Pandeminin başlangıcından bu yana 130 ülkeden
85.000’in üzerinde vatandaşımızı ülkemize getirirken, aynı
zamanda 1120 diğer ülke vatandaşlarının tahliye uçaklarımızla
ülkelerine ulaşmalarını sağladık. Ayrıca, ülkemizde bulunan
36.000 yabancının 90 ülkeye tahliyesini gerçekleştirdik.
Hasta vatandaşlarımızı ücretsiz olarak tahsis ettiğimiz
ambulans uçaklarla ülkemize getirerek tedavi altına alıyoruz.
Koşullar nedeniyle tahliye edemediğimiz vatandaşlarımızın
her birine de destek oluyoruz.
COVID-19 Sonrası Dönem: Daha Fazla Rekabet mi Yoksa Daha Fazla İşbirliği mi Yaşanacak?
Türkiye girişimci ve insani dış politika anlayışıyla ve
işbirliği ile dayanışmaya duyulan ihtiyacın bilinciyle, 125 ülke
ve 3 uluslararası kuruluşa tıbbi yardımda bulundu. Bu Türkiye’yi
dünyada en fazla tıbbi yardımda bulunan 3. ülke haline
getirdi. Sağladığımız tıbbi malzemeler arasında yoğun bakım
ünitelerinde hayat kurtarılmasını sağlayan, kendi üretimimiz
vantilatörler de bulunuyor. Türkiye bunun yanı sıra, virüse
karşı aşı bulunmasına yönelik yürütülen uluslararası çabalara
da aktif biçimde katılım sağlıyor. Özetle, Türkiye bir kez daha
küresel bir oyuncu ve tüm insanlığın iyiliği için güvenilir bir
ortak olduğunu kanıtlamıştır.
Bakanlığımız vatandaşlarımızın refahı, emniyeti
ve güvenliği için yürüttüğü lojistik çalışmalara ek olarak,
Türkiye’nin sert sularda emniyetli biçimde seyrini sağlamaya
yönelik stratejik düşünce de üretiyor. COVID-19 bağlamında
küresel siyasete ilişkin literatür, uluslararası ilişkiler
uzmanlarının görüşlerini paylaşmalarıyla hızlı biçimde
oluşuyor. Biz takip ettiğimiz bu analizlerden faydalanıyoruz
ve aynı zamanda yeni yeni şekillenmeye başlayan bu literatüre
aktif biçimde katkıda bulunuyoruz.
Bugün dünyanın her bir yanındaki hükümetler,
vatandaşlarını son derece bulaşıcı ve ölümcül bir virüsten
korumak gibi büyük bir sorumluluğun gereğini yerine
getiriyorlar. Sosyal ve ekonomik yansımalarına bakmaksızın
insanlar arası etkileşimleri kısıtlamaktan ve günlük
yaşamlarımızı buna göre yeniden tasarlamaktan başka
seçeneğimiz bulunmuyor. Uluslararası ilişkiler alanı da bu
virüsten bağışık değil. Gerçekten de, bugünün uluslararası
ortamındaki belirsizlik seviyesi daha önce örneği görülmemiş
bir düzeydedir. COVID-19 diğer başka şeylerin yanısıra, ulus
devletleri, uluslararası kuruluşları, küresel yönetişimi ve büyük
güç rekabetini de etkilemiş bulunmaktadır.
COVID-19'dan sonra dünya nasıl olacak? Daha fazla
rekabet mi yoksa daha fazla işbirliği mi yaşanacak? Pandeminin
15
16
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
devam ettiği ve ne zaman sona ereceğinin kimse tarafından
söylenemediği bir dönemde bu sorulara cevap aramak oldukça
zor bir iş. Bununla birlikte, ilk belirtiler pandeminin maalesef
uluslararası ilişkilerde daha önce var olan rekabetçi eğilimleri
güçlendirdiği yönünde. COVID-19 ortaya çıkmadan önce
devletler, özellikle daha zengin olanlar oldukça bencilleşmiş
ve küresel meselelerde sorumluluk almayı daha az tercih
eder duruma gelmişlerdi. Küresel yönetişim baskı altındaydı.
Uluslararası kuruluşlar ilgili kalabilmenin mücadelesini
veriyorlardı. Azalan küresel işbirliği, artan milliyetçilik ve
büyük güç siyasetiyle el ele ilerliyordu. Küreselleşmeden
uzaklaşma artmıştı; evrenselcilik ve kural temelli uluslararası
düzen çırpınıyordu. COVID-19 tüm bu gelişmeleri öne çıkardı
ve hızlandırdı.
Mevcut uluslararası sistemin; uluslararası toplumun
COVID-19 krizi ile sosyal, siyasi ve ekonomik etkilerinin
üstesinden gelmesinde ne derecede etkisiz olduğu bugün
belirgin biçimde kanıtlanmış durumda. Belirgin olmayan
husus ise bu konuda ne yapacağımız. Önümüzde iki alternatif
bulunuyor: her devletin kendi yoluna gittiği artan soyutlanma
veya devletlerin uluslararası kuruluşları yeniden şekillendirdiği
ve küresel sorunlara küresel çözümler bulunabilmesi amacıyla
imkanlarını birleştirdikleri güçlendirilmiş çok taraflılık. Bizim,
insanlık olarak, küresel siyasi ve ekonomik sorunları aşmanın
yanı sıra çevresel, kültürel ve sağlıkla ilgili sorunlara çözümler
üretebilecek, kabiliyeti yüksek, kaynakları geniş ve güçlü irade
sahibi uluslararası kuruluşlara ihtiyacımız bulunuyor. Pandemi
bunu net biçimde ortaya koydu. Tüm ülkeleri kendi ihtiyaçları ve
imkanları doğrultusunda işbirliğine sevk edebilecek kurumsal
yaklaşımları ele almak iyi bir başlangıç noktası olabilir.
COVID-19 halihazırda trajik biçimde çok sayıda can
kaybına, küresel ekonomik durgunluğa, işsizlik oranlarının
tırmanmasına ve gelişmekte olan ülkelerde fakirliğin artmasına
neden oldu. İleride başka zorluklarla da karşılaşılması muhtemel.
COVID-19 Sonrası Dönem: Daha Fazla Rekabet mi Yoksa Daha Fazla İşbirliği mi Yaşanacak?
Bununla birlikte, COVID-19 bu ölçekte deneyimlediğimiz ilk
kriz değil. İnsanlık bugüne kadar başka çok sayıda pandemiye
maruz kaldı. Her krizden daha da güçlenerek çıkmış olmamız
iyi haber. Bu nedenle bu pandemide aşırı karamsar olmamız ve
bugüne kadar müştereken inşa ettiklerimizi terk etmemiz için
bir neden bulunmuyor. Uluslararası kuruluşları reforma tabi
tutmaya ve güçlenmelerini sağlamaya katkıda bulunmak her
devletin çıkarınadır. Dünya daha fazla belirsizliğe ilerlerken,
ülkelerin birlikte çalışmalarına duyulan ihtiyaç zorunlu hale
gelmiştir. İlk görev COVID-19’un yok edilmesidir. Bir sonraki
aşamada, gelecekte karşılaşılabilecek tıbbi acil durumlar
gibi küresel meydan okumalara gerektiği şekilde hazırlıklı
olabilmemiz, insani ve kalkınma yardımları sağlayabilmemiz,
göç ve mülteciler konusuyla uygun biçimde ilgilenebilmemiz
ve çatışmaları çözümleyebilmemiz için uluslararası sistemin
yeniden şekillendirilmesine odaklanmalıyız.
Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın “Dünya Beşten
Büyüktür” görüşünü hatırlatır biçimde, adil bir dünya düzenine
duyulan ihtiyaç herkes için bir kez daha aşikar hale gelmiştir.
Pandemi, insanlığın aynı gemide olduğunu ve bu gemiyi
güvenli biçimde sağlık, adalet ve refah limanına ulaştırmanın
hepimizin görevi olduğunu göstermiştir. Türkiye, COVID-19
sağlık kriziyle mücadelede sergilediği başarılı performansıyla
ve uluslararası koordinasyon çabalarına aktif desteğiyle, söz
konusu görevin yerine getirilmesinde tecrübelerini paylaşmaya
ve katkı sağlamaya hazırdır.
Diğer tüm büyük küresel krizlerde olduğu gibi, bu
pandemi de belirli tehditler ortaya çıkarmış ve yeni fırsatlar
sunmuştur. Uluslararası toplumun ileride bugün olduğu
gibi acı çekmesinin önüne geçmek ve devletlerin bir sonraki
pandemiye karşı tek başlarına mücadele etmek zorunda
kalmalarını engellemek için risklere hazırlıklı olmalı ve
fırsatları değerlendirmeliyiz. İşbirliği ve dayanışma bu nedenle
kaçınılmazdır.
17
Editörün Notu COVID-19: Ne Beklemeli?
EDİTÖRÜN NOTU
COVID-19: NE BEKLEMELİ?
Dr. Ufuk T.C. Dışişleri Bakanlığı Stratejik
ULUTAŞ Araştırmalar Merkezi Başkanı
Anahtar ABD-Çin Rekabeti, Ekonomi, Ulus
Kelimeler Devletler, Uluslararası Örgütler,
Çok Taraflılık
Ç
in’de baş gösteren COVID-19 salgınının başından
beri uluslararası toplum, pandeminin uluslararası
ilişkiler üzerindeki olası etkisini tartışmaktadır. Salgın
Çin sınırlarının dışına taşıp Batılı merkezlere ulaştıkça,
ihtiyatlı tahminler yerini, pandeminin sistemsel değişimleri
tetikleyeceği ve küresel sistem üzerinde büyük etki bırakacağı
yönündeki aceleci yargılara bırakmıştır. Sözkonusu senaryoya
göre, Batı kaybederken Çin üstünlük sağlayacak, küresel
sistemin büyük kurumları çökecek ve yenilerinin kurulmasına
zemin hazırlanacaktır. Daha sonra ise pandeminin kapsamı
ve küresel sistem üzerindeki derin etkisine dair varılan bu
erken kanılar yerini, “bekle ve gör” yaklaşımını benimseyen ve
pandeminin uluslararası siyasetin birçok alanında dönüştürücü
etkiye sahip olacağını ancak daha fazlasını beklemenin hatalı
olacağını ileri süren bir dizi ihtiyatlı analize bırakmıştır. “Hiçbir
şey aynı olmayacak” ile “hiçbir şey değişmeyecek” yaklaşımları
arasında büyük bir makas bulunmaktadır ve sağlıklı analizler
bu aralıkta yer almaktadır.
Pandemi sırasında tahminlerde bulunmak oldukça
zordur. Zorluğun bir nedeni, devam etmekte olan bir krizle
mücadele ediyor olmamızdır. Ancak pandeminin küresel
ekonomiyi ne kadar sarsacağını, farklı toplumları ve kurumları
nasıl dönüştüreceğini ve devletlerin bunun üstesinden gelmek
için hangi adımları atacağını henüz tam anlamıyla bilmiyoruz.
Virüsle mücadelenin farklı aşamalarındaki devletleri mukayese
etmek ise oldukça zordur. Örneğin, virüsün ilk vurduğu ülke
olması nedeniyle Çin, yola erken çıkmış ve pandemiyi kontrol
altına almıştır. Salgın Avrupa ve ABD’ye aylar sonra gelmiştir
ve her ikisi de COVID-19’la mücadelelerini halen kazanmaya
çalışmaktadır. Virüs sonrası döneme ait tahminlerde bulunmak
zor olsa da, pandeminin birçok küresel akımı güçlendireceğine
ilişkin güçlü emareler mevcuttur.
Bir süredir bu konu hakkında konuşuyor olsak da, ABDÇin rekabetinin, eğer çoktan gerçekleşmediyse, tırmanacağına
dair güçlü işaretler mevcuttur. Son zamanlarda ticaret savaşları
şeklinde kendini gösteren rekabet, virüsün kaynağına ilişkin
çelişkili iddialar ve Trump Yönetimi’nin Çin’e pandemi
hususunda “erken dönemdeki ihmalinin” bedelini ödetme
isteği nedeniyle yeni boyutlara taşınacaktır. ABD’deki bazı
analistlerin ileri sürdüğü gibi, Çin’i küresel ekonominin dışında
tutmak mümkün olmasa da, ABD’nin kendisi gibi düşünen
diğer devletlerle bir araya gelerek pandemiyi, Çin’e karşı bir
koz olarak kullanacağını hayal etmek yanlış olmayacaktır.
Diğer yandan Çin, Batı’nın salgını “yanlış yönetmesinden”
istifadeyle, virüsün kendi topraklarından kaynaklanmadığına
dair duruşunda oldukça kararlı görünmektedir. Çin, tıbbi
yardımlarla Batı şehirlerinde bir sempati kazanma kampanyası
başlatırken, pandemi sırasında küresel liderliği terk eden
19
20
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
ABD, birçok kişi tarafından eleştirilmiştir. Hangisinin diğerine
üstün geleceğini belirlemek zor olsa da, virüs sonrası dönemde
uluslararası ilişkilerde birçok konuda ABD-Çin rekabetinin
etki sahibi olacağı iddia edilebilir.
Pandemi, güçlü devletler düşüncesini öne çıkartacaktır.
COVID-19 ve benzeri pandemiler hayatın bir gerçeği olarak
görüldükçe ve algılanan tehditler ulusal güvenlik doktrinleri
kapsamına dahil edildikçe, pandemilere karşı mücadelede
devlete, merkezi ve eşsiz bir yapı olarak daha fazla ihtiyaç
duyulacaktır. Sağlık hizmetleri, güvenlik ve refah sağlayıcısı
olarak devlet, küresel ve ulusal tüm salgınlarda tek başına ve
en ön safta yer almaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve
Avrupa Birliği (AB) gibi uluslar üstü kurumların bu dönemde
yetersiz ve etkisiz kalması göz önünde bulundurularak, kendi
kendine yeterlilik fikri ile güçlü devletler arasındaki bağlantı
kuvvetlenecektir. COVID-19 salgını öncesi uluslararası
sistemde önde gelen veya nispeten güçlü oyunculardan
bazıları, pandemi nedeniyle kendilerini zor durumda
buldular ve olumsuz anlamda dünya lideri oldular. Pandemi,
devletin gücünü ölçen mevcut araçların, devletin fiili gücünü
belirlemede yetersiz kaldığını göstermiştir. Devlet gücünü
değerlendirirken, realist uluslararası ilişkiler yaklaşımının
bilhassa yoğunlaştığı askeri güç, ekonomik güç ve nüfusa ek
olarak, sağlık sistemleri, tedarik zincirleri ve acil müdahale
kapasitesini de hesaba katmak gerekmektedir. Güçlü devletler,
bazı eski analizlerin ortaya koyduğunun aksine, otoriter olmak
zorunda değildir; Türkiye, Almanya, Güney Kore, Japonya
gibi ülkelerin gösterdiği üzere, otoriter devletlerin COVID-19
salgınına karşı demokratik olanlardan daha verimli mücadele
ettiği savı tamamen asılsızdır.
Pandemi sırasında uluslararası örgütlerin iyi performans
gösterdiğini iddia edebilecek fazla kişi çıkmayacaktır. Bu,
kendi kendine yeten ulus-devletler fikrinin pandemi sırasında
ağırlık kazanmasının nedenlerinden biridir. DSÖ’den
Avrupa Birliği’ne, çok taraflı kurumlar uluslararası toplumun
Editörün Notu COVID-19: Ne Beklemeli?
beklentilerini karşılamada yetersiz kaldılar. Bu gerçek, aşırı
sağcı, tek taraflı ve izolasyoncu gündemleri yaymak ve çok
taraflılığı sorgulamak amacıyla, başta Avrupa olmak üzere
dünyadaki birçok milliyetçi akım tarafından bir mücadele
kozu olarak kullanılacaktır. Halihazırdaki bu durum krizin
yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır; zira pandemi
çok taraflılığın gereksizliğini ortaya çıkarmamış, aksine küresel
krizlerin çok taraflı yaklaşımlar gibi küresel müdahaleler
gerektirdiğini ve sorunun çok taraflılığın kendisiyle değil,
mevcut çok taraflı mekanizmaların etkisizliğiyle ilgili
olduğunun altını çizmiştir. Bu nedenle, teorik olarak pandemi,
çok taraflı kurumların çağımızın sorunlarına karşı daha etkili ve
duyarlı hale getirilmesi amacıyla yürütülen reform çabalarına
verimli bir zemin oluşturmalıdır. Ancak uygulamada bu
kurumlar, reformlara beklenenden daha dirençli olduklarını
göstereceklerdir.
Üzücü can kayıplarının haricinde pandeminin
ekonomik etkisinin, diğer her şeyden daha fazla önem arz ettiği
söylenebilir, zira pek çok ekonomist, dünya ekonomisinde
kaydadeğer ölçüde daralma öngörmektedir. Örneğin, Dünya
Bankası Grubu’na göre, gelişmekte olan ekonomiler COVID-19
pandemisinin sağlık ve ekonomi alanındaki etkileriyle ciddi
şekilde sarsılırken, 60 milyon insan aşırı yoksulluğa düşebilir.
İşsizlik, gelişmiş ekonomilerde bile yükselişe geçmiş olup, zayıf
refah sistemlerine sahip ülkeler, bu olağanüstü zamanlarda
vatandaşlarının ekonomik yaralarını saramamaktadırlar. Var
olan sosyal, ekonomik ve politik sorunları arttıracağı için
küresel bir resesyonun birçok ülkede şüphesiz siyasi sonuçları
olacaktır. Dolayısıyla dünya ekonomisi, İkinci Dünya Savaşı
sonrası döneme benzer bir kurtarma programına gereksinim
duyacaktır. Kurtarma programına öncülük edecek araçlara
sahip aktörler, etki alanlarını genişleteceklerdir. Burada dikkat
edilmesi gereken endişe verici eğilim, salgının sosyo-ekonomik
etkilerini ve ardından gelen ekonomik durgunluğu kötüye
kullanan aşırı sağcı, yabancı düşmanı ve ırkçı hareketlerin
yükselişi olacaktır. Dolayısıyla ekonomik toparlanma bazı
21
22
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
ülkelerde sadece ekonomik çöküşü engellemekle kalmayacak,
aynı zamanda toplumsal uyumu ve siyasi istikrarı da
koruyacaktır.
***
Uluslararası toplum olarak, devam eden salgınla
ilgili tünelin sonunu gördüğümüzde, daha gerçekçi bir hasar
değerlendirmesi yapabilmek için daha iyi konumda olacağız.
Dolayısıyla, pandeminin uluslararası ilişkilerde başat ve
yükselen akımlar üzerindeki gerçek etkisini ölçebileceğiz.
Ancak, devletlerin ve küresel yapılanmanın bugün attığı - veya
atmadığı - adımlar, gelecekte karşılaşacakları fırsat ve sınamaları
belirlediğinden, bazı ön değerlendirmelerin yapılması
önem taşımaktadır. Benzer şekilde, devletlerin pandemiyle
mücadelede gösterdikleri performans ile COVID-19 sonrası
küresel siyasetin analizi arasında güçlü bir bağ vardır. Aynı
zamanda pandemi sonrasında, sürdürülebilir bir vizyon
geliştirmek ve bu vizyona yerel ve küresel ölçekte destek temin
etmek, devletler için hayati öneme sahiptir. Devletlerin küresel
sistem içinde kendilerine biçtikleri rollerin ve kapasitelerinin,
gelecekteki konumları üzerinde önemli bir etkisi olacaktır.
Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Antalya Diplomasi
Forumu tarafından yayımlanan serinin ikincisi olan bu kitap,
uluslararası toplumun henüz tünelin ucundaki ışığı görmediği
bir dönemde yazılmıştır. Bu kitap saygın bilim insanları,
küresel düşünürler ve uzmanların COVID-19’un uluslararası
sistem, devletler, insanlar, büyük güç rekabeti, uluslararası
kuruluşlar, güvenlik, küreselleşme ve çatışmalar üzerindeki
muhtemel etkisine ilişkin değerlendirme ve analizlerinden
oluşmaktadır. Salgın bazı devletlerde kontrol altına alınmış
olsa da henüz bir aşı bulunmamıştır, çeşitli yoğunluklarda
sokağa çıkma kısıtlamaları devam etmektedir, pek çok
ülkede mağazalar ve üretim tesisleri tam anlamıyla yeniden
açılmamıştır ve uluslararası seyahate ilişkin ciddi kısıtlamalar
mevcuttur. Bununla birlikte her bir makale, ele alınan konuya
Editörün Notu COVID-19: Ne Beklemeli?
ilişkin değerli içgörü sağlamakta, çeşitli bakış açıları ve
düşünce biçimleri sunmaktadır. Dünyanın farklı köşelerinden
yazarlar, kendilerine has geçmişlerini ve deneyimlerini ortaya
koymaktadır. Kitabın küresel krize ilişkin küresel bir perspektif
sunmasını temin etmek amacıyla, dünyanın her yerinden
saygın yazarları kapsayan bir liste oluşturulmuştur.
Pakistan Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden Aizaz
Ahmed Chaudhry, uluslararası topluma birbirine tutunarak
İkinci Dünya Savaşı’nın sonundaki işbirliğine benzer bir
küresel sistemi birlikte inşa etme çağrısında bulunmaktadır.
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Roma Ofisi’nden Teressa
Coratella, Avrupa’nın yeni değerler, dayanışma, iddialı sosyal
ve ekonomik girişimlere dayalı yeni bir başlangıç yapmak
üzere bir Büyük Güç olarak algılanmak isteyip istemediğine
dair bir karar vermesi gerektiğini iddia etmektedir. ABD’deki
Hudson Enstitüsü’nden Michael Doran, ABD-Çin rekabetinin
yoğunlaşacağını ancak derin ve iç içe geçmiş iki ekonomi
arasındaki rekabetin sınırlı kalacağını ve ABD’yi, Türkiye dahil,
müttefikleriyle bağlarını güçlendirmeye sevk edeceğini tahmin
etmektedir. Arjantin’in eski Cumhurbaşkanı Eduardo Duhalde,
COVID-19’un, dünya ekonomik düzeninin olağanüstü
hazin durumunu ortaya çıkardığını ve tarihte eşi benzeri
görülmemiş eşitsizlikler oluşturduğunu ileri sürmektedir.
İsrail’deki Hayfa Üniversitesi’nden ve MITVIM’den (İsrail
Bölgesel Dış Politikalar Enstitüsü) Ehud Eiran, pandeminin
ABD ve Çin arasındaki büyük güç rekabetini derinleştireceği
ve mevcut koşullar altında, işbirliğinden ziyade çatışmanın
daha muhtemel bir senaryo olduğu yorumlarına katılmaktadır.
Katar Üniversitesi’nden Afyare Elmi ve Avustralya Griffith
Üniversitesi’nden Abdi Hersi, pandeminin, Afrika’da
halihazırdaki vahim ekonomik durumu kötüleştireceğini, göç
dalgasını ve büyük güç rekabetini tetikleyeceğini ancak, aynı
zamanda kıtadaki işbirliği ve bütünleşmeyi olumlu yönde
etkileyebileceğini ileri sürmektedir. Princeton Üniversitesi
ve Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi’nden Richard Falk,
beklenen, gerekli görülen ve istenilen arasında net çizgiler
23
24
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
çizerek, COVID-19 sonrasında küresel yönetişime dair
alternatif tahminlerde bulunmaktadır.
Katar’daki Georgetown Üniversitesi ve Doha Lisansüstü
Eğitim Enstitüsü’nden İbrahim Fraihat, pandeminin, pandemi
öncesindeki düzeni yok etmesinin düşük olasılık olduğunu;
aksine mevcut paradigmayı güçlendireceğini ve dünya
sahnesinde daha fazla güç yayılımı yaratacağını tahmin
etmektedir. ABD merkezli Jeopolitik Gelecekler Başkanı
George Friedman, dünyanın durgunluktan bunalıma doğru
gittiğini ve bunu büyük sosyal istikrarsızlık, ekonomik
korku ve siyasi gerilimin izleyebileceğini öngörmektedir.
Friedman’a göre hükümetler, diğer ülkelere bağımlılıklarını
azaltarak ulusal güvenliklerini korumaya odaklanacaklardır.
Japonya’daki Keio Üniversitesi’nden Yuichi Hosoya,
enternasyonalist bir politikanın, Koronavirüs’ün gelecekteki
dalgalarının yayılmasını kontrol altına almaya yardımcı
olabileceğini savunmaktadır. Münih Güvenlik Konferansı ve
Hertie Okulu’ndan Wolfgang Ischinger’e göre ise pandemi,
ABD liderliğinin azalması, gergin transatlantik ilişkiler,
azalan küresel işbirliği ve yeniden güçlenen milliyetçilik
ve büyük güç politikası gibi uluslararası siyasetteki mevcut
eğilimleri hızlandıran bir katalizör görevi görmüştür; aynı
zamanda Avrupa projesi için bir dayanıklılık testidir. Omran
Merkezi’nden Ammar Kahf, “Yeni Normal”in, pandeminin
süresi ve şiddeti ile birlikte küresel güç politikalarına göre
belirleneceğine inanmaktadır. Rusya Uluslararası İlişkiler
Konseyi’nden Andrey Kortunov, Rus dış politikası için tehdit
ve fırsatları sıraladıktan sonra, mevcut krizin, eski dış politika
gardırobunu düzenlemek için sağlam bir gerekçe olduğunu
savunmaktadır.
İsrail Milli Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nden (INSS)
Galia Lindenstrauss, pandeminin bazı küreselleşme süreçlerini
yavaşlatacağı, hatta tersine çevireceği beklentilerini göz önünde
bulundurarak, pandeminin diaspora toplulukları üzerindeki
etkisinin nasıl olacağı sorusunu cevaplandırmaktadır. Ulusal
Editörün Notu COVID-19: Ne Beklemeli?
Singapur Üniversitesi, Asya Araştırmaları Enstitüsü’nden
Raja C. Mohan’a göre dünya, çok taraflı kuruluşları
şekillendirmek için yoğun bir rekabet çağına doğru ilerliyor
olabilir ve ABD için Çin kaynaklı sınama Sovyet Rusya’nın
en güçlü zamanlarında neden olduğundan daha çetin olabilir.
Harvard Üniversitesi’nden Joseph S. Nye Jr., Başkan Trump
işbirliği ve yumuşak güç politikası sürdürmediği sürece,
mevcut politikaların milliyetçi popülizmi ve otoriterliği
teşvik edeceğini savunmaktadır. Stiftung Wissenschaft und
Politik’den Volker Perthes, pandemiden sonra “artık hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak” sloganını aşırı iddialı bulmakta
ve pandeminin bu aşamasında kesin cevaplar yerine geçici
varsayımların beklenebileceğine inanmaktadır. George
Mason Üniversitesi’nden Richard Rubenstein, COVID-19
salgınının, Çin ve muhtemel diğer rakiplere kıyasla, Amerikan
imparatorluğunu daha fazla zayıflatacağını yazmaktadır.
Kent Üniversitesi’nden Richard Sakwa’ya göre ise pandemi,
uluslararası yönetişimin zayıflığını, devlet eyleminin
üstünlüğünü, büyük güç rekabetlerini ve Soğuk Savaş sonrası
uluslararası politikadaki genel çıkmazı güçlendirmiştir.
Hindistan’daki Gözlemci Araştırma Vakfı’ndan (ORF) Samir
Saran, COVID-19 salgını sırasında Amerikan liderliğinin
yokluğunun altını çizmekte, Çin’i önde gelen mücadeleci
olarak görmekte ve büyük güçler başlarını öteye çevirir veya
kendi çıkarlarını gözetirken, birçok topluluğun pandeminin
korkunç sonuçlarıyla başa çıkmak zorunda kaldığı küresel bir
düzensizliği eleştirmektedir. İtalya’daki Uluslararası İlişkiler
Enstitüsü’nden (Istituto Affari Internazionali) Nathalie Tocci,
COVID-19 pandemisini Avrupa Birliği’nin iç bütünlüğü
ve küresel rolü için belirleyici bir an olarak görürken;
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Madrid Ofisi’nden Jose Ignacio
Torreblanca ise krizin, çok taraflılığın, AB’nin yeteneklerinin
ve ulusal düzeyde demokratik siyasetin güçlendirilmesine yol
açabileceğini öngörmektedir. Guatemalalı Nobel Barış Ödülü
sahibi Rigoberta Menchú Tum, pandeminin kendimizi hem
maddi hem de manevi olarak yeniden değerlendirmemize,
25
26
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
bireysel ve kolektif yaşam tarzımızı yeniden düşünmeye
ve uluslararası örgütlerde radikal değişiklikler yapmaya
zorlaması gerektiğini yazmaktadır. Macaristan’daki Dış
İlişkiler ve Ticaret Enstitüsü’nden Marton Ugrosdy, COVID19’un iki kısa vadeli sonuca yol açacağını savunmaktadır: BM
sistemi daha önemsiz olacak ve büyük çok taraflı kuruluşların
etkinliği zayıflayacaktır. Çin’deki Renmin Üniversitesi’nden
Yiwei Wang, ideolojik kısıtlamaların ötesine geçme çağrısında
bulunmakta ve COVID-19 gibi küresel krizlerle başa çıkmak
için, bilimsel sistemlerde küresel çapta yeniliği teşvik
etmektedir. Almanya’daki Körber Vakfı’ndan Joshua Webb ve
Ronja Scheler’e göre, pandemi, Berlin’in dış politikasının üç
temel sacayağındaki büyük çatlakların altını çizmiştir: Avrupa
entegrasyonu, transatlantik işbirliği ve ihracata dayalı ekonomi
modeli. Son olarak, Körfez Araştırmaları Merkezi’nden
Mahjoob Zweiri, COVID-19 salgınını büyük bir depremden
ziyade kum kayması olarak nitelendirmekte ve sadece bir
olay nedeniyle büyük değişikliklerin meydana gelmeyeceğini
belirtmektedir.
Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Antalya Diplomasi
Forumu bu kitabın oluşturulmasındaki yönlendirmeleri ve
desteklerinden ötürü Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı
Sayın Mevlüt Çavuşoğlu ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Sayın
Yavuz Selim Kıran’a minnettardır. Çalışmalara öncülük
etmeleri ve hiçbir zaman esirgemedikleri destek, bu yayının
hazırlanmasını mümkün kılmıştır. Büyükelçi Burak Akçapar
da kitabın her aşamasında büyük katkı sağlamıştır. Bu
kitaptaki bazı makalelerin derlenmesine yardımcı olan
Büyükelçiliklerimize de ayrıca teşekkür ederim. COVID19’un küresel politikalara etkisine ilişkin literatüre yapılan
ilk katkılardan biri olan bu kitabı hazırlamak için pandemi
günlerinde saatlerce fazla mesai yapan Stratejik Araştırmalar
Merkezi’nin çalışkan personeline ve Dışişleri Bakanlığı
Tercüme Dairesi Başkanlığı’na özel teşekkürlerimi sunarım.
COVID-19 SONRASI DÖNEMDE
KÜRESEL YÖNETİŞİM
Aizaz Ahmad Pakistan Eski Dışişleri Bakanı,
CHAUDHRY Pakistan Stratejik Araştırmalar
Enstitüsü Başkanı
Anahtar Küresel Yönetişim, Çok Taraflılık,
Kelimeler Jeopolitik, Biyolojik Tehditler
İ
kinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana egemen
olan dünya düzeni birkaç yıldır ciddi baskı altındadır.
ABD’nin tek süper güç olarak üstünlüğüne, Çin’in
dünya sahnesindeki yükselişine ve çoklu güç merkezlerinin
ortaya çıkmasına yönelik sınamalar, dünya jeopolitiğini geri
dönüşü olmayan bir şekilde etkilemiştir. Bununla birlikte
yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve İslamofobi ile iç içe
geçen dar bir bakışa sahip milliyetçiliğin yükselişi küresel
yönetişim sistemindeki stratejik değişimleri tetiklemiştir. BM
Şartı'nda yer alan devletlerarası davranış ilkeleri, egemenlik
ve toprak bütünlüğüne saygı, çatışmama ve müdahale etmeme
28
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
ilkelerinin ayaklar altında çiğnenmesi cezasız kalmış, bu da
dünya düzeninde nizamsızlığa yol açmıştır. Donald Trump’ın
ABD Başkanlığını üstlenmesiyle, “Önce Amerika” yaklaşımı
ile ortaya konan tek taraflılık, küreselleşme ve çok taraflılık
ruhunu daha da zayıflatmıştır. İşbirliği yerine ekonomik baskı
devletlerarası bir davranış haline gelirken, korumacı eğilimler
serbest uluslararası ticareti engellemeye başlamıştır.
Bu değişikliklerin yer aldığı zaman diliminde ortaya
çıkan COVID-19 sınaması, aylar içinde küresel yönetişimi
eşi benzeri görülmemiş bir baskı altına almıştır. Salgının
kendisinden ziyade, dünyanın dört bir yanında ülkeleri
etkilemedeki muazzam hızı açısından benzersiz bir durum
meydana gelmiştir. Gerçek şu ki insanlık zaten birçok
pandemiye maruz kalmış ve her seferinde daha güçlü bir
ekonomik büyüme ve kalkınma ile yoluna devam etmiştir.
Ancak, bugün içinde yaşadığımız küreselleşmiş dünyanın bir
sonucu olarak, hiçbir toplum virüsün ulaşamayacağı bir yerde
değildir. Bu salgın siyasetten ekonomiye ve sosyolojiye kadar
insan faaliyetlerinin her alanı üzerindeki etkisi nedeniyle her
yerde karşımıza çıkan bir sınama olmuştur.
Araştırmacılar Koronavirüs salgını sona ermeden
önce neden olacağı hasarın
boyutunun
hesaplanıp
hesaplanamayacağı
sorusuna
cevap
bulmak için
çabalamaktadır. Bununla birlikte, çok yönlü bu sorun ile
mücadelede çok boyutlu küresel bir işbirliğine ihtiyaç
duyulduğu konusunda fikir birliği vardır. COVID-19 sonrası
dönemde dünyanın ilerleyeceği yönü daha iyi anlamak için
öncelikle bu ölümcül virüsten etkilenen tüm alanlardaki
eğilimleri doğru bir şekilde analiz etmemiz gerekmektedir.
COVID-19 pandemisinin en göze çarpan ve aynı
zamanda ilk kurbanı küresel ekonomidir. Kaderin cilvesidir
ki küresel ekonomi zaten iyi durumda değildi. Pandemi
mevcut sorunları daha da kötüleştirdi. IMF'ye göre, küresel
COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Yönetişim
büyümenin 2020 yılında %-3’e düşeceği öngörülmektedir.
Asya Kalkınma Bankası pandeminin bir sonucu olarak küresel
ekonominin 8,8 trilyon ABD Doları zarara uğrayabileceğini
tahmin etmektedir. İşsizlik oranları, kaygı ve belirsizlikle
beraber hemen her ülkede yükselmektedir. Gelişmekte olan
ülkelerde artan yoksulluk ve beslenme yetersizliği, yoksulluğu
azaltmak için on yıllardır titizlikle sürdürülen çalışmaları boşa
çıkarmaktadır. Dünya Bankası, çoğunlukla Sahra altı Afrika
ve Güney Asya'da olmak üzere, yaklaşık 23 milyon insanın
yoksulluğa sürüklenebileceğini tahmin etmektedir. Petrole
olan küresel talep, üretimdeki durgunlukla beraber dünya
ekonomisini büyük bir küresel durgunluğa daha sürükleyerek
düşmüştür. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD'deki veriler
bilhassa endişe vericidir. Avrupa, Japonya ve diğer önde
gelen ekonomilerde de durgunluk göze çarpmaktadır. Bazı
iktisatçılara göre dünyayı 1920'lerin sonunda yaşanandan daha
büyük bir ekonomik buhran beklemektedir.
Jeopolitik karmaşıklık ve belirsizlik de artmaktadır.
Soğuk Savaş'ın zirvesinde olan ABD ve Çin ile birlikte, dünya
çapında yeni işbirliği olanakları şekillenmektedir. Örneğin
Asya'da, ABD Çin’i dengelemek için Hindistan ile stratejik
ortaklığını derinleştirmekte olup, Çin'in yükselişini kontrol
altına almak amacıyla bölgedeki diğer müttefikleriyle birlikte
çalışmaktadır. COVID-19'un ortaya çıkışı ve akabindeki
birbirini suçlama oyunu, ABD ve Çin’i bu tehditle savaşmak için
her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan küreselleşmeden
uzaklaştırarak, büyük güç rekabetini yoğunlaştırmıştır.
Halihazırda tek taraflılıkla mücadele halindeki çok
taraflılık geçerliliğini yitirmektedir. Birleşmiş Milletler, Dünya
Sağlık Örgütü ve diğer uluslararası kuruluşlar hızla değişen
dünyada anlamlı kalabilmek için mücadele etmektedir.
Buna karşılık bölgecilik ilgi görmektedir. Kuşak ve Yol
Girişimi sayesinde küreselleşmenin simgesi olarak ortaya
çıkan Çin muhtemelen kendine yakın bölgelere daha fazla
29
30
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Yönetişim
odaklanacaktır. Örneğin Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru,
Pakistan'ın Hint Okyanusu'nda yer alan kıyılarını Orta Asya
ve Rusya üzerinden Avrasya kara kütlesine bağlayan büyük
bir projedir. Bağlantısallık bölgesel işbirliğini yönlendirmeye
devam edecektir.
gibi ölümcül virüsler geleceğin hibrit savaşlarında bir araç
olacak mıdır? Virüslerin savaşlarda araç olarak kullanılması
sadece saldırganlar ve kurbanlar için değil, aynı zamanda bütün
dünya için felakete neden olacağından, bu sorunun cevabının
hayır olması umulmaktadır.
Geleceği tahmin etmek kolay olmasa da COVID-19
sonrası dönemde küresel yönetişimi şekillendirecek belirgin
eğilimler vardır. Birincisi, teknolojinin yaptığımız her şeyde
üstlendiği tekil önemdir. Bilgi ekonomileri ve onun temel
direği olan Ar-Ge faaliyetleri vasıtasıyla inovasyon her devletin
uluslararası ortamdaki statüsünü belirleyecektir. Her ülkenin
teknoloji kullanımına bağımlı olduğu düşünülürse, gelişmiş
teknolojik altyapı oluşturanların avantajı olacaktır. Her ülke
kendi başına olacağından son teknolojileri elde etmek için
bir rekabet ortaya çıkacaktır. Kendine yeten ve güvenen bir
teknolojik altyapı geliştirmek her ülkenin çıkarına olacaktır.
183 devlet, taraf oldukları Biyolojik Silahlar
Sözleşmesi’nde (BSS) barışçıl amaçlar dışında biyolojik ajan/
toksin geliştirmemeyi, stoklamamayı veya edinmemeyi ya
da bu ajan/toksinleri düşmanca amaçlarla veya bir silahlı
çatışmada kullanmamayı taahhüt ettikleri için BSS’yi
güçlendirmek belki de dünya için ihtiyatlı bir davranış
olacaktır. Öte yandan, teröristlerin ve devlet dışı aktörlerin,
biyoterörizm veya biyolojik savaş yürütmek için virüsleri ve
ölümcül biyolojik ajanları ele geçirebileceğine dair korkular
da bulunmaktadır. Tüm devletler biyolojik bir savaşın içine
girmemek ve devlet dışı aktörlerin laboratuvarlardaki ölümcül
biyolojik ajanlara erişimini önlemek için bir araya gelmelidir.
BSS gibi sözleşmelere sürekli bağlılık, gelecekte bu tür
biyolojik tehditlerin ortaya çıkmasını ve yanlışlıkla veya izinsiz
yayılmasını engellemeye yardımcı olabilir.
Tarımsal üretimde ve tarım temelli sanayide güçlü
olan ülkeler düşük ekonomik büyüme ve uluslararası ticarette
düşüşün beklendiği ekonomik durgunluk dönemlerinde ayakta
kalabilmek için daha iyi bir konumda olacaktır. Gelişmekte
olan ülkeler uluslararası serbest ticaret lehine uzun süredir
terk etmiş oldukları ithal ikamesi politikasını halihazırda
canlandırma eğiliminde olabilirler.
Biyolojik tehditler yeniden gündemin merkezine
oturdu. Hibrit beşinci nesil savaşların geleneksel savaşların
yerini çoktan almasıyla biyolojik savaş çatışmaya girenlerin
elinde önemli bir araç olarak ortaya çıkabilir. Devlet içi
karışıklıkların devletlerarası çatışmalardan çok daha
ölümcül bir hale gelmesiyle birlikte çatışmaların doğası da
değişmektedir. Kısa sürede Arap Sonbaharına ve sonrasında
Arap Kışına dönüşen 2011 Arap Baharının gösterdiği gibi,
hibrit savaş ve toplumsal patlamalar geleneksel savaşları tarihin
tozlu sayfalarında bırakmıştır. COVID-19 veya mutasyonları
Dünya olağanüstü bir belirsizlik, ekonomik durgunluk
ve muhtemel bir bunalım dönemine doğru ilerlerken, bir
araya gelme ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir
hale gelmiştir. Büyük güçlerin liderleri özel bir sorumluluk
taşımaktadır. Bu çerçevede, en önde gelen güç olan ABD
küresel sorumluluklarından kaçınmamalıdır. ABD halkı
soyutlanma politikasını reddetmelidir. Çünkü dünyamız, onu
yaşanacak daha iyi bir yer haline getirmek için yapıcı bir rol
üstlenen ABD ile daha müreffeh olacaktır. Çin halihazırda
fazlasıyla sergilediği küreselleşmeye yönelik gayretini
korumalıdır. Diğer büyük güçler inanç veya etnik kökene
dayanan dar milliyetçiliğin peşinden gitmemelidir. Dünyadaki
tüm ulusların birlikte yerine getirmeleri gereken muazzam bir
görev bulunmaktadır: Öncelikle ortak düşman COVID-19
31
32
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
tehdidiyle savaşılmalı, daha sonra İkinci Dünya Savaşı'nın
bitiminden sonra tanık olduğumuz işbirliği ruhuna dayanan
küresel sistem yeniden oluşturulmalıdır.
Notlar
COVID-19 VE AVRUPA:
JEOPOLİTİK BİR MEGAFON ARAYIŞI
1. “World Economic Outlook: The Great Lockdown,” World Economic
Outlook Report, Vaşington DC: Uluslararası Para Fonu, Nisan 2020.
2. “An Updated Assessment of the Economic Impact of COVID-19,” ADB
Briefs, Manila: Asya Kalkınma Bankası, 2020.
3. Daniel Gerszon Mahler, Christoph Lakner, R. Andres Castenda Aguilar,
Haoyu Wu, “The Impact Of COVID-19 (Coronavirus) On Global Poverty:
Why Sub-Saharan Africa Might Be The Region Hardest Hit,” World Bank
Blogs, 2020, https://blogs.worldbank.org/opendata/impact-COVID-19coronavirus-global-poverty-why-sub-saharan-africa-might-be-regionhardest.
Teresa Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Roma
CORATELLA Ofisi Program Yöneticisi, İtalya
Anahtar Avrupa Birliği, Çatışma,
Kelimeler Çok Taraflılık
4. “The Biological Weapons Convention: Convention on the Prohibition of
the Development, Production and Stockpiling of Bacteriological (Biological)
and Toxin Weapons and on their Destruction,” Birleşmiş Milletler, https://
www.un.org/disarmament/wmd/bio/
C
OVID-19 krizi artık üçüncü aşamasına girmektedir.
İlki, Avrupa’daki ve dünyanın diğer bölgelerindeki
insanların ayırım gözetmeyen, kural tanımayan, güçlü
ve görünmez bir tehditle karşı karşıya kaldıkları acil tıbbi
müdahale aşamasıydı. İkincisi, bütün dünyada hükümetlerin
salgının yol açacağı uzun vadeli sonuçlara dair göstergelerin
tedrici olarak ortaya çıkmakta olduğu ve ekonomik toparlanma
konusunda net adımlar atılamadığı, benzeri görülmemiş
bir ekonomik krizle başa çıkmaya çalıştıkları aşamadır.
Üçüncü aşama ise, dünya liderlerinin ülkelerini bu süreçte
siyaseten ayakta tutmalarını, bir başka deyişle COVID-19’un
34
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
COVID-19 ve Avrupa: Jeopolitik Bir Megafon Arayışı
şekillendirmeye başladığı yeni küresel düzende yeni bir rol
ve devlet aklı bulmaya yönelik bir strateji arayışına girdikleri
siyasi kriz dönemidir.
bir senaryoyu, Avrupa siyasi projesinin geleceği konusundaki
vizyon eksikliğini işaret ediyor. Avrupa küresel, bölgesel ve iç
yapısı bağlamında kendini nasıl konumlandırmak istiyor?
Bu yeni küresel düzende, ABD’nin COVID-19’un
yayılmasında sorumluluğu bulunduğu suçlamasına dayalı yeni
Çin söylemi, zaten istikrarsız bir ekonomik ve iç siyasi yapısı
bulunan ve COVID-19’un zayıflattığı Rusya için yeni bir rol,
virüsün etkileri henüz tam olarak ortaya çıkmamış olsa da
sarsılmış bir Afrika kıtası ve ekonomik genişleme planlarını
rafa kaldırmak zorunda kalan zayıflamış Asya ülkeleri
görünmektedir.
İlk olarak AB’nin iç düzeninde, Orban’ın Macaristan’ı
ve Kaczynski’nin Polonya’sında yaşandığı üzere bazı üye
devletlerdeki demokratik sapmaların yol açtığı “kontrollü bir
anarşi” görüyoruz. Üstelik bu konuda AB son derece çekingen
bir genel yaklaşım izlemektedir. Ayrıca, geleneksel KuzeyGüney karşıtlığını daha da derinleştirebilecek yeni bir unsur
olarak İtalya, İspanya ve Fransa gibi COVID-19’dan en fazla
etkilenen, ekonomik açıdan nispeten zayıflamış ve AB’nin
güneyinde yer alan ülkelerin içinde bulunduğu yeni bir
coğrafi bölünmeyle karşı karşıyayız. Ayrıca siyasi ve toplumsal
dayanışma yerine, ekonomik sağlamlığı öne çıkaran Kuzey
ülkeleri var.
Bütün bunlar içerisinde AB’nin konumu nedir? Avrupa
şu anda acil ekonomik toparlanma plan ve girişimleri ile
derin siyasi görüş ayrılıkları arasında bir yerlerde kaybettiği
jeopolitik megafonunu arıyor. COVID-19 krizi halının altına
süpürülerek bugüne kadar saklanmış zaafları ve fay hatlarını
birçok AB üyesi devlette gün yüzüne çıkartmaya başlamıştır.
AB’nin yeni “jeopolitik” Komisyonu tarafından
siyasi ivme kazandırılan güçlü Avrupalılık yaklaşımının rafa
kalktığını ve yerini siyasi çatışmaya, beraberlik ve dayanışma
yoksunluğuna bıraktığını görüyoruz. Birçok Avrupalı KuzeyGüney bölünmesinin 2011 ekonomik ve mali krizinin sona
ermesiyle birlikte gündemden düşerek bittiğini ummuş ve
düşünmüştü. Ne yazık ki, yaklaşık on yıl sonra ve COVID-19
salgınının çıkagelmesiyle bu tür durumlara özgü geleneksel
bölünmenin, itham etme alışkanlığının ve diyalog eksikliğinin
yeniden su yüzüne çıktığını görüyoruz. Daha şimdiden
Kuzey-Güney ayrışmasının ötesinde, Doğu ile Batı’nın, Kuzey
ile Doğu’nun, Doğu ile Güney’in hatta şaşırtıcı bir biçimde
Kuzey’in ve Güney’in kendi içlerinde çatıştığını gösteren yeni
bir tür söylemle karşı karşıyayız.
Avrupa’nın içinde kurucu üyeleri ve en büyük
ekonomileri arasındaki bu dayanışma eksikliği daha da kötü
İkinci olarak, AB’nin yakın coğrafyasında göç sorunu,
Yemen’deki insani felaket, Suriye iç savaşı, Libya’daki savaş, İran
dosyası, Kuzey Afrika’nın yeni ve darbeye açık demokrasilerinin
yanısıra güçlenen otokrasilerinden oluşan çözülmemiş
sorunların mevcudiyetini ve Brüksel’in bunlara ilgisizliğini
görüyoruz. Avrupa COVID-19 acil tıbbi müdahale kâbusundan
uyanıp ekonomik toparlanma planlarını gereği gibi yürütmeye
başlayabildiğinde, bu coğrafyada ABD ile beraber sahip olduğu
yerin ve nüfuzunun başkaları tarafından devralındığını görme
tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını görecektir.
Güney-Doğu boyutunda, Avrupa tarihinin her zaman
parçası olan ve AB’ye katılımları konusunda güvenilir adaylar
olduklarının teslim edilmesini isteyen Batı Balkanlar ile
Avrupa’nın belirsiz vizyon ve stratejisinden hayal kırıklığına
uğramış, siyaseten zayıf durumdaki Ukrayna için de aynı
durum geçerlidir.
Üçüncü olarak AB’nin küresel ölçekteki konumu
gelmektedir. Mevcut çok taraflı düzen COVID-19 krizinin
35
36
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
yarattığı toplumsal, ekonomik ve siyasi sorunlarla baş
edebilmek için şiddetle ihtiyaç duyulan ortak kararların
alınamadığı, birlikte hareket edilemediği ve bu haliyle
sürdürülebilir görünmeyen bir durum sergilemektedir. Bu
küresel senaryoda Avrupa, diğer büyük güçler gibi tıkanmış ve
hareketsiz kalmıştır. Eğer Avrupalı liderler masada somut bir
plan bulunduğunu vatandaşlarına gösterecek şekilde gerekli
tedbirlere ve eylemlere başvurmazlarsa, bu durumun yol
açacağı sonuçları tahmin edebilmek hiç de güç olmayacaktır.
Her şeyden önce, Avrupa vatandaşları Avrupa
projesine olan inançlarını yitirebilir ve bugün Avrupa karşıtı
siyasi beyanlarla tezahür eden katıksız ulus devlet ayarlarına
geri dönebilirler. Brexit’le yaşananlar bugün çok geride kalmış
gözükse de, özellikle vatandaşların AB kurumları ve siyasi
liderleri tarafından ihmal edildikleri hissine kapıldıkları
ülkelerde aynı süreç kolaylıkla tekrarlanabilir. COVID-19’un
yayılışından ilk etkilenen ülke İtalya’yla ilgili olarak Bayan
Lagarde ve Başkan Von der Leyden’in ilk tepkilerini hiç kimse
bir çırpıda unutamayacaktır. Ulus devletlerin tedarikçi ve
ortakları konumundaki küresel güçlerle ilişkilerinde müşterek
strateji ve plan yapmak yerine ikili ilişkilerini öncelemeyi tercih
edeceklerini görebiliriz.
İkinci olarak, yeni AB Komisyonu tarafından duyurulan,
içinde sadece miat ve standartlardan öte, mevcut çevre
mevzuatı, uzun vadeli hedef ve altyapıların radikal biçimde
değiştirilmesi ile yenilikçi ve iddialı “AB Yeşil Anlaşması”nın
(Green Deal) da bulunduğu, cesur ve mantıksız planların
geçici bir süre için ertelenmesi veya buna mecbur kalınması
riski mevcuttur.
Üçüncü olarak, AB hayati bir jeopolitik ivmeyi
kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. COVID-19 krizi İkinci
Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’nın yaşadığı en ağır krizdir.
Avrupa projesi barışı güvence altına almak, savaş, eşitsizlik,
COVID-19 ve Avrupa: Jeopolitik Bir Megafon Arayışı
ayrımcılık ve yıkıcı iç çatışmaların bir daha yaşanmamasını
sağlamak için ortaya atılmıştı. Avrupalı liderler ve siyasetçiler
her zaman öngörüyle hareket etmeseler de, bunu sağlamakta
başarılı oldular. Avrupa eğer iddialı ve cesur bir tavır
benimsemez ise günün sonunda yine eşitsizlik, ayrımcılık ve
yıkıcı iç çatışmalarla kolayca karşı karşıya kalabiliriz.
COVID-19 krizi Avrupa için şaşırtıcı biçimde yeni
değerler, dayanışma ve iddialı toplumsal ve ekonomik
girişimlere dayanan yeni bir başlangıcı da temsil ediyor olabilir.
Avrupa bütün bunları yapabilmek için öncelikle bir büyük güç
olarak telakki edilmeyi isteyip istemediğine karar vermelidir.
Avrupa bu konuda karar verdikten sonra diyaloğa girilebilecek,
siyasi ve ekonomik çıkarları, ama hepsinden önemlisi
vatandaşlarının çıkarları için müzakere edebilecek, güvenilir
ve sağlam bir muhatap rolünü sağlamlaştırmaya yönelik bütün
somut adımları atmalıdır. Avrupa bunu gerçekleştirmek,
mesajını yaymak ve sesini yeniden şekillenen çok taraflı
düzende duyurabilmek için şiddetle yeni bir megafona ihtiyaç
duymaktadır.
***
Not: Herkes bu sınamanın sadece Avrupa boyutuyla
ilgilenmemelidir. Dünyadaki bütün oyuncular ve küresel
taraflar aynı sınamalarla ve zorluklarla karşı karşıyadırlar.
37
COVID-19 Krizinden Sonra Dünya Nasıl Görünecek?
COVID-19 KRİZİNDEN SONRA
DÜNYA NASIL GÖRÜNECEK?
Dr. Michael Hudson Enstitüsü Kıdemli Uzmanı,
DORAN ABD
Anahtar ABD-Çin Rekabeti, Türkiye,
Kelimeler Ortadoğu, Terörizm
P
ek çok şey belirsiz olmakla birlikte, COVID-19 sonrası
dönemi dört gelişmenin şekillendireceğinden rahatlıkla
bahsedebiliriz. İlk olarak, Amerika Birleşik Devletleri
ve Çin arasında oldukça yoğun bir rekabet göreceğiz. Batı ile
ekonomik bütünleşmesini sağlayan ve bunun sonucunda siyasi
reformlar gerçekleştirecek bir Çin’in liberal demokrasilerin
doğal bir ortağına dönüşeceği şeklindeki gerçekçi olmayan bir
beklenti uzunca bir süre Amerikan politikasını şekillendirmişti.
Amerikan dış politikasının seçkinleri bu beklentinin sadece
bir hüsnü kuruntu olduğunu mevcut krizden önce dahi fark
etmişlerdi. Artık sorun yeni bir aşamaya taşınıyor. COVID-19
sonrası dönemde, agresif bir rekabetin olup olmayacağından
ziyade rekabetin nasıl sürdürüleceği tartışılacaktır.
Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin
ekonomilerinin iç içe geçmiş olması aralarındaki rekabetin
sınırlarını belirlemektedir. II. Dünya Savaşı’nın ardından
Sovyetler Birliği ile verilen mücadelenin aksine, Vaşington ve
Pekin arasındaki rekabet demokratik ve otoriter kapitalizm
arasındadır. Bu iki sistem arasındaki örtüşme, iki ülkenin
birbirine rakip devletlerden oluşan bloklarını kolayca
oluşturamayacağı anlamına gelmektedir.
Amerikalıların müttefikleri ile birlikte, Çin ile
yürütülecek rekabetin parametrelerinin tam olarak
belirlenmesine yönelik oldukça zorlu bir fikri çalışma yapması
gerekecektir. Vaşington hangi alanlarda Pekin ile sıfır toplamlı
bir oyuna dahil olmuştur? Hangi alanlarda rekabet sınırlı
niteliktedir ve hangi alanlarda ortada bir rekabet yoktur? Şu
anda, bu soruların hiçbirinin net bir yanıtı bulunmamaktadır.
Amerika özellikle dünyadaki rolü konusunda giderek
daha fazla kararsız hale geldiği için hayati çıkarlarına
ilişkin algısı bulanıktır. İsteksiz bir süper güç, Soğuk Savaş
sırasında inşa ettiği liderlik konumundan sürekli olarak
vazgeçmeye niyetlenmekte, ancak yine de bu eğilime teslim
olmayı başaramamaktadır. Sözkonusu kararsızlık en fazla
Başkan Trump’ın mesafe koymaya gayret ettiği Orta Doğu’da
kendini göstermektedir. COVID-19 krizi Amerika Birleşik
Devletleri’nin Orta Doğu’yu terk etmesine izin vermezken,
Amerika’nın bölge ile ilgili kararsız tavrını güçlendirecektir.
Bu da ikinci büyük gelişmeyi teşkil etmektedir. Krizin neden
olduğu ekonomik sarsıntılar ve ulusal borçtaki muazzam artış
Vaşington’da Başkanı yurt içindeki sorunlara odaklanmaya ve
Orta Doğu’daki karmaşıklıklardan kaçınmaya zorlayanların
baskısını güçlendirecektir.
39
40
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Amerika’nın kararsız tavrı bölgedeki temel rakibi
İran’a bir fırsat sağlıyor gibi görünebilir. Fakat İran oluşan güç
boşluğunu doldurabilecek kapasiteye sahip değildir. Aslında,
üçüncü büyük gelişme olarak İran COVID-19 krizinden ciddi
güç kaybıyla çıkacaktır. Rejim salgından önce dahi Başkan
Trump’ın “maksimum baskı” kampanyası ve geçtiğimiz
Kasım ayında ülkeyi kasıp kavuran siyasi huzursuzluk dalgası
nedeniyle zorluk çekiyordu. Koronavirüs salgınına karşı baştan
savma müdahalesi rejimin meşruluğunu daha da azaltmıştır.
İran’ın zayıf oluşu Amerika Birleşik Devletleri’ne askeri araçlara
ciddi ihtiyaç duymadan Tahran’ı savunma konumunda tutma
imkan verecektir.
Son olarak, COVID-9 krizi milliyetçiliğin yeniden
güçlenmesine yol açacak ve Avrupa Birliği gibi ulus aşırı
kuruluşların rolünü daha da zayıflatacaktır. Avrupa’da
Brüksel’den daha fazla özerklik talep eden popülist hareketlerin
yükselişine yıllardır tanık olduk. Salgın Avrupalılara ciddi bir
kriz sözkonusu olduğunda ulus aşırı teknokratların faydasız
olduğunu ve her ülkenin en gerekli olduğu zamanda kendi
kaynaklarına dayanmak zorunda kaldığını öğreterek bu
eğilimi güçlendirmiştir. Ancak, yeni milliyetçiliğin yükselişi
Avrupa’yla sınırlı bir eğilim değildir. Bu eğilim Modi’nin
Hindistan’ında, Xi’nin Çin’inde ve Netanyahu’nun İsrail’inde
de görülmektedir.
Birlikte ele alınan bu dört eğilim, kesin olmamakla
birlikle, oldukça istenen ve uğruna çaba gösterilmeye değer
beşinci bir gelişme olan ABD-Türkiye ilişkilerinde kaydadeğer
bir iyileşmeyi de muhtemel kılmaktadır.
11 Eylül sonrası dönemde Amerikan dış politikası
Amerikan stratejik vizyonunda Orta Doğu’daki en temel
tehdit olarak yer alan El-Kaide ve DAEŞ gibi devlet dışı
aktörlere odaklanmıştı. Bu odaklanma Amerika Birleşik
Devletleri’ni istikrarlı bir bölgesel düzen oluşturmaya
COVID-19 Krizinden Sonra Dünya Nasıl Görünecek?
kararlı müttefik devletler koalisyonunu sürdürmeye yönelik
geleneksel rolünden alıkoymuştu. ABD-Türkiye ilişkileri de
bu gelişmelerden olumsuz etkilendi. ABD devlet dışı aktörlere
odaklanma stratejisi nedeniyle PKK ile yakınlaşma hatasına
düştü.
Bununla birlikte, ilişkilerdeki krizin sürekli olmaması
gerekmektedir. Bir yandan Çin ile rekabetin öneminin gün
geçtikçe arttığını gören ABD, Orta Doğu’daki ağırlığını
azaltmaya yönelik baskının etkisiyle bölgede istikrarlı bir düzen
oluşturmanın önemini yeniden keşfedebilir. Ancak, bu yeniden
keşfin gerçekleşmesi ve tam potansiyelin ortaya çıkarılması
ABD’nin Türk müttefiki ile yakın bir şekilde çalışmasıyla
mümkün olacaktır. Bunun için hem Vaşington’da hem de
Ankara’da sıkı bir diplomatik işbirliğinin sürdürülmesine
ihtiyaç bulunmaktadır.
41
Yaklaşan Başkalaşım
YAKLAŞAN BAŞKALAŞIM
Eduardo Arjantin Eski Devlet Başkanı,
DUHALDE Arjantin
Anahtar Uluslararası İşbirliği, Küresel
Kelimeler Yönetişim, Küreselleşme
İ
lk olarak, bu pandeminin 20. yüzyılın son birkaç on yıllık
zaman diliminde dünyanın karşılaştığı mevcut sorunların
üstüne yeni bir şey eklemediğini söylemek isterim.
Her halükarda bu pandemi dünyadaki ekonomik
düzeninin olağanüstü dramatik durumunu acı verici bir şekilde
ifşa etmiştir. Bir örnek vermek gerekirse, bu düzen ülkeler ve
halklar arasında insanlık tarihinin tamamında eşi benzeri
görülmemiş bir ölçüde eşitsizliği de beraberinde getirmiştir.
Bu anlamda, Zigmunt Bauman’ın COVID-19’un ortaya
çıkmasından çok önce yaptığı şu uyarı düşündürücüdür:
“Cevaplardan daha fazla soru ve çözümlerden daha fazla
sorunla göze çarpacak ve sürdüğü müddetçe son derece eşit bir
başarı ve başarısızlık olasılığıyla ilerlemek zorunda kalacağımız
uzun bir döneme hazırlıklı olmalıyız.”
Veyahut Papa Francis’in, benim de hazır bulunduğum
bir konuşmasında, küresel düzeyde acilen ele alınması gereken
sorunları sıraladığında sarf ettiği şu sözleri düşünelim: “(…)
yoksullar ile gezegenin kırılganlığı arasındaki yakın ilişki,
dünyada her şeyin bağlantılı olduğu inancı, yeni paradigmaya
ve teknolojiden gelen güç biçimlerine yönelik eleştiri, ekonomi
ve ilerlemeyi anlamanın başka yollarını aramaya davet, her bir
varlığın değeri, ekolojinin insani duygusu, samimi ve dürüst
tartışmalara duyulan ihtiyaç, uluslararası ve yerel politikanın
ciddi sorumluluğu, kullanılabilirlik kültürü ve yeni bir yaşam
tarzı önerisi.”
2019’da Türk makamları beni İstanbul’daki
“Küreselleşme Krizi: Riskler ve Fırsatlar” konulu TRT Dünya
Forumu’nda fikirlerimi sunmaya davet etme nezaketini
gösterdiler. Orada katıldığım tartışmada genel anlamda
dünyanın daha iyi olduğunu ifade eden prestijli katılımcılarla
aynı fikirde değildim. Her zaman söylediğimi söyledim: “Biz
daha iyi değiliz. Daha kötüyüz. Dünya, özellikle de gençler,
bize açık bir şekilde alarm veriyor ve uyumsuzluk belirtileri
gösteriyor. Bir çağ ve paradigma değişikliği ile karşı karşıyayız
ve bunu ne kadar çabuk kabullenirsek, o kadar iyi olacaktır.”
Tüm bu giriş bölümünün amacı, pandemi ortaya çıkmakta
olan kaçınılmaz dönüşümleri hızlandırdığı takdirde, belki
de çok fazla acı ve yalnızlığın beraberinde gelebileceğini
belirtmektedir.
Bugün herkes pandemi sonrası dönemin “yeni
bir normallik” olacağını kabul etmiş görünüyor ve sahip
43
44
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
olunan görüşe bağlı olarak çeşitli “değişiklikler” sıralanıyor.
“Değişiklikler” üzerine düşünmenin gerçekte ne olacağına dair
bir ipucu vermediğini düşünüyorum. Ulrich Beck’in klasik
tanımına göre “Temel kavramlar ve onları destekleyen kesinlikler
sabit kalırken, değişim, modernliğin karakteristik bir geleceğine,
yani kalıcı dönüşüme odaklanmaktadır. Aksine, başkalaşım
modern toplumun bu kesinliklerini istikrarsızlaştırmaktadır.
(…) Başkalaşım (…) basit bir şekilde, dün düşünülemez olanın
bugün gerçek ve mümkün olduğu anlamına gelir.”
Bu yüzden, gerçekleşecek olanı net bir şekilde ele
almak neredeyse imkansızdır. Bununla birlikte, tek bildiğimiz
insanlığın bu krizden girdiğinden daha iyi bir şekilde çıkması
için neyin meydana gelmesinin arzu edildiğidir.
Eksik ama yararlı bir gündem, dönüşüm olmadığı
sürece kaybedenlerin her zamanki gibi aynı kesimler
olduğudur: yoksullar, fırsatlardan dışlananlar, dijital olarak
ötekileştirilenler ve göçmenler. Bunlara, bugün istikrarsız
olan ancak ilerlemek için mücadele eden, daha evrensel ve
erişilebilir bir eğitimin yanı sıra kamu refahı politikaları ve
uluslararası ticaret sayesinde istihdamda yaşanan yeni bir
büyüme ile sağlanan bazı fırsatlarla güçlenen orta sınıflar da
katılacaktır.
Dünya hükümetleri bu gerçeği kabullenerek, en
dezavantajlı insanların hayatta kalmasını sağlamak için olumsuz
etkileri önleyen veya en azından yumuşatan finansal yardım
araçlarının kullanımını, bir ülkenin veya bölgenin istisnasız
tüm sakinlerine ulaşabilen sağlık sistemlerinin oluşturulmasını,
çevrenin ve doğal kaynakların sıkı bir şekilde korunmasını,
yenilenebilir enerjilerin kullanımını ve geliştirilmesini,
dünya ekonomisinin öncelikli olarak üretime odaklanarak
dönüştürülmesini, diğer insanların kaynaklarını gasp etmek
için tefeciliğin ve büyüme için zorunlu tüketiminin bir araç
olarak kullanılmasının engellenmesini hedeflemelidirler.
Yaklaşan Başkalaşım
Açıkçası bu durum, dünyanın mülksüzleşmiş kesiminin,
Papa Francis’in tabiriyle “harcananların” yaşam kalitesini
yükselterek ve onları ayrıcalıklı azınlığa yakınlaştırarak sosyal
piramidin düzleştirilmesini zorunlu kılacaktır.
Elbette, bu boyutlarda bir değişimin yaşanması küresel
yönetişimde derin değişiklikler olmasıyla mümkündür. Bunun
için de, BM’nin reforma tabi tutulması, Latin Amerika’da ve
diğer bölgelerde etkili bir bütünleşmenin sağlanması, Avrupa
entegrasyonunun gözden geçirilmesi ve bu temelde yeni bir
uluslararası işbirliği paradigmasının tanımlanması gereklidir.
2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi veya
kalkınmanın finansmanına yönelik Addis Ababa Eylem Planı
gibi uluslararası toplum tarafından önerilen taahhütlere ve
bu dönüşümler sonucunda ortaya çıkacak benzer girişimlere
güçlü destek verilmesi de gereklidir. Bütün bunlar bizi yeni bir
küresel yönetişim kurmak için gerekli bir adım olan “küresel
siyasi toplumun” doğuşuna ve gelecekte bu büyüklükteki
krizlerle mücadele etmenin tek yolu olan küresel dayanışmaya
yaklaştırmalıdır.
Bunu yapabilir miyiz yoksa hiçbir şeyin değişmemesi
için bir şeyleri “değiştirme”ye yönelik kolay yolu mu seçeriz?
Seçim bizim. Bir kez daha Bauman’ın söylediği gibi; “Dünya’nın
sakinleri olan biz insanlar, kendimizi (tarihte her zamankinden
daha fazla) gerçek bir ikilemde buluyoruz: ya el ele vereceğiz
ya da aynı devasa toplu mezarda kendi cenaze törenimize
katılacağız.”
45
COVID-19 ve Büyük Güç Rekabeti
geçmişken krizin büyük güç rekabeti üzerindeki uzun vadeli
etkisini görebilmek için henüz çok erken olsa da, sözkonusu
etkiyi belirleyecek değişkenleri saptayabiliriz.
COVID-19 VE BÜYÜK GÜÇ REKABETİ
Doç. Ehud Hayfa Üniversitesi Siyaset Bilimi
EIRAN Fakültesi Öğretim Üyesi, Stanford
Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü
Misafir Öğretim Üyesi (2019-2020),
İsrail Bölgesel Dış Politikalar Enstitüsü
(Mitvim) Yönetim Kurulu Üyesi, İsrail
Anahtar ABD-Çin Rekabeti, Ekonomi,
Kelimeler Küresel Liderlik
2
020'nin başında ortaya çıkan COVID-19 küresel
halk sağlığı krizi bir dönüşüm süreci yaşamakta olan
uluslararası sistemi sarstı. Çin’in ekonomik yükselişi ve
Güney Çin Denizi gibi alanlardaki iddialı politikaları ABD’nin
küresel çaptaki başat konumuna meydan okuyor. Liberal
demokrasi sistemi ayrıca, Brexit ve AB’nin yakın çevresinde
liberal olmayan rejimlerin yükselişi gibi AB’nin yaşadığı
başarısızlıklarla karşı karşıyadır. Her üç bölge de küresel halk
sağlığı krizinin merkezinde yer alıyor. Virüs Çin'de ortaya
çıkmış olsa da en yüksek sayıda can kaybı (Mayıs 2020'nin
başı itibariyle) ABD ve Batı Avrupa’da yaşandı. Halk sağlığı
krizinin başlangıcının üzerinden sadece birkaç haftalık bir süre
Güç Üzerine Etkisi
Güçlü bir ekonomi Amerika’nın 19. yüzyılın sonlarından
itibaren başlayan küresel yükselişinde olduğu gibi günümüzde
de Çin’in yükselişinin temel unsurudur. COVID-19 krizi her
iki ekonomiyi de altüst etmektedir. 2020 yılının ilk çeyreğinde
ABD’nin gayri safi yurtiçi hasılası neredeyse %5 azalırken,
Çin'in aynı dönem içinde gayri safi yurtiçi hasılasındaki
düşüş %6,8 oldu. Üstelik ABD neredeyse %15'lik işsizlikten
mustaripken, gerçek rakam muhtemelen daha yüksek olmakla
birlikte Çin %6,2 kentsel işsizlik oranı açıkladı. Yüksek getirili
kurumsal borç enstrümanları gibi hükümetin daha önce
hiç desteklemediği alanları da içeren 2,4 trilyon Dolarlık
Amerikan harcama taahhüdü de dahil olmak üzere, iki ülke
de ekonomilerini ayakta tutabilmeye yönelik çeşitli adımlar
attılar. Bu adımların sonucunda her iki büyük gücün ulusal
borçları artıyor. ABD'de İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana
ilk kez borç/GSYİH oranı %100'ün üzerine çıktı. Krizin
ekonomi üzerindeki etkisini değerlendirirken, Çin ve ABD'nin
kendilerini toparlama yeteneklerini de dikkate almalıyız. Her iki
hükümet de güçlü tepkiler verdi, ancak yine de işgücü esnekliği
(Amerika'da daha büyük) ve devletin ekonomiye hakim olma
gücü (Çin'de daha büyük) gibi yapısal özellikler nihai sonucun
belirlenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Çin’in ihracata
olan bağımlılığının olumsuz ekonomik etkileri olabilir. ABD
dahil pek çok ülke, krizin küresel tedarik zincirinde ortaya
çıkardığı risklerden kaçınmak isteyecektir. Bu yerel üretimin
canlandırılması ve küresel olarak Çin ürünlerinin ihracat
pazarlarının daralması anlamına geliyor. Buna karşılık Çin iç
tüketime dayanan bir yapı geliştirmek için çaba gösterebilir ve
Kuşak ve Yol Girişimi’ne daha fazla yatırım yapabilir. Bu da
muhtemelen bir etki alanları bölünmesine yol açacaktır.
47
48
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Büyük Güçler Arasındaki İlişkilere Etkisi
Küresel ekonomik krizin Vaşington ile Pekin arasındaki
ekonomik güç dengesini değiştirip değiştirmeyeceğini görmek
için henüz çok erken olsa da, ilişkilerini olumsuz yönde
etkilediği aşikardır. Kriz işbirliğinden ziyade, zaten gergin olan
ilişkilerin mevcut durumunu pekiştirdi. Başkan Trump ortaya
çıkan geniş çaplı işsizlik ve kriz yönetimine ilişkin eleştiriler
nedeniyle, Kasım ayında yapılacak seçimler yaklaştıkça Çin'e
daha da güçlü bir şekilde saldırmaktadır. Trump bilhassa
“Çin virüsü” olarak tanımladığı hastalığın Wuhan'da devlet
kontrolünde olan bir laboratuvardan çıktığını ileri sürmüştür.
Trump yönetimi ayrıca Çin hükümetine karşı dava açabilme
imkanını araştırmaktadır. Öte yandan, Çin yönetimi onlarca
yıllık iktisadi genişlemenin sona ermesinin ülke içindeki
meşruiyetini zayıflatacağından endişe ediyor olabilir. Burada
milliyetçilik meşruiyeti korumak için etkili bir strateji olabilir.
Bazı Çinli yetkililer halihazırda ABD'yi eleştirerek virüsü Çin'e
yaymakla suçladılar.
ABD ile Çin arasındaki işbirliğinin garantisi olan ikili
ticaret, arz ve talebin düşmesiyle önemli ölçüde azaldı. Kriz
zirve yapmadan da önce Ocak-Şubat 2020 arası dönemde aylık
ABD-Çin ticareti 10,9 milyar Dolar düşüş göstermişti.
Üçüncü Taraf Desteği Üzerine Etkisi
Modern çağda büyük güçler uluslararası sistemdeki
diğer devletlere, küresel kurumlara liderlik ve katılım, ittifaklar,
ikili ilişkiler ve yumuşak güç yoluyla destek verme konusunda
da rekabet etmektedir. Başkan Trump döneminde ABD genel
olarak uluslararası taahhütlerini azalttı. ABD’nin yumuşak
gücü, Başkan Trump’ın küresel meseleler konusundaki tutumu
ve bir ölçüde de bıraktığı izlenim nedeniyle daha çok darbe aldı.
Büyük güç oyununa geç katılan Çin uluslararası arenada büyük
aşama kaydetti. COVID-19 krizi şimdilik Çin'in daha çok işine
COVID-19 ve Büyük Güç Rekabeti
yarıyor gibi görünüyor. 2010’lu yılların ilk döneminde Ebola
salgınına karşı yürütülen küresel çabalara öncülük eden ABD,
mevcut krizde sözkonusu küresel liderlik konumunu terk etti.
Dahası, virüsü kontrol altına almakta Çin'e kıyasla çok daha az
etkili olması yumuşak gücünü zayıflattı. Üstelik demokrasiler
de dahil olmak üzere birçok ülkede atılan halk sağlığı adımları
temel özgürlüklere gölge düşürdü. Bu durum Çin’in de dahil
olduğu, özgürlükler yerine güvenliği tercih eden hükümet
sistemlerine daha fazla meşruiyet kazandırdı. Sınırlar arası
kolay geçiş gibi AB'nin temel ilkeleri konusunda hızla geri
adım atılması, ABD'nin geleneksel olarak savunduğu liberal
modelin sınırlarını ve hatta belki de başarısızlıklarını gözler
önüne sermektedir. Öte yandan, Çin’in imajı Wuhan'daki
yetkililerin Koronavirüs’ün başlangıcına ilişkin bilgileri
sakladığı ortaya çıktığında darbe aldı. İki büyük gücün de
yumuşak güç kazanımları, imajlarını olumluya çevirecek bir
söylem oluşturma ve bu söylemi yaymalarındaki başarılarına
bağlı olacaktır.
Churchill'in ünlü sözünde ifade ettiği gibi, belki biz de
“bu son değil, hatta sonun başlangıcı bile değil, belki de başlangıcın
sonudur” aşamasındayız. Bu krizin daha başındayız. Yukarıda
sunulan analizi değiştirebilecek en az iki gelişme yaşanabilir.
İlk gelişme bu krizin nasıl sona ereceğiyle bağlantılıdır. Mesela,
büyük güçlerden birinin aşı veya etkili bir tedavi geliştiren
ilk ülke olması ve sonrasında bunu dünyadaki diğer ülkelere
armağan etmesi veya tam tersine fahiş fiyata satması sözkonusu
olabilir. İkinci olarak, Beyaz Saray'da yaşanacak Başkan
değişikliği ABD’nin küresel liderliğini canlandırabilir. Başkan
Biden, bu ölçekte bir kriz karşısında müttefiklerin, ittifakların
ve küresel liderliğin merkezde olduğu İkinci Dünya Savaşı
sonrası geleneksel Amerikan dış politikasını tercih edebilir gibi
görünüyor.
Elizabeth dönemi şairi Thomas Nash 1600 yılında
yayımlanan “Veba Zamanında Bir Ayin” şiirine “Elveda,
49
50
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
yolun açık olsun dünyanın mutluluğu / Bu dünya belirsiz” diye
haykırarak başlamıştı. Şiir kişinin ölümden kaçamamasını
derinlemesine yansıtmaktadır. 2020 Koronavirüs günlerinde
okunduğunda, salgının yükselen bir Çin'in düşmekte olan
bir ABD'ye meydan okuduğu stratejik belirsizliği daha
da şiddetlendirdiği konusunda bizleri uyarıyor. Yukarıda
sunulan analizler, stratejik belirsizlikler nedeniyle çoğumuzun
aynen Nash gibi hissettiği bugünlerde, en azından ABD-Çin
rekabetinin seyrini belirleyecek değişkenleri anlayabilmemize
yardımcı olmayı amaçlamakta olup, belki de Nash’ın, dönemiyle
sınırlı kalmayan haykırışını bir dereceye kadar azaltabilir.
COVID-19 SONRASI AFRİKA’YA BAKIŞ
Doç. Afyare A.
ELMI &
Dr. Abdi M.
HERSI
Katar Üniversitesi Körfez
Araştırmaları Programı Öğretim
Üyesi, Katar & Griffith Üniversitesi,
Griffith Sosyal ve Kültürel
Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı,
Avustralya
Anahtar Afrika, Ekonomi, Göç, Demokrasi,
Kelimeler Uluslararası İşbirliği
B
ir kıta olarak Afrika, farklı gelişim aşamalarında olan
55 ülkeden oluşmakta ve son otuz yıldır genel olarak
yükselişini sürdürmektedir. Örneğin Ruanda, Etiyopya,
Fildişi Sahili ve Senegal gibi ülkelerin hepsi etkileyici bir
ekonomik büyüme gösterdi. Dahası, hem birçok ülke siyasi
açıdan demokratikleşti, hem de devletlerarası ve devlet içi
çatışmalarda önemli ölçüde bir azalma gerçekleşti. Fakat Afrika
da dünyanın geri kalanı gibi COVID-19 pandemisinin etkilerine
maruz kalacaktır. Dünya Sağlık Örgütü Afrika'da 44 milyondan
fazla insanın Koronavirüs’e yakalanabileceği ve 190.000 civarı
insanın hayatını kaybedebileceği konusunda uyarı yaptı.
52
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Neyse ki, bu makalenin yazıldığı dönemde, kıtadaki COVID19’un bulaşma oranı Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika'ya
kıyasla nispeten düşük seyrediyor. Afrika Hastalık Kontrol ve
Önleme Merkezi’ne göre günümüze dek (Mayıs 2020), kıtada
64.241 vakadan 2.293 kaydedilmiş ölüm gerçekleşmiştir.
Afrika'nın COVID-19 sonrası görünümünü tahmin etmek
için erken olmasına rağmen, pandeminin olumsuz etkilerinin
ekonomi, düzensiz göç ve büyük güç rekabetini idare etmeden
kaynaklanan daimi sınamalar üzerinde yoğunlaşacağını
düşünüyoruz. Diğer yandan, COVID-19’un özellikle sağlık
hizmetlerine öncelik verilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda
kıtadaki işbirliği ve entegrasyona olumlu etkileri olacaktır ve
demokratikleşme sürecini güçlendirecektir.
COVID-19 Sonrası Afrika’ya Bakış
İşçi dövizi transferleri Afrika kıtası için büyük bir can
damarı olmanın yanı sıra önemli düzeyde yatırım ve istihdam
yaratıyor. COVID-19’un dünyanın çeşitli bölgelerindeki Afrika
diasporası tarafından ülkelerine transfer edilen paralara da
olumsuz etkisi olmaktadır. Afrika diasporasından milyonlarca
kişi işlerini kaybettiği için memleketlerinde yaşayan ailelerine
ve sevdiklerine destek sağlama güçleri azalmış durumdadır.
DB verilerine göre 2020 yılında işçi dövizi transferleri yalnızca
Sahraaltı Afrika bölgesinde yaklaşık %23,1 oranında azalacak
olup, bu Avrupa ve Orta Asya bölgelerinden sonraki en büyük
ikinci düşüş olacaktır. İşçi dövizlerinin yokluğu milyonlarca
Afrikalının yaşam şartlarını ve gıdaya erişimlerini kısıtlıyor.
Ayrıca, bu durum Afrika'nın gıda kıtlığı yaşamasının önünü
açıyor.
Olumsuz Etkileri: Ekonomi, Göç ve Büyük Güç Rekabeti
Afrika'daki COVID-19 salgını nispeten sınırlı kalmış
gibi görünse de kıta üzerindeki ekonomik etkisi yıkıcı
olacaktır. Afrika Kalkınma Bankası’nın (AfDB) yayımladığı ilk
tahminler 500 milyar Dolarlık bir ekonomik kayıp olduğunu ve
kaybın artmaya devam ettiğini gösteriyor. Ekonomistler Afrika
devletlerinin, virüsün hızla yayılacağı korkusuyla ilk olarak
işletmeleri kapatarak ticari faaliyetleri sınırlandırmalarının
önemli bir ekonomik maliyete yol açacağını savunuyorlar.
Kıta ekonomisinin petrol ve gaz üretimi ile turizme yönelik
sektörleri daha büyük risk altındadır. Amerika Birleşik
Devletleri ve diğer gelişmiş ulusların aksine Afrika kıtası,
ekonomisine trilyonlarca Dolar enjekte etme imkanına sahip
değildir. AfDB Başkanı Akinwumi Adesina’ya göre, mevcut
durumda kıtadaki ülkeler için 10 milyar Dolarlık bir kredi
imkanı bulunmaktadır. Dünya Bankası (DB) Sahraaltı Afrika
bölgesinin en sert darbeyi alacağını, 2019 yılındaki %2,4’lük
büyüme oranının düşüşe geçerek 2020 yılında %-5,1’e kadar
ineceğini tahmin ediyor. DB bu olumsuz tahminleri daha
da ileri taşıyarak Sahraaltı Afrika bölgesinin son 25 yılın ilk
durgunluğunu yaşayacağı öngörüsünde bulundu.
Ekonomiyi bir kenara bırakırsak Afrika, dünyanın geri
kalanına gerçekleşen göçün ve yer değiştirmenin önemli bir
kaynağı olmanın yanı sıra, dünyadaki mültecilerin ve yerinden
edilen kişilerin önemli bir bölümüne ev sahipliği yapıyor. Daha
önce benzeri görülmemiş bu Koronavirüs pandemisi sürecinde
birçok donör ülkenin, yardım bütçesini kesmesi ve kendi
vatandaşlarının refahına odaklanması yönünde vatandaşlarının
ilave baskısı ile karşı karşıya kalması muhtemel. Bu nedenle,
zengin donör ülkelerdeki aşırı milliyetçi yaklaşımlar, mülteciler
ve ülke içinde yerinden edilmiş kişiler dahil en savunmasız
grupları olumsuz yönde etkileyecektir. Dünya Gıda Programı,
salgını açlığın takip edeceğini ve bu sebeple birçok Afrikalı
da dahil, yüz milyonlarca insanın hayatının etkileneceğini
öngörüyor.
Uluslararası Göç Örgütü (IOM) geçtiğimiz günlerde,
Afrika'da sınırların kapanması ve sınır geçişlerindeki rejimin
sıkılaştırılması nedeniyle düşük oranda düzensiz göç meydana
geldiğini bildirdi. Özellikle, Afrika Boynuzu'ndan Orta
Doğu'ya doğru uzanan dünyanın en yoğun göç rotasındaki
rakamlar son üç ayda daha düşük seyretti. Bununla birlikte
53
54
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
politikacılar ve politika yapıcılar, düzensiz göçün geçici
olarak düşük olduğu mevcut dönemin getirdiği rahatlığın
rehavetine kapılmamalıdırlar. Zira kısıtlamaların olmayacağı
ve sınır geçişlerinin kolaylaşacağı COVID-19 sonrası dönemde
sınırlarda ortaya çıkacak sayılar şimdiki dönemde bildirilen
düşük sayılardan oldukça farklı olacaktır. Politikacılar ve
politika yapıcılar ayrıca COVID-19 sonrası dönemde kıtadaki
gençlerin yaşayacağı olası zorlukları ele almaya odaklanmalıdır.
Pandemiden kaynaklanan yukarıda belirttiğimiz ekonomik
krizin Afrika kıtası için geniş kapsamlı sosyal sorunlara neden
olabileceğine inanıyoruz. Pandemi, Orta Doğu gibi hedeflere
yönelik başta işgücü göçü olmak üzere düzenli göç hareketlerini
de azaltma potansiyelini taşımaktadır. İşgücü ithal eden
ülkelerin sanayileri COVID-19'un ekonomik etkilerine karşı
benzer bir mücadele içinde olduklarından eskiden olduğu
kadar çok insanı istihdam edemiyorlar.
Son olarak, COVID-19 yenilenen büyük güç rekabeti
içinde Afrika devletleri için yeni bir belirsizlik ortamı yarattı.
Çin, Afrika’da Amerika Birleşik Devletleri'nin yaptığından
çok daha büyük yatırımlar gerçekleştirerek Afrika'ya yerleşti.
Birçok Afrikalı lidere göre, Çin somut gelişme ve altyapı
sağlarken, Batı, eski kafalı yardımlar ve yüksek faizli kredilerde
takılıp kaldı. Öte yandan, Afrika ile uzun süredir devam eden
siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerinden yararlanan ABD
öncülüğündeki Batılı demokrasiler son yıllarda daha agresif
hale geldiler. Örneğin, Afrika boynuzu büyük güçler için bir
yarış alanına dönüştü. Birçok Afrika ülkesinin bu rekabeti
idare etmede zorlanacağını ve bu nedenle bazı ülkelerde sınırlı
bir istikrarsızlığın ortaya çıkacağını düşünüyoruz.
Olumlu Etkileri: İşbirliğinin Artışı, Demokratikleşmenin
Devamı ve Sağlığa Öncelik Verilmesi
Dünyanın diğer bölgelerinde ortaya çıkması öngörülen
korumacılık ve milliyetçiliğin aksine, COVID-19 sayesinde
COVID-19 Sonrası Afrika’ya Bakış
Afrika’daki işbirliği ve entegrasyon süreci güçlenecektir. Bu
eğilime iki unsur katkıda bulunacaktır. İlk olarak, sömürge
yönetimlerinin getirmiş olduğu yapay sınırlara rağmen,
birçok etnik grup ulus aşırı yayılma göstermektedir. İkinci
olarak, ekonomik büyümedeki yavaşlamanın ve pandeminin
sınırları aşan tehlikesi kıtadaki devletlerarası işbirliğini
hızlandıracaktır. Esasen, çok az sayıda Afrika ülkesi sınırlarını
kontrol edebilmektedir.
Buna ek olarak, Afrika’nın “silahları susturma”
sloganını benimsemesi, devlet içi ve devletlerarası çatışmaların
sona ereceğine işaret etmektedir. COVID-19’un kıtanın
devletleri ve farklı bölgeleri üzerindeki etkileri kesinlikle
çeşitli olacaktır. Bazı otokratik yöneticiler COVID-19'u daha
uzun süre iktidarda kalmak için bir bahane olarak kullanmaya
çalışsalar da Afrika'nın girişken sivil toplumunun kıtadaki
demokratikleşme sürecini devam ettirerek geliştireceğine
inanıyoruz. 2020’de yapılması planlanan bir düzine seçime
ilişkin olarak yalnızca Etiyopya seçimleri resmi olarak yaklaşık
altı ay erteledi. Tanzanya ve Burundi gibi diğer ülkeler,
seçimleri zamanında gerçekleştirmekte kararlılar. Bazı kırılgan
devletlerde gecikmeler olsa bile, Afrika'nın demokrasiye doğru
ilerleyişinin geri döndürülemez olduğu fikrindeyiz. Afrika'nın
yakın geçmişinde yaşanan çok sayıdaki siyasi çatışma nedeniyle
sivil toplum ve genç nüfus ortaya çıkabilecek herhangi bir
fırsatçı diktatörü yenilgiye uğratacaktır.
Afrika, birçok sağlık krizi yaşamış (HIV-AIDS,
tüberküloz ve sıtma) ve Ebola salgınını da başarıyla kontrol
altına almıştır. Bu hastalıklara maruz kalmış olan insanlar
Koronavirüs’e karşı daha savunmasız olsalar da, krizler birçok
Afrika devletinin direncini güçlendirdi. Bariz kurumsal
zayıflıklara rağmen, bu krizler esnasında kazanılmış eşsiz beceri
ve deneyimler kesinlikle kıtaya yardımcı olacaktır. Ayrıca,
Afrika devletlerinin sağlık ve eğitim hizmetlerine öncelik
vererek bütçelerini önemli ölçüde artıracağını düşünüyoruz.
55
56
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Kısacası, devam etmekte olan Koronavirüs salgınına
ilişkin öngörüde bulunmanın zorluklarının farkındayız. Yine
de COVID-19 sonrası dönemin Afrika için sancılı olabileceğini
düşünmekle birlikte, kıtanın gelecekteki görünümünün umut
ve iyimserlik dolu olduğu fikrindeyiz.
COVID-19 SONRASI DÖNEMDE
KÜRESEL YÖNETİŞİM
Prof. Richard Princeton Üniversitesi Albert
FALK G. Milbank Uluslararası Hukuk
Emeritus Profesörü ve Kaliforniya
Üniversitesi Orfalea Küresel
Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı,
ABD
Anahtar Küresel Yönetişim, Uluslararasıcılık,
Kelimeler Uluslararası Örgütler, ABD-Çin
Rekabeti
Giriş
C
OVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişim hakkında
tahminlerde bulunurken hem temkinli hem de net
olmak önem taşımaktadır. Temkinli olunmalıdır. Zira
Koronavirüs salgınının ne zaman biteceği de dahil olmak
üzere birçok belirsizlik bulunmaktadır. Salgın ekonomi
tamamen yeniden açıldığında mı bitecektir? Birçok ülkeye
dağıtılmak üzere bir aşı geliştirilip hazır olduğunda mı? Ulusal
hükümetler, DSÖ veya BM Genel Sekreteri tarafından bittiği
ilan edildiğinde mi? Yoksa ekonomi ve toplumsal kalıplar
yeniden normal göründüğünde mi?
58
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Küresel yönetişim için alternatif gelecekler tasarlanırken,
özellikle de beklentiler, gerekli olanlar ve arzu edilenler
arasındaki ayırımı belirlerken net olmak da aynı derecede
önem taşımaktadır. Net olmak küresel yönetişimle, halihazırda
işleyen devlet merkezli dünya düzeninin koşullu ve yapısal
eksikliklerini birbirinden ayırmakla da ilgilidir. Örneğin, dünya
düzeninin önemli bir boyutu olan küresel liderliğin kalitesi
ABD ve Çin'in tutumlarına ve yönetim önceliklerine, ayrıca
BM Genel Sekreteri gibi önemli ahlaki otorite figürlerinin
ve güçlü özel sektör menfaatlerinin etkilerine bağlıdır. Buna
karşılık, COVID-19 krizinin yanı sıra iklim değişikliği, küresel
göç ve uzun süren iç kargaşalardan oluşan ortak sınamaları
çözmek için gerekli olan küresel işbirliğine ulaşmada yaşanan
başarısızlıklar, sorun çözme konusunda yaşanan koşullu ve
yapısal sınırlamalara işaret etmektedir. Devletler, özellikle de
daha büyük ve daha varlıklı olanlar, küresel ve insani çıkarları
göz önünde bulundurma konusunda isteksiz olmakta ve ulusal
çıkarın kendilerine hizmet eden tanımlarını benimsemektedir.
Bu nedenle küresel sınamalara karşı yapılan yönetişim
müdahaleleri genel olarak hayal kırıcı olmaktadır.
Dijitalleşmenin bölgesel olmayan karşılıklı bağlılığı ile
milliyetçiliğin bölgesel zihniyeti arasındaki uyumsuzluk başka
bir gerilim kaynağıdır. Belki de küresel yönetişime ilişkin en
ciddi gerilimler, birkaç siyasi aktörün jeopolitik manevraları
(örneğin, Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi
üyeleri) ile yasalar karşısında daha hesap verebilir hale getirilen
normal devletler arasındaki etkileşimden kaynaklanmaktadır.
Bu faktörler II. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük yönetişim
sınaması olarak aniden ortaya çıkan COVID-19’dan çok önce
de mevcuttu.
COVID-19’dan Çıkarılacak Yönetişim Dersleri
Yönetişime ilişkin COVID-19’un ortaya koyduğu en
açık ders, küresel ölçekli sınamalara dair büyük belirsizlik
COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Yönetişim
dönemine, istikrarsız dünya düzenine ve zamanlaması
bilinemiyor olmakla birlikte yaklaşan tehditlere karşı yeterince
hazırlıklı olunmadığıdır. Bu duruma iki farklı müdahale yolu
mevcuttur. Birincisi, hükümetler ve halk tarafından, salgının
önümüzdeki dönemde sağlık dışı konulara olası etkileri göz
ardı edilerek, gelecekteki yeni salgınlarla daha etkili müdahale
için sağlık politikalarının ve kapasitesinin daha merkezi hale
getirilmesine duyulan ihtiyacın kabul edilmesidir. Bu yaklaşım,
generallerin gelecekteki savaşlar için planlar yapmak yerine
son savaşın hatalarını düzelttiklerine ilişkin tarihi kabule
uygun olacaktır. Egemen devletlerin siyasi liderlerinin kısa
vadeli performanslarıyla değerlendirilmeleri ve bu liderlerin
görev sürelerinin gelecekte ortaya çıkacak tehlikelerin
somutlaşmasından önce sona ereceğini varsayma eğiliminde
olmaları nedeniyle küresel yönetişim bağlamında sorunlar
ortaya çıkmaktadır.
Küresel sağlıkla ilgili olumlu düzenlemeler, Dünya
Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) bütçesinin, bağımsızlığının ve
yetkisinin salgınlar hakkında uyarı, tedaviye ilişkin öneriler
ve güvenilir bilgi sunabilmesini temin etmek için büyük
ölçüde artırılmasını hedeflemelidir. Bu aynı zamanda,
özellikle ekonomik açıdan daha zor durumda olan ülkelerde
eş zamanlı adımlar atmak ve sorunlarla mücadelede bilgi,
yetenek ve maliyet paylaşımıyla işbirliğine dayalı usuller ve
yetenekler geliştirmek anlamını taşımaktadır. Fiiliyatta bu, kriz
yönetimine vurgu yapan küresel sağlık politikasına ilişkin iyi
yönetişim uygulamalarını belirleyecek ve uygulayacak ölçüde
yeterli düzeyde finanse edilmiş küresel yeterlilik anlamına
gelmektedir.
Bu tür olumlu düzenlemelerin yerine getirilmesi halinde,
uluslararası kurumları güçlendirme, egemen devletlerin
yeteneklerini artırma ve tüm sosyal etkileşim seviyelerinde
önceden hazırlık ve işbirliği düzenlemelerine duyulan
ihtiyacın farkına varma arasında bir uyum sağlanabilecektir.
59
60
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Bu bağlamda, devlet merkezli dünya düzeninin uyarlanabilir
politika potansiyeli, küresel yönetişim yapılarında herhangi bir
temel değişikliğe ihtiyaç duyulmadan harekete geçirilecektir.
Bu politika odaklı yaklaşımın başarısı, başta Amerika Birleşik
Devletleri olmak üzere önde gelen ülkelerin uyguladığı küresel
liderliğin kalitesine de bağlı olacaktır. Temel endişe, ABD’nin
küresel etkisinin, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde olduğu
gibi anlayış ve taahhütler açısından uluslararası nitelikte mi,
yoksa Trump’ın başkanlığı döneminde olduğu gibi içe dönük
ve ulusal nitelikte mi olacağıdır. Bu hususta, 2020’de Trump’ın
dört yıl için bir kez daha seçilip seçilmemesi gibi muğlaklık arz
eden faktörler, COVID-19 krizi sona erdikten sonra küresel
liderliğin yönünü saptamada belirleyici olabilecektir. Ayrıca,
milliyetçi yönelimin salgın etkisini yitirdikçe devam etmesi,
hatta güçlenmesi halinde Afrika ve Asya’daki ittifaklar da dahil
olmak üzere diğer siyasi güçleri liderlik boşluğunu doldurmaya
teşvik etmesi mümkündür. Milliyetçiliğin bunun yanında
öngörülemeyen birçok sonuçla birlikte dünya ekonomisinde
güçlü bir küreselleşme karşıtı eğilime yol açma olasılığı da
bulunmaktadır.
Sağlık Sektörünün Ötesinde
COVID-19 hususunda geniş ölçüde paylaşılan
“hepimiz birlikteyiz” anlayışının, iklim değişikliği, nükleer
silahlar, küresel göç, aşırı yoksulluk ve biyolojik çeşitlilik
kaybı sorunlarına daha fazla küresel müdahaleyi olanaklı kılıp
kılmayacağı sorusu önem taşımaktadır. Sağlık sektöründe
yaşanan hızlı ve derin değişikliklerden alınan derslerin
sağlık alanının dışında uygulanması, öncelikle, daha küresel
ve geleceğe yönelik liderliğin ortaya çıkıp çıkmamasına
bağlı olacak. Ancak, bu bile alışılagelmiş işleyişe dönülmesi
baskısını yaratan kemikleşmiş belirli ekonomik çıkarlara sahip
muhalefetin üstesinden gelinmesinde yeterli olmayabilecektir.
Sağlık sektörünün iyileştirilmesi ve uluslararasılaştırılması
konusunda belirli bir dirençle karşılaşılsa da, fosil yakıtların,
COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Yönetişim
savunma sanayinin, robotbilim ve otomasyonun düzenlenmesi
hususlarındaki direnç çok daha güçlü olacaktır. Bu nedenle,
COVID-19 deneyiminin sağlık dışı konularda politika
oluşturma sürecinde dikkate alınmasını sağlamak, sadece
devletler düzeyindeki ileri görüşlü liderliğe değil, küresel
tehditlere karşı uzun süreli ve insani bir yaklaşım arayan
popüler hareketler üzerinden toplumsal baskı oluşturulmasına
da bağlı olacaktır. Bunun etkili olması halinde, Paris İklim
Değişikliği Anlaşması (2015) ve İran Nükleer Program
Anlaşması’nda (JCPOA) (2015) ön plana çıkarılan bu tür
işbirliği yaklaşımlarının yeniden inşasını ve geliştirilmesini
kolaylaştıracak enternasyonalizmi ve çok taraflı anlaşmaları
destekleyen yeni bir siyasi atmosfer ortaya çıkabilir.
Esas itibarıyla, COVID-19 sonrası beklentiler, siyasi
uyum potansiyelinin, en endişe verici küresel sınamaları
azaltmak ve böylece devlet merkezli küresel yönetişime
olan güveni yeniden inşa etmek için yeterli düzeyde artırılıp
artırılamayacağı ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, bu beklentiler
“dünya hükümeti” veya “devlet sonrası dünya düzeni”
gibi yenilikçi dünya düzenine ilişkin kavramlar vasıtasıyla
güçlü işbirliği ve kontrol mekanizmalarından ibaret küresel
yönetişimin dönüştürülmesi anlamına gelmemektedir.
Diğer küresel tehditler özellikle varlıklı toplumları doğrudan
hedef alırsa, küresel yönetişime daha jeopolitik bir yaklaşım,
yenilenmiş bir ABD enternasyonalizmi veya çevre ya da
ekonomiye ilişkin acil bir durum karşısında Çin ile ABD ya
da Rusya ve ABD’yi bir araya getiren yeni koalisyonlar altında
ortaya çıkma olasılığı taşımaktadır. Bu da küresel yönetişimin
jeopolitikte ve stratejilerini her zaman devletlerarası diplomasi
ve uluslararası hukukun kısıtlamaları dışında kalarak
sürdürmüş olan büyük güçlerin rolünde yapısal bir değişim
anlamına gelmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve daha
az ölçüde Çin sınırlarının çok ötesine uzanan bir mevcudiyet
ve nüfuzla “küresel devletler” olarak algılanmaktadır, ancak
siyasi çerçeve ağırlıklı olarak “devlet merkezli” olmaya devam
etmektedir.
61
62
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
COVID-19 sonrası dönem için üretilen makul
senaryolarda, devlet merkezli dünyaya ve jeopolitik
boyutlarına karşı yapısal bir sınama için yeterli bir gerekçe
bulunmamaktadır. Küresel yönetişimin mevcut biçimine
ilişkin üzerinde en çok tartışılan yapısal özellikler kapitalizmin
son aşaması olan neoliberalizmin eşitsizliği ve küresel ısınmayı
tetiklediğine yönelik iddialar ile ultra-milliyetçiliğin, 21.
yüzyılın gerçekleri göz önüne alındığında gerici bir devlet
davranış biçimi olduğuna dair görüştür.
COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİNDE
PARADİGMA KAYMASI OLMAYACAKTIR
Sonuç
COVID-19 salgınının ortaya çıkmasının hepimiz için
büyük bir şaşkınlık yaratmasına benzer bir şekilde, COVID-19
sonrası dönemde de insanlığın muazzam bir belirsizlik
içinde yaşadığını bir kez daha hatırlatan büyük sürprizlerle
karşılaşacağız. Bu bilinçle, küresel yönetişime en mantıklı
yaklaşım ihtiyatlı davranmayı gerektirir. İhtiyat için en iyi
rehber, ilk aşamada tehditlerin derecelerine ilişkin kesinlik
aramadan, bilimsel bilgi ve ilgili uzmanları dikkate alan tedbirli
olma ilkesidir. Liderlerimiz tedbirli olma ilkesini uygulayan
politikalarla rehberlik etmeyi öğrenirlerse, bu COVID-19
deneyiminden çıkarılacak en büyük ders olacaktır.
Doç. Ibrahim Doha Lisansüstü Araştırmalar
FRAIHAT Enstitüsü ve Georgetown
Üniversitesi Katar Kampüsü
Öğretim Üyesi, Katar
Anahtar ABD-Çin Rekabeti, Çin,
Kelimeler Küreselleşme, Küresel Liderlik
B
ir kaç ay önce patlak veren Koronavirüs salgınının
dünya düzeni üzerinde bırakacağı etki hakkında çok
sayıda spekülasyon yapıldı. Örneğin, pandemiye yönelik
başarılı politikaları göz önüne alınarak Çin ve/veya Asya’nın
yeni dünya düzenine öncülük edebileceği konusunda bazı
iddialar ortaya atıldı. Öte yandan, krizle etkin bir şekilde
başa çıkamaması nedeniyle Avrupa Birliği’nin dağılabileceği
de savunuldu. Bu makale, COVID-19 pandemisinin
uluslararası toplum üzerindeki büyük etkisine rağmen, salgın
öncesi dünya düzeninin yok olmasına ve ülkeler arasındaki
ilişkileri şekillendiren yeni bir paradigmanın doğmasına yol
açmayacağını savunuyor. Salgının etkisi, büyük olasılıkla
64
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
mevcut paradigmayı ve küresel güç liderliğinin eksikliğine
doğru gidişatı güçlendirecek, ayrıca dünya sahnesinde gücün
daha fazla yayılmasını hızlandıracaktır.
Yeni bir paradigma neden doğmuyor? Tarihsel olarak
dünya düzeninde köklü değişikliklere yol açan virüsler değil,
büyük ölçekli ve belirleyici savaşlardır. Vestfalya, I. Dünya
Savaşı ve II. Dünya Savaşı yeni dünya düzenlerinin doğuşunu
önceleyen dönüm noktalarıydı. Dünya düzenindeki değişim
genellikle sağlık alanında değil, küresel güvenlik mimarisindeki
değişiklikten kaynaklanmıştır.
Salgınlar dünya siyasetinde oyun kurucu değildir.
Savaşlardan farklı olarak, salgınlar dünya aktörlerinin
sonrasında birbirleriyle nasıl etkileşime gireceğine dair
kuralları belirleyen ve tartışmasız kazananlarla biten sıfır
toplamlı muharebeler değillerdir. Aksine, COVID-19’da
olduğu gibi salgınlar geleneksel rakipler arasında bile işbirliğine
yol açabilmektedir. Çin’in Avrupa’ya ve ABD’ye, ABD’nin ise
İran’a yardım teklifinde bulunması buna örnektir. Uluslararası
arenadaki mücadelenin, küresel bir işbirliği olarak değil
bireysel sürdürülmesi sebebiyle birçok kişide hayal kırıklığı
yarattığı doğrudur. Ancak, yine de süreç kazananın kuralları ve
düzenlemeleri belirlediği ve başkalarına dayattığı bir rekabetle
şekillenmemiştir.
ABD’nin Liderlik Rolündeki Zayıflamanın Hızlanması
ABD’nin küresel liderliğinde düşüş ve göreceli içe
kapanması salgından çok önce başlayan bir eğilimdir. Başkan
Barack Obama Afganistan’dan çıkmak amacıyla Taliban’la
güvenlik anlaşması imzalamak üzere müzakereleri başlatmıştı.
Bu süreç, Donald Trump'ın Şubat 2020'te Doha'da Taliban ile
bir barış anlaşması imzalaması ve Afganistan'dan ayrılmayı
kabul etmesi ile tamamlandı. Obama Irak'tan çekilmişti ve
daha sonra Trump Suriye'den çekildi ve her ikisi de Libya'yı
COVID-19 Sonrası Dünya Düzeninde Paradigma Kayması Olmayacaktır
terk etti. Başka bir deyişle, ABD'nin hem Demokratlar hem de
Cumhuriyetçiler tarafından uygulanan küresel liderlikten geri
çekilme politikası, salgının patlak vermesinden önce mevcut
bir geri çekilme paradigmasının varlığını göstermektedir.
COVID-19'un birincil etkisi, dünya düzenindeki
Amerikan liderliğinin zayıflaması sürecini hızlandırmasıdır.
Bu salgın paradigmayı pekiştirmiş, ancak değiştirmemiştir.
Bu etki, “Vaşington'un uzmanlık konusundaki itibarının
gücünün en büyük kaynaklarından biri olduğu,” “Koronavirüs
pandemisinin onu geri dönüşü olmayan şekilde bitirebileceği”
ve Stephen Walt’un “Amerikan yetkinliğinin ölümü” dediği
olguda görülebilir. Aynı şekilde, Richard Hass, Amerika'nın
geçmişte bir zamanlar temsil ettiği şeylerin bu günlerde
“birçokları için giderek daha az cazip hale geldiği”nden
hareketle “Amerikan çekiciliğinde bir düşüş” olduğunu
savunan benzer bir sonuca varıyor.
Joe Biden Kasım ayında seçilse bile, ABD’nin liderlik
rolündeki bu düşüş eğiliminin değişmeyeceği söylenebilir.
Örneğin, Biden’ın Avrupa ve NATO ile ilişkileri yeniden inşa
ederek Trump'ın yarattığı hasarı azaltmayı hedefleyeceği doğru
olsa da, ABD'nin bir zamanlar sahip olduğu tartışmasız liderliği
yeniden kazanması pek olası görünmemektedir.
Bununla birlikte, ABD'nin dünya siyasetindeki rolünün
önemli ölçüde azaldığı sonucuna varmak konusunda dikkatli
olunmalıdır. Süper güçler aniden çökmezler. Aksine, düşüşleri
dünya siyasetindeki konumunu değiştirmek için yüzyıllar
olmasa bile onlarca yıl süren tektonik bir hareketle şekillenir.
Dolayısıyla, liderlik rolünün azalmasına rağmen, ABD dünya
siyasetinde kilit bir oyuncu olarak kalmaya devam edecektir.
Çin’in Yükselişi
Öte yandan, Dünya Bankası verilerine göre Çin,
2018’deki %6,6 oranındaki büyümesi ile ABD’nin yalnızca
65
66
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
%2,9’luk büyüme oranıyla karşılaştırıldığında, dünyadaki en
yüksek GSYİH büyüme oranlarından birine sahipti. Çin'in
krizden önce gerçekleştirmekte olduğu kalkınma ile pandemiye
karşı gösterdiği direnç ve Pekin'in, izlediği yöntemden
bağımsız olarak, virüsün yayılmasını eninde sonunda kontrol
altına alması şaşırtıcı değildir. Bu nedenle, COVID-19'un
Çin'in dünya düzenindeki yükselen rolünde bir paradigma
değişikliğine neden olması beklenmemektedir.
Bununla birlikte, bazı tahminlerde belirtildiği gibi, bu
durum hiçbir şekilde Çin'in COVID-19 krizi sonrasındaki dünya
düzenine liderlik edeceğini göstermemektedir. Dünya düzenine
öncülük etmek, yüksek büyüme oranlarına ulaşmaktan ya da bir
virüse karşı zafer ilan etmekten daha fazlasını gerektirmektedir.
Çin'in COVID-19 sonrası dünya düzeninin lideri olmasını
engelleyen en az üç neden bulunmaktadır. İlki, Çin’de bunu
yapmak için gereken siyasi irade eksikliğidir. Geçtiğimiz
yıllarda Çinli yetkililer ve akademisyenlerle yaptığımız hemen
hemen tüm tartışmalarda, Çin'in Ortadoğu'nun güvenlik
mimarisinde neden rol oynamadığı sorumuza verdikleri cevap
her zaman, “bunu yapmak için ne kabiliyetimiz ne de ilgimiz
var” olmuştur. İkincisi, Komünizm, ABD'nin demokrasi ve
insan haklarını evrensel bir teori olarak kullanmasından farklı
olarak, insanların şu anda kucaklama arzusuna sahip olduğu
bir ideoloji değildir. Üçüncüsü, Çin’in sağlam bir uluslararası
ittifak ağının olmamasıdır. ABD geleneksel olarak dünya
politikasını tek bir oyuncu olarak yönetmedi, örneğin NATO
da dahil eski Sovyetler Birliği ile mücadele eden müttefikleriyle
birlikte hareket etti. ABD, Körfez bölgesinde SSCB'nin
genişlemesini durdurmak için İran ve Suudi Arabistan'la
“Çifte Sütun” politikasını kullanmıştı. Bugün Çin için durum
kesinlikle böyle değildir.
COVID-19 sonrası küreselleşme hareketlerinde de
paradigma kayması sözkonusu değildir. Şartlar ertelenebilir,
ancak küreselleşme COVID-19'dan sonra da, salgından önce
COVID-19 Sonrası Dünya Düzeninde Paradigma Kayması Olmayacaktır
olduğu gibi gelişmeye devam edecektir. Ülkelerin münferiden,
Trump'ın halihazırda yaptığı gibi, dünya sahnesindeki milliyetçi
gündemlerden daha fazla etkileneceği doğrudur, ancak ülkeler
yine de küresel çapta etkileşime girerek küreselleşme hareketini
güçlendireceklerdir. ABD'de, ülke dışındaki yatırımlara sona
verilmesi ve Amerikan fabrikalarının ABD'ye geri getirilmesine
yönelik halihazırda çağrılar yapılmaktadır.1 Bununla birlikte,
ülke dışına yatırımlar ve diğer küreselleşme eğilimleri, hiçbir
zaman ilk aşamada hükümetlerin kararlarıyla yukarıdan
aşağıya bir şekilde başlamamıştır. Küreselleşme, aşağıdan
yukarıya bir yaklaşımla ve dünya ekonomisindeki diğer
gelişmelerin yanı sıra iletişim teknolojisindeki ilerlemenin
bir sonucu olarak gelişmiştir. Trump veya Biden dahil kimin
iktidarda olduğundan bağımsız olarak, Beyaz Saray'dan alınan
bir kararla küreselleşmeden vazgeçilmeyecektir.
Son olarak, COVID-19 bittiğinde dünya siyaseti üzerinde
kesinlikle belirli bir etki yaratacaktır. Ancak, bu muhtemelen
ulus devletlerin iç politikalarıyla sınırlı olacaktır. Bununla
birlikte, COVID-19, salgından önce şekillenen biçimiyle
gelişmeye devam eden dünya düzeninde yapısal bir değişiklik
yaratmayacaktır. Muhtemelen mevcut paradigmaların,
özellikle de daha fazla güç yayılımı alanında hızlanmasına yol
açacak, ancak paradigmayı değiştirmeyecektir.
Notlar
1. Robert E. Lighthizer, “The Era of Offshoring U.S. Jobs is
Over,” The New York Times, 11 Mayıs 2020, https://www.
nytimes.com/2020/05/11/opinion/coronavirus-jobs-offshoring.
html?action=click&module=Opinion&pgtype=Homepage
67
Depresyon, Resesyon ve Küresel Yeniden Yapılanma
DEPRESYON, RESESYON VE KÜRESEL
YENİDEN YAPILANMA
Dr. George Geopolitical Futures Kurucusu ve
FRIEDMAN Başkanı, ABD
Anahtar Jeopolitik, Ekonomi, Çin, Türkiye
Kelimeler
2
019 Aralık ayı sonunda yayımlanan 2020 Tahmin
Raporumuzda yılın çerçevesini üç büyük gücün
çizeceğini öngörmüştük. İlk olarak, özellikle ağırlıklı
şekilde ihracata bağımlı ülkeler olmak üzere, tüm ulusları
etkileyecek bir döngüsel resesyon bekliyorduk. İkinci olarak
ise, milliyetçiliğin ve uluslararası örgütlere karşı güvensizliğin
artacağını tahmin ediyorduk. Bunun, resesyonun özellikle
münferit uluslar ve bölgeler arasında farklı çıkarlar ve farklılıklar
meydana getireceği Avrupa’da belirgin olmasını bekliyorduk.
Brexit, bu anlamda Avrupa Birliği’nde ortaya çıkan tiyatronun
sonuncu değil, sadece ilk perdesiydi. Üçüncü olarak, ABD’nin
ulusal güvenlik odağını Çin ve Rusya’ya kaydırma sürecini
hızlandıracağını ve diğer bölgelerde askeri varlığını azaltacağını
tahmin ediyorduk. Buna ek olarak ABD’nin küresel çevreyi
şekillendirmek için askeri gücü yerine ekonomik gücünü
giderek daha fazla kullanacağını öngörmüştük. Birçok ülke
ABD’ye sermaye ve ticaret bakımından bağımlı olduğu için bu,
halihazırda Çin, İran ve Rusya'da olduğu gibi önemli bir araç
haline gelecekti. Önde gelen ekonomik ve askeri güçte meydana
gelen kaymalar, küresel sistemi diğer uluslardaki kaymalardan
daima daha fazla etkiler.
Sözkonusu tahminler temelde hatalı olmamakla
birlikte, Çin’de ortaya çıkan küçük bir salgının daha sonra
Koronavirüs pandemisine dönüşeceğini öngörmekte başarısız
olmuştur. Pandemi resesyonu derinleştirdi, Avrupa gibi
bölgelerdeki mevcut gerilimleri alevlendirdi ve ABD’nin askeri
stratejisindeki değişiklikleri hızlandırdı.
Salgınla ilişkili en önemli mesele, sözkonusu durumun
sadece kötü bir resesyon mu yoksa bir depresyon mu olduğudur.
Depresyonlar temel olarak resesyonlardan farklıdır. Resesyon
konjonktür devrinin işleyişi için gerekli olan döngüsel bir
olaydır. Öncelikli olarak zayıf işletmeleri başarısızlığa zorlayarak
ekonomiye verimlilik dayatan ve sermayenin yeniden tahsis
edilmesine imkan sağlayan finansal bir sınamadır. Depresyon
ise finansal olmaktan ötedir. Ekonominin temel unsurlarının,
sadece uzun vadede onarılabilecek şekilde tahrip edilmesine
yol açar. Ekonomiyi önemli ölçüde küçültür ve işsizliği de aynı
ölçüde artırır. Dolayısıyla depresyonun önemli siyasi sonuçları
vardır. Resesyon ekonomi çerçevesinde kaymalara yol açabilir.
Depresyon ise rejimin değişmesine sebep olabilir. Bu nedenle
depresyon tamamen farklı bir olaydır ve kökeni ekonomi
olmakla birlikte jeopolitik bir olaya dönüşen bir meseledir.
Dünya 1920’den beri iki büyük depresyon geçirmiştir.
İlki Birinci Dünya Savaşı’nın bitişiyle meydana gelmiştir ve
Avrupa’nın genelini ve belirli bir zaman sonra ABD’yi etkisi
altına almıştır. İlk depresyona neden olan unsurlar, Avrupa’nın
fiziksel ekonomisinin yok edilmesi, iş gücünün tahrip edilerek
kesintiye uğraması, Avrupa sanayisinin sivil kullanımdan askeri
69
70
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
kullanıma geçişi ve eski hale dönmek için gerekli olan sermaye
ve insan gücünün eksikliğiydi. Bu durum, özellikle terhis
edilen askerleri kapsayan çok büyük bir işsizlikle sonuçlandı.
İki savaş arasındaki kriz hem yenilgiye uğramış olan
hem de galip gelen ülkeleri istikrarsızlaştırarak radikal siyasi
güçlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Galip gelen ülkelerde
bu kuvvetler kontrol altına alındı. Almanya ve Rusya gibi
yenilgiye uğrayan ülkelerde veya İspanya ve İtalya gibi diğer
ülkelerde depresyon, diğer ülkelerin suçlanması yoluyla destek
kazanmaya odaklanılmasına neden olarak iç rejimde kaymalar
oluşturdu. Avrupa’da savaşın neden olduğu derin ekonomik
yıkımdan Hitler ve Lenin ortaya çıktı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikinci bir depresyon
ortaya çıktı. Ekonominin yıkılması ve üretimin savaşa
yönlendirilmesi, İngiltere’den Japonya’ya büyük bir sosyal ve
siyasi felaket meydana getirdi. Bu iki şekilde kontrol altına
alındı. İlk olarak ABD ve Sovyetler Birliği istikrarsızlığı
bastırdı. Sovyetler güç tehdidiyle, Amerikalılar ise iyi gelişmiş
iş gücünü kullanan sermayenin yardımıyla bunu gerçekleştirdi.
Depresyonun niteliği ezici bir dış gücün dayatılmasına veya
böyle bir gücün mevcut olmayışına bağlıdır.
Koronavirüs pandemisi savaşlardan üç şekilde farklıdır.
Birincisi, askeri bir sona ulaşmak için tasarlanmamış biyolojik
bir olaydır. İkincisi, dünyadaki hemen hemen her ulusu
etkilemiştir. Üçüncüsü, kendine özgü bir yıkım biçimine
sahiptir. Siyasi-askeri bir eylem olmadığı için, Soğuk Savaş
sırasında nükleer tehdidin ele alındığı gibi müzakereler yoluyla
çözülemez. Küresel olduğu için de önceki depresyonlardan
sonra olduğu gibi harekete geçecek istikrarlı bir platform
yoktur.
Tıbbi yatıştırma veya engelleme yöntemi mevcut değildir.
Mevcut yegane strateji insanları birbirinden izole etmektir. Bu
da işgücünü ekonomiden ayırarak ekonomiye benzersiz bir
Depresyon, Resesyon ve Küresel Yeniden Yapılanma
şekilde zarar verir. İşgücü ve müşteri eksikliği, Amerika Birleşik
Devletleri’nde 1929 krizinde olduğu gibi, ekonomik sistemin
ani bir düşüşe geçmesine neden olur. Ekonomi küçüldükçe
işletmeler başarısız olur ve tecrit edilenler işsiz kalır. 1929’dan
sonra Amerikan ekonomisi yaklaşık %30 oranında daraldı.
Mart 2020’de tecrit başladığında, ekonomi %5 oranında
daraldı. Yılın ilk çeyreğinin sonuna kadar, %15 oranında başka
bir daralma daha olması muhtemel. Pandemi yılın üçüncü
çeyreğine kadar devam ederse, ekonomik netice 1929’dakine
benzer olacaktır. Hükümetler tarafından sermayenin küresel
infüzyonunun gerçekleştirilmesi durumunda, meydana gelmesi
muhtemel sermaye eksikliği sistemi yeniden canlandırmayı
zorlaştıracaktır. Bu sürecin tıbbi bir çözüm yolu bulunmasıyla
sona ermesi muhtemel olmakla birlikte, böyle bir tıbbi çözüm
Haziran’da bulunsa bile, üretim ve dağıtım için gereken süre
bizi yılın üçüncü çeyreğine itecektir. Dünya henüz ilk küresel
depresyon dönemine girmemiş olsa da oraya doğru gidiyor.
Öngörmüş olduğumuz resesyondan depresyona
doğru ilerliyoruz. Bunu takip eden süreç çok büyük bir
sosyal istikrarsızlık ve ekonomik felaket olur. Bu, rejimler
çerçevesinde ve ötesinde siyasi gerilimlere yol açacaktır.
Hükümetlerin kendi ulusal çıkarlarına odaklanmak zorunda
kalması işbirliğini zorlaştıracaktır. Bunun yanı sıra, ülkeler
dış tedarik zincirlerinin ve ithalata bağımlılığın oluşturduğu
tehlikenin farkında oldukları için ulusal stratejiler diğer ülkelere
daha ucuz üretim için oluşturulan bağımlılığı azaltarak ulusal
güvenliği korumaya odaklanacaktır.
Dünyaya baktığımızda, Çin’in azalan ihracatı ve ABD
gümrük vergileri nedeniyle zaten sarsılmış olduğunu, Hong
Kong’un iç belirsizliğin yanı sıra dış tüketimin azalması ve
Çin tedarik zincirine karşı isteksizlikle boğuştuğunu fark
ediyoruz. Halihazırda Rusya verimlilik düşüşüyle tetiklenen
petrol fiyatlarındaki çöküşle uğraşıyor (petrol gayrisafi yurtiçi
hasılasının yaklaşık %30’unu oluşturuyor). AB’de gördüğümüz
ihtilaf, Almanya ve Kuzey Avrupa’nın, farklı ihtiyaçları olan
Güney Avrupa ile yüzleşmesiyle arttı ve bu sırada Doğu Avrupa
71
72
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
mesafesini korumaya devam ediyor. ABD ise dünyadaki rolünü
değiştiriyor, çevresel alanlara karışmaktan kaçınıyor ve Çin ile
Rusya gibi varoluşsal tehditlere odaklanıyor. Her şeyden önce,
kendi ekonomik kriziyle başa çıkmak istiyor ve başka yerlerde
sorumluluk almak istemiyor.
COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİ VE
JAPONYA DIŞ POLİTİKASI:
“ÜÇ DÜNYA”NIN DOĞUŞU
İlk depresyon İkinci Dünya Savaşı’yla sonuçlandı,
ikincisi ise Soğuk Savaş’la. Mevcut olanın ağır bir resesyon
değil de bir depresyon olduğu ortaya çıkarsa, o zaman her
bir hükümetin kendi ulusal çıkarlarına odaklanmasını
bekleyebiliriz. Ayrıca, halihazırda ABD ve Çin arasında
gördüğümüz gibi, uzun süredir var olan şüphecilik daha da
derinleşebilir. Hiçbir hükümetin zayıf görünmek istemediği
bir dünyada dış politika kendi başına bir servettir.
Türkiye’nin durumu ise bambaşkadır. Türkiye’nin
Doğu Akdeniz ve Libya’daki faaliyetleri büyük bir bölgesel güce
dönüşme yolundaki uzun vadeli bir sürecin parçasıydı. Elbette
ki Türkiye de tüm diğer ülkeler gibi pandemiden nasibini aldı.
Fakat ABD’nin bölgeye olan ilgisi azalıyor ve Rusya da ciddi
biçimde zayıflamış durumda. Mevcut durumun korunması
olasılığı yüksek. ABD’nin yatırım ve ithalatı durdurarak
Çin’i zayıflatma fırsatı olduğu gibi, Türkiye’nin de krizi,
bölgeyi yeniden yapılandırmak için kullanma fırsatı mevcut.
Ancak, ABD, Türkiye ve diğerleri için asıl mesele dış politika
aracılığıyla uluslararası durumu idare ederken, içerideki
gerilimi yönetmek olacak.
Durumun sadece bir resesyon olduğu ortaya çıksa ve
her şey eski haline dönse dahi, ülkeler içindeki ve arasındaki
kırılma çizgileri belirginleşmiştir. Depresyondan kaçınabiliriz,
ancak ülkelerin kendi çıkarlarına daha fazla odaklanmasından
veya diğerler ülkelere olan aşırı bağımlılığa karşı şüphe
duymalarından kaçınamayız. Bu olayla dünyanın öz güveni teste
tabi tutulmuştur. Şimdi, sahip olduğumuzu düşündüğümüz
seçeneklerin büyük güçler tarafından elimizden alınabileceğini
keşfetmiş bulunuyoruz.
Prof. Yuichi Keio Üniversitesi Uluslararası
HOSOYA Siyaset Profesörü, Japonya
Anahtar Japonya, ABD-Çin Rekabeti, Çok
Kelimeler Taraflılık, Uluslararasıcılık
Japonya’nın COVID-19 Sonrası Dünyadaki Yeri
Y
eni Koronavirüs olarak adlandırılan COVID-19’un
hızla yayılması sonucu büyük güçlerin siyasi liderleri ve
önde gelen stratejistler mevcut pandemi krizi nedeniyle
dünyanın nasıl bir dönüşüm geçireceğini tartışmaya başladılar.
Tartışmalar dünya siyasetinin iki büyük gücü olan ABD ve
Çin arasındaki ilişkilerin gelecekteki seyrine odaklanmış
görünüyor. Sözkonusu yeni Koronavirüs enfeksiyonu ilk olarak
11 milyonluk nüfusu ile merkezi Çin’deki en kalabalık şehir
olan Wuhan’da ortaya çıkmış olsa da şu anda doğrulanmış
en yüksek COVID-19 vakasına ve ölüm sayısına sahip ülke
ABD’dir.
74
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
COVID-19 Sonrası Dünya ve Japonya’nın Dış Politikası: “Üç Dünya”nın Doğuşu
Hem ABD hem de Çin kaçınılmaz olarak COVID19’un yayılmasından etkilenecekler. Bazıları Koronavirüs’ün
ABD donanmasına ait gemilerde ortaya çıkmasından ABD
ordusunun ciddi şekilde etkileneceğini ve bunun Çin’in
gücünü artıracağını savunuyor. Bununla birlikte birçok
ülke Çin Hükümeti’ni Wuhan’da ortaya çıkan Koronavirüs
enfeksiyonunu zamanında bildirmemesinden dolayı eleştiriyor.
Çin Hükümeti’nin vatandaşlarının Japonya dahil olmak üzere
yabancı ülkelere uçmasına izin vererek virüsün sınırlarının
ötesine yayılmasını engellememesi de eleştiriliyor. Trump
yönetimi de mevcut durumdan Başkan Donald Trump’a olan
desteğin Başkanlık seçim kampanyasının tam ortasında düşüşe
geçmesi nedeniyle oldukça rahatsızdır.
bu yana ABD-Çin ilişkilerindeki en büyük değişim” olarak
değerlendirdi.2
Japonya açısından mevcut pandemi krizine dair
birkaç önemli eğilim tespit edebiliriz. Japonya Hint-Pasifik
bölgesinde ABD’nin en güçlü müttefikidir. Öte yandan, Çin
akıllı telefonlar gibi bazı ana ürünleri için hayati öneme sahip
sanayi parçalarının üretimi konusunda Japonya’dan gelen
yatırımlara önem veriyor. ABD ve Çin’den sonra dünyanın
üçüncü en büyük ekonomisi olan Japonya’nın takip ettiği dış
politika COVID-19 sonrası dünya düzeninin şekillenmesinde
etkili olabilir.
Bu eğilim Amerikalıların Çin’i artık fırsattan çok risk
olarak gördüklerini gösteriyor. Japonya’da ise durum biraz
farklıdır. Nisan’da Japon halkının Devlet Başkanı Xi Jinping’i
ağırlaması bekleniyordu. Sözkonusu ziyaret, bir Çin Devlet
Başkanının 12 yılın ardından Japonya’ya gerçekleştireceği
ilk ziyaret olacaktı. Bu nedenle Japonya Hükümeti Başkan
Xi’nin ziyaretinin getireceği başarıya büyük önem veriyordu.
Artan Çin-ABD gerginliğinden duyduğu kaygının da etkisiyle
Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin Çin’e yaklaşımının son
yıllarda eskisinden daha yumuşak hale geldiği sık sık dile
getiriliyor.
ABD ve Çin Arasındaki Büyük Güç Rekabeti Yoğunlaşıyor
Başkan Yardımcısı Mike Pence’in Vaşington’daki
Hudson Enstitüsü’nde yaptığı tarihi konuşmadan sonra,
Trump yönetiminin Çin’e karşı daha sert bir tavır almaya
başladığı daha da netleşti. New York Times bu konuşmayı
“Pence’in Çin hakkındaki konuşması ‘Yeni Soğuk Savaş’
alameti olarak görülüyor” başlığıyla duyurdu.1 ABD’nin önde
gelen dış politika uzmanlarından birisi olan Walter Russell
tüm bu gelişmeleri “İkinci Soğuk Savaş” olarak yorumlarken,
Wall Street Journal’daki köşesinde Başkan Yardımcısı Pence’in
konuşmasını “Henry Kissinger’ın 1971’deki Pekin ziyaretinden
Bu nedenle, “Büyük Kopma”nın COVID-19’un 2020’nin
başlarında yayılmasından önce başlamış olduğunu savunmak
daha uygun olacaktır. Bu eğilimin artık geri döndürülemez
bir hal aldığını ve hatta hızlandığını vurgulamamız gerekiyor.
Pew Araştırma Merkezi’nin Mart 2020 tarihli kamuoyu
anketine göre, Amerikalıların %66’sı Çin hakkında olumsuz
görüşe sahipken sadece %26’sı olumlu görüştedir.3 ABD’de
Çin’e yönelik olumsuz görüşler 2006’daki %29 oranından 2020
yılında %66’ya yükseldi. Son iki yılda ise olumsuz görüşler
yaklaşık %20 arttı.
Çin ve Japon Hükümetleri, Başkan Xi’nin Nisan ayında
Japonya’ya gerçekleştirmesi öngörülen devlet ziyaretini iptal
etmeye karar verdikten sonra, Çin-Japon ilişkilerinin geleceği
konusunda farklı bir tutum almaya başladılar. Nisan ayında
Japon Hükümeti üretimlerini Japonya’ya geri taşıyan şirketler
için 2 milyar dolarlık ekstra bütçe tahsis edeceğini açıkladı.4
Bu arada Çin Hükümeti, Başkan Xi’nin ziyaretinin iptal
edildiği açıklandıktan sonra Senkaku Adaları yakınlarındaki
gemilerinin sayısını artırmaya karar verdi. Bu durum
75
76
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Japonya’da genel olarak COVID-19’un ABD ordusunda yaygın
olarak görüldüğünün bildirilmesinden sonra Çin’in ABD’nin
bu bölgeye müdahale etmeye ne ölçüde hazır olduğunu test
etmeye yönelik bir adımı olarak yorumlandı.
Bu gelişmelerin hepsi ABD-Çin ilişkilerinin
bozulmasıyla sonuçlandı. ABD Başkanlık seçimleri de
Koronavirüs krizinin daha da siyasallaşmasına neden oluyor.
Koronavirüs’ün ABD’de yayılması karşısındaki yetersiz
müdahalesinden kaynaklanan sorumluluktan kaçmaya çalışan
Başkan Trump sürekli Çin’i eleştiriyor.
Cumhurbaşkanı Xi’nin Japonya ziyaretinin iptal
edildiğinin açıklanmasından sonra Japonya’nın eskisinden daha
fazla ABD’nin yanında yer aldığı görülse de Japonya Çin’e karşı
daha yumuşak bir tutum gösteriyor. Japon Hükümeti, Başkan
Trump’ın defalarca hedef aldığı Dünya Sağlık Örgütü’ne mesafe
koymak için güçlü bir irade göstermiyor. Japonya, ABD-Çin
arasındaki sertleşen rekabeti eskisinden daha çok fazla dikkate
almalıdır. İki büyük gücün Koronavirüs ile mücadele dahil
olmak üzere önemli uluslararası konularda yakında işbirliği
yapmaya başlayacağını varsaymak gittikçe zorlaşıyor.
Amerikan Dünyası, Çin Dünyası ve Diğer Dünya
Yakında Amerika merkezli dünya ile Çin merkezli dünya
arasında daha büyük bir ayrışmanın görülmesi muhtemeldir.
Her iki taraf da uluslararası toplumu cezbetmek için yarışıyor.
Fakat hem ABD’nin hem de Çin’in COVID-19 sonrası
dünyada kaybeden taraflar olacağı düşünülebilir. İkisi de
dünyanın dikkatini olumlu yönde çekmekte başarısız olurken,
kendi içlerinden gelen ciddi eleştirilerden muzdaripler. Ayrıca,
popülizmin yaygınlaşması büyük güçlerin uyguladıkları
politikaları duygulara ve milliyetçiliğe hitap eder hale getirdi. Bu
nedenle, Koronavirüs ile mücadelede konusunda uluslararası
işbirliğinin sağlanması olasılığı artık eskisinden daha az.
COVID-19 Sonrası Dünya ve Japonya’nın Dış Politikası: “Üç Dünya”nın Doğuşu
O halde, COVID-19 sonrası dünya düzenini
şekillendirmede hangi ülke daha önemli hale gelecektir?
Koronavirüs’ün yayılmasını etkili bir şekilde kontrol altına
alabilen ülkeler ekonomilerini diğerlerinden daha önce yoluna
koyabilecektir. Tayvan, Hong Kong, Güney Kore, Singapur ve
Japonya gibi Doğu Asya güçleri COVID-19’un yayılmasını en
iyi kontrol edebilecek ülkeler arasında yer alıyorlar. Bu ülkeler
2003’te Hong Kong’da başlayan SARS’ı tecrübe etmiş olmaları
sebebiyle ortaya çıkan yeni bir pandemi için daha hazırlıklı
görünüyorlar.
Japonya’daki ölüm oranları İngiltere’den yüz kat ve
ABD’den kırk dört kat daha azdır. Japonya’da teyit edilen
vaka sayısı ile ölüm oranları da en alt düzeyde olduğu için
Japon Hükümetinin sokağa çıkma yasağı uygulamasına gerek
kalmadı. Japonya ekonomisi ciddi hasar görmüş olsa da
Japonya sağlık sistemi herhangi bir çöküş yaşamadı.
Başkan Yardımcısı Pence, Çin’e karşı çok daha çatışmacı
bir tutum almaya başlarken, Japon Hükümetinin “Özgür
ve Açık Hint-Pasifik” vizyonu olarak adlandırılan yeni bir
diplomatik girişimi desteklediğini hatırlatmamız gerekiyor.
Japonya hem kurallara dayalı uluslararası düzeni hem de benzer
düşünen ülkeler arasındaki işbirliğini pekiştirerek sözkonusu
dış politika vizyonunu sürdürebilir.
Japonya, Kapsamlı ve Yenilikçi Trans-Pasifik Ortaklık
Anlaşması’nı (CPTPP) ve AB-Japonya Ekonomik İşbirliği
Anlaşması/Stratejik İşbirliği Anlaşması’nı (EPA/SPA)
güçlendirerek sözkonusu dış politika vizyonunu geliştirebilir.
Bu iki büyük serbest ticaret anlaşması COVID-19 sonrası
dünyada serbest ticaretin sürdürülmesi için önemli bir eşik
olacaktır. Ayrıca, Japonya hem çok taraflılığı hem de DSÖ gibi
uluslararası kuruluşları desteklemeye devam edebilir.
77
78
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Japon halk sağlığı sisteminin son yüzyılda dünyanın
en etkili halk sağlığı sistemlerinden biri olduğunu da
hatırlatmamız gerekir. Bu, diğer Doğu Asya güçleriyle birlikte
Japonya’nın önemli bilgi ve araçların yanı sıra Avigan gibi antiinfluenza ilaçları sağlayabileceği anlamına geliyor. Japonya,
sözkonusu anti-influenza ilacı Avigan’ı 38 ülkeye ücretsiz
olarak dağıtmaya başladı. Hastalığın bulaştığı çok sayıda Japon
Avigan kullanarak beklenenden çok daha hızlı iyileştiler.
Küresel bir lider olmayan Japonya, ABD ve Çin
ile eşit güce sahip olmasa da “diğer dünyada” işbirliğinin
geliştirilmesinde önderlik yapabilir. Elbette, bu ülkeler ABD
ve Çin’i uluslararasıcı politikalar ortaya koymaya daha istekli
olduklarında aralarına kabul edebilirler. Böyle bir uluslararasıcı
politika Koronavirüs’ün ikinci ve üçüncü dalgalarının
yayılmasını önlemeye yardımcı olabilecektir.
COVID-19:
JEOPOLİTİĞİN DERİNLEŞEN FAY HATLARI
Prof. Wolfgang Hertie Enstitüsü Güvenlik
ISCHINGER Politikaları ve Diplomatik Uygulama
Kıdemli Profesörü, Münih Güvenlik
Konferansı Başkanı, Almanya’nın
eski Londra ve Vaşington
Büyükelçisi, Almanya
Notlar
Anahtar Avrupa Birliği, Ulus Devlet,
Kelimeler Transatlantik İlişkiler, Küresel
Liderlik, ABD-Çin Rekabeti
1. Jane Perlez, “Pence’s China Speech Seen as Portent of ‘New Cold War,’”
The New York Times, 5 Ekim 2018.
2. Walter Russell Mead, “Mike Pence Announces Cold War II,” Wall Street
Journal, 8 Ekim 2018.
3. Kat Devlin, Laura Silver ve Christine Huang, “U.S. Views of China
Increasingly Negative Amid Coronavirus Outbreak,” 21 Nisan 2020, Pew
Araştırma Merkezi.
4. Isabel Reynolds ve Emi Urabe, “Japan to Fund Firms to Shift Production
Out of China,” Bloomberg, 9 Nisan 2020, https://www.bloomberg.com/
news/articles/2020-04-08/japan-to-fund-firms-to-shift-production-outof-china.
Y
eni tip Koronavirüs’ün sebep olduğu pandeminin
sonuçları küresel ölçekte hissedilmektedir. Daha
önce uluslararası güvenliği bu şiddette tehdit eden
bir durumla karşılaşmamıştık. COVID-19, dünyanın dört
bir yanında - milyarlarca değilse bile - milyonlarca insanın
yaşamını ve geçimini hatırladığımız tüm diğer çatışma ve
felaketlerden daha fazla etkilemektedir. Bununla birlikte,
pandeminin kendisi yeni bir olgu olsa da etkileri yeni
değildir. Bilakis, COVID-19, virüs ortaya çıkmadan çok
önce uluslararası topluluğun karşı karşıya olduğu çok sayıda
güvenlik sınamasını hızlandırmakta ve şiddetlendirmektedir.
“Dünya Tehlikede” (World in Danger) adlı kitabımda da
80
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
belirttiğim üzere, bu pandeminin arka planında zaten çoktan
rayından çıkmış ve artan bir belirsizlikle şekillenen bir dünya
yer almaktadır. Değişecek olan belirsizliğin kendisinden ziyade
boyutudur.
Pandemi ve pandemiye verilen farklı mukabeleler
günümüz jeopolitiğinin durumuna dikkatleri çekmiştir.
Kanaatimce, dünya tarihinde ileride bu ana dönüp baktığımızda
muhtemelen COVID-19’un bir dönüm noktası olmaktan
ziyade, Amerikan liderliğinin azalması, transatlantik ilişkilerin
gerilmesi, Avrupa projesinin test edilmesi, küresel işbirliğinin
azalması, milliyetçilik ve büyük güç politikalarının geri dönüşü
gibi uluslararası politikanın mevcut eğilimlerini hızlandıran
bir katalizör olduğunu göreceğiz.
COVID-19: Jeopolitiğin Derinleşen Fay Hatları
İkinci Eğilim: Ulus Devletin Güç Tekelini Kaybetmesi
Pandemi dünyanın ne ölçüde karşılıklı bağımlı bir hal
aldığını göstermektedir. Karşılıklı bağımlılık ulus devletin güç
tekelini kaybetmesine bağlı olarak şekil almaktadır. Alman
İmparatorluğu 1871 yılında kurulduğunda iç ve dış güvenliği ile
refahını tek başına sağlayabilmişti. Günümüzün Avrupası’ndaki
küçük ulus devletlerin bunu başarabilmesi artık kolay değildir.
Pandeminin de açıkça gösterdiği üzere, bugün karşılaşmakta
olduğumuz neredeyse tümü zor sorunların çözümü ulus
devletlerin bireysel kapasitesini aşmaktadır. Sorunları çözmede
yalnızca küresel yaklaşımların başarı şansı bulunmaktadır.
Otoriter veya popülist liderler destekçilerine bunun tam tersini,
yani ulusal kimliği oluşturan ulus devletin hayatta, iyi ve güçlü
olduğunu söylediklerinde onları kandırmaktadırlar.
İlk Eğilim: Baskı Altındaki Avrupa Projesi
Üçüncü Eğilim: Transatlantik İlişkilerde Derinleşen Çatlaklar
COVID-19’un Avrupa içinde ve Avrupa aracılığıyla
çevreye yayılması, zaten gergin olan Avrupa içindeki uyum
için başka bir sınama olmuştur. Pandemi baş gösterdiğinde
ülkeler pandemiye ve ekonomik etkilerine karşı refleks olarak
çoğunlukla ulusal karşılıklara geri dönüş yapmıştır. AB’nin
temel taşı olan tek pazara karşın, hem Almanya hem de
Fransa tıbbi malzemelerin diğer AB üyesi devletlere ihracatını
durdurmuştur. Bu ihracat kısıtlamalarının kaldırılması
adıgeçen iki ülkenin Avrupalı komşularının yoğun lobi
çalışması ve baskısı sayesinde olmuştur.
Fakat ülkelerin ulusal tedbirlere dönmesi - Brexit’in
bilhassa ve açıkça ortaya koyduğu gibi - bu krizin patlak
vermesinden çok önce kan kaybetmeye başlayan Avrupa
entegrasyon sürecini yansıtmaktadır. Esas soru, ülkeler
sınırlarındaki kontrolün virüsün yayılmasını yavaşlatıp
yavaşlatmayacağını kendilerine sorarken ibrenin Brüksel’den
başkentlere doğru ne kadar kayacağıdır.
Koronavirüs pandemisi zaten kötü durumda olan
transatlantik ilişkileri daha da kötü hale getirmiştir. Ticaret
meseleleri, savunmaya harcanan bütçe veya NATO’nun rolüne
dair tartışmalar mevcut krize verilmesi gereken doğru yanıta
ilişkin gerilim ve şikayetlerin temelini oluşturmaktadır. İş
ciddiye binip tıbbi malzemeler yetersiz hale geldiğinde hem
Avrupa hem ABD kendi içine dönmüştür. İç talebi karşılamak
için Vaşington yüz maskesi üreten yerli bir şirkete yurtdışına
sevkiyat yapmayı durdurması talimatını vermiştir. Aynı şekilde,
AB de öncelikle kendi pazarındaki tüketicilerin taleplerini
karşılamak için kritik önemi haiz tıbbi ekipmanın ihracatını
durdurmuştur. ABD ve AB sadece yoğun kamuoyu eleştirileri
karşısında bu kısıtlamaları gevşetmiştir. Bu sıfır toplamlı oyun,
virüsün bilançosunu hem malzeme tedariki kesilen insanlar
hem de ABD ve AB için daha da kötüleştirecek bir tehdittir.
Pandemiye verilen ulusal tepkilerin sığlığı ile beraber
hareket etme ve küresel gündemi belirlemedeki başarısızlık,
81
82
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
diğer ülkeler boşluğu doldurduğunda belirgin hale gelmiştir.
Çin ve Rusya sahnede ön planda yer alma ve bu “söylem
savaşını” kazanma girişiminde bulunmuştur. Her iki ülke de
Batı’nın krize verdiği mukabeleye dair yanlış bilgiler yayarak,
krizi sözde “maske diplomasisi” için kullanmaktadır.
Dördüncü Eğilim: Artan Büyük Güç Rekabeti
Hem Vaşington’da hem de Pekin’de iki gücün karşı
karşıya gelmesini savunanlar güç kazanmıştır. Salgın bu
durumu daha fazla göz önüne getirmiştir. İkisinden biri
pandemi vesilesiyle göreceli bir avantaj elde edecek midir? ABD
de Çin de krizi kendi yöntemlerince kötü yönetmiştir ve ikisi de
rol model olarak ön plana çıkamamıştır. Çin, ekonomik olarak
ABD veya Avrupa’dan daha hızlı toparlanabilir ancak küresel
liderliğe soyunabileceğini gösteren bir tutum sergilememiştir.
Yumuşak ve sert güç açısından ABD hala Çin’den daha avantajlı
konumdadır. Krizden sonra da durum böyle olacaktır.
Bununla birlikte, Çin ve ABD arasındaki “kopma”
eğilimi ivme kazanacaktır. Sağlık endüstrisinin kriz sebebiyle
stratejik öneminin artmasıyla ülkeler üretimde küreselleşmeyi
tersine çevirmeyi deneyeceklerdir. Ayrıca, büyük güç rekabeti
çok taraflı sistemi giderek daha fazla sekteye uğratacaktır.
Dünya Sağlık Örgütü’ndeki anlaşmazlık çok taraflı kurumların
ABD ve Çin arasındaki çapraz ateşe maruz kaldıkça daha da
fazla zayıflayacaklarını gözler önüne sermektedir.
Bu eğilimlerin hızlanması, bakış açısına bağlı olarak,
pandeminin ardından dünya meselelerinin alacağı duruma
ilişkin iki söylemi öne çıkarmaktadır. İlk söyleme göre,
COVID-19 salgını, küreselleşme ve açık sınırların ülkeleri virüs
ve diğer tehditlere karşısında daha hassas hale getirdiğinin, her
ülkenin ilk olarak ikmal hatlarını ve hayat kurtaran kaynaklara
erişimini güvence altına alarak kendi başının çaresine bakması
gerektiğinin kanıtı olarak görülmektedir. Uluslar kendi
COVID-19: Jeopolitiğin Derinleşen Fay Hatları
sınırlarına çekilecek ve işbirliğinden imtina edeceklerdir.
Böylece dünyanın durumu kötüleşecektir. İkinci söyleme göre
ise, dünya pandemiden farklı bir ders çıkarmıştır. Pandemi çok
taraflı işbirliğine olan ihtiyacı göstermiş, tek başına hareket
etme milliyetçiliğinin ve izolasyonizmin sınırlarını ortaya
koymuştur. Krizle mücadele ederken bunu akılda tutacağız
ve “yıkılanı daha iyi inşa edeceğiz”. Teorik olarak, uluslararası
toplum öncekinden daha güçlü olacaktır.
Bu söylemlerden hangisinin COVID-19 sonrası
dünyayı şekillendireceği büyük ölçüde Avrupa ve transatlantik
ortaklığına bağlıdır. Pandemiye karşı ortak mukabeleler
geliştirilmesi jeopolitik ilişkileri açısından ciddi bir test olacaktır.
Avrupa için bu daha da fazlası, bir ölüm kalım meselesidir. Bu
aynı zamanda, AB’nin “koruyan bir Avrupa” vaadini yerine
getirebileceğini sergilemek için eşsiz bir fırsattır. Bunu yapmak
için AB, en ağır şekilde etkilenen üye devletlerini desteklemek
üzere gereken mali araçların kullanılması ve komşularını
güçlendirmeye yönelik çabalar gibi daha önce almadığı iddialı
tedbirleri almalıdır. Transatlantik ortaklara gelince, zaman
ABD’nin küresel liderlik potansiyelini kullanma zamanıdır.
ABD ve Avrupalı devletler sadece Koronavirüs ile mücadele
etmek için değil, ayrıca küresel bir mukabelenin temelini
oluşturmak için de acilen çekişmeyi bırakmalı ve müttefik
olarak birlikte çalışmalıdır. Dünyanın COVID-19 ile tekrar
karşı karşıya kalmaması ve ülkelerin bir sonraki pandemiyle
kendi başlarına mücadele etmek zorunda olmamalarının
sağlanması amaçlanmalıdır. COVID-19, ivme kazanan küresel
çalkantıların ortasında AB ve transatlantik ortaklarının daha
güçlü bir şekilde ayağa kalkmaları için bir katalizör işlevi
görebilir.
83
COVID-19 Sonrası “Yeni Normal“ Küresel Yönetişim
COVID-19 SONRASI “YENİ NORMAL”
KÜRESEL YÖNETİŞİM
normalin” ne olacağı salgının ne kadar uzun ve hangi şiddette
süreceğinin yanı sıra, küresel güçlerin önümüzdeki süreçte
ayrışma ve rekabet veya işbirliği ve uyum içinde hareket
etmeyi tercih etmelerine bağlı olacaktır. Küresel tedarik
zincirleri, karşılıklı bağımlılık ve korumacı tedbirler gibi
ekonomik sisteme yönelik kısa ve uzun vadeli değişiklikleri
değerlendirmek “yeni normali” ve uluslararası kuruluşların
azalan rollerini daha iyi anlamamız için yardımcı olacaktır.
Mevcut salgın alevlendirdiği jeopolitik ve ekonomik koşullar
nedeniyle de derin bir etki yaratacaktır.
Küresel Yönetişimde “Yeni Normal”
Dr. Ammar OMRAN Stratejik Araştırmalar
KAHF Merkezi Başkanı, Suriye
Anahtar Küresel Yönetişim, Ekonomi,
Kelimeler Uluslararası Örgütler, Ulus Devlet,
Türkiye
C
OVID-19 pandemisi küresel siyasi ve ekonomik
yapılardaki fay hatlarını ortaya çıkarmıştır. Salgın
sadece sağlık ve ekonomi alanlarında bir krize neden
olmamış aynı zamanda çeşitli küresel yönetişim yapılarının ve
mekanizmalarının sorgulanmasına yol açmıştır. Bu salgının
hem etkisi hem de kapsamı yönünden küresel yönetişim ve
ekonomide II. Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş bir dönüm
noktası olduğu kabul edilebilir. Ekonomik anlamda 2008-09
Ekonomik Krizi’ni geçmiştir. Siyasi olarak da küreselleşme ve
karşılıklı bağımlılık üzerine kurulu tedarik zincirlerini daha
korumacı tedbirler lehine sorgulanır hale getirmiştir. “Yeni
Dünya liderleri 1944’te savaşları önleyecek ve ekonomik
sistemin işleyişini düzenleyecek küresel düzen için “oyunun
kurallarını” belirlemek üzere Bretton Woods’ta bir araya
gelmişti. 11 Eylül 2001 sonrasında ise zamanın ABD Başkanı
George W. Bush, yeni küresel bir hal almaya başlamış olan
terör şebekelerinin bir sonucu olarak “yeni dünya düzenini”
ilan etmişti. Küreselleşmiş ve sınırların olmadığı bir dünyada
dijital dünya ve yapay zeka önceki tasarım ve küresel çerçeveye
artık uymayan karşılıklı bağımlılıkları ortaya çıkardı. Bir başka
küresel istikrarsızlaşma sürecinden çıkarken, benzer şekilde
yeni bir yönetişim çerçevesine ihtiyaç duyuyoruz.
Küresel yönetişimin geleceğini tahmin etmek için
henüz çok erken olabilir ancak bu aşamada çeşitli akımlar ve
eğilimler tespit edilebilir. Uluslararası ve bölgesel kuruluşların
erken uyarı sistemlerini harekete geçirmedeki başarısızlıkları
ülkeleri sorunu tek başlarına ele almak zorunda bırakmıştır.
Avrupa Birliği de hem ekonomik hem de teknik olarak kendi
üye devletlerinin ihtiyaçlarına hızlıca yanıt vermekte yetersiz
kalmıştır. İçine kapanmış olan ABD, federal hükümet ve eyaletler
arasında mücadele yaşanırken hızlıca sınırlarını kapamaya
yönelik popülist ve korumacı tedbirlere başvurmuştur. Dünya
Sağlık Örgütü’nün bilimsel kanıtlardan ziyade hükümetlerin
85
86
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
sağladıkları verilere dayanan çelişkili mesajlar vermesi
siyasallaşmış olarak görülmesine ve ihtiyaç duyulan tavsiye ve
yardımları sağlamada etkisiz bulunmasına neden olmuştur.
Bu durum, yaklaşık 4 milyon sakinin ve yerinden edilmiş
insanın yaşadığı Suriye’nin kuzeybatısına ilk aşamada 300 test
kitinin göndermesiyle iyice görünür bir hal almıştır. Sınırlarını
kapatan ülkelerin ve çok az miktarda malzemeye sahip olan
kalabalık hastanelerin kaotik ve karışık görüntüsü, uluslararası
ve bölgesel kuruluşların geçerliliklerinin ve yeterliliklerinin
sorgulanmasına neden olmuş, milliyetçilik hatta yabancı
düşmanlığının artmasına yol açmıştır. Bu da Batı tarafından
ekonomik olarak terk edildikleri için mutsuzluk yaşayan
ülkelerin gönlünü almak için Çin tarafından istismar edilen bir
güç boşluğunu ortaya çıkarmıştır.
AB açısından gerçek tehdit dağılmaktan ziyade kamuoyu
tarafından konu dışı ve yetersiz görülmek ve küresel düzeyde
tutarlı hareket etme kabiliyetine güven duyulmamasıdır. İlave
olarak, artan ABD-Çin rekabetinde AB’nin konu dışı kalması
dengeyi sağlama ve bu tür rekabetlerin olumsuz etkilerini
hafifletecek istikrar sağlayıcı politikalar üretme yeteneğini riske
atmaktadır. Küresel yönetişimdeki sözkonusu güç boşluğu
sistemde çatlaklara yol açmakta, bu da benzer düşünceye sahip
ülkeler arasında daha fazla işbirliğini teşvik eden Türkiye gibi
kolaylaştırıcı ülkelerin daha etkili olmasını sağlamaktadır.
Küresel liderlerin ve seçmenlerinin eşi benzeri
görülmemiş bu krizin büyüklüğünü ve küresel yönetişim
üzerindeki etkisini fark edip etmemeleri, dünyanın daha fazla
izolasyon ve korumacı tedbirler almaya yönelmesini veya
kolektif eyleme ve gelecekteki krizleri bütünleşik bir teknik
yaklaşımla ele almaya dayanan yeni “oyun kuralları”nın ortaya
çıkmasını belirlenecektir.
Doğru hareket tarzı bir yaklaşım değişikliği ile bilimsel
kurumlara ve kolektif olarak yapılacak araştırmaları destekle
COVID-19 Sonrası “Yeni Normal“ Küresel Yönetişim
başlamaktadır. Sağlık sektörüne yapılacak yatırım sınırlara
bağlı değildir ve işbirliğini gerektirmektedir. Yatırımlar, bilimsel
ve yenilikçi altyapılara kaydırılmalıdır. Bunun, gelecekteki
yönetişim ve bu tür sınamalara yanıt verme hususunda
büyük etkisi olacaktır. Küresel düzeyde ve birçok hükümet
tarafından alınan siyasi kararlar güvenilir bilimsel kanıtlara
dayanmamaktadır. Bunun olması hem ulus devlet düzeyinde
hem de küresel düzeyde gereklidir.
Bu kriz, asıl sorumlu aktörün ulus-devlet olduğunu
gözler önüne sermiştir. Hiçbir uluslararası kuruluş veya
yapı COVID-19’u önleyememiş ve salgınla mücadeleye
liderlik edememiştir. Küresel bir sorun olmasına rağmen
devletler meseleyle kendi imkanlarıyla mücadele etmek
zorunda kalmışlardır. Bu da sınırlı ve bütünlükten yoksun bir
müdahaleye yol açmıştır. İhtiyaç duyulan sağlık önlemleri ve
ekonomik araçlar tek bir ulus devletin kapasitesinin üzerinde
olup yerel ekonomiler ve ticaret üzerinde benzeri görülmemiş
bir baskı yaratmıştır. COVID-19 krizi küreselleşmenin
sorgulanmasına, ülkelerin daha korumacı tedbirler almasına ve
tedarik zincirleri ile temel sektörlerini sınırları içinde güvence
altına almalarına neden olmuştur. Bu durum, COVID-19
sonrası dönemde küresel yönetişimi, uluslararası kuruluşların
rolünü ve ulus devletlerin meşruluğunun yeniden gündeme
gelmesini etkileyecektir. Birçok ülke ekonomilerini ithalata
bağımlılığa son vererek temel hizmet ve ürünlerini güvence
altına alacak şekilde şekillendirmiştir. Ayrıca, ABD’nin Dünya
Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) fon sağlamayı kesmesi ile rehberlik ve
liderlik konusundaki yetersizliğine yönelik eleştiriler artmıştır.
AB’nin de bazı üye devletlere yardım hususunda yetersiz
müdahalesi varoluş nedenini sorgulatmıştır.
Gelecekteki Ekonomi Trendleri
Uluslararası ekonomi ve toplumun istikrarı, küresel
salgınları önlemek, yönetmek ve kontrol altına almak için
87
88
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
gerekli bilimsel altyapı ve yönetişim mekanizmalarına bağlıdır.
Küresel ekonominin büyüme oranlarının negatif seviyelerde
kalması ve işsizlik oranlarının Avrupa’da %6-7, ABD’de %15
ile II. Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş yüksek sayılara
ulaşması beklenmektedir. Uluslararası sistem G20 ve G20+
ile görüldüğü üzere yönetişim değişikliklerine sahne olacaktır
ve ekonomik düzelme birkaç yıl alacağı için önümüzdeki
dönemde ekonomik sınamalar bizi beklemektedir. Bu durum,
birçok ülke uluslararası sistemin kırılganlığının ve bilhassa
gıda ve sağlık sektörlerinde bağımlı olmanın risklerinin
farkına vardığı için geçerlidir. Çin, çevresindeki ve Kuşak ve
Yol Girişimi bölgesindeki ülkelere altyapı yatırımları yapmak
suretiyle Batı’nın sahip olduğu nüfuzla rekabet etmeye
çalışacaktır. “Uyum” ve işbirliğine dayalı ancak hiyerarşik ve
“merkeze” yani Çin’e hizmet eden uluslararası ilişkiler sistemini
öne çıkartmaktadır.
Önümüzdeki süreçte ABD-Çin jeopolitik rekabeti ve
ekonomik savaşıyla birlikte daha fazla ekonomik kötüleşmeye
tanıklık edeceğiz. Kolektif bir küresel yaklaşım uygulanabilir
olmakla birlikte bunun gerçekleşmesi yakın zamanda pek
mümkün görünmemektedir. Her iki ülke de COVID-19 sonrası
kendi küresel yönetişim modelini ve ekonomik canlanmasını
ortaya koyacaktır. “Yeni normalin” Çin veya ABD merkezli
bir küreselleşme modeline yakın olması küresel pazarlardaki
ekonomik müdahalelerinin hızına ve derinliğine bağlı
olacaktır. Birçok ülkeye ihtiyaç duydukları tıbbi ekipmanları
ihraç edebilen ve Rusya, Avrupa ve Batı arasında benzersiz bir
jeopolitik arabulucu konumuna sahip Türkiye gibi ülkeler için
ilave fırsatlar mevcuttur.
COVID-19 VE RUS DIŞ POLİTİKASI
Dr. Andrey Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi
KORTUNOV Başkanı, Rusya
Anahtar Rusya, ABD-Çin Rekabeti, Ekonomi,
Kelimeler Yalnızlık Politikası
T
üm büyük küresel krizler gibi Koronavirüs pandemisi
de her devletin dış politikasına ek riskler, sınamalar
ve tehditler getirirken yeni fırsatlar ve olasılıklar da
sunmaktadır. Rusya da bundan nasibini almaktadır. Bize göre
Rusya’nın kendine özgü durumu karşılaştığı tehditler stratejik
ve sistemliyken fırsatların büyük ölçüde taktiksel ve durumsal
olmasından kaynaklanmaktadır. Fırsatlar ve tehditler dengesi
birçok değişkene bağlı olmakla birlikte, esasen Rusya’nın diğer
devletlere ve bilhassa uluslararası rakiplerine kıyasla COVID-19
ile nasıl başa çıktığına bağlıdır. Moskova’nın Koronavirüs’le
mücadelede sahip olduğu herhangi bir karşılaştırmalı avantaj
- ister COVID-19 sebebiyle yaşanan kayıpların sayısı olsun,
90
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
ister göreceli ekonomik kayıp ölçeği olsun - Moskova’nın
Koronavirüs sonrası dünyadaki fırsatlar yelpazesini bir şekilde
genişletecektir. Herhangi bir başarısızlık dış politika tehditlerini
artıracak ve fırsatları azaltacaktır. Şimdi bu fırsat ve tehditlerin
bir listesini derleyelim.
Fırsatlar
Rusya’nın Dünya Görüşünün Teyit Edilmesi
Rusya’daki yöneticiler son yıllarda ulusal devletlerin
önceliğini ve egemenliğin önemini vurgulayarak, Batı
dayanışmasının istikrarını ve çok taraflı Batı diplomasisinin
etkinliğini sorgulayarak, ısrarla kendi “Vestfalyan” uluslararası
ilişkiler modelini geliştirmiştir. Şu ana kadar, epidemiyolojik
kriz sözkonusu Rus görüşünü teyit etmektedir. Kriz ulusal
devletleri desteklemekte, uluslararası örgütlerin acizliğini
ortaya koymakta ve Batı’nın kendi beyan ettiği değerlerini ve
ilkelerini gerçekten takip edip etmediği konusunda şüpheler
yaratmaktadır. Bu gelişme hem Rusya’nın iç ve dış propagandası
için geniş fırsatlar sunmakta hem de Kremlin’in kriz sonrası
dünya düzeninin baş mimarlarından biri olma arzusunun
haklılığını ortaya koymaktadır.
Batının Uluslararası Önceliklerini Düzenleme Olasılığı
Bilhassa önde gelen batılı devletlere ağır bir darbe
vuran pandemi, bu devletlerin dış tehditler hiyerarşilerini
gözden geçirmelerine ve böylelikle dış politika önceliklerini
düzenlemelerine neden olabilir. Rusya’nın küresel politikadaki
“ana sorun” ve Batı’nın çıkarlar için “ana tehdit” olduğuna
dair yerleşik fikri COVID-19 hızla değiştirmektedir. Böyle bir
zihinsel değişimin Moskova’nın batılı ortaklarıyla ilişkilerinde
olumlu değişimlere yol açması pek olası görünmese de
ilişkilerde “mini bir sil baştan” için fırsatlar yaratacağına
inanmaktayız. En azından Batı’nın Moskova üzerindeki
COVID-19 ve Rus Dış Politikası
artan baskısının yanı sıra çatışmanın daha da tırmanmasının
önlenmesini bekleyebiliriz.
Büyüyen Küresel “İktidar Boşluğu”
Uluslararası
taahhütleri
frenleme
önerileri
COVID-19 pandemisinden çok önce başta ABD olmak üzere
gelişmiş ülkelerde popülerdi. Ancak pandemi dış politika
uygulamalarında artan bir etkiye sahip olacak bu tarz fikirler
için güçlü bir katalizör etkisi yaratacaktır. Bu gelişme, özellikle
küresel Güney için ikili ve çok taraflı mali ve ekonomik yardım
programlarının kısıtlanması ile gelişmekte olan devletlere
yönelik askeri ve siyasi taahhütlerin azaltılmasında zuhur
edecektir. Orta Doğu, Afrika, Güney Asya ve Sovyet Birliği
sonrası bölgede büyüyen “iktidar boşluğu” Rus dış politikası
için ek fırsatlar yaratabilir.
Tehditler
Rusya’nın Kötüleşen Küresel Ekonomik Durumu
Son 2008-2009 Küresel Kriz tecrübesi, yeni bir çalkantı
durumunda Rusya’nın diğer ülkelerden daha kötü etkileneceği
tahmininde bulunmamıza neden olmaktadır. Küresel petrol
fiyatlarında kısmi bir toparlanmanın yaşanması şüphelidir.
Birikmiş mali rezervler hızla küçülecek, Rus ekonomisinin
küresel ortalama büyüme oranına geri dönme süresi gözden
geçirilecek ve Rusya’nın küresel ekonominin merkezinde
yer alamaması tehdidi devam edecektir. Buna bağlı olarak,
Rusya’nın savunma ve dış politika kaynaklarının daralması
tehdidi ortaya çıkmıştır. Bu, Rusya’nın müttefikleri ve ortakları
için desteğini, uluslararası örgütlere sağladığı finansmanı ve
Rusya’nın Paris İklim Anlaşması’nın uygulanması gibi yoğun
maliyetli çok taraflı girişimlere katılımını etkileyecektir.
Ülkenin mevcut sosyo-ekonomik modelinin COVID-19
sonrası dünyada değişmemesinin Rus “ulusal markası” için
önemli sonuçları olacaktır.
91
92
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Rusya’da İzolasyonizmin Yükselişi
Moskova’nın İtalya’dan Venezuela’ya kadar çeşitli
ülkelere yardım çabalarına Rus toplumunun ilk tepkisi karışıktı.
Pandemi şüphesiz izolasyonist duyguları artırmakta, aktif ve
enerjik bir dış politika yapmak hususunda halkın desteğini
azaltmaktadır. Daha önce halk Rusya’nın Orta Doğu, Afrika ve
Latin Amerika’daki mevcudiyetini Rusya’nın salt pozitif olarak
algılanan “süper gücünün” bir göstergesi olarak görmüştü.
Şimdi ise bu mevcudiyet artarak azalan kaynakların amaçsız
israfı olarak görülmektedir. Pandemi dikkate alındığında,
“Kırım’a ilişkin fikir birliğinin” geçersiz hale geldiği ve
vatandaşların gözünde Rus dış politikasını haklı göstermenin
giderek zorlaştığı sonucuna ulaşılabilir.
Virüs sonrası Dünyada Şiddetli İki Kutupluluk
COVID-19 pandemisi açık bir şekilde yeni ABD-Çin iki
kutupluluğunu hızlandırmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde
kısa süre önce başlatılan seçim kampanyası Trump ve Biden’ın
Pekin’e karşı birbirleriyle yarışarak sergiledikleri acımasız
tutumla kendini göstermektedir. İki dev arasındaki çatışma
BM Güvenlik Konseyi, DSÖ, G20 ve diğer uluslararası
örgütlerin etkinliğini baltalamaktadır. Büyüyen sert iki
kutupluluk küresel ilişkilerde tüm katılımcılar için sistemsel
riskler barındırmaktadır. Rusya ek olarak başka özel tehditlerle
de karşı karşıyadır. Moskova ve Pekin arasında büyüyen zıtlık
gittikçe görünür hale gelirken, Çin’in (Hindistan, Vietnam ve
hatta Japonya gibi) gerçek ve olası rakipleriyle işbirliği çok
daha sorunlu hale gelmektedir.
Not
Winston Churchill’e atfedilen “İyi bir krizi asla boşa harcamayın”
deyişi hiçbir zaman böylesine yerinde olmamıştır. Ne Rusya ne
diğer devletler Koronavirüs pandemisinin tetiklediği sisteme
COVID-19 ve Rus Dış Politikası
ilişkin küresel krizi boşa harcamamalıdır. Bir kriz kimseye
geçmiş hatalarını veya geçmiş başarılarını unutması için bir
gerekçe sunmamaktadır. Bununla birlikte, kriz eski dış politika
“gardırobunu” şöyle bir silkelemek için hem geçerli bir bahane
hem de sağlam bir fırsat sunmaktadır. Yakından incelendiğinde
güvelerce yenmiş ve modası geçmiş şeylerin gün yüzüne
çıkacağı muhakkaktır.
93
Ulus Aşırı Aktörler ve Salgınlar: DiasporalarÖrneği ve COVID-19 Hastalığı
ULUS AŞIRI AKTÖRLER VE SALGINLAR:
DİASPORALAR ÖRNEĞİ VE
COVID-19 HASTALIĞI
Dr. Gallia Ulusal Güvenlik Çalışmaları
LINDENSTRAUSS Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı,
İsrail
Anahtar Diyaspora, Küreselleşme, İşçi
Kelimeler Dövizleri
U
luslararası sistemde yeni bir olgu olmayan diasporalar
gibi ulus aşırı aktörlerin önemi 21. yüzyılda artmıştır.
Küreselleşme dünya çapında diaspora toplumlarının
sayısının artmasına ve kaynak ülkelerle temaslarının her
zamankinden daha kolay olmasına katkıda bulunmuştur.
Diasporaların varlığı kaynak ülkelerdeki uzun süreli çatışmalar
ve barış girişimleri gibi konularla da bağlantılıdır.1 Birçok
kaynak ülke son yıllarda kendi diaspora toplumlarıyla
ilişkilerini geliştirmekte yarar görmüştür.2 COVID-19’un
küreselleşmenin bazı süreçlerini yavaşlatması ve tersine
çevirecek olması muhtemelen birçok diaspora toplumunu
da etkileyecektir. İlave olarak, salgının ekonomik ve siyasi
yansımaları hem kaynak ülkeleri hem de birçok diaspora
toplumuna ev sahipliği yapan devletleri etkileyecektir.
COVID-19 salgını bazı diaspora toplumlarına ev
sahibi ülkenin genel nüfusundaki büyüklükleriyle orantısız
bir şekilde zarar vermiştir. Fransa ve New York’taki Yahudi
diasporaları ile Birleşik Krallık’taki Kıbrıs Rum diasporası
bunlara örnektir.3 Etno-ulusal kimliğin korunmasına yardımcı
olan diaspora kurumları bazı toplumlar için bir bulaşma yerine
dönüşerek geçici bir tehlike kaynağı haline gelmiştir. Birçok
diaspora üyesinin sosyal çevresinin ev sahibi ülkenin diğer
vatandaşlarından daha geniş olması sosyal mesafe tedbirleri
alınana kadar onları daha büyük bir tehlikeye sokmaktadır.
Salgının ekonomik yansımalarının bir sonucu olarak
diaspora toplumlarının birçok üyesi geçim kaynaklarını
kaybetti ve kaynak ülkelerinde yaşayan akrabalarına döviz
gönderemez hale geldiler. Bu sadece kişileri ve ailelerini
ilgilendiren bir sorun değildir. Bazı zayıf devletlerin ekonomileri
kısmen sözkonusu işçi dövizlerine bağımlıdır. Diasporadan
gelen paralar bazı devletler için önemli bir döviz kaynağıdır.
Bazı diaspora üyelerinin (özellikle yeni göçmenler) uzaktan
gerçekleştirilemeyen yüksek riskli işlerde çalışmalarından
dolayı hastalığa yakalanma riskleri daha yüksektir. COVID-19
salgını yine bazı diaspora üyelerinin kaynak ülkelerindeki
akrabalarına para göndermeye devam edebilmek için çalışırken
ödedikleri ve ödemeye devam ettikleri kişisel bedeli ve tehlikeyi
ortaya koymaktadır. Singapur gibi ülkelerdeki yabancı işçilerin
yaşadıkları yerlerde görülen COVID-19 salgınları bu tür
tehlikeleri gözler önüne sermektedir.4
Savaşlar veya doğal afetler gibi ihtiyaç zamanlarında
bazı diasporalar para veya tıbbi ekipman göndererek kaynak
ülkelerine yardımcı olmaya çalışmışlardır.5 Türkiye ve İsrail gibi
bazı kaynak ülkeler soydaşlarının salgın sırasında ülkelerine
95
96
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
dönmelerine yardımcı olmak için çaba sarf ederken, Romanya
gibi bazı devletler kaynak ülkedeki vatandaşları tehlikeye
atmamaları için yurtdışında yaşayan vatandaşlarına yerlerinde
kalmaları konusunda uyarmıştır.6 Bir sonuca varmak için henüz
erken olsa da, salgının diasporanın güçlü ve kaynak ülkenin
zayıf olduğu durumlarda bazı diaspora toplulukları ile kaynak
ülkeleri arasındaki dengeyi değiştirmiş olması mümkündür.7
Pandemi sırasında bazı diaspora topluluklarının maruz kaldığı
orantısız darbe ve ulus devletin gösterdiği direnç bu dengeyi
etkilemiş olabilir.
Diasporalar, ulus aşırı aktörler olarak kaynak
ülkelerindeki akrabaları ve arkadaşlarıyla bağlantılarını
sürdürmek için dijital araçları kullanmaya nispeten daha
alışıktır. COVID-19 salgını dijital araçların kullanımını
artırmıştır. Cenaze ve taziyelerin canlı yayınlanması gibi daha
önce pek yaygın olmayan uygulamalar ve normal koşullarda
bir araya gelme olasılığı düşük olan insanları dünya çapında
yakınlaştıran kutlamalar muhtemelen ortadan kalkmayacaktır.
Dijital araçların kullanımındaki artış, eğitim ve ilişki geliştirme
amacıyla yurtdışına seyahat etme ihtiyacının azalmasına neden
olabilir. Böylece bazı ülkelerde “beyin göçü” gibi sorunların
azaltılmasına yardımcı olabilir.
Dijital araçlar yaygın olarak kullanılmasına rağmen,
kaynak ülkelere yapılan ziyaretler birçok diaspora üyesi için
yaygın bir alışkanlıktır. Birçok diaspora üyesi tarafından
özellikle ailevi meseleler için istedikleri zaman kaynak ülkelere
gidip gelebilecekleri varsayılmaktaydı. COVID-19 salgınıyla
getirilen seyahat kısıtlamaları bu varsayımın sorgulanmasına
yol açmıştır. Buna ek olarak, havayolu seyahati devam edecek
olsa bile çok daha pahalılaşacaktır.
COVID-19 salgını kısa vadede hem kaynak ülkelerde
hem de diasporada yaşayanların bulundukları yerde kalıp
kalmama konusundaki kararlarını değiştirmiştir. Uzun vadede
Ulus Aşırı Aktörler ve Salgınlar: DiasporalarÖrneği ve COVID-19 Hastalığı
insanlar yaşam koşullarını iyileştirmek için seyahat etmekten
vazgeçmeyecek olsalar da bir-iki yıllık bir süre için planlarını
değiştirmiş olmaları özellikle küçük diaspora topluluklarının
geleceği konusunda önemli bir etkiye sahip olabilir. Salgından
diğerlerine göre daha sert etkilenecek olan ülkeler yabancıların
ülkelerine göç etmelerine daha fazla kısıtlamalar getirmesi bazı
diaspora topluluklarının gelişmesini etkileyecektir. COVID-19
ve ekonomik etkileri yabancı düşmanlığını artırmıştır. Bazı
insanların yabancılar yönelik düşmanca fikirlerini dile
getirmekten çekinmemeleri bazı diaspora toplulukları arasında
endişeye neden olmaktadır. Göçü düşünen insanlar halihazırda
bir diaspora mevcudiyetinin olduğu yere gitme eğilimindedir.
Büyük şehirler barındırdıkları ekonomik olanaklar nedeniyle
yeni göçmenler için caziptir. COVID-19’un birçok yerde
şehirlerin gelişiminde değişikliklere neden olması ve bu açıdan
da diasporaları etkilemesi beklenmektedir.
Diasporalar
karmaşık
uluslararası
sistemdeki
aktörlerden sadece bir tanesidir. Değişik diasporalar
arasında ve diasporaların kendi bünyeleri içinde de önemli
farklılıklar vardır. COVID-19’un böyle bir aktör üzerindeki
etkilerini takip etmek, uluslararası sistemde meydana gelen
ve salgın nedeniyle devam edecek bazı değişikliklerin
değerlendirilmesine yardımcı olabilir. Henüz göç etmişler
tarafından oluşturulan yeni diasporalar kötü yaşam koşulları
nedeniyle daha savunmasız olabilirler. Yerleşik diasporalar ise
sahip olduklarını yaşlıların birçoğunun olası kaybı nedeniyle
olumsuz etkilenecektir. Topluluk bilinci, günümüzde daha
çok sanal bağlantılara dönüşmüş olsa da, diaspora üyelerinin
mevcut zorlukların üstesinden gelmeleri için bir direnç kaynağı
olacaktır.
97
98
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Notlar
1. Gabriel Sheffe, Diaspora Politics: At Home Abroad, Cambridge: Cambridge
University Press, 2003, s. 215-8.
2. Yaşar Aydın, “The New Turkish Diaspora Policy,” SWP Research Paper,
2014,https://www.swp-berlin.org/en/publication/the-new-turkishdiaspora-policy/
3. Uriel Heilman, “From New York to Milan, how the Coronavirus is Hitting
Jewish Communities Worldwide,” Times of Israel, 2020, https://www.
timesofisrael.com/from-new-york-to-milan-how-coronavirus-is-hittingjewish-communities-worldwide/; Cnaan Liphshiz, “At least 1,300 French
Jews have Died of Covid-19,” Jerusalem Post, 2020, https://www.jpost.
com/diaspora/at-least-1300-french-jews-have-died-of-covid-19-627430;
Annosh Chakelian, “A Cypriot Tragedy: How Diaspora Deaths Expose
Britain’s Failings to the World,” 2020, https://www.newstatesman.com/
science-tech/coronavirus/2020/05/cypriot-tragedy-how-diaspora-deathsexpose-britain-s-failings-world
4. Hillary Leung, “Why Singapore, Once a Model for Coronavirus Response,
Lost Control of Its Outbreak,” Time, 2020, https://time.com/5824039/
singapore-outbreak-migrant-workers/
REKABETÇİ ÇOK TARAFLILIĞA
DOĞRU
Prof. C. Raja Singapur Ulusal Üniversitesi Güney
MOHAN Asya Çalışmaları Enstitüsü Başkanı,
Singapur
Anahtar Kelimeler Çok Taraflılık, Uluslararası
Örgütler, Rusya, Çin
5. IOM, “COVID-19 Analytical Snapshot #31: Diaspora Engagement,” 2020,
https://www.iom.int/sites/default/files/documents/covid-19_analytical_
snapshot_31_-_diaspora_engagement.pdf
6. Gizem Kolbaşı Muyan, “Closer Transnational Ties During Pandemic:
Turkey’s Diaspora Engagement Policy,” Daily Sabah, 2020, https://
www.dailysabah.com/opinion/op-ed/closer-transnational-ties-duringpandemic-turkeys-diaspora-engagement-policy; Michal Raz-Chaimovich,
“El Al is Operating Special Flights to bring Israelis Home from Miami,
London and Paris,” Globes, 2020, https://en.globes.co.il/en/article-el-al-tooperate-three-rescue-flights-this-week-1001326652
7. Tracy Frydberg, “Coronavirus Flipped the Power Dynamics between Israel
and the Diaspora,” Forward, 2020, https://forward.com/opinion/445036/
coronavirus-flipped-the-power-dynamics-between-israel-and-thediaspora/
Ç
ok taraflı kurumlarda derinleşen kriz konusunda,
dünyanın onlara tam da en çok ihtiyaç duyduğu
anda, endişelenmek için birkaç neden bulunmaktadır.
Nihayetinde, iklim değişikliği gibi sınamalar veya COVID-19
benzeri pandemiler birlikte hareket etmemizi gerektirmektedir.
Ancak egemen devletlerin oluşturduğu bir dünyada kolektif
bir eylemde bulunmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Hatta
büyük güçlerin rekabeti dünyayı sardığında bu durum daha da
zorlaşmaktadır.
100
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Rekabetçi Çok Taraflılığa Doğru
ABD ve Çin küresel düzenin hakimiyeti için mücadele
ederken, diğer uluslar birçok çok taraflı kurumun dağıtılması
ve yeniden inşasına hazırlanmalıdır. Rekabetçi çok taraflılık,
uluslararası sistemin yeni bir özelliği değildir. Çok taraflılığın
sonu da henüz gelmemiştir.
Avrupa iki yıkıcı savaştan sonra işbirliğine dayalı bir
güvenlik düzeni beklentisi içinde olduysa da ABD liderliğindeki
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü ve Sovyet destekli Varşova
Paktı anlaşmazlığa girdiği için elde ettiği tek şey bölgenin
yeniden askerileştirilmesi olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı, 1919 yılında Milletler Cemiyeti’nin
kurulmasına yol açmıştır. Bununla birlikte, ana akım siyaset
bilimi, aynı yıl kurulan başka bir kurumun - Komintern veya
Komünist Enternasyonal - varlığını unutmuştur. Milletler
Cemiyeti’ne girmeyi reddeden Komünist Rusya, dünya
komünizmini ve küresel işbirliğini geliştirmek için Komintern’i
çok farklı bir politik temel üzerine kurmuştur.
Rekabet sadece güvenlik kurumlarıyla sınırlı
kalmamıştır. Ekonomik cepheye doğru genişlemiştir.
ABD, Bretton Woods kurumlarını ve Ticaret ve Tarifeler
Genel Anlaşması’nı oluşturmuştur. Sovyetler ise sosyalist
milletler için Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’ni
kurmuştur. ABD-Sovyet rekabeti kurumların ötesinde, insan
toplumlarının mümkün olan en iyi düzenine ilişkin çok farklı
felsefi varsayımlara dayanmaktadır.
Hem Milletler Cemiyeti hem de Komintern, dünya
halkları arasındaki işbirliğine yönelik ortaya çıkan kurumlar ve
hareketler üzerine inşa edilmiştir. Her ikisi de devlet sistemini
- biri liberal enternasyonalizm, diğeri sosyalist dayanışma
yoluyla - aşmaya çalışmıştır. Her ikisinin de çökmesi uzun
sürmemiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden doğan Birleşmiş
Milletler, Milletler Cemiyeti’nden ders almış ve kolektif
güvenlik yanılsamalarından kurtulmuştur. Başka bir tanıdık
kavram üzerine - saldırıya uğrayanlar için göğüs gerecek ve
yerleşik kuralları ihlal edenleri cezalandıracak büyük güçlerin
“ittifakı” üzerine - tasarlanmıştır.
Bir ittifak, tanımı gereği, fikir birliği ile yürütülür. Bu
aynı zamanda herhangi bir ittifakın önemli bir zayıflığıdır.
İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan ittifak hemen ardından
dağılınca BM Güvenlik Konseyi’ni bir ittifak olarak sürdürmek
zorlaşmıştır. Müttefikler rakiplere dönüşmüştür. Vaşington
ve Moskova, Soğuk Savaş sırasında BMGK’da herhangi bir
konu hakkında nadiren mutabık kalmıştır. Rekabetçi çok
taraflılık yaklaşımları bu iki gücün kurduğu rakip kurumlara
da yansımıştır.
BM rekabetçi çok taraflılığın ortasında birbirine
karşı siyasi puanlar kazanılan bir alan haline gelmiştir. BM
yalnızca iki bloktan biri yıkıldığında kurucularının vaadini
yerine getirmek için hazır görünmüştür. Batı ile entegrasyon
konusunda hevesli olan Rusya işbirliğine açık hale gelmiştir.
Yıkıcı iç çatışmalardan çıkan Çin, Birleşmiş Milletler’de dikkat
çekmeme eğiliminde olmuştur.
Zafer kazanmış olan Batı 1990’larda BM sistemi için
kökten yeni bir gündem geliştirmeyi gözetmiştir. Atlantik’teki
liberal enternasyonalistler BM’yi büyük güçler ittifakından
sözde başarısız devletlerin içişleri de dahil olmak üzere
herhangi bir yerdeki herhangi bir sorunu çözecek uluslar üstü
bir organizasyona dönüştürmek istemiştir.
Ekonomik cephede, Rusya ve Çin’deki kapitalizme
kayış Batı’nın kalkınma modeline daha fazla meydan okuma
olmadığı anlamına gelmekteydi. Amerika ve Avrupa, Çin ve
Rusya pazarlarına genişlemeye ve bunları Batılı ekonomik
düzene entegre etmeye odaklanmıştı. Dijital alandaki yeni
teknolojik gelişmeler, özgürlüklerin sınırsızca yaşandığı
101
102
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
ve sınırların olmadığı bir dünyaya ve yeni koşullara uyum
sağlamaktan başka seçeneği olmayan devletlerin rolünün
istikrarlı bir şekilde azalmasına yönelik umutları artırmıştır.
Bununla birlikte, uluslar üstü bir dünyaya ilişkin hayaller
20. yüzyılda son bulmuştur. ABD, 21. yüzyılın ilk on yılında
takip ettiği tek taraflılık ile öne geçerken, özellikle Rusya ve Çin
olmak üzere diğer güçler ve yeri geldiğinde Avrupa kıvranmaya
başlamıştır. Rusya Batı ile entegrasyon umutlarını azalttığı, Çin
ise iç siyasi düzenini ABD’nin dış müdahalelerinden korumak
konusunda her zamankinden daha kararlı hale geldiği için
büyük güçler arasındaki fay hatları yeniden ortaya çıkmaya
başlamıştır. Her ikisi de dünyadaki öz kaynaklarını ABD’ye
bırakmakta isteksiz olmuştur ve mevcut çok taraflı kurumlarda
el ele vermiş ve kendi kurumlarını kurmuşlardır. ABD, Rusya
ve Çin arasındaki farklılıklar 2010’larda tam anlamıyla
gerginliklere dönüşmüş, BMGK’nın bir ittifak ya da kolektif bir
güvenlik sistemi olarak hareket etmesi zorlaşmıştır.
Çin’in ticari alanda yükselişi ve ABD ile artan ticaret
fazlası ABD’de ters bir siyasi etki yaratmıştır. Çin’in küresel
ticaret sistemiyle kendi lehine oynadığı iddiası ABD’de güç
kazanmıştır. Bu algı, Pekin’in Asya’daki Amerikan ittifaklarını
baltaladığına ve ABD’nin küresel önceliğini tehdit ettiğine
yönelik Vaşington’da ortaya çıkan korkularla birleşmiştir.
1990’larda ortaya çıkan işbirliğine dayalı çok taraflılığın
koşulları uzun zaman önce değişmiştir. Bunun yerine,
rekabetçi çok taraflılığa çanak tutacak güçlü şartlar ortaya
çıkmıştır. Rusya ve Çin, BRICS forumunu Amerika’nın tek
kutuplu cazibesini köreltmek için desteklemiştir. Ayrıca,
Amerikan hegemonyasının Avrasya üzerinde yayılmasını
önlemek amacıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’nü de ortaklaşa
desteklemişlerdir. Rusya, eski Sovyet Cumhuriyetlerini tek
bir çatıda toplamak için kendi Kolektif Güvenlik Antlaşması
Örgütü’nü kurmuştur.
Rekabetçi Çok Taraflılığa Doğru
ABD ise, dört büyük Asya demokrasisini (ABD,
Hindistan, Japonya ve Avustralya) bir araya getiren “Dörtlü
Güvenlik Diyaloğu” (Quad) gibi yeni mekanizmalar
geliştirmektedir. Trump NATO müttefikleriyle askeri ittifakın
eşit paylaşılmayan yükü üzerine tartışırken, Avrupalılar
“stratejik özerklik”ten bahsetmekte ve AB şemsiyesi altında
güvenlik işbirliğini artırmaya çalışmaktadır.
Çin, yeni çok taraflı mekanizmalar inşa etme konusunda
daha başarılı olmuştur. Ruslar siyasete odaklanırken, Çinliler
bugün Pekin’e önemli bir stratejik fayda sağlayan ekonomi
üzerinde yoğunlaşmıştır. BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası
Şangay’da bulunmaktadır. Asya Altyapı Kalkınma Bankası ise
Pekin’dedir. Çin’in devasa Kuşak ve Yol Girişimi muhtemelen
Bretton Woods Kurumları ve BM sistemi dışındaki tek büyük
ekonomik yapıdır.
Tek taraflılık ve çok taraflılık arasındaki denge
hakkında kendi içinde çatışan ABD egemen çevreleri, şimdi
Çin’in mevcut uluslararası kurumlardaki konumunu hızla
güçlendirdiğini ve bunların dışında yeni mekanizmalar inşa
ettiğini fark etmiştir. Vaşington’da bazıları DSÖ’ye bir alternatif
oluşturmaktan bahsederken, Pekin adıgeçen BM Ajansı’ndaki
artan etkisini gözler önüne sermekte ve yeni bir girişim olan
“Küresel Sağlık İpek Yolu”nu geliştirmektedir.
Vaşington geriye çekilirken, DTÖ, DSÖ, NAFTA ve
NATO gibi eski kurumların kurallarını yeniden düzenleme
gücüne hala sahip olduğuna inanmaktadır. Ancak bunun
garantisi yoktur. Çünkü Çin kaynaklı güvenlik tehditleri ve
Pekin ile ekonomik ayrışmanın faydaları konusunda ABD
siyasi sistemi içinde derin bölünmeler mevcuttur.
Bununla birlikte, dünya çok taraflı kurumları
şekillendirmek için yoğun bir rekabet dönemine girmektedir.
Ancak ABD, Çin’i Sovyetler Birliği’nden çok daha çetin bir
103
104
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
sınama olarak görecektir. Pekin, dünyanın ikinci büyük
ekonomisini yönetmektedir. Batı’daki bölünmelerden
faydalanma konusunda Sovyet Rusya’dan daha etkili olmuş,
Batı dışındaki dünyanın büyük bölümünde nüfuz elde
etmekte başarılı olmuştur. Artan Çin-ABD rekabeti, diğer
milletler üzerinde kesinlikle bir baskı oluşturmakta, ancak
aynı zamanda orta güçteki ülkelerin çok taraflı kurumlardaki
kararları etkileyebilmelerinin önünü açma kapasitesine de
sahip görünmektedir.
COVID-19 AMERİKAN LİDERLİĞİNİ
SINAMAKTADIR ANCAK KÜRESEL DÜZENİ
DEĞİŞTİRMEYECEKTİR*
Prof. Joseph S. Harvard Üniversitesi Üstün
NYE Jr. Hizmet ve Emeritus Profesörü,
Kennedy Siyasal Bilgiler Fakültesi
Eski Dekanı, ABD
Anahtar Kelimeler Küresel Yönetişim, Uluslararası
İşbirliği, Yumuşak Güç, ABD-Çin
Rekabeti, Jeopolitik
C
OVID-19’un ABD liderliği pahasına Çin’in yükselişe
geçmesine neden olacağı şeklindeki iddiaları kolayca
kabul etmemeliyiz. Koronavirüs sonrası dönemde
jeopolitik koşullar aynı kalmayacak. Bir değişiklik meydana
geleceği doğru, ancak bu ne ölçüde gerçekleşecek? Büyük
hadiselerin her zaman büyük etkilerinin olmayabildiğini
tarihten biliyoruz. Örneğin 1918’deki İspanyol gribi, özellikle
sebebiyet verdiği ölümler bakımından yıkıcı etkilere sahipti.
Bununla birlikte, sonraki yıllardaki olayların gidişatını
* Bu makale Nye’ın 16 Nisan 2020 tarihinde Foreign Policy’de (https://foreignpolicy.com/2020/04/16/coronavirus-pandemic-china-united-states-power-competition/) ve 26 Nisan 2020 tarihinde EastAsiaForum’da
(https://www.eastasiaforum.org/2020/04/26/how-covid-19-is-testing-american-leadership/) yayımlanan iki
makalesinden uyarlanmıştır.
106
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
COVID-19 Amerikan Liderliğini Sınamaktadır ancak Küresel Düzeni Değiştirmeyecektir
belirleyen salgın değil Birinci Dünya Savaşı oldu. Peki,
Koronavirüs Çin’in ABD’nin yerini alarak dünya lideri olacağı
yeni bir dönemin habercisi mi? Bence değil.
krizinde Batı’ya kıyasla daha iyi bir performans sergilemesi
birçok insanın Çin’in dünyanın yeni ekonomik lideri haline
gelmekte olduğunu düşünmesine neden oldu.
Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler
küreselleşmenin yolunu açtı. Kaydedilen ilerlemeler virüs
karşısında ortadan kalkmayacak. Öte yandan, pandeminin
ekonomik küreselleşmeyi gerçekten altüst edeceği ortada.
Uluslararası ticaret yavaşlayacak, ancak finansal etkileşimler
önemli bir kesinti olmadan sürecektir. Ekonomik küreselleşme
bizim düzenlemelerimize tabi olsa da, küreselleşmenin pandemi
veya iklim değişikliği gibi bazı yönlerini kontrol edebilecek
durumda değiliz. Geleneksel savunma sistemlerimiz küresel
doğal felaketlerle mücadelede bir anlam ifade etmiyor. Derin
ve sürekli ekonomik durgunluk ise bu mücadelede elimizi
zayıflatıyor.
Koronavirüs’ün neden olduğu üçüncü krize ise Çin ve
ABD liderleri ilk aşamada inkar ederek, yanlış bilgilendirerek,
geç kalarak, şaşkınlık içinde ve uluslararası işbirliğine
yanaşmadan karşılık verdiler. Ayrıca, Xi Jinping ve Trump
zaman kaybetmeden karşı tarafı sorumlu tutmaya yönelik
bir suçlama oyunu başlattılar. Bu esnada, AB ise birlik içinde
hareket ederek kararlı adımlar atmakta zorlanıyordu.
Küresel çevre ve sağlık sorunlarının herkesi etkilediği
kesin. Hiçbir ülke bu tür sorunlarla yalnız başa çıkamaz. Bu
nedenle, tüm ülkeler ortak tehdit ve zorlukların üstesinden
gelmek amacıyla birlikte çalışmalı, kurallar koymalı ve
uluslararası örgütlenmeye gitmelidir. Çevreye ilişkin
küreselleşme derinleşiyor ve COVID-19’un bizlere gösterdiği
gibi, bunun neticesinde ülkelerin birbirlerine karşılıklı
bağımlılığı da artıyor. Zaman ABD’nin dünyaya liderlik etmesi
ve özellikle Avrupa, Çin, Japonya ve Avustralya başta olmak
üzere diğer ülkelerle daha fazla işbirliği yapması zamanıdır.
21. yüzyılın ilk yirmi yılında üç krizle karşı karşıya
kaldık: 11 Eylül terörist saldırıları, 2008 mali krizi ve COVID-19
pandemisi. 11 Eylül terörist saldırılarında yaşamını yitirenlerin
sayısı nispeten düşüktü, ancak saldırıların yarattığı travma
ABD’li idarecilerin Afganistan ve Irak’ı istila etmek gibi panik
içinde aceleci kararlar almalarına yol açtı. 2008 mali krizi ise
Büyük Durgunluk ile sonuçlandı, Batı’da popülizmi artırdı ve
dünyanın farklı bölgelerinde otokrasileri teşvik etti. Çin’in 2008
ABD krizi yönetmekteki başarısızlığı nedeniyle güven
kaybına uğrarken, Çin kendine yönelik olumsuz söylemi
lehine değiştirmeye odaklandı. İnsani yardımlar göndererek,
gerçekleri gizleyerek ve geniş kapsamlı bir propaganda
yürüterek dikkatleri ilk hatalarından uzaklaştırmayı, kendisini
uluslararası toplumun yapıcı bir üyesi olarak sunmayı ve
yumuşak gücünü onarmayı amaçlıyor. Ancak, buna kimse
kanmayacaktır. Zira yumuşak güç çekicilik üzerine kurulu
olup, en iyi propaganda “propaganda” yapmamaktır.
Çin yumuşak gücünü artırmaya yönelik uzun
yıllardır sarf ettiği çabalarına rağmen bu alanda pek mesafe
kaydedemedi. Dolayısıyla, demokratik ülkelerin üst sıralarda
yer aldığı Yumuşak Güç 30 sıralamasında Çin’i en altlarda
görüyoruz. Komşularıyla süregelen bölgesel anlaşmazlıkları
ve Çin Komünist Partisi’nin katı iç politikaları göz önüne
alındığında, Çin’in yumuşak gücü açısından şu an bulunduğu
uluslararası konum hiç de şaşırtıcı değil.
Koronavirüs sonrası dönemde sert güç dengesinde
ABD aleyhine bir değişiklik olmayacak. Pandemi, ABD ve Çin
ekonomilerine eşit ölçüde zarar veriyor. ABD ekonomisinin
üçte ikisi büyüklüğünde olan Çin ekonomisi, COVID-19
öncesinde büyüme oranlarının ve ihracatının azalmasından
107
108
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
zaten muzdaripti. Askeri güç bakımından ise Çin ABD ile
arasındaki mesafeyi kapatmaktan zaten uzaktı. Şimdi ise salgın
döneminin mali yükü Çin’in askeri harcamalarını azaltmasına
yol açabilir. Çin şimdi bütçesinin önemli bir bölümünü verimsiz
sağlık sisteminin iyileştirilmesi için kullanmak zorunda.
Bir başka husus, pandeminin ABD’nin Çin’e karşı görece
jeopolitik üstünlüklerini ortadan kaldırmayacak olmasıdır.
Birincisi, iki okyanus ile iki dost ülke tarafından çevrelenen
ABD, Çin’e kıyasla daha iyi bir coğrafyada yer alıyor. İkincisi,
ABD bir enerji ihracatçısı iken, Çin ithal enerji kaynaklarına
büyük gereksinim duymakta. Üçüncü üstünlük demografiyle
ilişkilidir. Stanford Üniversitesi’nden Adele Hayutin’in yaptığı
bir araştırmaya göre, önümüzdeki on beş yıl içinde ABD
işgücünün %5 oranında artması bekleniyor. Çin işgücü ise
bunun aksine, muhtemelen %9 oranında azalacak. Son olarak,
seçkin üniversiteleri ve firmaları sayesinde ABD teknolojik
ilerlemeye liderlik etmeyi de sürdürecek.
Tüm bunlar dikkate alındığında, COVID-19
pandemisinin jeopolitik bir dönüm noktası oluşturması fazla
olası görünmüyor. Bununla birlikte, ABD müttefiklerini
yabancılaştırmak, uluslararası örgütleri güçsüzleştirmek ve
ülkesine göçü engellemek gibi yanlış politikalar uygulamayı
sürdürürse, sahip olduğu üstünlüklerden tam olarak
yararlanamayabilir. Bilgi devrimi ve küreselleşme ile şekillenen
dünya siyaseti, en güçlü ülkenin bile tüm uluslararası
hedeflerine tek başına ulaşmasına izin vermiyor. Bunu
kavramış gibi görünmeyen Trump yönetimi, özellikle Çin ile
büyük güç rekabetine dayanan bir ulusal güvenlik stratejisini
izlemeyi sürdürüyor.
Singapur eski Başbakanı Lee Kuan Yew, Çin’in küresel
liderliğinin, en azından yakın gelecekte gerçekleşmesini
öngörmediğini bir sohbetimizde bana söylemişti. Lee
tahminini haklı çıkarmak için ABD ve Çin’i çekicilik açısından
COVID-19 Amerikan Liderliğini Sınamaktadır ancak Küresel Düzeni Değiştirmeyecektir
kıyaslamıştı. ABD dünyanın dört bir yanından seçkin insanları
kendine çekebilmekte ve onlara bilginin sınırlarını her alanda
genişletme fırsatı sunabilmekte. Çin, bunun aksine, kendi
sınırlamaları nedeniyle böyle bir çekicilik yaratma imkanına
sahip değil. Bununla birlikte, COVID-19’la karşı karşıya kalan
ABD popülist politikalar izleyebilir, saydamlığı terk edebilir
ve dostlarını dışlayabilir. Bunları yapmak suretiyle de Lee’nin
değerlendirmesinin yanlış olduğunu kanıtlayabilir.
Bunun yerine yeni bir ABD yönetimi, “Ahlak Kuralları
Önem Taşımakta Mıdır? Franklin Delano Roosevelt’ten Trump’a
Başkanlar ve Dış Politika” (“Do Morals Matter? Presidents
and Foreign Policy from FDR to Trump”) başlıklı kitabımda
izah ettiğim üzere, 1945 sonrası dönemdeki Başkanların
başarılarından ilham alabilir ve Marshall Planı’na benzer
muazzam bir COVID-19 yardım programı başlatabilir. ABD
Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger haklı olarak liderlerin
işbirliği yapmaları ve uluslararası toplumu güçlendirmeleri
gerektiğini savunuyor. İktidar pozitif toplamlı bir oyun olarak
ele alınmalı ve ülkeler ortak hedeflere ulaşmak için “diğerlerine
karşı güç” yerine “diğerleriyle birlikte güç”e öncelik vermeli.
Diğer ülkeler güçlendiklerinde ve yükü etkili bir şekilde
paylaştıklarında, ABD kendi hedeflerine daha rahat ulaşabilir.
Günümüz dünyasında bağlantılılık göreceli gücü artırıyor.
Ancak, Trump, ABD’nin çıkarlarını sürekli olarak dar bir
şekilde tanımlamakta, “diğerleriyle birlikte güç” ve “diğerlerine
karşı güç” ayırımını göz ardı etmekte, uluslararası ilişkileri kısa
vadeli, sıfır toplamlı bir oyun gibi addetmekte, uluslararası
örgütleri görmezlikten gelmekte ve bunun neticesinde de
ABD’yi uzun vadeli, aydınlanmış kişisel çıkar geleneğinden
uzaklaştırmaktadır.
COVID-19’un gelişmekte olan ülkeler üzerinde önemli
yansımaları olabileceği gelişmiş ülkeler tarafından kabul
edilmelidir. Bu ülkelerde oluşacak yeni salgın dalgaları gelişmiş
ülkeleri tekrar vurabilir. İspanyol gribinin ikinci dalgasının
1918’deki ilk dalgasından daha fazla insanı öldürdüğünü akılda
109
110
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
tutmamızda fayda var. Bu nedenle, ABD’nin liderliğindeki
G-20 ülkeleri sadece kendi çıkarlarına hizmet etmek için değil,
aynı zamanda ihtiyacı olan ülkelere yardım elini uzatmak için
yeni bir COVID-19 fonuna cömertçe katkıda bulunmalılar.
KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER:
AÇIK SORULAR,
GEÇİCİ VARSAYIMLAR*
ABD Başkanı işbirliğine ve yumuşak güce dayalı
politikalar izlediği takdirde, pandemiden olumlu sonuçlar elde
edilebilir. Aksi takdirde, mevcut politikalar yalnızca milliyetçi
popülizmi ve otoriterliği destekleyecektir. Öte yandan, ABD ve
Çin arasındaki güç ilişkisini temelden değiştirecek jeopolitik
bir dönüm noktasını öngörmek için vakit henüz çok erken.
Prof. Volker Almanya Uluslararası ve Güvenlik
PERTHES İşleri Enstitüsü (SWP) Direktörü ve
Yönetim Kurulu Başkanı, Almanya
Anahtar Avrupa Birliği, Uluslararası
Kelimeler Örgütler, Çatışmalar, ABD-Çin
Rekabeti, Yumuşak Güç Rekabeti,
Jeopolitik
B
u zamana kadar yaşanan her bir küresel krizin,
uluslararası sistem ile onun yapıları, normları ve
kurumları üzerinde etkisi olmuştur. Dünya savaşları ve
sonrasında sırasıyla kurulan Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş
Milletler Örgütü’ne kadar geri gitmemize gerek yoktur. Bu
yüzyıl içerisinde, 11 Eylül 2001 saldırıları devlet dışı aktörlerle
mücadelede uluslararası hukuk ve devlet uygulamalarını
değiştirmiştir. 2008 mali krizi ile birlikte G20, bir Maliye
Bakanları kulübünden ziyade uluslararası politikanın daha az
tartışmalı olan bazı alanlarında yumuşak bir yönlendirme rolü
üstlenen üst düzey bir yapıya dönüştürülmüştür.
* Bu makale ilk olarak 31 Mart 2020 tarihinde German Institute for International and Security Affairs (SWP)
isimli kuruluşun web sitesinde yayımlanmıştır.
112
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Korona krizi sonrası için kesin ifadelerde bulunmak
için henüz çok erken. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
sloganı sürekli kullanılmakta ve tekrarlanmakta fakat neredeyse
her zaman yanlış çıkmaktadır. Uluslararası politikada “Korona
ile” ve “Korona’dan sonra” neyin değişebileceğini sormak daha
mantıklıdır. Ancak bu aşamada kesin cevaplardan ziyade geçici
varsayımlara varılabilir.
Korona krizinin, ABD’nin Çin’i “ayrıştırma” çabalarını
hızlandırması ve böylece sektörel bazda küreselleşme karşıtı
eğilimleri teşvik etmesi olasıdır. Bununla birlikte, uluslararası
ilişkilerin bazı alanlarında yeni “küresellik” biçimleri de
ortaya çıkabilir. Krizin daha geniş jeopolitik etkisinin - yani
uluslararası düzenin gelişimi, devletlerarası rekabet, çatışma
ve işbirliği üzerindeki etkisinin - tek tip bir genel görünüm
oluşturma olasılığı oldukça düşüktür. Dünyanın pandemi
sonrası durumu, siyasi irade, liderlik ve uluslararası aktörlerin
işbirliği yapma yeteneğine bağlı olacaktır.
Pandemi, bazı yorumcuların da ifade ettiği gibi, çok
taraflı işbirliğini azaltacak ve kurallara dayalı uluslararası
düzeni daha da zayıflatacak mı? Birçok devlet başlangıçta
krize tek taraflı olarak tepki verdi ve böyle davranmaya
devam edebilir. Kriz, etkin ve küresel bir işbirliği ihtiyacının
önemini göstermesine rağmen, tutarsız ve çelişkili gelişmelerin
meydana gelmesi tutarlı bir model oluşumundan daha
muhtemeldir. Milliyetçi liderler bile Dünya Sağlık Örgütü’nün
(DSÖ) gerekliliğini veya aşı ile ilgili bilgi veya araştırma
paylaşımındaki işbirliğinin önemini tartışmamaktadır. Bu
nedenle, Birleşmiş Milletler ve bölgesel kuruluşların gelecekte
sağlık sistemlerine ve halk sağlığı hizmetlerine daha fazla önem
vereceği, buna daha bağlayıcı kurallar alabilme yetkisi verilmesi
ve kaynak aktarımı yapılması ile DSÖ’nün güçlendirilmesin
eşlik edebileceği düşünülebilir. Neticede, bazı ülkelerdeki zayıf
sağlık sistemleri başkaları için açık tehdit oluşturmaktadır.
Korona Krizi ve Uluslararası İlişkiler: Açık Sorular, Geçici Varsayımlar
Halihazırdaki
mevcut
dönem
başkanlıkları
yönetimindeki G7 veya G20 oluşumlarından çok taraflı
işbirliğini güçlendirmek adına önemli bir girişim
beklememeliyiz. Bununla birlikte, halk sağlığıyla ilgili
konuların, klasik güvenlik sorunlarıyla ilişkilendirilmeksizin
BM Güvenlik Konseyi gündemine alınması daha kolay hale
gelecektir. Artık küresel sağlığın uluslararası barış ve güvenlikle
doğrudan ilişkili olduğuna şüphe yoktur.
Korona krizinin büyük güç çatışmaları üzerinde,
özellikle de daha önce uluslararası politikanın yeni temel
paradigması olarak nitelendirdiğim ABD ile Çin arasındaki
rekabet üzerinde, bir etkisi olacak mı? Pandemi bu tür
rekabetleri kesinlikle azaltmayacak. Başta ABD ile Çin olmak
üzere büyük güçler arasında işbirliğinin ve açık çatışmanın
uluslararası politikanın tamamen ayrı formları olmaktan ziyade
yan yana ilerlemesi daha muhtemeldir. Çin ve Batılı devletler
arasındaki ideolojik anlaşmazlığın daha keskin hale geleceğini
varsayabiliriz. Aslında bu, farklı hükümet sistemleri arasındaki
rekabet ve devlet ile toplum arasındaki ilişkiyle ilgilidir.
Başlangıçta salgını gizlediği için eleştirilere maruz kalan Çin,
şimdi otoriter sistemini krizle başa çıkmak için demokratik
devletlerinkinden daha uygun bir model olarak sunuyor. Çin
ayrıca İtalya’ya ve krizden ciddi şekilde etkilenen diğer ülkelere
organize bir şekilde yaptığı yardım sevkiyatlarıyla “yumuşak
güç” kazanıyor. Buna karşın, Amerika Birleşik Devletleri,
iyi niyetli süper güç imajını daha da zayıflatıyor. Vaşington,
pandemiye karşı uluslararası bir müdahaleyi koordine etmek
için nüfuzunu kullanmak bile istemedi. Bilakis, Başkan
Trump ülkesini milliyetçi bir münzevi olarak lanse etti. Buna
bağlı olarak, “yalnızca ABD için” aşı üretimini güvence altına
almak adına bir Alman ilaç şirketini satın alma girişiminde
bulunuldu ve İran’a tek taraflı yaptırımların en azından geçici
olarak hafifletilmesi reddedildi.
Virüs, savaşları ve iç çatışmaları kontrol altına almaya
yardımcı olacak mı? Muhtemelen hayır. Halen şiddetli
113
114
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
çatışmaların yaşandığı ve yüksek oranda savunmasız nüfus
gruplarına sahip ülkeler de pandemiden sert bir şekilde
etkilenecek. En kötüsü, fazlasıyla parçalanmış devletlerdeki iç
çatışma hatları daha da derinleşecektir. BM Genel Sekreteri’nin
“silahlı çatışmayı durdurma” ve bunun yerine COVID-19 ile
savaşmaya odaklanma çağrısı, sadece Filipinler’de olumlu
sonuç verdi. Bu çağrı, Libya, Yemen ve Suriye’nin yanı sıra
DAEŞ veya Boko Haram’dan yanıt bulamadı. Kuzey Kore de
füze testlerine devam ediyor.
Pandeminin bölgesel güç çatışmaları üzerindeki
etkisinin benzer şekilde zayıf kalma ihtimali oldukça yüksek.
Buna rağmen, sorumluluk duygusu olan hükümetler mevcut
durumu güven artırıcı önlemleri artırmak için kullanabilirler.
Nitekim, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, İran’a yardım
sevkiyatı yaptılar. Üst düzey bir Emirlik yetkilisi bana bunun
bir defaya mahsus bir durum olmadığını ifade ederken “acil
durumlarda İran’a daha önce de yardımcı olduk ve İran
kesinlikle bizim için aynısını yapardı. Ancak bu tür eylemleri
siyasi uzlaşmaya çevirmeyi başaramadık” dedi. Genel olarak
uluslararası toplum, kriz diplomasisine veya çatışmaların
çözümü için çaba göstermeye daha az zaman ve özen
gösterecektir. Pandeminin en acil konu olduğu günümüzde
açıkça görülen bu durum hükümetlerin kriz ve durgunluğun
sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışacakları ileriki zamanlarda
da büyük bir olasılıkla devam edecektir. Bununla birlikte,
halihazırda birçok fakir ve zayıf devletin sağlık ile ilgili
sorunlarını kontrol altına alamadan ekonomik krize girme
ihtimalleri yüksektir. Daha zengin devletler fakir devletlerin
borçlarını hafifletmeye karar verebilirler. Ancak muhtemelen
insani acil durumlar ve istikrar önlemleri için yardım tedariki
hususunda, mültecilere yardım için BMMYK’ye destekte
bulunmada veya BM misyonları için para ve insan gücü
sağlamada daha az istekli olacaklarını göreceğiz.
Peki ya Avrupa? Ne Vaşington ne de Pekin küresel
sorunlara ortak çözümler bulmak konusunda çok fazla
Korona Krizi ve Uluslararası İlişkiler: Açık Sorular, Geçici Varsayımlar
enerji harcamayacaktır. Burada, ilk adımı AB, Kanada, Kore,
Endonezya, Meksika ve diğer benzer düşünceye sahip çok
taraflılığı destekleyen ülkeler atacaklardır. Çin, ABD veya
Rusya, diğer ülkelerin, örneğin küresel sağlık politikalarına
ilişkin, uygulanabilir tekliflerde bulunmaları halinde işbirliği
yapabilirler fakat kapsayıcı çok taraflı çabalara öncülük
etmeleri pek olası değildir.
Krizin, AB ve üye ülkeler arasındaki uyumu
güçlendirmesi mümkün ancak kesin değildir. Neticede biraz
gecikmeli de olsa AB, ciddi şekilde etkilenen üye devletler için
hızlı bir şekilde destek tedbirleri aldı. AB Yüksek Temsilcisi
Josep Borrell’in söylediği gibi, uluslararası konumundan
dolayı AB, gücün dilini yeniden öğrenmek zorunda kalacak.
Avrupa’nın gücünün ve çekiciliğinin dayanışma üzerine kurulu
olduğunu özellikle bu gibi zamanlarda unutmamak gerekir.
115
Bir İmparatorluk Krizi mi? COVID-19 Salgınının ABD Dış Politikasına Etkisi
BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ?
COVID-19 SALGINININ
ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ
Prof. Richard E. Jimmy ve Rosalyn Carter Barış
RUBENSTEIN ve Çatışma Çözümleri Enstitüsü
Öğretim Üyesi, George Mason
Üniversitesi, ABD
Anahtar Küresel Liderlik, ABD, Çin,
Kelimeler ABD-Çin Rekabeti
kolonileştirmese de bir imparatorluktur. Büyük toplumsal
krizlerin imparatorluklar üzerindeki etkisini değerlendirmek,
özellikle imparatorluklar arası çatışmanın tehlikeli biçimde
artmasına neden olduklarında önemlidir. ABD için öne çıkan
soru, COVID-19 krizi ve ardından gelen iyileşme döneminde
Amerika ve Çin imparatorlukları arasındaki düşmanlığın artıp
artmayacağıdır.
İlk olarak, büyük çevresel ve ekonomik krizlerin
hükümetler üzerinde birbiriyle çelişen etkileri olduğu dikkate
alınarak COVID-19’un kısa ve uzun dönemli etkileri arasında
bir ayrım yapmak doğru olacaktır. Kısa vadede krizin neden
olduğu sınamalarına yanıt vermek, kamu otoritesinin enerjisini
ve finansal kaynaklarının çoğunu tüketir ve hükümetin ülke
içine odaklanmasına yol açar. Bunun ilk göstergeleri, seyahat
kısıtlamaları, sınırların kapatılması, uluslararası ticarette ciddi
düşüş ve siyasi dikkatin yurtiçindeki meselelere çevrilmesidir.
COVID-19 boyutundaki krizler, hükümetler ile vatandaşlar ve
sosyal gruplar ile devletler arasındaki mevcut ilişkileri sarsar
ve ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılar. Bu
gözden geçirme belki yeni tür çatışmalar yaratmaz ancak
çoğunlukla mevcut mücadeleleri alevlendirip yıkıcı ve yaratıcı
değişikliklerin önünü açar.
evcut COVID-19 salgınının ve bununla bağlantılı
ekonomik krizin ABD dış politikasına muhtemel
etkisi ne olacaktır, yani Amerikan imparatorluğunun
politika hedefleri ve yöntemleri neler olacaktır?
M
İmparatorluklara gelince, tarihsel örnekler belirleyici
olmamakla birlikte fikir vericidir. İmparatorluklar halihazırda
bir düşüş veya tırmanmakta olan bir iç çatışma yaşarken ortaya
çıkan ciddi çevresel krizler onları, mali, askeri ve daha geniş
anlamda siyasi açıdan zayıflatmış, sahip oldukları kamu desteği
ve sadakatin sürmesini zorlaştırmıştır.
Burada “imparatorluk” kelimesi kışkırtma amaçlı
değil, sağduyulu bir tanımlama olarak kullanılmaktadır.
Önde gelen siyaset uzmanlarına göre, 130 ülkede askeri
üssü bulunan, 1945’ten bu yana en az 150 sınır ötesi askeri
müdahalede bulunan ve dünyanın tek rezerv para birimini
elinde bulunduran her millet toprakları resmi olarak
Antonine ve Justinian Vebaları (MS 165-180 ve MS
541 sonrası) Akdeniz’de toplam 90 milyon insanın ölümüne
neden olmuştur. Bunun Batı imparatorluğunun düşüşünü
hızlandırdığı, Bizans rejimini ciddi şekilde zayıflattığı,
Roma ekonomisi ve askeri yapısına büyük zarar verdiği
117
118
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
düşünülmektedir. Aksine, 14. ve 15. yüzyıllarda yaşanan “Kara
Ölümün” daha genç ve dinamik olan Osmanlı İmparatorluğu
yöneticilerine halk sağlığı sistemini geliştirme ve yönetimin
yapılarını modernleştirme konusunda ilham verdiği
görülmektedir.
Elbette tüm salgınların ekonomik etkileri olmuştur,
ancak eski devirlerdeki salgınların işçiler ve tüccarlara
büyük ve yeni zorluklar çıkarmaktan ziyade yerel yoksulluğu
derinleştirdiği görülmüştür. Modern dönemde birçok
işyerlerinin iflası ve kitlesel işsizlik ile kendini gösteren küresel
ekonomik krize neden olan ilk salgın COVID-19’dur. Bu
anlamda, 1930’larda yaşanan Büyük Buhran’ın ardından, devasa
yıkıma yol açan ve rekabet içindeki imparatorluklar arasındaki
güç dengesini değiştiren bir dünya savaşı yaşadığımızı
unutmayalım. Pandemiyle ortaya çıkacak daralmanın boyutu
ve süresi henüz net değildir.
Her durumda, iç içe geçmiş mevcut krizlerin Amerikan
imparatorluğu üzerindeki etkisinin birkaç nedenden dolayı
oldukça ciddi olması muhtemeldir:
(1) ABD, COVID-19 salgınının merkezi haline gelmiştir
ve dünyada hastalıktan yaşanan kayıpların üçte birine sahiptir.
1930’lardan bu yana görülmemiş düzeye yükselen işsizlik, işten
çıkarmalar ve iflaslarla birlikte ciddi ekonomik sorunlarla karşı
karşıyadır.
(2) ABD kamuoyu, diğer milletlerin salgına karşı
daha hazırlıklı olduklarının, Çin, Güney Kore ve Almanya
gibi ülkelerdeki etkili hükümet çalışmaları ve sosyal disiplin
alışkanlıklarının sonucu olarak daha fazla test yapıldığının,
bu ülkelerde salgının yayılmasının önlenmesi için ciddi sosyal
politikalar takip edildiğinin ve krizden etkilenen kesimlere
ekonomik destek uygulandığının farkındadır.
Bir İmparatorluk Krizi mi? COVID-19 Salgınının ABD Dış Politikasına Etkisi
(3) Yoğun siyasi baskı altında, ABD Kongresi Hükümet
gelirlerinin baş döndürücü bir hızla azaldığı bir dönemde
etkilenen işçiler ve iş yerleri için 3 trilyon ABD Doları tahsis
etmiştir. Bu adım ulusal borcun neredeyse ülkenin GSYİH
düzeyine yükselmesine yol açmıştır. Bu acil yardımın çok
yakın zaman içinde tükeneceğinin tahmin edilmesi, yardımın
kırılgan grupları da içine alacak şekilde genişletilmesi ihtiyacına
karşı büyük çaplı test ve izleme teknikleri uygulanmadan önce
ekonominin “yeniden başlatılmasının” akıllıca olacağına ilişkin
acı bir tartışmayı tetiklemektedir.
(4) ABD’de devam eden kriz, çeşitli nüfus kesimleri
arasındaki mevcut sosyal ve siyasal farklılıkları artırmış ve
keskinleştirmiştir. Bu da sosyoekonomik durum, ırk, etnik
kimlik, coğrafya, din ve siyasi aidiyete dayalı iç çatışmaların
yoğunlaşmasına yol açmıştır. COVID-19’dan ölüm oranlarının
Afro-Amerikan ve Hispanik bireyler arasında çok yüksek
olduğu bilinen bir gerçektir. Öte yandan, siyasi partiler arasında
yoğunlaşan çekişme yaklaşan başkanlık seçimleriyle bağlantılı
suiistimal ve sivil şiddet yaşanması korkularını artırmıştır.
(5) Son olarak, donanma gemileri ve diğer askeri
yerleşkelerdeki COVID-19 salgınları, boyutu şu anda
bilinmemekle birlikte, ABD askeri güçlerinin açık çatışmalar
için hazırlıklı olmasını olumsuz etkilemiş olabilir. Askeri
bütçede büyük artışlar yapılması mevcut koşullar altında
neredeyse imkansızdır. Uzun zamandan beri siyasi bir tabu
kabul edilen askeri harcamalarda kesinti yapılması hususu
bazı siyasi liderler tarafından artık tartışılabilir olarak
görülmektedir.
Öyleyse Amerikan imparatorluğunu zayıflatmaya
yönelik bu unsurların muhtemel etkileri nasıl ölçülecektir?
Donald Trump döneminde takip edilen dış politikanın
alışılmışın dışında tutarsız oluşu bu soruya verilecek yanıtı
karmaşıklaştırmaktır. Trump, bir taraftan, dış politikada
119
120
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
milliyetçi “Önce Amerika” yaklaşımının havarisi olarak kendini
ilan ederek “sonu gelmeyen savaşlara” devam etmeyeceğini ve
birçok çok taraflı anlaşmaya bağlı kalmayacağını ilan ederken
diğer taraftan imparatorluğun askeri omurgasını güçlendirmek
için önemli adımlar atmıştır. Örneğin, ABD askeri harcamasını
devasa düzeyde artırmış, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika’daki
gizli operasyonlarını genişletmiş ve İranlı General Kasım
Süleymani gibi “düşman” liderlere karşı İHA saldırılarını
çoğaltmıştır.
Trump’ın Çin’in Asya’daki emelleri ve çıkarlarını tehdit
etmek için artan bir savaş severlikle hareket etmesi de dikkat
çekicidir. Kevin Rudd’un yazdığı gibi, “çok taraflı [ABD-Çin]
sistem ve ona dayanak oluşturan normlar ve kurumlar gücünü
kaybetmeye başlıyor.” Rudd şu konuda endişelidir:
ABD’nin
Çin’deki
emekli
fonu
yatırımlarını
sonlandırması, Çin’in ABD hazine bonoları alımlarının
kısıtlanması ve Çin’in yeni dijital para birimini devreye
sokmasına karşılık olarak yeni bir para savaşının
başlatılması, iki ekonomiyi bir arada tutan mali bağları
koparabilir. Pekin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne daha fazla
askeri boyut kazandırma kararı da vekalet savaşları
riskini artırabilir.
Trump’ın krize hazırlıksız yakalanan ve salgın ile
dağınık mücadele eden yönetimini sorumluluktan kurtarmak
için COVID-19 salgını konusunda Çin’i suçlaması ABD ve
Çin arasındaki gerilimin artmasına neden olabilir. 2020’nin
ABD’de seçim yılı olması yangını körüklemektedir. Öte yandan,
Trump’ın muhtemel rakibi Demokrat Parti lideri Joe Biden’ın
Çin’i başta ticaret olmak üzere, Güney Çin Denizi’ndeki askeri
faaliyetleri, istihbarat uygulamaları, siber savaş ve insan hakları
konularında kuvvetle eleştirerek Çin’e karşı sert bir tavır
takındığını akılda tutmakta fayda vardır.
Bir İmparatorluk Krizi mi? COVID-19 Salgınının ABD Dış Politikasına Etkisi
İki imparatorluk arasındaki çatışmanın daha da artmasını
beklemeli miyiz? Yüzleşme riskini arttıran faktörlerden biri
“yaralı canavar” sendromu olarak adlandırılan bir unsurdur.
Dünyanın egemen süper gücü olma rolünü sürdürmekte
zorlanan ve yorgunluk emareleri gösteren ABD COVID19’dan açık bir şekilde zarar görmüştür. Ani talihsizliklerle
karşılaşan imparatorluklar akılcı veya müsamahalı olamazlar.
ABD’nin sorunlarını gözlemledikleri anlaşılan Başkan Xi
Jinping ve diğer Çinli liderler, benzeri görülmemiş zorluklar ve
utanç yaşayan ABD’nin damarına basmaya neyse ki şimdilik
niyetli görünmemektedirler. Trump’ın yaklaşan seçime bağlı
öfke nöbetlerini görmezden geleceklerini ümit etmekten başka
çaremiz bulunmuyor.
Özetleyecek olursak, COVID-19 salgını büyük
ihtimalle Amerikan imparatorluğunun Çin ve diğer
muhtemelen rakipleri karşısında zayıflamasına yol açacaktır.
Bununla beraber, küresel ekonomik bir çöküş yaşanmadığı
takdirde, ABD’nin gücünde hızlı bir düşüşün olması veya
1939-1945’te dünyayı yıkan sarsıcı mücadelelerin yaşanması
beklenmemelidir.
İmparatorluklar çökmekten ziyade zayıflamaya
meyillidir ancak bu zayıflama Antonine ve Justinian Vebaları
benzeri olaylarla hızlanabilir. Bilinmeyen bir başka ekten de
mevcut krizin asıl yükünü yaşayan Amerikan vatandaşlarının
ABD’nin küresel hegemonyasını sürdürmesinin maliyetini
karşılamadığına karar vermesi ve ülkelerinin dünyada daha
mütevazı bir rol oynamasını seçmeleri ihtimalidir. Tehlike ve
belirsizliğin hakim olduğu bu dönemde insanların akılcılık ve
yenilenmeye ilişkin bu tür umutlar beslemesi mazur görülebilir.
121
Salgın ve Uluslararası Siyaset
SALGIN VE
ULUSLARARASI SİYASET
Prof. Richard Kent Üniversitesi Rusya ve Avrupa
SAKWA Politikaları Öğretim Üyesi,
Chatham House Rusya ve Avrasya
Politikaları Programı Üyesi, Birleşik
Krallık
Anahtar Ulus Devlet, Küresel Yönetişim,
Kelimeler ABD-Çin Rekabeti, Rusya, Avrupa
Birliği, Küreselleşme, Rekabet,
Jeopolitik
M
odern dünyayı karışıklığa iten küresel çapta
ekonomik bir durgunluk, yönetişim bozukluğu ve
ortak bir müdahale geliştirememe hatası ile birleşen
ölümcül ve bulaşıcı bir virüsün oluşturduğu “Mükemmel bir
Fırtına”dır. Bu, dünyayı derinden etkileme potansiyeline sahip
öngörülmesi güç nadir bir olay yani “siyah kuğu” vakasından
ziyade, göz göre göre gelen ve hazırlıksız yakalanılan bir “gri
gergedan” vakasıdır. COVID-19’un yıkıcı etkisi bulaşma
kolaylığı, belirtilerinin ortaya çıkmasındaki gecikme,
ölümcüllüğü, aşı eksikliği ve yeterli sayıda test yapabilecek
tesislerin bulunmayışı nedeni ile daha da büyümüştür.
COVID-19 krizi Soğuk Savaş sonrası dönemin
varsayımlarının ve önyargılarının aniden ortaya çıktığı bir
dönüm noktasıdır. COVID-19 salgını uzun vadeli değişimleri
hızlandırmış ve toplumlarımız ile uluslararası ilişkiler
modelinin temelindeki gerçekleri su yüzüne çıkartmıştır.
Salgın sonucunda yeni bir küresel ve bölgesel güç dengesi
oluşmayacaktır. Bununla birlikte, bir süredir görünür olan
eğilimler daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır.
Kriz epidemioloji ve sağlık alanlarının yanı sıra,
nüfus ve ekonomide ortaya çıkan sonuçlarla baş edebilmek
için gerekli kaynağa sahip tek gücü, yani ulus devleti bir kez
daha toplumsal yaşamın merkezi yapmıştır. Aynı şekilde kriz,
merkez ve çevre arasındaki güven eksikliği ile halk sağlığı
ve refahına ilişkin çalışmaların yetersizliği bazı devletlerin
zayıflığını ortaya çıkarırken, merkezi hükümet ile bölgeler ve
devlet ile toplum arasında sağlıklı bir ilişkiyi kurmuş olan diğer
devletlerin büyük bir itibar kazanarak ön plana çıkmasına yol
açmıştır.
Başka bir deyişle salgın, sadece devletler ve uluslararası
yönetişim araçları için değil, devletin nasıl yönetildiğine de
dair bir sınav olmuştur. Yaygınlaştırılmış refah devleti olan
ülkeler salgını, parçalı ve ekonomik kazancı önceleyen sağlık
sistemleri bulunanlara göre daha iyi yönetme eğilimindedir.
Kriz dönemindeki performans ile siyasi rejim türü arasında
doğrudan bir ilişki yoktur. Diğer bir deyişle, alınan önlemler
demokrasi ya da otoriterlikle değil, devletin kapasitesi ve
yöneticilerinin liderlik yeteceğiyle bağlantılıdır.
Kriz ayrıca uluslararası işbirliği ajanslarının önemini
de vurgulamıştır. G-7, bir kez daha krizin yönetiminde önemli
bir etkisi olmayacak dar bir yapı olduğunu kanıtlarken,
G-20 grubu, 2008 mali çöküşünden sonra yaptığı gibi bir
liderlik rolünü üstlenememiştir. Milliyetçilik ve çok taraflılık
arasında yeni bir denge ortaya çıkmamış, bunun yerine küresel
yönetişimin zayıflığı belirginleşmiştir.
123
124
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Uluslararası politikanın yürütülmesi öncekinden çok
daha fazla devlet odaklı duruma gelmiştir. Küreselleşme, daha
önce bazı ekonomik zorunlulukların devlet politikalarının
önüne geçtiğini göstermişti. Ancak acil eylem gerektiğinde,
ilk harekete geçen daima devlettir. Sorunlar küresel çapta
ortaya çıksalar da, bunlara ulusal düzeyde verilen tepkiler
çok önemlidir. Böylelikle ulusal refah ve sağlık hizmetlerinin
önemi bir kez daha vurgulanmış olup bu kavramlar 2008-09
ekonomik krizinden ve ardından gelen Avro Bölgesi krizinden
sonra yıllar boyu süren kemer sıkma politikalarıyla birçok
Avrupa ülkesinde fazlasıyla ikincil bir konuma getirilmişti.
COVID-19’a karşı başlatılan mücadele hükümetlerin
yeterliliklerinin ölçülmesi için bir sınav olmuş; ABD bu
konuda kötü puan almış; Çin’in bilgiyi örtbas etme girişimleri
ve sağlık krizini yanlış yönetmesi, Koronavirüs’ün genetik
yapısını zamanında paylaşması ve yayılmasını önlemek için
kararlı eylemlerde bulunmasıyla dengelenmiş; Almanya’daki
etkili merkezi politika, güçlü federal yönetişim ve yüksek
toplumsal güvenin birleşimi krizi hafifletirken, ABD’de benzer
bir kapsayıcı halk sağlığı sistemi ve sosyal güvenlik ağının
yokluğu ortaya çıkmıştır.
Salgın hem ABD’nin hem de Avrupa’nın nüfuz
etme gücünde görülen azalmayı hızlandırmıştır. Çok taraflı
kuruluşların ve sorun paylaşımının oynadığı rolün hayati
önemi haiz olduğu görülse de küresel yönetişim kurumları
hakkında Amerika’nın uzun zamandır devam eden tezat
yaklaşımı yeni bir seviyeye taşınmıştır. Trump yönetimi,
krizin zirvesinde BM Dünya Sağlık Örgütü’nden fon desteğini
çekmiştir. Ancak kısa süre sonra hiçbir ülkenin - hatta ABD
kadar güçlü bir ülkenin bile - krizle ve onun ekonomik, sosyal
ve sağlıkla ilgili sonuçlarıyla kendi kendine başa çıkamayacağı
belli olmuştur.
Salgın ve Uluslararası Siyaset
Liberal küresel düzenin evrensel ilkelerinin bir kısmının
reddedilmesiyle, halihazırda görünür olan küreselleşme karşıtı
çabalar yoğunlaşmıştır. Bu eğilime, otoriterliğe duyulan
istek, demokrasi karşıtı eğilimler ile içe kapanma ve büyüme
taraftarlığı eşlik etmiştir. AB’nin 4 Nisan 2020’de aşı araştırması
ve yaygınlaştırılması için fon elde etmek amacıyla ev sahipliği
yaptığı bağış konferansında zıt eğilimler de ortaya çıkmış,
birçok ülkede muhalif siyasi güçler halk sağlığı müdahalelerine
destek sağlamak için işbirliği yapmışlardır.
Koronavirüs güçler dengesinin ve ideolojik taahhütlerin
zaten değiştiği bir zaman diliminde patlak vermiştir. Büyük
güç çatışmasının yeniden ortaya çıkması ve uluslararası
siyasette bir yanda ABD ve müttefiklerinin diğer yanda Çin ve
onunla aynı çizgide olanların bulunduğu iki kutuplu bir yapıya
doğru dönüşün yaşanması ile dünya düzenine ilişkin kriz
derinleşmektedir.
Trump’ın liberal düzenin evrenselliğini reddetmesi ile
kibirli “insani” ve rejim değişikliği müdahaleleri birçokları
tarafından ülke içindeki sıkıntıların aşılması için ABD
dış politikasının dengeli hale getirilmesi olarak görülerek
memnuniyetle karşılanmıştır. Bu dönüşüme uzun süredir
devam eden çatışmaların özellikle Çin ile olan ilişkilerin
alevlenmesi de eşlik etmektedir. 2018’in sonlarında başlatılan
ticaret savaşı, bir anlaşmanın ilk bölümünün imzalanmasıyla
2020 başlarında çözülmüştür. Bununla birlikte, COVID19’un en yaygın yaşandığı ve ölüm sayılarının en fazla olduğu
ülkenin ABD olmasını takiben Trump’ın virüs hakkında
başlangıçta takındığı muğlak tutum peşini bırakmamaktadır.
Kriz, Trump yönetiminin eksikleri ile Amerikan sağlık sistemi
ve kriz yönetimindeki başarısızlıkları daha da büyüterek ortaya
çıkarmıştır. Dikkatler Çin’e dönmüş, Çin ilk olarak Wuhan’daki
salgınla başa çıkma konusundaki başarısızlıklarından dolayı
suçlanmış, ardından kriz nedeniyle ABD ve küresel ekonomiye
verilen büyük zararlar için Çin’den tazminat talep etme yoluna
gidilmiştir.
125
126
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Salgın öncesi dönemde de Rusya giderek artan
yaptırımlara maruz kalmaktaydı. Yaptırımların sonuncusu
Baltık Denizi altındaki Kuzey Akım-2 gaz boru hattının
Almanya’ya kadar uzatılmasına karşı uygulanmıştır. Trump’ın
2016’da Rusya ile “devam etmenin” mantıklı olduğu yönündeki
açıklamasına rağmen, Rusların ABD seçimlerine müdahalesi
iddiaları uzlaşma çabalarını aksatmıştır. Trump’ın Putin’e
karşı dostane sözleri gücüne duyduğu isteksiz saygı nedeniyle
de olsa, aslında stratejik hedefi Rusya’yı Çin ile olan uyumlu
ilişkisinden uzaklaştırmaktı. 1990’lardan bu yana gelişmekte
sözkonusu uyum 2014 yılından ve İkinci Soğuk Savaş’ın
başlamasından sonra büyük ölçüde hızlanarak sürmektedir.
Trump’ın ise Kissinger tarzı ters bir manevra ile Çin yerine
Rusya’yı kazanma şansı bulunmamaktadır.
Rusya ve ABD ilişkilerinde yeni bir ‘sıfırlama’ beklemek
için neden yoktur. İlişkilerde geçmişten gelen bozulma, Eylül
2001 saldırılarından sonra olduğu gibi işbirliği dönemleriyle
arada kesintiye uğramaktadır. Mevcut kriz bağları tekrar
güçlendirme fırsatı vermiştir. Trump, büyük güçler arasındaki
anlaşmaları ve kişisel ilişkileri destekleyen ve ticari faaliyetlere
ağırlık veren bir başkandır. Bu nedenle Koronavirüs yeni bir
açılım için kendisine alan sağlamıştır. 2020 İlkbaharında Putin
ve Trump arasında önceki dönemlere göre daha fazla telefon
görüşmesi yapılmıştır. Ancak, Trump’ın “büyük bir pazarlık”
gerçekleştirebilme imkanı son derece sınırlıdır. Kongrede
Demokratlar Rusya’ya verilecek tavizlere kesin olarak karşı
çıkmakta ve Cumhuriyetçi Parti üyelerinin büyük bir bölümü
Trump’ın Rusya’nın Çin’e karşı mücadelede potansiyel bir
müttefik olduğu görüşünü paylaşmamaktadır.
Bu, dünyanın iki karşıt kutba ayrılmasından başka
bir şey değildir. Bununla birlikte çift kutupluluğun yeni
uyarlamasının, 1945 ve 1990 arasındaki Birinci Soğuk Savaş
dönemindekiyle pek az ortak noktası vardır. Uluslararası sistem
çok daha bütünleşmiş durumdadır ve tek bir tane çok taraflı
Salgın ve Uluslararası Siyaset
küresel yönetişim biçimi yaratmıştır. Artık tek bir küresel pazar
ekonomisi ve karşılıklı ekonomik bağımlılık üzerine kurulu
geniş bir tedarik zinciri bulunmaktadır. Bugün iki kutup yoğun
biçimde iç içe geçmiş durumdadır. Ancak bu durum çatışmayı
azaltmaktan çok, yaptırım, mali baskı ve benzeri yöntemlerle
mücadelenin yürütülebileceği yeni bir alan sağlayabilmektedir.
Kriz gittikçe güçlenen Çin-Rusya ilişkileri konusunda
için de bir sınama olmuştur. Wuhan’daki salgın pandemiye
dönüşürken, Rusya Çin ile olan sınırını 31 Ocak’ta kapatmıştır.
Çin vatandaşları evlerine döndükten sonra, Rusya yenilenen
enfeksiyonun ana kaynaklarından biri konumuna geçmiştir.
Ancak Rusya, Çin’i savunan ve yanında duran birkaç
ülkeden biridir. Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Çin’e tazminat
ödetilmesine ilişkin çağrının ‘kabul edilemez ve şoke edici’
olduğunu savunmuştur. Putin, 16 Nisan’da Xi Jinping ile yaptığı
telefon görüşmesinde, Çin’in salgını durdurma konusunda
yeteri kadar hızlı hareket etmediğini öne süren “zarar verici”
eleştirileri kınamıştır. Krizin “Rusya ve Çin arasındaki kapsamlı
stratejik ortaklığın özel niteliğini kanıtladığını” savunmuştur.
Çin, petrol fiyatları düştükçe ve üreticiler fazla üretimi
kısmaya çalışırken Rusya’nın yardımına koşmuştur. Çin’in
Rusya’dan ham petrol ithalatı artmış ve Avrupa’daki talebin
düşmesi sonucu Rus şirketlerinin can damarı Çin olmuştur.
COVID-19, Moskova ve Pekin’e ortak sınamalara karşı birlikte
oluşturacakları bir cephenin stratejik önemini göstermiştir.
Koronavirüs çok taraflı işbirliğine ve bunun sonuçlarıyla
ilgilenen uluslararası örgütlerin güçlendirilmesine duyulan
ihtiyacı vurgulamakla birlikte, uluslararası politikanın “yeniden
ulusallaştırılması” yönündeki eğilimi de ortaya çıkartmıştır.
Her şeyden önce AB üzerine odaklanmış bir işbirliğine dayalı
bazı girişimler varken, kriz mevcut bazı çatışmaları daha da
şiddetlendirmiş ve derinleştirmiştir. COVID-19’un ulusları bir
araya getirdiğine dair çok az işaret bulunmaktadır.
127
128
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Koronavirüs uluslararası yönetişimin zayıflığını, devlet
eyleminin önceliğini, büyük güçlerin aralarındaki rekabetin
sürekliliğini ve Soğuk Savaş sonrası uluslararası politikada
ortaya çıkan genel tıkanıklığı daha da tahkim etmiştir. COVID19’un sosyal ve ekonomik etkileri büyük olsa da uluslararası
politika açısından doğru kararların alınabilmesinin yolunu
açmak yerine sorunları ortaya koyma yönünde etkisi olmuştur.
SINIR KAPILARINDA DÜZEN:
KÜRESELLEŞME, TEKNOFOBİ VE DÜNYA
DÜZENİ*
Dr. Samir Observer Research Foundation
SARAN Başkanı, Hindistan
Anahtar Küresel Liderlik, ABD-Çin
Kelimeler Rekabeti, Uluslararası Örgütler,
Çin
Yaklaşık otuz yıl önce Francis Fukuyama, Sovyetler
Birliği’nin yakın zamanda çöküşünün ve liberalizmin
evrenselleşmesinin ideoloji ve siyasi modeller bağlamındaki
tarihsel mücadeleyi sonlandıracağını savunmuştu. Yakın
zamanda kendisinin de itiraf ettiği gibi bu tez aşırı iyimserdi.
Güçlü kimliklerin ve milliyetçi liderlerin yeniden ortaya çıkışı
kin ve hizipçilik politikasının önünü açtı. Bu durum, küresel
güç dengesindeki değişimler ile yıkıcı teknolojik ve endüstriyel
gelişmelerle birleştirildiğinde ufukta yeni bir dünyanın
belirdiği açıkça görünmektedir. Yeni Koronavirüs’ün ortaya
* Bu makale ilk olarak 27 Nisan 2020 tarihinde Observer Research Foundation (ORF) isimli kuruluşun web
sitesinde yayımlanmıştır (https://www.orfonline.org/expert-speak/order-at-the-gates-globalisation-techphobia-and-the-world-order-65227/).
130
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
çıkışı zaruri değişim süreçlerini hızlandırmış, hükümetler,
işletmeler ve toplulukların gelecekle ilgili alacakları önemli
kararlar için ihtiyaç duydukları zamanı azaltmıştır.
Bu değişimlerin belki de en önemlisi Pax-Americana’nın
Batı dünyasında tartışmaya yer bırakmayacak şekilde
tahtını kaybetmiş olmasıdır. COVID-19 salgını Amerikan
liderliğinin tam manasıyla yokluğuna şahitlik ettiğimiz ilk
küresel sınamadır. Ayrıca Batı’nın toplumsal ve yönetişimsel
kırılganlıklarını bariz biçimde ortaya çıkarmıştır. Birçok AB
üyesi artık menfaatlerinin ve naifliğin bir sonucu olarak Çin’e
duydukları güveni açıkça ifade ederken, AB bu salgın sürecinin
ortasında kaynaklarını üye ülkeler arasında adil bir şekilde
dağıtmak için mücadele vermektedir. Ekonomik olarak Kuzey
ve Güney Avrupa arasında, değerler konusunda ise Batı ve
Doğu Avrupa arasındaki farklılıkların artması muhtemeldir.
Uluslararası liberal düzenin zayıflamış transatlantik
çekirdeğinin COVID-19 sonrası dünyada daha da zayıflaması
oldukça yüksek bir ihtimaldir.
Gelecekte herhangi bir yeni liderin bu görevi doğrudan
üstleneceği kesin değildir. Birçoklarının tahminine göre önemli
bir aday olan Çin, başta Koronavirüs’ü kontrol altına almak
için attığı yanlış adımlar olmak üzere birbiriyle bağlantılı
birkaç sebepten dolayı uluslararası toplumun öfkesinin hedefi
oldu. DSÖ aracılığıyla kendi imajını aklama çabalarına ve
çeşitli bölgelere tıbbi malzeme göndermesine rağmen Çin’in
AB üyesi devletlerin arasına nifak sokma çabaları ve Hong
Kong, Tayvan ve Güney Çin Denizi kıyı bölgelerindeki sert
yaklaşımları dostlar kazanmasını engellemektedir. Çin’in kendi
içindeki Afrika diasporasına yönelik belgelenmiş ırkçılığı da
bu orta krallıkla olan bağımlılıklarını ve ilişkilerini yeniden
değerlendiren devletlerin sayısını arttırdı.
Birçok ülke, Çin ile Batı yarımküre arasında hızla
değişen ve gelişen güç dengelerine uyum sağlamakta
Sınır Kapılarında Düzen: Küreselleşme, Teknofobi ve Dünya Düzeni
zorlanmaktadır. Salgınla en etkili biçimde mücadele etmiş
olan Doğu Asya demokrasileri olup bitenleri endişeyle
izliyor. Sözkonusu ülkelerin devletleri birbirine düşürmeye
ve kendilerine manevra alanları yaratmaya devam edecekleri
konusunda bir şüphe bulunmamaktadır. Çin’e seyahatleri ilk
sınırlayan ülkelerden biri olan Rusya, artık sınırları içindeki
salgının tehdidi altındadır. Rusya yine de, ABD hegemonyası
altında yönetilen ve temelde demokratik olmadığına inandığı
dünya düzenini zayıflattığı sürece Pekin’in gündemini
desteklemeye devam edecektir. Rusya’nın dönem başkanlığı
sürecinde BRICS ülkelerini (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin
ve Güney Afrika) dünyanın boğuştuğu sorunlara yanıt vermek
için nasıl yönlendirdiğini görmek ilginç olacaktır.
Çeşitli coğrafyalarda birbiriyle bağlantılı olarak gelişen
bu sorunlar, güçlü devletin geri dönmesi ve milliyetçi liderliğin
normalleşmesi şeklinde gerçekleşen genel bir eğilime yol
açmaktadır. Koronavirüs salgını bu süreçte bir katalizör görevi
görecektir. Bazı hükümetler, Macaristan Başbakanı Orban’ın
yaptığı gibi, gücünü pekiştirmek için acil durum ve ulusal
güvenlik yetkilerini kullanacaktır. Diğerleri bunu, Trump
yönetiminin öncelikli hedefi olan uluslararası kuruluşları
suçlamak ve zayıflatmak için bir bahane olarak kullanabilirler ve
böyle hareket etmeleri vatandaşları tarafından desteklenecektir.
Bu gelişmelerin en belirgin etkisi bildiğimiz
küreselleşmenin sonunun gelmesi olacaktır. Birçok devlet,
özellikle siyasi güvenin sınırlı olduğu bölgelerle karşılıklı
bağımlılığı azaltmak için etkin adımlar atacaktır. Japonya’nın
teşvik paketleri yoluyla sanayisini Çin’in tedarik zincirlerinden
kurtarmaya yönelik çabaları bunun bir göstergesidir. Ancak,
bu kararların dalga etkisi, petrol arzını sürdürmek ve
işgücü hareketlerini yönetmek için mücadele veren Körfez
ülkelerinden, hem Çin hem de ABD ile derin ticari ilişkilerinde
büyük kesintiler yaşayacak olan ASEAN’a kadar geniş bir
coğrafyada hissedilecektir.
131
132
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Gerçekten de son derece iç içe geçmiş topluluklardan
oluşan küresel bir köyden, siyasi ve ekonomik yakınlık
temelli bir “kapalı küreselleşme” biçimine geçiş kaçınılmaz
görünmektedir. Küresel ekonominin dijitalleşmesi bu süreci
hızlandıracak ve teknolojik araçlar buna yardımcı olacaktır.
Hükümetler COVID-19 salgını ile mücadele etmek için
dijital ve gözetim teknolojisinden faydalandıkça, hem liberal
hem de liberal olmayan toplumlarda yeni bir “teknofobi”
yabancı teknoloji platformlarını ve işletmelerini etkilemeye
başlayacaktır. Devletler sosyal, ekonomik ve stratejik
etkileşimlerde sanal ve dijital alana yönelerek siyasi değerlerini
ve teknoloji standartlarını toplumlarımızı yönetecek
algoritmalara ve altyapıya “kodlamak” için yarışacaklardır.
Bu ise kalıcı bir “kod savaşına” yol açacak rekabetçi bir süreç
olacaktır.
En kaygı verici olan, uluslararası toplumun kolektif
zorluklarla başa çıkma yeteneği ve iradesinin telafisiz şekilde
zarar görecek olmasıdır. G20’den BM Güvenlik Konseyi’ne
kadar çok az uluslararası kuruluş pandemiye karşı yeterli
derecede hızlı ve etkin mukabele edebileceğini gösterdi.
Dünya Sağlık Örgütü gibi diğer kuruluşların siyasi esaret ve
manipülasyonlara maruz kalması bu yapılara karşı gittikçe
zayıflayan küresel güvenin daha da azalmasına yol açmıştır. Bu
güven azalmasının gelecekte yaşanabilecek benzer boyuttaki
sınamalar bakımından belirsizliklere yol açacak olması,
günümüz küresel işbirliği üzerinde tehlikeli bir kırılganlık
meydana getirmektedir. Örneğin iklim değişikliği, kıyı
çizgilerini yeniden çizmeye, gıda kıtlığına neden olmaya,
eşitsizliği artırmaya ve ulusal kaynakları hiç olmadığı kadar
zorlamaya başladığında, bu ne anlam ifade edecektir? Eğer
COVID-19 salgınına karşı küresel tepki bir gösterge ise, her
ülkenin kendi başının çaresine bakmasının ve birçoğunun
korkunç etkilere maruz kalmasının kaçınılmaz olacağı bir
gerçektir.
Sınır Kapılarında Düzen: Küreselleşme, Teknofobi ve Dünya Düzeni
Koronavirüs, Ian Bremmer’in “G-Sıfır” olarak
adlandırdığı, çok kutuplu, lidersiz ve yenilenmiş jeopolitik
çatışmalar ile kuşatılmış olan olgunun ortaya çıkışının habercisi
olabilir. Bunu da Batı’nın “ahlaki” üstünlüğünü kaybettiği
ve Pekin’in genişleyen Kuşak ve Yol Girişimi ile yeniden
şekillendirmeye çalıştığı, Kremlin’in jeopolitik hırslarını
Doğu Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Kutbu’na kadar genişletme
fırsatını yakalayacağı, jeopolitik veya jeoekonomik becerisi
olmayan ülkelerin baskı veya mecburiyetten “taraf seçmesinin”
gerekeceği bir dünya olarak tarif edebiliriz.
Koronavirüs birçok toplumun yoksulluk, çatışma,
işsizlik ve eşitsizlik yüzünden ağır sıkıntılar yaşarken büyük
güçlerin sorunlara gözlerini yumduğu veya maddi kaynaklarını
kendi toplumları ve çıkarları için ayırdığı düzensiz bir
dünyanın habercisidir. Uluslararası kuruluşlar içerisinde
G20, G7, BRICS, AGİT ve ŞİÖ gibi çok yönlü çabalar, büyük
küresel aktörlerin belirli bir gayeyle toplandığı ve birbirleriyle
yapıcı görüşmeler yapamayan aktörlerin ise temsilcileri
aracılığıyla konuşabilecekleri yegane alanlar olabilirler. “Kapalı
küreselleşme” için kural belirleyiciler bu örgütler mi olacaktır,
yoksa ortak bir geleceği şekillendirmeye yardımcı olmak
üzere kurulmuş ve 75 yaşındaki BM’yi, yeniden tasarlamayı,
canlandırmayı ve köklü bir reforma tabi tutmayı başarabilir
miyiz?
133
COVID-19 Sonrası Avrupa’nın Küresel Rolü
COVID-19 SONRASI
AVRUPA’NIN KÜRESEL ROLÜ
Dr. Nathalie İtalya Uluslararası İlişkiler
TOCCI Enstitüsü Başkanı, AB Yüksek
Temsilcisi ve AB Komisyonu
Başkan Yardımcısı Josep Borrell’in
Özel Danışmanı, İtalya
Anahtar Avrupa Birliği, Çok Taraflılık,
Kelimeler Uluslararası Örgütler
A
vrupa Birliği yöneticilerinin, COVID-19 salgını ortaya
çıkmadan önce kullandıkları söylemlerde, AB’nin
jeopolitik gücünü bir şekilde vurgulamaya oldukça
özenli davrandıkları aşağıdaki örneklerden de anlaşılmaktadır:
•
•
•
Yüksek Temsilci ve Komisyon Başkan Yardımcısı
Josep Borrell, Avrupa Birliği’nin “güç dilini
kullanmayı öğrenmesi” gerektiğini,
Avrupa Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen,
Komisyonunu “jeopolitik bir Komisyon” olduğunu,
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, AB’nin
dağılmaması için kendisini küresel bir güç olarak
tanımlaması gerektiğini ifade etmişlerdi.
Yukarıdaki bu söylemlerin ardında 21. yüzyıldaki
Avrupa projesinin artık tamamen küreselleşme odaklı olması
gerektiği gerçeğini gören siyasi bir önsezi bulunmaktadır. AB,
kuruluş felsefisi gereği sadece kıtadaki barışı sağlamak ve tek
pazarın kazançları ile Avrupa refahını arttırmak için değil,
çağımızın başlıca küresel sınamalarının üstesinden gelebilmesi
için de var olmalıdır.
COVID-19 salgını öncesinde de Avrupa kıtasında
küresel sınamaların üstesinden gelebilecek kritik kitleyi sadece
Avrupa Birliği’nin oluşturabileceği esasen görünüyordu. Üye
devletlerin, en büyükleri de dahil olmak üzere, 21. yüzyılın
ulus aşırı özelliğe sahip teknoloji, iklim ve demografi gibi
küresel sınamalarla birer ulus devlet olarak tek başlarına başa
çıkabilmeleri mümkün değildir. AB, dünyadaki paydaşlarla bir
araya gelmesi halinde bu zorlukları aşacak kritik güce sahiptir.
COVID-19 küresel salgını bu gerçeği daha da görünür
hale getirmiştir. Tıpkı üye devletlerin COVID-19 krizi ve
bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik krizden kendi
başlarına sıyrılamayacakları gibi, Avrupa da genel olarak
dünyanın ve özellikle de komşularımızın tünelin sonundaki
ışığı görememeleri halinde bu krizi güçlü ve sağlıklı şekilde
atlatamayacaktır. COVID-19’un AB’nin kırılgan bölgelerini
kasıp kavurduğu, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasındaki
gerilimin tırmandığı ve çok taraflılığın kendisine en çok ihtiyaç
duyulan bir anda işlevsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı
bu zamanda, Avrupa dış politikasının kış uykusuna yatması
bir seçenek olamaz. AB’nin iç tutarlılığı kadar küresel rolü de
eşit derecede varoluşsal olup, COVID-19 salgını bu açıdan bir
dönüm noktası oluşturmaktadır.
Kendi içinde hayatta kalma savaşına odaklanan
Avrupa’nın, bu çok yönlü krize hemen eğilerek müdahale
fırsatını elinden kaçırmış olmasına rağmen, AB Küresel
Stratejisinde belirtildiği üzere, güvenlik, dirayetli olmak,
135
136
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
COVID-19 Sonrası Avrupa’nın Küresel Rolü
çatışmalara ve krizlere bütüncül bir yaklaşım, bölgesel işbirliği
ve çok taraflılık gibi AB’nin dünyadaki rolünü yönlendiren
temel ilkelerine işlerlik kazandırmak bakımından COVID-19
hem meşruiyet temeli oluşturmakta hem de Avrupa’nın bir an
önce harekete geçerek kayıplarını telafi etmesi için bir fırsat
sunmaktadır.
COP26 (BM İklim Değişikliği Zirvesi) küresel büyümenin yeşil
bir büyüme şeklinde yeniden başlatılmasına fırsat vermektedir.
COP26 ve 2021 yılında yapılacak G20’ye başkanlık edecek iki
Avrupa ülkesiyle - İngiltere ve İtalya – birlikte bu iki küresel
yönetişim platformunu geliştirmek Avrupalıların kaçırmaması
gereken bir fırsattır.
ABD ile Çin arasında giderek artan stratejik rekabetinin
ortasında kalan Avrupalılar, ikisinden birini seçmek ya da
birine boyun eğmek zorunda kalmak yerine ikisi arasında
nirengi noktası oluşturmaya imkan verecek stratejik özerklik
arayışlarını artırmalıdır. Böyle bir özerklik, Avrupa’yı artık
belirginleşen küresel çatışmanın adeta bir başka sahası haline
getirmeyi amaçlayan asimetrik karşılıklı bağımlılığın yıkıcı
etkilerine karşı koruyacaktır.
Aynı şekilde, başta çevremizdeki kırılgan bölgelerde
ve çatışma alanlarında olmak üzere, Avrupa’nın sürdürülebilir
kalkınma gündemini bir kenara bırakmak yerine bu konuda
başı çekmesi de önemlidir. Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed,
Koronavirüs’ün Afrika’da önünün alınmaması halinde,
dünyanın en savunmasız bölgeleri üzerinde yıkıcı insani ve
ekonomik etkiler bırakmasının yanı sıra, salgının Avrupa’ya
ve dünyanın geri kalanına tekrar sıçrama riskini yaratacağı
konusunda uyarıda bulundu. Bu ülkelerdeki kırılgan sağlık
sektörlerini desteklemek için doğrudan doğruya mevcut
kaynakları seferber etmenin ötesinde, 2021-2027 Çok Yıllı Mali
Çerçevesi’ne ait yol gösterici ilkelerin uluslararası olduğu kadar
Birlik içi dayanışmayı sağlaması sorumluluğu da Avrupalılara
aittir. COVID-19 ayrıca, hem Avrupa Yatırım Bankası hem
de Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ile üye devlet kalkınma
ajanslarının fonlarının ortaklaşa koordine edilebileceği
daha tutarlı bir Avrupa uluslararası finans mimarisinin tesis
edilmesine vesile olmalıdır.
Ancak, amaç sadece savunmada kalmak değildir.
COVID-19 krizi, çok taraflı kurallara dayalı sistemin
sürdürülmesi ve iyileştirilmesinde Avrupa’nın liderliğine
olan ihtiyacı her zamankinden daha fazla öne çıkartmaktadır.
Küresel olarak COVID-19, dayatmaktan ziyade sadece gözeten
ve tavsiye veren bir yönetişim mimarisinin çerçevesini de gözler
önüne serdi. Buna en iyi örnek Dünya Sağlık Örgütü’dür. Bu
kriz, Avrupa’nın ve dünyanın ihtiyaç duyduğu şeyin daha fazla
uluslararası işbirliği, kurallar, normlar ve kurumlar olduğunu
göstermektedir. Birleşmiş Milletler’in en sadık müttefiki
olarak Avrupa COVID-19 sonrası dünyanın yenilenmiş bir
BM ihtiyacını karşılama sorumluluğunu da taşımaktadır.
COVID-19 kriziyle mücadelede şeffaf bilgi paylaşımını ve en
iyi uygulamaları sağlamak üzere veri toplama için standart
yöntemler kullanılmalıdır. Aynı şekilde, etkili bir uluslararası
müdahale için tıbbi teçhizat tedariki konusunda işbirliği şarttır.
2007-2008 krizinden farklı olarak, reel ekonomide başlayan
ancak finansal piyasalara da yayılabilen bu krizin küresel
ekonomik etkilerini hafifletmek amacıyla G20 gibi çok taraflı
forumları harekete geçirmek de önem taşımaktadır. Üstelik
Her gün ölen ve hastalığa yakalanan vatandaşlarına
ilişkin olarak yayınlanan verilerle, karantinadan kaynaklanan
sosyal kaygı ve beraberinde getirdiği ekonomik felaketle
mücadele eden Avrupalıların, tek başlarına direnerek bu
virüsü yenebilmenin bir yolu olmadığını artık anlamaları
gerekmektedir. Papa Francis’in söylediği gibi, küresel olarak
aynı gemide olduğumuzun farkına varmalıyız.
137
COVID-19’un Etkileri
COVID-19’UN ETKİLERİ
Jose Ignacio Avrupa Dış İlişkiler Konseyi
TORREBLANCA (ECFR) Madrid Ofisi Direktörü,
İspanya
Anahtar Küreselleşme, Çok Taraflılık,
Kelimeler Avrupa Birliği, Demokrasi
C
OVID-19 krizinin üç temel etkisi ortaya çıkmıştır.
Birincisi, küresel düzende meydana gelmiştir.
Koronavirüs, pandemiye karşı mücadele edebilecek
kurumları güçlendirmek suretiyle çok taraflı işbirliğinin
iyileştirilmesini zorunlu kalmıştır. Krizden en çok etkilenen
az gelişmiş ülkelere yardım etmek için, başta Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ) olmak üzere, ticaretin sürdürülmesini
sağlayan kuruluşlara ve uluslararası finansman kurumlarına
gereksinim duyulmaktadır. COVID-19 dikkatleri bir kez
daha küreselleşme karşıtı tartışmalara çekmiştir. Bazıları bu
krizin, devletleri daha savunmasız bir konuma sürükleyen
küreselleşmenin sonucu olduğuna inanmaktadır. Bununla
birlikte, küreselleşme karşıtlığı bu krizden önce de var olan
siyasi bir tercihtir. Devletlerin bazıları, diğerlerine göre
çok daha savunmasız, zor durumda ve tedarik zincirlerine
karşı aşırı bağımlı oldukları için pandemi ve kriz yönetimi
ile yedek kaynakların kullanımında farklı uygulamalarda
bulunacaklardır. Ancak bu durum, küreselleşme karşıtı bir
sürecin yaşanacağı anlamına gelmemektedir. Aksine, pandemi
ve sonuçlarına karşı mücadele etmek için çok taraflı kurumlara
her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulacaktır.
Salgının ikinci etkisi AB’nin yönetim tarzı ve
bütünleşme süreci üzerinde görülmektedir. Kriz Avrupa
yönetim mekanizmalarının güçlü ve zayıf yanlarını ortaya
çıkarmıştır. Avrupa’da yetkiler, devletlerin elinde olmasına
rağmen yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya adem-i
merkeziyetçiliğe dayalı çok katmanlı bir hükümet sistemi
içinde kullanılmaktadır. Bu durum devletlerin etkisiz veya
savunmasız görünmelerine yol açabilmektedir. Bu yüzden,
kriz birçok AB ülkesi için ekonomik ve sosyal açıdan gerileme
riski oluşturmanın yanı sıra, Avrupa kurumlarının etkinliğinin
ve krize karşı koyma mücadelesinde devletlere yardım etme
kapasitelerinin sorgulanmasına da neden olmaktadır. Bu
bağlamda, Koronavirüs tartışmaları çerçevesinde 2008 krizinde
yaşanan Kuzey-Güney ayrışmasının yeniden ortaya çıkması
iyiye işaret değildir.
Bununla birlikte, adil olmak gerekirse, Avrupa
kurumlarının 2008’de olduğundan daha süratli ve etkili bir
şekilde salgına karşılık verdiğini söyleyebiliriz. Avrupa Merkez
Bankası ile Avrupa Komisyonu, üyelere yardımcı olmak ve
istikrarı sağlamak için müdahalede bulunulması gerektiğinin
farkına daha erken vardılar. Ekonomik toparlanma için gerekli
mekanizmaların uygulanması için ise Avrupa Birliği’nin
önünde hala uzun ve zorlu bir yol bulunmaktadır. Bu görevi
nasıl gerçekleştireceklerini ve kaça bölüneceklerini henüz
bilmiyoruz, ama en azından birbirlerine ihtiyaç duyduklarının
farkına vardılar. Avrupa iç piyasasına bakınca büyük tahribat
139
140
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
İtalyan ve İspanyol ekonomilerinde görülüyor, bu durum doğal
olarak Avrupa’nın bütününü olumsuz şekilde etkileyecektir.
COVID-19’un üçüncü etkisi iç siyaset üzerinde
olacaktır. Pandemiye karşı mücadelede otoriter rejimlerin
demokrasilerden daha etkili olup olmadığı tartışması, ABD
ve Birleşik Krallık dahil olmak üzere birçok demokrasinin
salgına geciken müdahalesi sonucunda, Çin ve diğer otoriter
devletler tarafından demokrasinin eksiklerine ve uyguladıkları
otoriter önlemlerin başarısına ilişkin söylemlerini dile
getirmek için kullanılmaktadır. Ancak, demokrasilerin
otoriter sistemlere kıyasla daha zayıf ve daha az etkili olduğu
doğru değildir. Tayvan, Japonya veya Güney Kore gibi
demokratik ülkeler, vatandaşlarının özgürlüklerinden ödün
vermeden Koronavirüs’e karşı etkili bir şekilde mücadele
edilebileceğini kanıtlamışlardır. Bu krizin, otoriter liderlerin
güçlerini merkezileştirmesini, muhalefeti ezerek karşıtlarını
bastırmasını, medyaya saldırmasını ve nihayetinde kişisel
güçlerini pekiştirmesini kolaylaştıran bir yönünün bulunduğu
doğru olmakla beraber, gerçekte COVID-19 krizi bu tür
uygulamalar için bir sebep olmaktan ziyade bir mazeret
oluşturmaktadır.
Bu kriz ile mücadele edebilmek için otoriter olmayan,
ancak daha etkin ve esnek bir idari yönetime ihtiyaç vardır.
Büyük şehirlerde virüse karşı takip edilecek mücadele stratejisi,
kırsal alanlarda uygulanacak stratejiyle aynı değildir. Merkezi
makamlar salgınla mücadelede uygulanacak sıhhi ve ekonomik
önlemlerin verimli olmasını sağlamak için yerel ve bölgesel
yönetimlerin yanı sıra ekonomik ve sosyal sektörlerle de diyalog
içinde olmalıdır. Gücü daha merkeze çekerek, diyaloğu ortadan
kaldırmaya niyetlenenler muhtemelen başarısız olacaktır. Bu
kriz, çok taraflılığın, AB’nin kapasitesinin ve ulusal düzeyde
demokratik siyasetin güçlendirilmesine yol açmalıdır.
COVID-19’UN BÖLGESEL VE KÜRESEL
ETKİLERİ VE YANSIMALARI*
Dr. Rigoberta 1992 Nobel Barış Ödülü Sahibi,
MENCHÚ TUM Guatemala
Anahtar Küresel Liderlik, ABD-Çin
Kelimeler Rekabeti, Uluslararası Örgütler,
Çin
C
OVID-19, insanlığımız için tarihi bir dönüm noktasını
ve XXI. yüzyılın zirvesindeki dünyanın şekillenişini
“öncesi” ve “sonrası” olarak ayıran insan yaşamına
ve devletlere yönelik büyük bir evrensel sınamayı temsil
etmektedir. Bireysel ve toplu yaşam biçimimizi hem maddi
hem de manevi olarak yeniden değerlendirmeye, ülke içinde
ve uluslararası ilişkilerdeki ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel
ilişkilerin yapısı ve işlevselliğinde radikal ve temel değişiklikler
ortaya koymaya zorlayan silinmez izler bırakacaktır.
* İspanyolca’dan tercüme edilmiştir.
142
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
COVID-19, kelimenin tam anlamıyla sağlığımıza
saldırarak hayatımızı tehdit etmiş, kişisel maneviyatımızı, iç
huzurumuzu etkilemiş; endişe, acı, korku ve belirsizliklerle
duygularımızı değiştirerek, sosyal ve toplumsal dokumuza da
zarar vermiştir. Bu durumun ulusal ve bölgesel boyutta güçlü
ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yansımaları giderek daha
da belirginleşmektedir.
Bazı yorumlar, COVID-19 pandemisini küresel
ekonomik durgunluğun mutlak nedeni olarak sunmaktadır.
Önceki çalışmalar bunun tam tersine işaret etmekte ve salgının
en önemli etkisinin krizin gerçek yapısal ve tarihsel nedenler
ile sonuçlarını gizlemek olduğunu göstermektedir. Bağımsız
analistler bu krizi, ekonomi, cumhuriyetçi siyasal sistem, kamu
kurumları ve demokratik güçler üzerinde tamir edilemeyecek
ölçüde hasar bırakan küresel neoliberalizmin çöküşü ile
ilişkilendirmektedir. Özellikle sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim
sistemlerindeki sosyal yapının parçalanmasıyla eşanlamlı olan
yolsuzluk ve sorumsuzluk sonucunda, bu pandemiye karşı etkin
ve kapsamlı biçimde müdahale edilememesi küresel kalkınma
gerçekleştirilirken sağlık sektörüne öncelik verilmediğini
açıkça göstermektedir.
COVID-19 öncesinde, sosyal piyasa ekonomilerini ve
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan ve Avrupa’da
yeşeren ulus devletlerin gücünü azaltmada büyük bir etkisi olan
neoliberalizm bir paradigma olarak fazlasıyla sorgulanıyordu.
COVID-19’un
dünya
ekonomik
krizini
ve
durgunluğunu etkileme ve derinleştirme biçimi, uzmanlar ve
karar vericilere yeni bir küresel ekonomi politikasının teori ve
paradigmalarını geliştirme görevi yüklemektedir. Gerçek şudur
ki, dünya ekonomisinin iyileşmesi ve büyümesi ancak sosyal
bilim doktrinlerinde kapsamlı değişimlerle mümkündür.
COVID-19’un Bölgesel ve Küresel Etkileri ve Yansımaları
Pandemi ve COVID-19 ile ne zamana kadar
yaşayacağımızı ve hangi koşul ve özelliklerin “normale” dönüşü
tanımlayabileceğini şimdiden öngöremiyoruz. Bu yılın ikinci
yarısından itibaren sağlık kısıtlamalarının kaldırılmasına
aşamalı olarak başlanmasının ve bunun tamamlanmasının
2021 yılına sarkacağı düşünülmektedir. Kesin bir tarih
verilememekle beraber, sürecin ülke içinde, bölgeler arasında ve
dünya çapında karmaşık ve değişken olacağı anlaşılmaktadır. Bu
nedenle, COVID-19 sonrası döneme dair nesnel öngörülerde
bulunmak için vakit henüz erken olup, oldukça da zordur.
Mevcut eğilimlere göre, sözkonusu “normale” dönüş
sürecinin başlangıç aşamasında ulusal, bölgesel ve küresel
durum, açlık ve yoksulluk anlamına gelen milyonlarca şirketin
kapandığı ya da iflas ettiği, milyonlarca kişinin işsiz kaldığı,
hükümetlerin fazlasıyla sorgulandığı kriz ve derin ekonomik
durgunluk ortamında gerçekleşecektir. Ayrıca, sosyal
ayaklanmalar ve büyük siyasi çatışmalar yoluyla iktidarın
kontrolünün ele geçirilmesi teşebbüslerinin, siyasi parti ve
seçim sistemlerine karşı güven ve itibar kaybı ile devletin
yasama, yürütme ve yargı kurumlarındaki zayıflığın ortaya
çıkmasıyla bu süreç zarfında demokratik yönetimde ciddi
zorlukların ortaya çıkması olası görünmektedir.
Küresel düzeyde, büyük güçler ve müttefikleri arasındaki
eski ve yeni rekabetlerin, bugün görünürde ara verilen, ancak
pandemiden önce süregelen çatışma ve savaşların çoğalması,
ayrıca, stratejik ekonomik ve siyasi alanların bölgesel kontrolü
için çatışmaların artması da muhtemeldir. Aynı şekilde, yeni
piyasa koşullarının bilinmeyen rekabetlere ve gerilimlere yol
açması da beklenebilir.
Neoliberallerin
50
yıldan
fazla
süregelen
hükümranlığından en fazla etkilenenler, son yıllarda halihazırda
büyük ölçüde bozulma ve meşruiyet kaybı yaşayarak dünya
olaylarının gidişatını etkileme kapasitesi düşen uluslararası
143
144
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
COVID-19’un Bölgesel ve Küresel Etkileri ve Yansımaları
kuruluşlar ve Birleşmiş Milletler’dir. Aynı zaman diliminde,
kurumsal olarak giderek güçten düşen ulus devletler de sürekli
olarak bu baskılardan etkilenmiştir.
ve üstesinden gelmektir. Daha insani ve temsiliyetçi olan ulus
devletleri yapılandırmak ve inşa etmek için gelecekteki siyasi
tartışmalara yönelik yeni kurallar oluşturulmalıdır.
Pandemi sonrası büyük küresel krizden çıkış bağlamında
neofaşist eğilimler, neoliberal modellerin dayanıklılığı ve
bunların sürdürülmesine yönelik ısrarcılık, ulus devletlerin
güçlendirilmesi ve sosyal piyasa ekonomilerinin yeniden
kurulması gibi bazıları endişe verici bazıları ümitlendirici olan
seçeneklerin tartışılacağına yönelik işaretler mevcuttur.
Benzer şekilde, çok uluslu diyalog yolunu başlatarak,
sözleşmeleri, antlaşmaları ve uluslararası kuruluşları yeniden
yapılandırmak gerekmektedir. Birleşmiş Milletler sistemi
artık aynı olamaz ve olmamalıdır. Zira siyasetin ve dünya
ekonomisinin yeni yönelimlerine göre düzenlenecek yapısıyla
küresel ısınmayı durdurmak, gezegeni ve toprak anayı çöküşten
kurtarmak için üretim, dağıtım ve tüketim kültüründe temel
değişikliklerin yapılmasında belirleyici olacaktır. Bu süreçte
asla feragat edilmemesi gereken, son 75 yılda halkların ve
ulusların bağımsızlığı, özerkliği ve kendi kaderini tayin etmesi
gibi çok taraflılığa büyük katkılar sağlayan uluslararası hukuk
ilkeleri etrafında oluşan külliyattır.
Ben şahsen hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını,
yine de COVID-19 krizinin değişim için büyük bir fırsat
barındırdığına dair evrensel bir söylemi savunmamız
gerektiğini düşünüyorum.
Apokaliptik zihniyetlerin kafamızı karıştırmaya
çalıştığı gibi ideolojilerin ve tarihin sonu olmayacaktır.
Aksine, ideolojilerin ve insanlığın en aklıselim, olumlu ve
güçlü miraslarıyla yeniden keşfedilecek bir tarih anlayışının
hayat bulması olacaktır. Siyasi felsefe ve evrensel etik kuralları
bölgesel barış ve dünya barışına yönelik yeni senaryolarını
güçlendirmek için tarihin bilgelik ve bilgi birikimini içeren
deneyimleriyle yeni paradigmaları yaratmalıdır.
Gün, devlet ve toplum arasında, hükümet ve sosyal
sektörler arasında diyalog ve müzakere için yeni alanlar açma
ve yeni sosyal, ulusal ve uluslararası paktlar oluşturma günüdür.
Geleceğe yönelik hiçbir şey halkların hükümran katılımı
olmaksızın yalnızca elitler tarafından kararlaştırılmamalıdır.
Bu krizin üstesinden gelmek ve krizin yeniden inşasına
hazırlıklı olmak için önceliğimiz vatandaşların en geniş ölçüde
katılımıyla bir sosyal dönüşüm sözleşmesi yapmaktır. Ortak
amacımız, insan hayatına, sosyal ve üretken altyapıya en az
bedel ödetecek şekilde bu salgını dayanışma içinde yönetmek
145
Pandemi Sonrası: Daha Fazla Az-Taraflılık Zamanı mı?
ABD Kendi Ayağına mı Kurşun Sıktı?
PANDEMİ SONRASI: DAHA FAZLA
AZ-TARAFLILIK ZAMANI MI?
Dr. Marton Dış İlişkiler ve Ticaret Enstitüsü
UGROSDY (IFAT) Başkanı, Macaristan
Anahtar Küreselleşme, Çok Taraflılık,
Kelimeler Uluslararası Örgütler, Küresel
Yönetişim, Rusya, ABD-Çin
Rekabeti
İ
nsanlığın mevcut Koronavirüs salgını gibi bir sınamayla
daha önce karşı karşıya kalmadığını söylemek her ne kadar
cazip görünse de doğru değildir. Birincisi, mevcut salgından
önce de küresel salgınlar dünyayı kasıp kavurmuşlardır. İkincisi,
COVID-19’dan kaynaklanan ekonomik hasar hastalığın
tahribatından çok daha vahim olacaktır. Küreselleşme, geri
dönüşü olmayan karmaşık bir süreçtir ve insanlık yaşanan
tüm can kayıplarına rağmen daha fazlasına sahip olma ve
küresel servetten daha fazla pay alma arzusundan şüphesiz ki
vazgeçmeyecektir.
Küresel yönetişim ve uluslararası kuruluşların geleceği
COVID-19 sonrası dünyada beraber şekillenecektir. Batı’nın
düşüşünün kaçınılmaz olduğu en az yüz yıldır tahmin
edilmekteydi ancak ABD’nin mevcut krize verdiği tepki
hayret verici ve tüm beklentilerin dışında oldu. ABD’nin
dünya düzeni üzerindeki hakimiyetinin kalan kısmını koruyor
olması gerekirken, sözde kurallara dayalı uluslararası düzenin
etrafından dolaşarak kurumlarını ortadan kaldırdığını
görüyoruz. Ana garantörünün körü körüne ve kibirli bir
şekilde kendi kurallarını göz ardı etmesinden başka hiçbir şey
bir sistem için daha fazla yıpratıcı olamaz. Sanki bu durum
daha önce yaşanmamış gibi, ABD Başkanı Donald Trump bile
ABD’nin şu anda sözde “daha büyük küresel iyilik” çıkarına
göre hareket ettiğini iddia etmeye çalışmıyor. Dahası, hastalıkla
mücadeledeki başarısızlığı ABD’nin kendi meselelerini etkin
bir şekilde yönetmeye yetkin bir güç olduğuna ilişkin imajını
zedelemektedir. ABD ve Çin arasında hastalık konusunda
patlak veren propaganda savaşı sonu olmayan ve herhangi bir
katma değer sunmayan bir suçlama oyununa dönüştü.
Bu durum, en az iki kısa vadeli sonuca yol açacaktır.
Birincisi, BM sistemi daha da geçersiz hale gelecektir. İkincisi,
büyük çok taraflı örgütlerin yararı, ABD ve Çin’in sözkonusu
örgütleri nüfuz için rekabet edebilecekleri alternatif sahalar
olarak kullanacaklarından daha da azalacaktır. Öte yandan,
küresel çok taraflı örgütlerin işlevsiz kalınması, Türk Konseyi
ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) gibi daha
küçük “az taraflı” yapıların veya Şanghay İşbirliği Örgütü
(ŞİÖ), ASEAN ve Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık
(BKEO) gibi daha büyük ancak konu veya coğrafya açısından
sınırlı uluslararası örgütlerin önünü açabilir.
ABD’nin küresel nüfuzunun azalmasına ilişkin dikkat
edilmesi gereken nokta, hocalarımdan birinin söylediği
147
148
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Pandemi Sonrası: Daha Fazla Az-Taraflılık Zamanı mı?
gibi, dünyanın Cumhuriyetçi ABD Başkanlarından nefret
etmesidir. Başkan Trump eğer önümüzdeki Kasım’daki
seçimleri kaybederse, 2008’de George W. Bush’tan sonra göreve
gelen Barack Obama’da olduğu gibi küresel kamuoyunun yeni
Demokrat Başkana aşık olması ve ABD’nin azalan etkisiyle
ilgili tüm tartışmaların bir gecede ortadan kaybolması
mümkündür. Henüz kural koyucu rolünü üstlenmeye ve buna
ilişkin bedelleri ödemeye hazır olmayan Çin başta olmak üzere,
ABD hegemonyasına meydan okuyanlar henüz yeterli güce
sahip değiller. Çin, halihazırda var olan ayrışmalar, tartışmalar
ve fırsatlardan diplomasi yoluyla faydalanıyor olsa da kendi
dünya düzenini yürütecek askeri ve ekonomik güçten yoksun
olduğundan kendi alternatif önerilerini sunmak istemiyor.
Başkan Xi Jinping’in 2049 planlarında bu gaye mevcut olsa da
Çin Komünist Partisi bile hala önlerinde uzun bir yol olduğunu
itiraf ediyor.
Çinli şirketleri tam kapasiteli üretime geri döndürmenin bir
anlamı olmadığını öğrendi. Birçok Çinli şirketin tıbbi malzeme
işine girmesine şaşmamalı ancak iki hafta öncesine kadar
kamyon lastikleri üreten bir şirket tarafından Çin’de yapılan bir
solunum cihazına hayatınızı emanet eder miydiniz?
Rakiplerin de Kendi Sorunları Bulunuyor
Tüm üye devletlerde (her zaman “ortak Avrupa
eylemi” hakkında vaaz verenlerde bile) ulusal düzeyde halk
sağlığı müdahalelerinin başlatıldığı Avrupa Birliği salgınla
başarısız bir mücadele yürütmüş ve çoğu uzman tarafından bu
konuda etkisiz olduğu değerlendirilmiştir. Bununla birlikte,
her gün binlerce kayıp verilirken bile Ortak Pazar çalışmaya
devam etti, mallar kapalı sınırların ötesine sevk edildi ve
Macaristan’da Almanların sahip olduğu süpermarketlerde
İtalyan brokolisi ve İspanyol çilekleri satın almak hep mümkün
oldu. Avrupa Komisyonu’nun hakkında konuştuğu tek gerçek
mesele malların serbest dolaşımını korumak için çağrıda
bulunmasıydı ve üye devletlerin hükümetleri bu çağrıya
memnuniyetle uydular. Ancak ekonomik başarıya rağmen,
AB’nin acizliğinin açık bir işareti olan Bergamo hastanelerinin
kurbanları – asıl hatalının AB’den ziyade Lombardiya bölgesel
hükümeti olmasına rağmen – önümüzdeki birkaç yıl boyunca
AB’ye musallat olmaya devam edecekler.
ABD salgın kaynaklı sorunlarla mücadele ederken,
rakiplerinin de kendi problemleri mevcut. Virüse karşı
mücadeleyi kazandığını beyan eden Çin cazibesini hızla
kaybetmektedir. Wuhan ve dışındaki vefatların sayısının
“gizemli bir şekilde” çoğaldığına dair raporlar, Çinli şirketler
tarafından satılan ve standartların altında kalan tıbbi ekipman
ve çalışmayan testler, Çin’in basit devlet propagandası ile
birleşerek, Batı’da Çin tehlikesine dikkat çekmekte ve Pekin ile
gerçekten iş yapma isteğini ortaya koymuş olan Batı’nın son
büyük ekonomik gücü olan AB’yi Çin’den uzaklaştırmaktadır.
Çin’e yönelik ABD’deki algı her geçen gün daha da kötüleşiyor.
Salgının bittiğini ilan etmesine rağmen, Çin ekonomisinin
bu yılın başlarındaki tecrit sırasında ne kadar darbe aldığına
ve bunun küresel tedarik zincirleri için ne anlama geleceğine
dair güvenilir verilere ihtiyaç duyuyoruz. Çin, Batı üzerindeki
iki aylık üstünlüğünü kullanarak öne geçmek isterken tedarik
zincirlerinin üst kademelerinde alıcı bulunmadığı takdirde
Lombardiya’nın en karanlık günlerinde İtalya’ya askeri
sağlık ekibi gönderen Rusya salgında en kötü aşamaya giriyor.
Başbakan enfeksiyon sebebiyle kendini izole ederken Moskova
sakinleri sayıları hızla artan kayıplar nedeniyle dijital kontrolle
uygulanan sokağa çıkma yasağı ile karşı karşıya. Dibe vuran
petrol fiyatlarıyla birlikte salgın, hükümetin durumu idare
edememesiyle ortaya çıkan imaj sorununun yanı sıra, Rusya’nın
büyük güç hedeflerini gerçekleştirebilmesi için gerekli olan
yöntem ve araçları finanse edip edemeyeceği sorusunu da akla
getirmektedir.
149
150
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Tüm Mesele Ekonomi!
Tüm dünyanın Çin’den tıbbi ekipman satın aldığı bir
dönemde pandemi bittikten sonra küreselleşmenin nasıl sona
ereceğini öne süren yazıları okumak insanı eğlendiriyor. Krize
karşı tepkilerimiz bile küreselleşmiş durumda: her şeyi Çin’den
satın alıyoruz, diğer ülkelerin salgınla nasıl başa çıktığını
araştırıyoruz, en iyi uygulamaları taklit etmeye çalışıyor ve
küresel tedarik zincirlerinin yeniden çalışmaya başlamasını
bekliyoruz. Küresel ekonomi ağı o kadar güçlendi ki, geriye
dönmek imkansız hale geldi. Sırf Kaliforniya’da tasarlanıp
orada üretildi diye yeni bir iPhone için kim 300 dolar daha
fazla verir? Mahallemizdeki marketten muz alamamayı kabul
eder miyiz? Tayland’a tatile gitmekten vazgeçebilir misiniz?
Varlıklı Çin orta sınıfından yüz milyonlarca turist Ginza’da
Gucci markalı ürün satın almaktan kaçınacaklar mı?
Cin şişeden bir kez çıkmaya görsün, ne kadar
uğraşsanız yeniden şişeye tıkamazsınız. Tabii ki küçük
ekonomik düzenlemeler olacak, ulus aşırı şirketler biraz
daha fazla dalgalanmaya ve sonuç olarak tedarik zincirinde
ek maliyetlere izin verecek ve üretimlerini ana pazarlarına
yakınlaştıracak. Fakat Daimler en fazla kar yaptığı Çin
pazarından çekilmeyecek. Aynı zamanda, Macaristan’da
üretilen Audi motorları Şanhay’da satılan Lamborghini’lerde
kullanılmaya devam edecek. Aynı şekilde, Foxconn tarafından
Shenzhen’de ucuza üretilen Kore akıllı telefonlarını almaya
devam edeceğiz ki Facebook’ta küreselleşmenin dayanılmaz
kişisel maliyetlerinden şikayet edebilelim.
COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL
SİSTEMİN GELECEĞİ
Prof. Yiwei WANG Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü
Jean Monnet Profesörü, Yeni
Dönem İçin Xi Jinping’in Çin’e
Özgü Sosyalizm Düşüncesi
Akademisi Başkan Yardımcısı,
Renmin Üniversitesi, Çin
Anahtar Çin, Küreselleşme, Uluslararası
Kelimeler Örgütler, Avrupa Birliği, Türkiye,
Kuşak ve Yol Girişimi
C
OVID-19 salgının ilk aşamalarında Fransız Ekonomi ve
Maliye Bakanı Le Maire, Koronavirüs’ün küreselleşme
kurallarını değiştireceğini ileri sürmüştür. Küreselleşme
esasen COVID-19 sonrası dönemde bizzat değişikliğe
uğrayacaktır. Bu noktada, üç yeni bakış açısı bulunmaktadır.
İlk olarak, insanların küreselleşeceği döneme adım
atıyoruz. Motivasyonu sermaye olan küreselleşme önceleri
kar elde etmeye yönelikti. Ancak şu anda, insanların sağlığı
ve güvenliği küreselleşmede ön plana çıkmaktadır ve bu
nedenle herkesi ilgilendirmektedir. COVID-19 bağlamında,
uluslararası ilişkiler artık yalnızca “sizin ve benim” aramızdaki
152
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
ya da ülkeler arasındaki ilişkiler değil, aynı zamanda insanlar
ve virüsler arasındaki ilişkilerdir. Ortak geleceği paylaşan bir
toplum içerisinde bulunmamız nedeniyle insanlar salgını
ancak birlikte yenerek güvende olabilir.
İkinci olarak, zayıf halka olmaları ve nihai sonucu
belirlemeleri nedeniyle küresel krizlerde nispeten zayıf
kapasiteli ülkelere daha çok özen gösterilmelidir. Uluslararası
yardım, ülkelerin güvenliklerinin birbirlerine bağlı olmaları
sebebiyle krizi çözmede hayati rol oynamaktadır. Çin
halihazırda ihtiyaç içindeki bölgelere gerekli yardımı sağlamış
bulunmaktadır.
Üçüncü olarak, küresel sınamaların üstesinden gelmek
için küresel işbirliği gereklidir. Mevcut durumda dünya, küresel
kamu sağlığı krizi ve büyük bir küresel durgunluk riskiyle karşı
karşıyadır ve küresel işbirliği zorunludur.
Sonuç olarak insanların küreselleşmesi insanlık için
ortak geleceğe sahip bir toplum oluşturulmasını gerekli
kılmaktadır. Herkese hizmet veren ve merkezine insanı alan
kapsayıcı ve etkili bir küresel yönetim sistemine ihtiyacımız
vardır. Bu bakımdan DSÖ, IMF kadar önem taşımaktadır.
Kapitalizmde ortaya çıkan gerilemeler ABD hegemonyasının
bir sonucudur.
Böyle bir yönelim karşısında Batı ve özellikle ABD,
COVID-19’dan ders almak yerine Çin’e karşı büyük güç politikası
ve çamur atma oyunu oynamaktadır. Avrupa’da yaşanan Kara
Ölüm’e ilişkin tarihi çalışmalar insanların veba korkusuyla
iki şey yaptıklarını göstermektedir. Birisi ölümle dans etmek,
ikincisi vebayı getirdikleri için Yahudileri kınamaktır. Şimdi
aynı durum tekrar etmektedir. Cambridge Üniversitesi bilim
insanlarının araştırmalarına göre, Koronavirüs’ün A, B ve C
olmak üzere üç modeli bulunmaktadır ve bunlar Wuhan’dan
kaynaklanmamıştır.
COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Sistemin Geleceği
Virüsle mücadeleye ilişkin küresel çabalar politikacıların
iyi niyetli olmayan yüzlerini yansıtan bir aynadır. BM Genel
Sekreteri ve Dünya Sağlık Örgütü Başkanı, bugün dünyanın
karşı karşıya olduğu en büyük tehdidin virüs değil, korku,
söylentiler ve suçlama olduğunu belirtmektedir. Örneğin, ABD
Başkanı Donald Trump, sorumluluktan kaçınmak ve suçu
Çin’e yüklemek amacıyla Koronavirüs’ü “Çin virüsü” olarak
adlandırmaktadır. ABD halihazırda gümrük vergisi savaşından
yararlanmaktadır ve Avrupa da burada hedeftir.
Buna karşılık, Konfüçyüs’ün “kendin başarı kazanmayı
arzuluyorsan, başkalarının da başarıya ulaşmasına yardım et”
söyleminden yola çıkan Çin, iç durumunu kontrol altına aldıktan
sonra diğerlerine de aktif olarak yardımda bulunmuştur. Çin’in
COVID-19 ile mücadelesinin ardında yatan dış siyaset hem
kendisine hem de diğerlerine yardım etmek olarak özetlenebilir.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, “İnsanlık İçin Ortak Gelecek
Topluluğu” kurulmasının gerekliliğini bir kez daha yinelemiş
ve 12 Mart akşamı BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile
telefon görüşmesinde COVID-19 salgınının insanlığın birlikte
yükseldiğini ve birlikte düştüğünü yeniden hatırlattığını
vurgulamıştır.
Bazı gelişmiş ülkeler Çin’in acısını paylaşamamakta
ve kendilerinin güvende olacakları kanısını taşımaktadırlar.
Dolayısıyla, yetersiz adımlar atarak yanlış politikalar
benimsemişlerdir ve yaşam şekillerini değiştirmek
istememektedirler. Bazı ülkelerde enfekte olan yaşlı kişiler
yardım alamayarak vefat etmiştir ki bunun Doğu Asya
ülkelerinde yaşanması hayal bile edilemez. Kapitalizm farklı
yaş gruplarındaki insanlara değil sermayeye hizmet etmektedir.
“Dünya Düzdür”ün yazarı Thomas Friedman, New
York Times gazetesinin serbest kürsü bölümünde küresel
salgının çığır açacağını ve “salgın öncesi” ve “salgın sonrası”
dönemlerimizin olacağını yazmıştır. “Gelecek günlerde kültürel
153
154
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
yapılarımızı, düzeni değil bağımsızlığı vurgulayacak şekilde
düzenlememiz gerekecektir.” Bu, liberal demokrasiyi savunan
kapitalist sisteme ilişkin büyük bir ironidir. Avrupa Birliği’ni
ele alalım. AB, geçtiğimiz sene kurala dayalı bir siyasi sistem
olmaktan belirli konuları ele alan bir sisteme geçiş yaparak,
Çin’i kurumsal bir rakip olarak tanımlamaya başladı. Ardındaki
siyasi kültür de değişim göstermektedir. AB önceleri tek tip
kurallar uygulanmasında ısrar ederken, şimdi bu kuralları belirli
hususlardaki ihtiyaçlara uyarlamaya başlamıştır. Örneğin,
İstikrar ve Gelişme Paktı’ndaki kısıtlamaların hafifletilmesi ve
devlet yardımına yönelik standart gereklerin yumuşatılması,
AB’de daha fazla değişimin habercisidir. AB’nin üye devletlerin
tek tip kurallara uymaları gereğini yumuşatması, kurala dayalı
bir topluluktan değerler topluluğuna doğru önemli bir adım
attığı anlamına gelmektedir.
COVID-19 salgını bizlere ideolojinin ötesine geçmemiz,
açık bir küresel bilim sistemi kurmamız ve insan medeniyetinin
yenilenmesini desteklememiz gerektiğini hatırlatmaktadır.
Gelecekte III. Dünya Savaşı değil, insana ilişkin bir Rönesans’ın
olacağına inanmalı ve bunu ümit etmeliyiz. Dostların
samimiyeti, talihsizlik zamanlarında sınanır.
Günümüzde Türkiye’nin de içinde bulunduğu BRI
(Kuşak ve Yol Girişimi) ülkeleri ve Çin, sermayeden ziyade
insanların ihtiyacına göre yürütülen Yeni Küreselleşmenin
sağlam temellerini oluşturmaktadır. Çin ileri teknoloji
sanayilerine çok önem vermektedir. Koronavirüs nedeniyle,
“temassız iş modeli” dünyada popüler hale gelmekte ve bu
da Türkiye’ye ve Çin’e 5G, dijital ekonomi ve büyük veri
konusunda mevcut işbirliğini hızlandırmak için yeni bir fırsat
sunmaktadır. Kamu sağlığı alanında akıllı tedavi gibi temassız
teknoloji uygulanması işbirliği yapılacak bir sonraki alana
işaret etmektedir. Özetle, insanların ihtiyaçları doğrultusunda
yürütülen ve ileri teknoloji sanayi işbirliğiyle işleyen Yeni
Küreselleşmeyi desteklemek stratejik ortaklığımızı beslemenin
ve sürdürmenin en önemli yoludur.
COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Sistemin Geleceği
Esasen pandemi, Çin-AB Liderler Zirvesi ve Pekin’deki
17+1 zirvesi dahil olmak üzere Çin’in diplomatik gündeminden
daha fazlasını etkilemiş olup, bazı fuarların çevrimiçi yapılması
gerekmektedir. Ancak Çin bunu fırsata dönüştürmeye
çalışmaktadır. Pandeminin Çin’in ekonomisi ve toplum
üzerindeki etkisi geçicidir. Salgının etkileri tersine çevrilemez
değildir. COVID-19 esasen, Çin’in dijital dönüşümünü
desteklemiştir. Dijital sağlık hizmetleri, dijital eğitim, dijital ofis,
dijital iletişim, dijital işlemler, dijital lojistik ve dijital eğlence
genel akım haline gelmiştir. Çin ulusal yönetimi daha modern,
dijital ve akıllı hale gelmektedir. Alibaba Group’a ait “E-Dünya
Ticaret Platformu” (eWTP) Çin ve AB’nin salgına karşı işbirliği
yapmasına ve Çin-AB sınır ötesi e-ticaretinin krizi yenmesine
yardımcı olmak için hazırlanmıştır. Pandemi, Çin’in imalat
sanayisinin dönüşümünü teşvik etmiş, yenileşme, yapay zeka,
5G teknolojisi ve biyo-tıp uygulamalarını hızlandırmıştır. Bu
da “bizi öldürmeyen şey güçlendirir” deyimini ispatlamaktadır.
155
Yeni Normale Alışma: COVID-19 Döneminde Alman Dış Politikası ve Kamuoyu
YENİ NORMALE ALIŞMA:
COVID-19 DÖNEMİNDE ALMAN DIŞ
POLİTİKASI VE KAMUOYU*
Joshua
WEBB &
Dr. Ronja
SCHELER
Körber-Stiftung Vakfı’nda Program
Yöneticisi ve Berlin Pulse Editörü,
Almanya & Körber-Stiftung Vakfı
Uluslararası İlişkiler Programı
Direktörü, Almanya
Anahtar Avrupa Birliği, Almanya, ABD-Çin
Kelimeler Rekabeti, Çok Taraflılık
C
OVID-19 salgını son on yılda görmekte olduğumuz
jeopolitik değişimlerin temelini oluşturan birçok
dinamiğe ivme kazandırdı. Alman bakış açısından
Koronavirüs neredeyse İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana
Berlin’in dış politikasının temelini oluşturan ve Avrupa
entegrasyonu, Transatlantik işbirliği ile ihracata dayalı
ekonomik modelden oluşan sacayağının her bir ayağındaki
önemli sorunları ortaya çıkardı. Açık ve kurallara dayalı bir
düzene olan bağımlılıkları sözkonusu ayakların ortak noktası
olup, bu düzen giderek daha çok tehdide maruz kalmaktadır.
* Bu makale ilk olarak The Berlin Pulse’da yayımlanmıştır (https://www.koerber-stiftung.de/en/the-berlinpulse)․
Bu sınamaların farkında olan Almanya uluslararası işbirliğine
yönelik yinelenmiş bir taahhüde önayak olmak için büyük çaba
sarf etmiştir. Ocak 2019'da geçici üye olduğu BM Güvenlik
Konseyi'nde yeni girişimlerden, Çok Taraflılık için İttifak'ın
faaliyete geçirilmesine kadar birçok konuda çok taraflılığı
gündeminin merkezine taşımıştır.
Peki bu zorluklar ve ortaya atılan çözümler özellikle
pandemi bağlamında halk tarafından nasıl görülüyor?
Jeopolitik gerçekler değişse de Almanlar birbirine derinden
bağlı bir dünyada kendilerini daha rahat hissetmeye devam
ediyor ve çoğunluk küreselleşmenin ülkelerine (%59) ve
kendilerine (%52) fayda sağladığına inanıyor (Pew Araştırma
Merkezi’nin verilerine göre, ABD’de bu oranlar sırasıyla %47 ve
%49’dur). Benzer bir anlayışla, Almanlar uluslararası işbirliğinin
sadık destekçileri olmaya devam ediyor. 2019'daki %96'ya
oranla küçük bir düşüşe rağmen %89'u küresel sınamaların
üstesinden gelmek için diğer ülkelerle işbirliği yapılmasını
destekliyor. Öte yandan, küresel karşılıklı bağımlılığa sınırlı
destek veriliyor. %85'lik büyük çoğunluk yüksek maliyet riski
olsa bile temel malların üretiminin ve kritik altyapının Alman
topraklarına geri döndüğünü görmek istiyor. Bununla birlikte,
uluslararası sınamalarla Almanlar tek başlarına mücadele
etmek istemiyorlar. Peki, bu tercihlerin Avrupa entegrasyonu,
Transatlantik ortaklık ve Çin ile ilişkiler hususundaki görüşlerle
bağlantısı nedir?
Avrupa konusunda Almanlar birbiriyle çelişen görüşlere
sahipler. Avrupa'ya bakış açısı olumluya yönelen %33'lük kesime
karşılık %38'lik kesim COVID-19 krizi sırasında AB ile ilgili
görüşlerinin olumsuz olduğunu belirtiyor. Yaklaşık dörtte üçü
nispeten zengin bir ülke olarak Almanya'nın küresel sorunların
çözümünde diğer ülkelerden daha fazla katkıda bulunması
gerektiği konusunda hemfikirken, bunun Avrupa ölçeğinde
nasıl sonuç vereceği net değildir. %59'luk büyük bir kesim
son haftalarda en tartışmalı konular arasındaki Koronavirüs
tahvillerine karşı çıkmaktadır. Avrupa entegrasyonuna destek
157
158
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
somut faydalar sözkonusu olduğunda daha az muğlak hale
geliyor. Örneğin, %85'lik güçlü bir çoğunluk Koronavirüs’ün
üstesinden gelindiğinde katılımcı devletler arasında sınır
kontrollerini kaldıran Schengen Anlaşması’na dönmeyi
desteklemektedir.
Avrupa projesi ile karşılaştırıldığında, Almanların
Transatlantik işbirliğine yönelik yaklaşımlarında ciddi bir
düşme görülmektedir. Washington'a yönelik şüphecilik
salgın öncesinde de mevcutken, Amerika'nın Koronavirüs’e
verdiği yanıt Almanların ABD’den uzaklaşmasını açık şekilde
güçlendirdi. Almanların %73'ü ABD hakkındaki görüşlerinin
kötüleştiğini söylüyor (Bu oran, Çin'e karşı görüşlerinin
kötüleştiğini söyleyen katılımcıların sayısının iki katından
fazladır). Washington ve Berlin arasındaki yakın güvenlik
işbirliğine rağmen, Eylül 2019'daki %19’luk orana kıyasla,
Almanların sadece %10'u ABD'yi Almanya'nın dış politikadaki
en yakın ortağı olarak görüyor. Transatlantik yabancılaşmanın
bir başka örneği, Pekin ile yakın ilişkilerden çok Vaşington'la
yakın ilişkilere öncelik veren Almanların oranının Eylül 2019'da
%50 iken şu an %37’ye düşmüş olmasıdır. Bu da neredeyse tam
tersini düşünenlerin sayısına eşittir (%36).
Peki Almanya ABD'den uzaklaşıyor ve Çin'e
mi yakınlaşıyor? Pek sayılmaz. Evet, halkın Vaşington
ve Pekin arasında eşit mesafede durması politikacıları
endişelendirmelidir. Ancak bu Almanların Çin Halk
Cumhuriyeti’ne eleştirel yaklaşmadıkları anlamına gelmez.
%70'inden fazlası Çin Hükümeti’nin Koronavirüs’ü kontrol
altında tutma konusunda daha şeffaf davranmış olması halinde
salgını hafifletebilmiş olacağını düşünüyor. Çin’in propaganda
çabaları da birçok Alman'a hitap ediyor gibi görünmüyor. Mart
ayında Avrupa'nın dayanışma konusundaki eksikliği nedeniyle
tüm umutlarını Pekin'e yönlendirdiğini açıklayan Sırbistan
Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić'in aksine Almanların
%87'si AB'nin pandemiye karşı mücadeleye Çin'den daha fazla
katkıda bulunduğuna inanıyor.
Yeni Normale Alışma: COVID-19 Döneminde Alman Dış Politikası ve Kamuoyu
Tüm bunlar Alman dış politikasının geleceği açısından
ne anlama geliyor? AB üyeliğinin faydaları popülerliğini
koruyor. Bununla birlikte elde edilen sonuçlar, Almanlar
nezdindeki AB imajına salgının nihai etkisinin olumsuz
olduğunu göstermektedir. Batıya baktığımızda Atlantik her
zamankinden daha uzak görünüyor. Önceki anketlerden
elde edilen veriler Almanların ABD hakkındaki algılarının
görevdeki Başkana ilişkin algılarıyla yakından ilişkili olduğunu
göstermektedir. Bununla birlikte, kamuoyu ve Vaşington'la
yakın ilişkilere dayanan dış politika arasındaki büyüyen makas,
siyasi yelpazenin her iki ucundaki partilere cazip hedefler
sunabilir. Bu meyanda, Sosyal Demokratların NATO'nun
nükleer programı çerçevesinde Alman topraklarında
depolanan ABD nükleer silahlarının kaldırılması yönündeki
son talebi, ki bu Almanya'nın ittifak içindeki rolü bakımından
hayati bir politikadır, gelecekteki tartışmaların habercisi
olabilir. Peki ya Çin? Bazı Alman politikacılar demokratik
devletlerin uluslararası arenadan çekilmesiyle ortaya çıkan
boşlukları otoriter devletlerin hızla dolduracakları konusunda
defalarca uyarıda bulunmuşlardır. Kamuoyu açısından Çin
Halk Cumhuriyeti, ABD popülaritesinin zayıflamasından
ortaya çıkan boşluğu doldurmanın eşiğinde gibi görünüyor.
Uzmanlar gibi politikacılar da Çin-Amerikan rekabetinin
mevcut gidişatı sürerse Almanya'nın sonunda tarafını seçmek
zorunda kalacağına - ki bunun olmayacağını gösteren çok az
şey var - ve Pekin'in artan popülaritesinin verilecek kararı
karmaşık hale getireceğine dair öngörülerde bulunuyorlar.
Koronavirüs salgını uluslararası işbirliğine acil ihtiyaç
olduğunu hissettirdikçe çok taraflılık hem manen hem de
uygulamada bocalıyor gibi görünüyor. Pandeminin uluslararası
işbirliğini artıracağına %42'lik bir oranla inanan Almanlar
uluslararası işbirliğinin geleceği konusunda iyimser kalmayı
sürdürüyorlar. Umarız acı bir hayal kırıklığı yaşamazlar.
159
COVID-19 Ve Küresel Sistemin Geleceği: Bir Kum Kayması mı Deprem mi?
COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ:
BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ?
Doç. Mahjoob Katar Üniversitesi Körfez
ZWEIRI Araştırmaları Merkezi Başkanı,
Katar
Anahtar Güvenlikleştirme, Çin, Terörizm,
Kelimeler Ulus Devletler
C
OVID-19 pandemisine tanıklık ederken akademik
dünyada da bir pandeminin yayılmaya başladığını
gözlemliyoruz. Mevcut COVID-19 dönemi abartılarak
küresel dönüşümlerin müsebbibi olarak değerlendiriliyor.
COVID-19’u tarihi bir dönüm noktası olarak tasvir etmek
gerçekten ziyade bir klişedir. Bunun yerine, COVID-19’un
bir dizi değişimin ilk halkası olduğunu söylemek daha doğru
olacaktır.
İnsanların yanı sıra özellikle siyasi düzeyde birçok unsur
COVID-19’un potansiyel kurbanları olarak kabul edilebilir.
COVID-19’a karşılık verirken ortaya çıkan siyasi sonuçları
COVID-19’un “siyasi yan etkileri” olarak nitelendirebiliriz.
Uluslararası ölçekte kurum ve kuruluşlar her geçen
gün daha da geçersiz hale geldi. BM Güvenlik Konseyi’nin
müdahalesi etkisiz kalırken Dünya Sağlık Örgütü alay konusu
oldu. Hepsi ciddi eleştirilere maruz kaldılar. Donald Trump,
Dünya Sağlık Örgütü’nü “Koronavirüs’ün yayılmasını ciddi
şekilde yanlış yönettiği ve örtbas ettiği” için suçlarken, ABD’nin
örgüte yapmış olduğu yıllık katkısını sona erdireceğine dair
uyarılarını gerçeğe dönüştürdü.
COVID-19’un bölgesel yansımalarının neler olacağını
henüz kimse tahmin edemiyor. Sözkonusu süreç devletlere
birbirlerine olan derin bağımlılıklarını ve karşılıklı ihtiyaçlarını
hatırlatan bir tokat mı olacak? Yoksa bölgesel birlik ve örgütler
pandemiyle mücadelede pasif kalarak utanç verici bir şekilde
sorumluluklarından kaçmaları sebebiyle eleştirilere maruz
kalırken, özellikle kriz sırasında öne geçen tek taraflı önlemlerle
birbirinden ayrışmış çabaların güçlendirilmesi yönünde
bir eğilim mi öne çıkacak? Bu düşünce, İtalya, İspanya,
Portekiz, Fransa, Sırbistan, Çekya ve Avusturya’daki devlet
yetkililerinin yanı sıra diğer pek çok devlet yetkilisinin çeşitli
açıklama ve beyanlarında kendini gösterdi. Örneğin, Sırbistan
Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić Avrupa dayanışmasını
reddederek “kağıt üzerinde bir peri masalı” olarak nitelendirdi.
Diğer taraftan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron
harap olmuş ekonomileri desteklemediği ve pandemiden
kurtulmalarına yardımcı olmadığı sürece “siyasi bir proje”
olarak Avrupa Birliği’nin çökeceği konusunda uyardı. Avusturya
Şansölyesi Sebastian Kurz “kriz bittikten sonra AB içinde zorlu
tartışmalar olması gerekecek” açıklamasında bulundu. Bugün
Avrupa Birliği bölünmüş ve iyice bencilleşmiş bir vaziyette ve
ne yazık ki AB ülkeleri ortak değerleri paylaştıkları komşularına
yardım edemedi. Bu ülkeler pandemiyle mücadele planları
hazırlamak için birikmiş bilgi ve deneyimlerini kullanmada
başarısız oldular.
Ortak siyasi değerleri paylaştığını iddia eden hükümetler
arasında giderek artan ayrışmalar var. Eğer bu değerleri kriz
161
162
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
zamanlarında kullanmazlarsa bunların ne önemi var? Yine
aynı ülkeler COVID-19’un tehlikelerini tespit etmek için bilgi
akışı ve alışverişinden yararlanmakta da başarısız oldular.
Vergi mükelleflerinin parası onları korumaya gitmediyse
nereye gitti? Gerçekten ihtiyacı olanlar değil de sadece parasını
ödeyebilen kişilerin erişebildiği sağlık ve eğitim gibi hayati
öneme sahip sektörlerin daha önceden özelleştirilmesinin bir
sonucu olarak sağlık sektörünün başarısızlığa uğraması vergi
mükelleflerinin sağlığını tehlikeye soktu. Ayrıca, “görünmez
düşman” olan COVID-19 sağlık sektörü dışında devlet içindeki
askeri ve güvenlik sektörlerini de tehdit etmektedir. Örneğin,
AB Terörle Mücadele Komitesi Sekretaryası COVID-19 ile
bağlantılı olarak biyo-terörizm riski uyarısında bulundu.
Halbuki COVID-19 terörizmi atfedebileceğiniz ne bir kültür
ne de bir ulustur.
Yine de güvenlikleştirme süreci COVID-19 ile başa
çıkma yöntemi oldu. Başından beri Çin’deki güvenlik yetkilileri
COVID-19’u keşfeden doktora virüse dair bilgi paylaşmaması
yönünde yemin ettirerek müdahalede bulundu. Bununla
birlikte belirli bir zaman sonra Çin yerel bir salgının bir
pandemiye dönüşmesine izin verdiği için suçlandı. COVID-19
öncesinde de Çin’i eleştirmekten hiç vazgeçmeyen Batı, Çin’in
pandemi konusunda şeffaf olmasına yönelik beklentilerini
artırdığı bir tutum sergiledi ve güvenilir olmamasından dolayı
Çin’i kınadı. Bir taraftan Trump Çin’i suçlamak için hiçbir
fırsatı kaçırmayarak COVID-19’dan devamlı “Çin virüsü”
olarak bahsederken, diğer taraftan Avustralya Başbakanı Scott
Morrison Çin’in virüsün yayılmasındaki rolünün araştırılması
için COVID-19 konusunda bağımsız bir “küresel inceleme”
çağrısında bulundu. Bununla birlikte, pandemiyle mücadele
süresince COVID-19’un siyasi amaçlar için kullanımı daha
belirgin olmuştur. Çin’in gerçekleri gizlemesi pandemiyi hafife
alan hatta inkar eden veya toplum bağışıklığı ve sağlık sektörü
kuruluşlarının korunması konusunda bilgiçlik taslayan diğer
dünya liderlerinin yaptıklarından daha az değildir. Batı’daki
COVID-19 Ve Küresel Sistemin Geleceği: Bir Kum Kayması mı Deprem mi?
politikacılar için Çin’i suçlamak insanların dikkatini pandemiyi
yönetmedeki korkunç başarısızlıklarından ve virüsü kontrol
edememelerinden başka yöne çekmek için bir yöntemdi. Çin
günah keçisi oldu.
İçeride vatandaşları birlik olurken ülke sınırları
dışındakilerin tehdit olarak nitelendirildiği bir durumda
ulus devletin güvenilirliği belki de krizi yönetmedeki
hazırlık derecesine bağlıdır. COVID-19’un devletleri özerk
bir şekilde yaşamaya zorladığı doğru, ancak ulusal sınırları
tanımayan küresel bir kriz olmasına rağmen COVID19’un yine de ulusal egemenliği güçlendirebileceği ve içerde
hükümet düzeyinde büyük dönüşümlere neden olabileceği bir
paradoks yaratmaktadır. Bu durum, özellikle virüsün kamu
sektörünün ne kadar ihmal edildiğini ortaya çıkarması ve
kamu hastanelerinin COVID-19 ile özel hastanelerden daha
iyi mücadele ettiğinin kanıtlanmış olmasıyla teyit edildi. Farklı
sektörler hükümete başvurarak COVID-19 ile mücadelede
kolektif bir eylem çağrısında bulundu. Bu, ulus devletin
rolünün şaşırtıcı bir şekilde yeniden uyanarak canlanmasına
yol açabilir.
Geç de olsa devletlerin aldığı önlemler etkili fakat
yavaş tesirli olacak. Bununla birlikte, virüsle mücadelede
devlet dışı aktörler de rol aldı. Meşruiyet zafiyeti olan
hükümetlerin bulunduğu bazı yerlerde silahlı isyancılar,
terörist gruplar, uyuşturucu kartelleri ve çeteler gibi alternatif
aktörler ekonomik yardım paketlerinin dağıtılmasında, halk
sağlığı eğitiminin artırılmasında ve insanların karantina altına
alınmasında önemli rol oynadılar. Buna ilişkin çeşitli örnekler
var. Washington Post’un yakın bir zaman önce verdiği habere
göre “Afganistan’da Taliban Koronavirüs ile mücadele için uzak
illere sağlık ekipleri gönderdi. Meksika’da uyuşturucu kartelleri
virüsün olumsuz ekonomik etkisini hissedenlere yardım
paketleri sunuyor. Brezilya ve El Salvador’da çeteler virüsün
yayılmasını önlemek için sokağa çıkma yasağı uyguluyor.”
163
164
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Yazarlar Hakkında
YAZARLAR HAKKINDA
Benzer şekilde Suriye’de, “İnsanların bir araya gelmesini
kısıtlayarak halka sağlık bilgilerini duyuran Heyet Tahrir elŞam, bir idari organ olma meşruiyetini artırmak amacıyla
virüsü kullandı.” Washington Post, bu grupların faaliyetlerini
“halk sağlığı politikası ve stratejik mesajlaşma için paralel bir
yeraltı dünyası” olarak nitelendirdi. Ayrıca, örneğin İngiltere’de,
ön saflarda çalışanlara ve savunmasız kişilere yardım eli uzatan
ortak yerel yardım grupları ve ilerici hareketler mahalli düzeyde
bağımsız olarak kuruldular ve hükümetin hüsrana uğrattıkları
kişilere yardım ettiler.
Güvenlikleştirmeyi farklı yönlerden ele alırken dikkatli
olmak gerekiyor. Örneğin, küreselleşmenin sonunu ilan
ederken ihtiyatlı olunmalı. Belki de dijitalleşmeye bağlı olan
yeni bir küreselleşme şekli ortaya çıkacak. Ancak, küreselleşme
sürecinde meydana gelen bir yavaşlama bir gerileme olarak
algılanmamalıdır. Her şeye rağmen, ekonomik açıdan
bakıldığında, COVID-19 salgını küresel ekonomik büyüme
hızını yarı yarıya düşürebilir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü (OECD) küresel GSYİH büyümesinin 2020 yılında
salgından önce tahmin edilen %2,9’un yarısına inerek %1,5’e
kadar düşebileceğini belirtti.
COVID-19’un yıkıcı etkilerini görmezlikten gelmeden
başka neler ‘yapmadığını’ da düşünmekte fayda olabilir.
COVID-19 zenginler ve fakirler, vatandaşlar ve göçmenler,
merkez ve çevre arasındaki zaten mevcut olan gerilimleri
artırmadı. Yani COVID-19’un tarihi “COVID-19 öncesi” ve
“COVID-19 sonrası” şeklinde ayıran yeni bir çağ oluşturacağını
söylemek için belki de henüz erken. Büyük değişimler yalnızca
tek bir olay neticesinde değil, bir süreç içinde oluşurlar. Başka
bir deyişle, COVID-19’u büyük bir depremden ziyade bir kum
kayması olayı gibi düşünmeliyiz. COVID-19 gibi olaylar bir
değişime neden olabilecek anlar olsa da, üzerinden zaman
geçince bazı şeylerin farklı görünebileceğini unutmayalım.
Aizaz Ahmad Chaudhry Pakistanlı diplomat ve İslamabad
Stratejik Araştırmalar Enstitüsü başkanıdır. Daha önce Pakistan
Dışişleri Bakanı, Pakistan’ın ABD ve Hollanda Büyükelçisi ve
Pakistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü olarak görev yapmıştır.
Pakistan Mirrored to Dutch Eyes (Sangemeel, 2012) isimli
kitabın yazarıdır.
Teresa Coratella Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin (EFCR)
Roma ofisinde program yöneticisidir. Daha önce, Varşova’da
yerleşik Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde ortaklıklar ve
kalkınma konularından sorumlu program asistanı olarak
çalışmıştır. WIIS (Uluslararası Güvenlikte Kadınlar) adlı sivil
toplum örgütüne üyedir.
Michael Doran Hudson Enstitüsü’nde kıdemli uzmandır.
Daha önce Brookings Enstitüsü Saban Orta Doğu Politikası
Merkezi’nde kıdemli uzman olarak çalışmıştır. Dr. Doran,
George W. Bush’un Başkanlık döneminde Ulusal Güvenlik
Konseyi’ne atanmış ve ABD Savunma Bakanlığı Kamu
Diplomasisi’nden sorumlu Müsteşar Yardımcısı muavini
olarak görev yapmıştır. Ike’s Gamble: America’s Rise to
Dominance in the Middle East (Simon & Schuster, 2016)
isimli kitabın yazarıdır.
Eduardo Duhalde 2002-2003 döneminde Arjantin Devlet
Başkanı olarak görev yapmıştır. 1989 yılında Carlos Menem’in
başkanlık döneminde Arjantin Başkan Yardımcısı görevine
getirilmiştir. 1991’de bu görevinden istifa etmiş ve Buenos
Aires Valisi seçilmiştir. Aynı göreve 1995 yılında tekrar
seçilmiştir.
Ehud Eiran İsrail Bölgesel Dış Politikalar Enstitüsü (Mitvim)
yönetim kurulu üyesidir ve Hayfa Üniversitesi Siyaset Bilimi
Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Doç. Dr. Eiran akademik
165
166
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
kariyerinden önce, Başsavcı katibi ve Başbakan dış politika
danışman yardımcısı olarak görev yapmıştır. Post-Colonial
Settlement Strategy (Edinburgh University Press, 2019) isimli
kitabın yazarıdır.
Afyare Abdi Elmi Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları
Programı’nda öğretim üyesidir. Doç. Dr. Elmi, Afrika
Boynuzu’ndaki korsanlık faaliyetleri konulu araştırma
projesinde baş sorumlu araştırmacı olarak görev yapmıştır.
Understanding the Somalia Conflagration: Identity, Political
Islam and Peacebuilding (Pluto Press, 2010) isimli kitabın
yazarıdır.
Abdi M. Hersi Avustralya Griffith Üniversitesi Griffith
Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezi’nde araştırmacıdır.
Avustralya Hükümeti tarafından desteklenen Reporting Islam:
International Best Practice for Journalists başlıklı ulusal
araştırma projesinin müdürlüğünü yapmıştır. Avustralya
Federal Göç ve Sınır Koruma Dairesi’nde farklı görevlerde
bulunmuştur. Conceptualisation of Integration: An Australian
Muslim Counter-Narrative (Palgrave Macmillan, 2018) isimli
kitabın yazarıdır.
Richard Falk Princeton Üniversitesi Albert G. Milbank
Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörü ve Kaliforniya
Üniversitesi Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi’nde
araştırmacıdır. 2008-2014 yılları arasında BM İnsan
Hakları Filistin Özel Raportörü olarak görev yaptı. Palestine’s
Horizon: Toward a Just Peace (Pluto Press, 2017) isimli
kitabın yazarıdır.
Ibrahim Fraihat Doha Lisansüstü Araştırmalar Enstitüsü ve
Georgetown Üniversitesi’nin Katar Kampüsü’nde öğretim
üyesidir. Doç. Dr. Fraihat daha önce Brookings Enstitüsü’nde
kıdemli uzman olarak görev yapmış ve George Washington
Üniversitesi ile George Mason Üniversitesi’nde uluslararası
çatışma çözümleri dersleri vermiştir. Unfinished Revolutions:
Yazarlar Hakkında
Yemen, Libya, and Tunisia after the Arab Spring (Yale
University Press, 2016) isimli kitabın yazarıdır.
George Friedman uluslararası tanınırlığa sahip jeopolitik
öngörülerde bulunan uluslararası ilişkiler stratejistidir.
Geopolitical Futures isimli araştırma merkezinin kurucusu
ve başkanıdır. Dr. Friedman, 1996 yılında kurduğu istihbarat
yayın ve danışmanlık şirketi olan Stratfor’un başkanı olarak
görev yapmıştır. Cornell Üniversitesi’nden siyaset bilimi
alanında doktora derecesini almıştır. En son The Storm Before
the Calm: America’s Discord, the Coming Crisis of the 2020s,
and the Triumph Beyond (Doubleday, 2020) isimli kitabını
yayımlamıştır.
Yuichi Hosoya Tokyo’da bulunan Keio Üniversitesi’nde
uluslararası siyaset profesörüdür. Aynı zamanda Nakasone
Barış Enstitüsü (NPI), Tokyo Vakfı (TKFD) ve Japonya
Uluslararası İşler Enstitüsü’nde kıdemli uzmandır. 2014-2019
yılları arasında Japonya Ulusal Güvenlik Konseyi danışma
kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. Security Politics in Japan:
Legislation for a New Security Environment (Japan Publishing
Industry Foundation for Culture, 2019) isimli kitabın yazarıdır.
Wolfgang Ischinger 2008 yılından bu yana Münih Güvenlik
Konferansı’nın başkanıdır. Prof. Ischinger, Berlin’de yerleşik
Hertie Enstitüsü’nde diplomasi ve güvenlik politikaları üzerine
dersler vermektedir ve Tübingen Üniversitesi’nden Fahri
Profesör unvanına sahiptir. Uzun diplomatik kariyeri boyunca
Almanya Dışişleri Bakanlığı Devlet Sekreteri, Vaşington ve
Londra Büyükelçisi olarak görev yapmıştır.
Ammar Kahf OMRAN Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin
başkanıdır ve Suriye Forumu yönetim kurulu üyesidir. Dr.
Kahf, 2011-2012 arasında Birleşik Krallık’ta yerleşik Stratejik
Araştırmalar ve İletişim Merkezi’nde araştırma müdürü olarak
çalışmıştır. Sonrasında, 2012-2013 yıllarında Suriye Muhalif
ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Genel Sekreterinin
Özel Kalem Müdürlüğünü yapmıştır. İslam araştırmaları
alanında doktora derecesine sahiptir.
167
168
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Andrey Kortunov 2011 yılından beri Rusya Uluslararası
İlişkiler Konseyi (RIAC) başkanıdır. Dr. Kortunov, daha
önce Rusya Bilimler Akademisi ABD ve Kanada Çalışmaları
Enstitüsü’nde başkan yardımcılığı dahil olmak üzere çeşitli
görevler üstlenmiştir. Kaliforniya Üniversitesi gibi dünyanın
çeşitli üniversitelerinde dersler vermiştir. Yükseköğrenim,
sosyal bilimler ve sosyal gelişim alanlarında birçok kamu
kuruluşunda yöneticilik yapmıştır. Tarih alanında doktora
derecesine sahiptir.
Gallia Lindenstrauss İsrail’de yerleşik Ulusal Güvenlik
Çalışmaları Enstitüsü kıdemli araştırmacısıdır. Dr.
Lindenstrauss, daha önce Kudüs İbrani Üniversitesi’nde ve
Herzliya Disiplinlerarası Merkezi’nde dersler vermiştir. İbrani
Üniversitesi Leonard Davis Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde
doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmıştır. Yazıları önde
gelen İsrail medya kuruluşlarının yayınlarının yanı sıra
National Interest, Hurriyet Daily News, Turkey Analyst ve
Insight Turkey gibi uluslararası yayınlarda yer almıştır.
C. Raja Mohan Singapur Ulusal Üniversitesi Güney Asya
Araştırmaları Enstitüsü başkanıdır. Profesör Mohan, daha
önce Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nde
ve Singapur’daki S. Rajaratnam Uluslararası Araştırmalar
Enstitüsü’nde Güney Asya Araştırmaları profesörü olarak
hizmet vermiştir. Ayrıca, Hindistan Ulusal Güvenlik Danışma
Kurulu’nda görev yapmıştır. Modi’s World: Expanding India’s
Sphere of Influence (Harper Collins India, 2015) ve India’s
Naval Strategy and Asian Security (Routledge, 2016) isimli
kitapların yazarıdır.
Joseph S. Nye Jr. Harvard Üniversitesi Üstün Hizmet ve
Emeritus Profesörüdür. Profesör Nye, daha önce Harvard
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı, Uluslararası
Güvenlikten Sorumlu Müsteşar Yardımcısı, Ulusal İstihbarat
Konseyi Başkanı ve Güvenlik Yardımı, Bilim ve Teknoloji
Dışişleri Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapmıştır.
Yazarlar Hakkında
Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi, İngiliz Akademisi ve
Amerikan Diploması Akademisi üyesidir. Uluslararası ilişkiler
araştırmacıları arasında yakın zamanda yapılan bir ankete göre,
Amerikan dış politikası üzerinde en etkili akademisyen olarak
seçilmiştir. 2011 yılında Foreign Policy dergisi tarafından
belirlenen 100 küresel düşünür listesinde yer almıştır. Başta
Soft Power: The Means to Success in World Politics (Public
Affairs, 2004) kitabının yazarıdır ve en son Do Morals Matter?
Presidents and Foreign Policy from FDR to Trump (Oxford
University Press, 2020) isimli kitabını yayımlamıştır.
Volker Perthes Almanya Uluslararası ve Güvenlik İşleri
Enstitüsü (SWP) direktörü ve yönetim kurulu başkanıdır.
Prof. Perthes, 2016-2018 yılları arasında Uluslararası Suriye
Destek Grubu Ateşkes Görev Gücü Başkanı, 2015-2016
arasında BM Genel Sekreter Yardımcısı, BM Suriye Özel
Temsilcisi Başdanışmanı ve 1992-2005 yıllarında SWP
kıdemli araştırmacısı ve Orta Doğu ve Afrika Dairesi başkanı
olarak görev yapmıştır. Almanya ve Avrupa Birliği Dış ve
Güvenlik Politikası, jeopolitik değişimler, uluslararası örgütler
ve Ortadoğu bölgesi üzerine araştırmalar yapmaktadır.
Richard E. Rubenstein ABD’de yerleşik George Mason
Üniversitesi Jimmy ve Rosalyn Carter Barış ve Çatışma
Çözümleri Enstitüsü öğretim üyesidir. Daha önce avukatlık
ve Çatışma Analizi ve Çözümleri Enstitüsü başkanlığı yapan
Profesör Rubenstein, toplumsal çatışma türlerinin şiddete
başvurmadan çözümleri hakkında dokuz kitap yazmıştır. Son
olarak, Resolving Structural Conflicts: Violent Systems and
How They Can Be Transformed isimli kitabı yazan Profesör
Rubenstein, çatışma kuramları, barış ve sosyal adalet konuları
üzerine dersler vermekte ve konuşmalar yapmaktadır.
Richard Sakwa Kent Üniversitesi Rusya ve Avrupa Politikaları
profesörüdür. Profesör Sakwa ayrıca Chatham House Rusya ve
Avrasya Programı üyesidir, Birmingham Üniversitesi Rusya,
Avrupa ve Avrasya Çalışmaları (CREES) onursal kıdemli
169
170
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Yazarlar Hakkında
araştırmacısıdır ve Eylül 2002’den beri Sosyal Bilimler için
Akademik Topluluk üyesidir. Kent Üniversitesi’nden önce
Essex Üniversitesi ve Kaliforniya Üniversitesi’nde dersler
vermiştir. En son The Putin Paradox (I.B. Tauris, 2020) isimli
kitabını yayımlamıştır.
Jose Ignacio Torreblanca Avrupa Dış İlişkiler Konseyi
Madrid Ofisi’nin 2007’den beri direktörüdür. Avrupa’da
popülizm ve AB karşıtlığı, AB’nin ortak güvenlik ve savunma
politikası, AB iç politik gelişmeleri ve kurumsal reformlar
konularında çalışmalar yapmaktadır.
Samir Saran Asya’nın en etkili düşünce kuruluşlarından birisi
olan Observer Research Foundation başkanıdır. Dr. Saran
ayrıca, Küresel Siber İstikrar Komisyonu üyesidir, Dünya
Ekonomik Formu’nun Güney Asya Danışma Kurulu ile Siber
Güvenlik Küresel Gelecek Konseyi üyesidir ve Hindistan’daki
Sardar Patel Polis Üniversitesi Barış ve Güvenlik Merkezi
başkanıdır. Dr. Saran, küresel yönetişim, iklim değişikliği,
enerji politikası, küresel kalkınma, yapay zeka, siber güvenlik,
internet yönetişimi ve Hindistan dış politikası konularında
araştırma yapmaktadır.
Rigoberta Menchú Tum Guatemalalı barış aktivistidir.
Hayatını yerel halkların haklarının korunmasına ve 1960-1996
yılları arasında yaşanan Guatemala İç Savaşı boyunca yerel
halkların maruz kaldığı insan hakları ihlallerine yönelik adalet
arayışına adamış olan Dr. Menchu Tum 1992 yılında Nobel
Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. 2004 yılında Guatemela
Devlet Başkanı’nın çağrısını kabul ederek ülkede barış inşası
sürecine katkı sağlamıştır. Yerel halkların kurduğu siyasi
partilerde önde gelen bir şahsiyet olan Dr. Menchu Tum 2007
ve 2011 yıllarında Guatemala Başkanlık seçimlerinde aday
olmuştur.
Ronja Scheler Almanya Körber-Stiftung Vakfı Uluslararası
İlişkiler Programı direktörüdür. Dr. Scheler, Vakfın Paris Barış
Forumu’na katkılarını idare etmektedir. Daha önce Almanya
Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) Avrupa
Bölümü’nde doktora sonrası araştırmacısı olmuş ve araştırma
asistanlığı yapmıştır. Uzmanlık alanları arasında çok taraflı
kurumlar, küresel düzen, Almanya ve Avrupa Dış ve Güvenlik
Politikası, AB-Güneydoğu Asya İlişkileri bulunmaktadır.
Nathalie Tocci İtalya’da bulunan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü
başkanı ve Tübingen Üniversitesi Onursal Profesörüdür. Dr.
Tocci aynı zamanda AB Yüksek Temsilcisi ve AB Komisyonu
Başkan Yardımcısı Josep Borrell’in Özel Danışmanlığını
yürütmektedir. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Federica
Mogherini’nin özel danışmanlığı görevi sırasında Avrupa
Küresel Stratejisi’ni kaleme almış ve uygulanmasında görev
almıştır. Mayıs 2020’den beri Eni şirketinin yönetim kurulu
üyesidir. Framing the EU’s Global Strategy (Palgrave
Macmillan, 2017) isimli kitabın yazarıdır.
Marton Ugrosdy 2018 yılından beri Macaristan Dışişleri
ve Ticaret Enstitüsü (IFAT) başkanıdır. Dr. Ugrosdy daha
önce uluslararası ilişkiler alanında Macaristan’ın tek tematik
haber portalının (Kitekintő.hu) yedi yıl boyunca editörlüğünü
yapmış ve Kuzey Amerika köşesini yönetmiştir. Budapeşte
Corvinus Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim elemanı
olarak çalışmaktadır.
Yiwei Wang Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Jean Monnet
Profesörüdür ve Renmin Üniversitesi Yeni Dönem için Xi
Jinping’in Çin’e Özgü Sosyalizm Düşüncesi Akademisi
Başkan Yardımcısıdır. Daha önce Tongji Üniversitesi, Fudan
Üniversitesi ve Yonsei Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan
Profesör Wan ayrıca 2008-2011 arasında Çin’in Avrupa Birliği
Misyonunda diplomat olarak görev yapmıştır. China Connects
the World: What Behind the Belt and Road Initiative (China
Intercontinental Press, 2017) isimli kitabın yazarıdır.
171
172
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?
Joshua Webb Almanya Körber-Stiftung Vakfı’nda program
yöneticisi ve Berlin Pulse editörüdür. Vakfın Çin-Avrupa
Birliği ilişkileri ve Almanya’nın Asya politikasına ilişkin
çalışmalarını koordine etmektedir. Webb daha önce Chatham
House Asya programında çalışmıştır. Londra Ekonomi Okulu
Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden yüksek lisans derecesine
sahiptir.
Mahjoob Zweiri Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları
Merkezi başkanıdır. Doç. Zweiri daha önce Ürdün Üniversitesi
Stratejik Çalışmalar Merkezi’nde Ortadoğu Politikaları ve
İran Bölümü’nde kıdemli araştırmacı olarak çalışmıştır.
Durham Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölümü’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.
Interdisciplinarity in World History: Continuity and Change
(Cambridge Scholars Publishing, 2016) isimli kitabın yazarıdır.
“Sadece birkaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte olduğu
muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi. Halihazırda, tek bir milleti
dahi teğet geçmeyen COVID-19 milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye
kadar yüzbinlerce can aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan
etkileşimi neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı
ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa da, maalesef
toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor. Şu veya bu şekilde,
COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi.
Bütün ülkeler bu sürece dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden
daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki
bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak mücadelemizi
kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu kritik zamanı krizin
üstesinden gelmek için birlikte çalışarak kullanmak zorundayız. Zaman,
farklılıklarımızı bir kenara bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği
için rekabet yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır.”
Mevlüt ÇAVUŞOĞLU
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı