│GOSOS │Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
Gaziosmanpasa University Social Sciences Researches Journal
(Kış 2017) 12/2: 17-30/ (Winter 2017) 12/2: 17-30
Makale Geliş Tarihi: 29.09.2017 Yayın Kabul Tarihi: 21.11.2017
Doi Number :
DÜNYA TARİHİ’NDE İLK ŞEHİR VE ŞEHİR DEVLETİNİN ORTAYA
ÇIKIŞI ve GELİŞİMİ*
Murat TEKİN**
Tarıma dayalı ilk kalıcı yerleşimler, Mezopotamya’ya komşu ve yeterli yağış alan
Anadolu ile Levant bölgelerinde ortaya çıkmış olsa da, dünya tarihinde ilk şehirler
Güney Mezopotamya’da görülür.
Başka bir ifadeyle, şehri meydana getirecek
olan nüve komşu bölgelerde yeşermiş, fakat bu nüvenin şehir anlamında ilk
meyvesini verdiği yer, Mezopotamya toprakları olmuştur. Bu bağlamda,
medeniyetin beşiği olarak kabul edilen Mezopotamya, insanoğlunun gerçekleştirdiği
ikinci büyük devrime, yani Şehir Devrimi’ne ev sahipliği yapmıştır.
Mezopotamya, şehirleşme olgusunun ilk görüldüğü yer olduğundan, genellikle
buradaki ilk şehirlerin diğer kültürlerden bağımsız ve yerel bir gelişim sonucu
Öz
doğduğu görüşü benimsenmiştir. Şehirli hayatı doğuracak olan gelişmelerin
temellerinin Ubeyd Dönemi’nde atılmış olduğu görülür. Gerçek anlamda ilk şehir ve
bu kavramla bağlantılı olan şehir hayatı ise, Mezopotamya’nın güneyinde ancak
Uruk Dönemi’ne gelindiğinde karşımıza çıkmaktadır. Böylece, M.Ö. VI. Binyılın
ortalarında Ubeyd Dönemi’yle birlikte başlayan Güney Mezopotamya’daki yerleşik
hayat süreci, M.Ö. IV. binyılda Uruk yerleşiminde şehirli bir dünyanın ve dolayısıyla
ilk şehir devletinin doğuşu şeklinde meyvelerini vermiş, M.Ö. III. binyılda Erken
Hanedanlar Dönemi’nde ise, sözkonusu şehir devletlerinin bu dönemi karakterize
etmesiyle altın çağını yaşamıştır.
Bu makalemizde yukarıda ana hatlarıyla ifade edilen gelişmelerin izleri takip
edilerek, bu sürecin Mezopotamya’da nasıl gerçekleştiği aktarılmaya çalışılacaktır.
Bu anlamda makalenin kronolojik çerçevesi, Güney Mezopotamya’da M.Ö. VI.
binyılın ortalarında başlayan ilk iskân aşamasından, M.Ö. IV. binyıl’da şehirlerin
doğuşuna ve şehir devletinin yaygınlık kazandığı M.Ö. III. binyıla kadar uzanan
süreç olacaktır. Bu süreç, sözkonusu gelişmeleri karakterize eden bulguların ilk kez
ortaya çıkartıldığı Ubeyd ve Uruk yerleşmeleri esas alınarak anlatılacaktır.
Anahtar Kelimeler Güney Mezopotamya, Ubeyd, Uruk, Şehir Devrimi, Şehir, Şehir
Devleti.
Bu makale, 2014 yılında tamamlanan “Eski Mezopotamya’da Devlet ve Devlet Yönetimi” adlı
doktora tezimizin, 2. Bölümünün girişini oluşturan “Şehrin ve Şehir Devletlerinin Ortaya Çıkışı
ve Gelişimi” adını taşıyan kısmının yeniden gözden geçirilmiş halidir.
*
Murat TEKİN
THE EMERGENCE AND DEVELOPMENT OF THE EARLIEST CITIES AND CITY
STATES IN THE WORLD HISTORY
Although the earliest permanent settlements based on agriculture originated in
Anatolia and Levant regions neighbouring to Mesopotamia and receiving sufficient
rainfall, the first cities in the world history are seen in the southern Mesopotamia. In
other words, the seeds which would establish the city had emerged in the
neighbouring regions, but the place where this seeds turned into cities as we today
know was Mesopotamian lands. In this context, Mesopotamia, which is accepted as
the cradle of civilization, has been home of the second revolution humankind
achieved, which is the Urbanization Revolution.
Since Mesopotamia was the region where urbanization first emerged, it is generally
accepted that the emergence of the first cities in this region was independent of other
Abstract
cultures and was the result of a local development. It has been found that the
foundations of the developments that would lead to urban life were laid in the
Ubayd period. The first city in its real sense and the city life related to this concept is
found in the south of Mesopotamia but only in the Uruk Period. Thus, the process of
urbanised life which started in southern Mesopotamia during the Ubeyd Period in
the middle of the 6th millennium BC led to an urbanised world during the Uruk
Period in 4th millennium BC. This procedure then characterised the Early Dynasty
period in 3rd millennium BC, which was the golden age of the city-states.
In this article, the traces of the developments outlined above will be examined and
how this process took place in Mesopotamia will be detailed. In this sense, the
chronological framework of the essay will cover a period that starts from the 6 th
millennium BC when the earliest settlements emerged in Southern Mesopotamia and
that reaches out the 4th millennium BC when the cities were established and finally
to the 3rd millennium BC when the city-states spread. This process will be presented
by foregrounding Ubeyd and Uruk settlements where the findings that characterize
these developments have first been revealed.
Key Words: South Mesopotamia, Ubeyd, Uruk, Urban Revolution, City, City State.
GİRİŞ
Dicle ve Fırat nehirleri arasında yer alan Mezopotamya, uzun süredir
medeniyetin beşiği olarak bilinse de, Eski Yakındoğu'da ilk kalıcı yerleşimler, tarımı
Yrd. Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü. e-ileti:
[email protected]. ORCİD:0004.115.029
│18
**
Gaziosmanpasa University Social Sciences Researches Journal
Dünya Tarihi’nde İlk Şehir ve Şehir Devletinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
destekleyecek miktarda yeterli yağış alan komşu bölgelerde kurulmuştu (Garfinkle,
2013: 97). Bu anlamda, M.Ö. 7000'e gelindiğinde Yakındoğu'nun her yerinde tümüyle
tarımla uğraşan köyler vardı ve bunların hepsi, tarım için yeterli yağmurun düştüğü
bölgelerde yeşermişti. Bununla birlikte, Anadolu'da ve Levant'ta önceki yerleşimlerin
terk edildiği ya da küçüldüğü ve karmaşıklık düzeyi daha düşük toplumlara geri
dönüldüğü görülür. Sonraki kültürel değişimlerin odak noktası bu dönemde doğuya,
özellikle de kuru tarım alanının altındaki bölgeye, yani Mezopotamya ovalarına
kaymıştır (Van de Mieroop, 2006: 31). Dolayısı ile M.Ö. V. ve IV. binyıllarda Eski
Yakındoğu'nun toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişmesinde başlıca rol, Güney
Mezopotamya’nın alüvyon ovasına düşmüştür. Çünkü insanlık tarihinin ikinci önemli
devrimi1, bu bölgede gerçekleşmiştir. Childe tarafından Şehir Devrimi2 olarak
adlandırılan sürecin ve ilk sınıflı toplumun ortaya çıkışı sürecinin her ikisi de ekolojik
ve sosyo-ekonomik etkenlerin bir bileşimiydi (Dolukhanov, 1998: 355). Bununla
birlikte, bazı bilim adamlarının ilk şehirleşme sürecini Childe’ın aksine, Protoneolitik
ve Neolitik Çağ kadar erkene tarihlendirdiği görülmektedir. Kenyon, Ürdün
Vadisi’nde yer alan Eriha (Jericho) yerleşmesinin M.Ö. VIII. binyılda bir şehir
olduğunu iddia etmiştir. Yine aynı şekilde, Mellaart’a göre, Çatalhöyük M.Ö. III. binyıl
uygarlıkları için tipik olan yazı gibi bazı özellikler dışında, şehirlere özgü yoğun nüfus,
yönetici sınıf, uzman zanaatkârlar, tabakalı toplum yapısı, uzak mesafeli ticaret ve
basit sulu tarım gibi birçok niteliği bünyesinde barındırmaktadır. Hem 5000’i aşan
nüfusu hem de boyutları Çatalhöyük’ü çağdaşı yerleşmeler arasında sıra dışı
kılmaktadır (Çevik, 2005: 11-15). Bu tür görüşler olmakla birlikte genel kabule göre ilk
şehirler, tarımın ilk görüldüğü “çekirdek” bölgeler dışında gelişmiştir (Oates, 2004: 14).
Bu bağlamda, Mezopotamya şehirleşme olgusunun ilk görüldüğü yer olduğundan,
genellikle buradaki ilk şehirlerin diğer kültürlerden bağımsız ve yerel bir gelişim
sonucu doğduğu görüşü kabul görmektedir. Güney Mezopotamya, ilk iskân
aşamasından şehirlerin doğuşuna dek olan süreci (M.Ö. 5500-3500) takip edebilmemizi
sağlayan arkeolojik kanıtlara sahip olmakla birlikte, şehirlerin ilk ortaya çıktığı döneme
ait yazılı kanıtlar yoktur. Ancak, daha geç döneme ait olan yazılı kanıtlar sayesinde söz
konusu dönemi kısmen de olsa aydınlatmak mümkündür (Çevik, 2005: 25). Şehir
İnsanoğlunun gerçekleştirdiği ilk büyük devrim Neolitik Devrim’dir. Bu kavram, genel
manada, yerleşik hayatla birlikte ortaya çıkan ilk gelişmeleri ifade eder.
2 Ayrıntılı bilgi için bkz. Childe, 2009: 105-127.
│19
1
│Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
Murat TEKİN
hayatına ve devletleşmeye doğru ilerleyen karmaşık süreç halen tam olarak
anlaşılamamış olmakla birlikte, bu sürecin Ubeyd Dönemi’nde başlamış olabileceği
düşünülmektedir. Gerçek anlamda bir şehir ise, Mezopotamya’nın güneyinde, ancak
Uruk Dönemi’ne gelindiğinde saptanabilmektedir (Crawford, 2010: 19).
Şehir Devrimi: İlk Şehir ve Şehir Devletinin Ortaya Çıkışı
Güney Mezopotamya, M.Ö. IV. binyılın erken dönemlerinden başlamak
üzere, yaklaşık bin yıllık zaman dilimini kapsayan Uruk Dönemi'nde (M.Ö. 3900-3100),
Childe tarafından Şehir Devrimi olarak adlandırılan3 bir dizi yeniliğe sahne olmuştur.
Bu yenilikler arasında özel mülkiyet ve kontrol yönteminin simgesi olan silindir
mühürler ve yazı, seri üretimi mümkün kılan çömlekçi çarkı, saban, akrabalık
bağlarının ötesinde siyasi temelde teşkilatlanmış bir toplumun varlığını gösteren
anıtsal kamu yapıları, yerleşim yerleri arasındaki göreceli ilişki ve etkileşimin
göstergesi olan yerleşim modellerinde meydana gelen değişiklikler sayılabilir (Çevik,
2005: 25, Van de Mieroop, 2006: 39 vd.). Böylece, Uruk Dönemi’nin son evresinde
yazının icadına varan karmaşık sürecin ilk adımları atılmaya başlamıştır. İlk adımlar,
bilinenlerin en eskileri olan ve sayı saymaya yarayan bilyeciklerle gerçekleşmiştir
(Huot, Thalmann, Valbelle, 2000: 51). Yazının icadı, Mezopotamya’da tarihöncesi
dönemin sonunu getirmiş ve İlkyazı Dönemi’ni başlatmıştır. İlkyazı Dönemi, yaklaşık
olarak M.Ö. 3200-2900 yılları arasına tarihlenir ve çoğunlukla muhasebe amaçları için
kil tabletler üzerinde yazının ortaya çıkışını ifade eder (Nemet-Nejat, 1998: 19).
Mezopotamya'da bir kayıt tutma yöntemi olarak bulunmuş olan yazı, Uruk şehrinin
Uruk IV olarak adlandırılan tabakasından gelmektedir. Uruk IV yazısı, sonraları stilize
edilerek çiviyazısına dönüşecek olan bir tür piktografik (resimyazısı) yazıdır (Oates,
2004: 15, Maisels, 1999: 227). Bu tür resimyazısına sahip en eski tabletler, Eanna kutsal
alanının Uruk IVa ve III. tabakalarında ortaya çıkar (Van de Mieroop, 2006: 49).
Dolayısı ile Geç Uruk Dönemi'nde önce silindir mühürlerin, daha sonra resimyazısının
ortaya çıkması ve sonrasında ise, Sumer çiviyazısı olarak bilinen tam bir yazı
sisteminin oluşumu, yönetici sınıfın kontrol araçlarının gelişimi olarak
Günümüzde çoğu araştırmacının üzerinde fikir birliğine vardığı nokta, Uruk Dönemi’nin ayırt
edici özelliği olan ve "şehir devrimi" adı verilen terimin uygunsuz olduğudur. Sonuçlar
kesinlikle devrim niteliğindedir; ancak sürecin kendisi uzun ve yavaş olmuştur. Ayrıca, bu
değişikliklere yol açan tek bir etken ya da neden göstermenin de artık mümkün olmadığı
üzerinde fikir birliğine varılmıştır (Crawford, 2010: 18).
│20
3
Gaziosmanpasa University Social Sciences Researches Journal
Dünya Tarihi’nde İlk Şehir ve Şehir Devletinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
yorumlanmaktadır (Çevik, 2005: 36). Bu şekilde, Geç Uruk Dönemi’nde ilk kez, genel
olarak Mezopotamya kültürünün özellikleri olarak kabul edilen yazı, silindir
mühürler, büyük sanat yapıtları ve çok büyük binalar karşımıza çıkar. Bunlardan
silindir mühür ve yazı, ilk bakışta sanat ya da yazın alanına ait gibi görünse de,
gerçekte ekonomiyle ilgili yönetimin oluşmasının somut birer göstergeleridir (Nissen,
2004: 86 vd.).
"Şehir Devrimi" olarak adlandırılan yukarıda ifade edilen gelişmeleri doğuran
süreç, Garfinkle tarafından şu şekilde ifade edilmektedir: “M.Ö. IV. binyılda ilk kez
görünmeye başlayan büyük şehirlerin olduğu Mezopotamya, Kuzey ve Güney
Mezopotamya olmak üzere iki farklı çevresel bölge ile karakterize olmuştu. M.Ö. VI. ve
V. binyıl boyunca, Mezopotamya'nın kuzey ve güney bölgeleri birbirlerine paralel
şekilde gelişti. İkisi de, özellikle kuzeyde Ninive, güneyde Uruk ve Nippur
çevresindeki alanlar, bu bölgelerde daha sonraları güçlü şehir devletleri haline gelecek
olan kalıcı toplulukların yurdu oldu. Ubeyd Dönemi sonunda bu durum, Güney
Mezopotamya’da yerleşimlerin büyüklüğü ve yoğunluğunun önemli ölçüde artması
şeklinde değişikliğe uğramaya başladı. Sonuçta, Güney Mezopotamya'da gerçekleşen
“Şehir Devrimi”, Yakın Doğu'da daha önceki bütün yerleşim modellerini gölgede
bırakan bir ölçekte oldu. Şehirlerin bu genişlemesinin üç şekilde olduğu düşünülebilir.
İlk olarak, yerleşimlerin boyutu katlanarak arttı. İkincisi, birbirine yakın şehirlerin
sayısı önemli ölçüde çoğaldı. Böylelikle, yoğun nüfuslu Güney Mezopotamya'da,
büyük bir şehrin sur duvarları, en yakın komşuları için görünür hale geldi. Üçüncü
olarak şehir ortamında yaşayan nüfusun yüzdesi büyük oranda fazlalaştı” (Garfinkle,
2013: 98-100). Bu durumun nasıl gerçekleştiğiyle ilgili olarak Yoffee, şehirleşme
sürecini ele alan değişik yayınlardan alıntılar yaparak konuya ışık tutar. Yoffee,
yerleşimlerin merkezleri olarak birkaç büyük sitenin yer aldığı, küçük sitelerin ise su
yolları boyunca dağıldığı Güney Mezopotamya’da Geç Uruk Dönemi’nde4 gerçekleşen
şehirleşme sürecinde yaşananları sebep-sonuç ilişkisi bağlamında şu şekilde
değerlendirmektedir: "Yaklaşık 500 yıllık bir süre boyunca bu bölgedeki büyük siteler,
daha da büyük hale gelmiş ve kırsal nispeten nüfus kaybetmiştir. Güney
Mezopotamya, nüfusun yaklaşık yüzde sekseninin şehirlerde yaşadığı yerleşim bölgesi
haline gelmiştir. Bu demografik patlamaya birkaç faktör sebep olmuştur. Şehirler, her
Güney bölgesinde, sadece Geç Uruk Dönemi’ne ilişkin sağlam kanıtlar vardır (Crawford, 2010:
17, dipnot 1).
│21
4
│Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
Murat TEKİN
iki yılda bir nadasa bırakılan arazilerde çalıştırılan işçilerin koordinasyonunu ve
arazileri sulayan kanalların açılmasını sağlama görevi olan liderler için odak noktası
haline gelmiştir. Bununla birlikte, bu yerleşimler, özellikle askeri açıdan korunmak
amacıyla bölge sakinlerinin sığındığı merkezler olmuştur. Bu şekilde ortaya çıkan şehir
devletleri, ticaretin de yapıldığı önemli tapınakların bulunduğu yerler olarak önem
kazanmıştır. Merkezden ve ayrıca belki daha güneyden, Güney Mezopotamya’ya
doğru gerçekleşen göçler, değişen çevre koşulları5 tarafından teşvik edilmiştir" (Yoffee,
2004: 54).
Güney Mezopotamya’da şehirlerin büyümesine etki eden yukarıda ifade
edilen etkenlerin yanı sıra, Uruk Dönemi’nde toplulukların daha da büyümesine yol
açan birçok teknolojik yenilik de görülür. Sulamanın geliştirilmesi, tohum ekme
sabanını çekmek için hayvanların ve aynı zamanda tahıl hasadı ve işlemesi için daha
nitelikli aletlerin kullanılması, Güney Mezopotamya’da verimliliği muazzam derecede
artıran gelişmelerdi. Mezopotamya’nın en güneyinde baskın tarımsal birim, kanalların
yanında konumlanmış olan uzun ve dar arazilerden oluşmaktaydı. Dolayısı ile bu
araziler, özellikle sulamalı tarım ve tohum ekme sabanının kullanımı için oldukça
uygundu. Burada tarımsal faaliyeti sürdürmek, etkili bir yönetimi gerekli kılıyordu. Bu
şekilde ortaya çıkan yönetim organizasyonunun arka planında olumlu çevre ve
teknolojik yeniliklerin birleşimi yatmaktaydı. Bu birleşim, üretim fazlasının oluşmasına
yol açtı. Bu durum da sadece daha fazla zanaat uzmanlığının ortaya çıkmasının
koşullarını değil, aynı zamanda yönetimi gerektiren bir ortamın oluşumunu doğurdu.
Böylelikle, devletin büyüyen kurumlarını idare eden yöneticiler olarak, özellikle şehre
özgü uzmanlar ortaya çıktı. Bunlar genel olarak idareci başlığı altında toplanabilecek
rahipleri, askeri yetkilileri, arazi mühendislerini, hâkimleri, muhasebecileri ve son
olarak kâtipleri kapsayan uzmanlaşmış bir sınıftı. Bu şekilde şehirler, gelişerek
büyümüşlerdir. Örneğin, Geç Uruk Dönemi’nde Orta Babilonya’da bulunan Nippur
gibi şehirlerin büyüklüğü 50 hektara yaklaşmıştı. Böylelikle, çevredeki yerleşimler
dahil olmak üzere, insanların dikkate değer bölümü artık Güney Mezopotamya’daki
şehir merkezlerinde yaşıyordu (Garfinkle, 2013: 100 vd.). Bu bağlamda, M.Ö. IV.
binyılın ikinci yarısında, Sumer’deki bu tür yerleşmeleri sadece uzmanlaşmış görevliler
açısından değil, boyutları açısından da şehir olarak tanımlamak mümkündür (Oates,
5
M.Ö. IV. binyıl başlarında gerçekleşen iklim değişiklikleri hakkında, bkz.Nissen, 2004: 64-66.
│22
Gaziosmanpasa University Social Sciences Researches Journal
Dünya Tarihi’nde İlk Şehir ve Şehir Devletinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
2004: 24). Dolayısıyla Uruk Dönemi’nin ayırt edici özelliği olan ve "şehir devrimi" adı
verilen duruma yol açan başlıca etkenler, nüfus artışını, iç ve dış ticaretin gelişmesini,
sulama sistemlerinin daha fazla gelişmesini ve savaşların artışını kapsamaktadır.
Bunlarla birlikte, iklimdeki küçük dalgalanmalar ve hatta dönemlerini etkilemiş
olabilecek bazı zeki ve karizmatik kişiliklerin varlığı gibi, arkeolojik kayıtlardan
kolaylıkla açığa çıkarılamayacak diğer muhtemel etkenlerden de söz edilebilir
(Crawford, 2010: 18).
Yukarıda neden-sonuç bağlamında bahsettiğimiz şehir hayatına ve
devletleşmeye doğru ilerleyen süreci bir bütün olarak ele alacak olursak, ortaya çıkan
netice kısaca şu şekilde ifade edilebilir: "Güney Mezopotamya'nın bereketli ovalarında
Ubeyd Dönemi’nde atılan adımlar, uygarlığın gelişmesinde ve yayılmasında bir temel
oluşturmuştur. Bu temel üzerinde yükselen şehirlerde farklı bir hayat biçimi oluşmaya
başlamıştır. Bu yeni süreç adını, dönemi karakterize eden ilk bulguların ortaya
çıkarıldığı Uruk şehrinden alır" (Köroğlu, 2012: 49, Çevik, 2005: 26).
Uruk: İlk Şehir ve Şehir Devleti
Şehirleşme sürecinin bütününe bakıldığında bu süreçte görülen değişimin
sadece şehirlerin kurulmasından ibaret olmadığı, toplumun diğer pek çok alanında;
ekonomide, teknolojide ve kültürde insanlık için aynı derecede önemli olan başka pek
çok yeniliğin de yaşandığı görülür. Bu yenilikler arasında, devletin bu dönemde
gelişmeye başlaması da vardır (Van De Mieroop, 2006: 39 vd.). Bu bağlamda, şehir
devletinin M.Ö. IV. binyılda “şehir devrimi” sırasında, Güney Mezopotamya’da ilk kez
ortaya çıktığı ve bunun bağımsız sosyal, ekonomik ve siyasi bir yapı olduğu
anlaşılmıştır. Ortaya çıkan bu şehir devleti, bir çekirdek şehir ile onu çevreleyen
tarımsal havzadan oluşuyordu. Surla çevrilmiş şehir; dış mahallelerle, limanlarla,
meyve bahçeleri ve tarlalarla kuşatılmıştı. Şehir merkezi, şehir çevresinde kümelenmiş,
hem kült hem de sosyo-ekonomik örgütlenme merkezi olarak şehri kabullenen,
özellikle tarımsal kasabalar ve köyler şeklindeki daha küçük yerleşmeler hiyerarşisinin
zirvesinde yer alıyordu. M.Ö. IV. binyılın sonlarına doğru şehir merkezlerinin hızlı
gelişimi, bu şehirlerin çoğunlukla gıda üretiminde yer almayan şehir sakinlerinin
geçimini sağlayan, kırsalda yer alan şehre bağımlı bu küçük yerleşmelerin başarısına
dayanmaktadır. Bu farklı türden yerleşmelerin birlikteliği, mükemmel bir şekilde
kendi kendine yeter ekonomik bir dengeyi oluşturmuştu (Garfinkle, 2013: 94 vd.).
Dolayısıyla, Mezopotamya’da ortaya çıkan ilk devletin, Geç Uruk Dönemi’nde
│Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
│23
Murat TEKİN
büyüklüğü yaklaşık 250 hektar ve tahmini nüfusu 40.000 olan Uruk yerleşimi
tarafından örneklendirilen bir şehir devleti olduğu kabul edilmektedir (McMahon,
2005: 28).
Tarihi dönemin şafağında, Güney Mezopotamya şehirleri muazzam
büyüklükteydi. Erken Hanedanlar Dönemi’nin başlangıcıyla (M.Ö. 2900) birlikte, Uruk
surları M.Ö. V. yüzyıl Atinası’nın büyüklüğünün iki katından ve 5 km2’den daha
büyük bir şehri çevreliyordu. Bu şekilde, M.Ö. III. binyılda Uruk şehri yaklaşık 500
hektarlık muazzam bir alanı kaplarken, Ebu Salabih yaklaşık 20 hektarlık bir şehirdi.
Güneyde Maşkan-şapir ile Ur ve daha sonraları, kuzeydeki Şubat-Enlil gibi 60 ila 75
hektar arasında değişen daha normal boyutta şehirler de vardı (Garfinkle, 2013: 102
vd.). Bunlar arasında Uruk şehri, sur duvarlarıyla çevrili alanının yaklaşık 500 hektar
olması ve yaklaşık 40.000 sakine6, karmaşık bir hiyerarşik idari yapıya, bazen uzaktan
ithal edilmek zorunda olan değerli taş veya metaller gibi malzemeler üzerine çalışan
yetenekli zanaatkârlara ve yeniden dağıtım ekonomisinin işlediği en görkemli
tapınaklara sahip olmasıyla dünyanın en büyük şehriydi (Westenholz, 2002: 23,
Maisels, 1999: 232). Böylelikle, Erken Hanedanlar Dönemi’nin, önceki Ubeyd, Uruk ve
Cemdet-Nasr dönemlerinin şehir gelişiminin doruk noktası olduğu ortaya çıkar. Bu
durumdan da anlaşılacağı üzere, Güney Mezopotamya'da kültürel gelişmenin temel
özelliği süreklilikti (Dolukhanov, 1998: 383). Bu bağlamda, Geç Uruk’tan Erken
Hanedanlar III Dönemi’ne kadar yoğunluğu ve boyutu artan şehir yerleşimleri modeli
göz önünde bulundurulsa, M.Ö. 2500 yılına gelindiğinde nüfusun yüzde 80’inin, 40
hektarı aşan belli başlı şehirlerde yaşamış olduğu sonucuna varılır (Kuhrt, 2009: 40). Bu
zamanda, Sumer bölgesinin nüfusu yarım milyonu geçmişti (Kamenka, 1989: 14).
Tarihteki ilk şehir devleti sisteminin görüldüğü bölge olan Güney
Mezopotamya, Erken Hanedanlar Dönemi'nde toplam nüfusunun yüzde 80'inin
şehirlerde yaşaması nedeniyle, aynı zamanda Eskiçağ’ın en şehirli toplumuna da ev
sahipliği yapmıştır. Bu yüzden, şehirler Güney Mezopotamya'da toplum hayatının
M.Ö. III. binyılda şehrin boyutları büyürken nüfusun aynı kalması pek mümkün gibi
gözükmemektedir. Dolayısıyla nüfusunda şehrin büyüklüğüyle doğru orantılı olarak arttığını
düşünmeliyiz ki zaten böyle bir durum olmamış olsaydı, şehri genişletme ihtiyacı duyulmazdı.
Belki de bu durumun sebebi, herhangi bir savaş durumunda Uruk’un himayesi altındaki
çevredeki köy gibi yerleşim birimlerinde yaşayan sakinlerin sığınabileceği kadar büyük bir
şehir olma zorunluluğu idi.
6
│24
Gaziosmanpasa University Social Sciences Researches Journal
Dünya Tarihi’nde İlk Şehir ve Şehir Devletinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
kalbidir (Çevik, 2005: 70). Bu anlamda sakinleri için şehirler, neredeyse tüm önemli
faaliyetler için merkez durumunda olan geçinme ve koruma sağlama yeteneğine sahip
yerlerdi. Hem dünyevi hem de tanrısal otorite merkezi olarak şehirler, sakinlerinin
güvenliğini düşmanlarına karşı korumanın çoğu zaman garantisiydi. Güney
Mezopotamya'da nispeten düz bir çevre içinde şehirler, alüvyonlu ovada manzaranın
en belirgin özelliğiydi. Bu şehirler, uzak mesafelerden görülebiliyordu. Şehirlerin sur
duvarları ve içindeki büyük boyutlara ulaşmış olan tapınaklar, insan başarısını
yansıtan çok önemli öğelerdi (Garfinkle, 2013: 106).
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Mezopotamya eski dünyanın en yoğun şekilde
şehirleşmiş bölgesiydi ve çeşitli şehirlerden elde edilen verilerin toplanması,
Mezopotamya şehrinin oldukça doğru bir resmini oluşturmaya imkân sağlamaktadır.
Bu bağlamda, Mezopotamya şehrinin surlu merkeziyle sınırlanmadığı görülür. Şehir,
surla çevrili bir iç şehir ile bu surun hemen dışında yer alan mahalleler, liman alanı ve
bu alanlara bitişik tarla ve meyve bahçelerinden oluşan birkaç meskûn bölümden
oluşmaktaydı. Gelişen Güney Mezopotamya şehirlerinde, çeşitli işlevlere sahip
yapıların bulunduğu iç şehrin, asıl merkezi oluşturduğu görülür. Burada dini
kompleksler, saraylar, idari yapılar, yerleşim ve endüstri alanları bulunmaktaydı.
Şehirler, düzenli bir şekilde oluşturulmamış kanal ve caddeler tarafından bölümlere
ayrılmıştı (Van de Mieroop, 1997: 64-65, 84, Çevik, 2005: 40 vd.). Bu şehirler, çiftçilere
ve zanaatkârlara bir yurt ve bir pazar yeri imkânı sunmanın yanı sıra, tapınma ve
ideolojik kimlik için de bir kült merkeziydi. Ayrıca bu şehirler, kamu hayatını organize
eden şehir seçkinlerini barındırıyordu. Şehirle ilgili olarak ortaya çıkan bu esaslar,
şehrin kökenleri hakkında birçok teorinin doğmasına yol açmıştır. En önemli teoriler;
törensel bir merkez olarak, üretim fazlasının toplanma yeri, yeniden dağıtım
otoritesinin ve ticaretin merkezi olarak şehrin rolünü vurgular. Bu anlamda, M.Ö. IV.
binyıl şehirleri; kamu inşaatını, devrik ağızlı kâse benzeri malların üretimini ve
tayınların dağıtımını gerçekleştiren şehir devleti yönetimleri tarafından idare edildi. İlk
yazılı belgeler, ekonomiyle ilgili bilgi depolamak ve aynı zamanda mekân ve zaman
boyunca onu transfer etmek için bir endişeyi gösterir. Etkili çalışması için bir yazı
sisteminin başlıca şartlarından biri standartlaşmaydı. Şehrin bir kesimindeki ya da
yılın belli bir zamanındaki bir kâtibin, şehrin başka bir yerindeki bir kâtip tarafından
kaydedilen bilginin kilidini açabilmesi için bu gerekliydi. Bu tür standartlaşma, esas
olarak büyük kurumların kılavuzluğunda eski dünyada ortaya çıktı. Bu nedenle, hem
│Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
│25
Murat TEKİN
yazının varlığı hem de ilk yazılı belgelerin içeriği, şehir devletlerindeki merkezi
otoritenin büyümesine tanıklık eder. İlk kil tabletler, Uruk gibi şehirlerde başta
tarımsal ürünler olmak üzere toplanan, depolanan ve dağıtılan malları kaydeder
(Garfinkle, 2013: 100 vd.). Bu durumla bağlantılı olarak, Güney Mezopotamya’da
ortaya çıkarılan en erken yazılı kayıtlar, çoğunlukla tapınak çevresinde bulunmuştur.
Kil tabletler üzerine yazılı olması ve bir sayı gösterme sistemi içermesi, Uruk’taki
Eanna tapınağının toplum için yeniden dağıtım merkezi olarak hareket ettiğini ortaya
koymaktadır. Yerleşim yerlerinin büyümesiyle birlikte, tahıl ambarları ve değişik
türdeki malları içeren depolarla çevrili olan tapınaklar da genişledi. Malları kontrol
etmek ve onları tekrar dağıtmak, bazı etiketleme ve sayma sistemlerinin geliştirilmesini
gerektirdi. Kişiler ve nesneleri kelimelerle ifade etmek ve numaralandırmak için
işaretler yapma ihtiyacı nedeniyle, resimyazısını içeren tabletler geliştirildi ve böylece
saymayı ve etiketlemeyi yapmak için bireyler, yani kâtip ve muhasebeci ihtiyacı
doğdu. Bu yüzden M.Ö. IV. binyılın küçük tapınağı, gittikçe M.Ö. III. binyılın tapınak
kompleksine ve ilkel depolar ise, kurumsal depolama ve yeniden dağıtım işlevi gören
ekonomi merkezine doğru gelişim gösterdi (Finer, 1997: 112-113). Bu durumu
örnekleyen, Geç Uruk Dönemi’nin şehir devletleri arasında kapsamlı olarak kazılan tek
şehri olan Uruk’ta, Eanna ve Anu tapınağındaki tapınak kompleksleri gibi benzersiz
ölçeklerde anıtsal mimarilerin oluşumu gözlemlenir. Bu bağlamda, Eanna’nın alanı
yaklaşık 9 hektarı kaplıyordu ve bu alan bir takım tapınakları, saray olduğu düşünülen
bir yapıyı (dört salonlu bina), çok süslü biçimde dekore edilmiş bir avluyu ve diğer
büyük binaları içeriyordu. Silindir mühürler ve en mantıklı şekilde tayın kapları olarak
yorumlanabilecek olan devrik ağızlı kâseler gibi mallar, bu fevkalade bir şekilde
uzmanlaşmış ve farklılaşmış toplumun ve ekonominin karakteristik eserleriydi. Ayrıca
Uruk’taki Eanna tapınak bölgesi, sadece tapınak merkezi değildi. Burası daha erken
dönemlerin en büyük köylerinden bile daha büyüktü. Bu bölgede daha önce ifade
ettiğimiz gibi, işlevleri farklı çok sayıda yapı yer almaktaydı. Bu anlamda, Eanna’da
zanaatkârların hünerlerini sergileyebileceği üretim alanları da vardı. Bu alanlarda
üretilmiş bir sanat eseri olarak karşımıza çıkan Uruk Vazosu, otoriteyi temsil eden
şahısları, tanrıların sembollerini, kölelerin ve vergi taşıyıcılarının geçit törenini betimler
(Yoffee, 2004: 54, 211). Bu vazo üzerindeki betimlemenin orta sırasında, adımlarla
ilerleyen, kavanoz ve kâseler taşıyan çıplak şekilde betimlenmiş erkek figürlerden
oluşan uzun bir hat vardır. Bunlar otoriteye bağımlı emekçilerdi. Üstte ise, giyinik
│26
Gaziosmanpasa University Social Sciences Researches Journal
Dünya Tarihi’nde İlk Şehir ve Şehir Devletinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
şekilde betimlenmiş çeşitli memurlar, toplumun ürününü almakta, bunları
sembollerinin önünde duran ve Uruk şehrindeki önde gelen ilahlar arasında yer alan
tanrıça İnanna’ya adamaktadırlar. Memurlar arasında ise, daha büyük şekilde
betimlenmiş bir şahıs yer almaktadır. Bu yüzden bu şahsın, eski meslekler listesinin en
başında bulunan lider olduğu düşünülmektedir (Garfinkle, 2013: 102). Dolayısıyla,
İlkyazı Dönemi sırasında Mezopotamya şehirlerinde tapınak; sosyal, ekonomik ve
siyasî açıdan büyük bir rol oynamıştı. Tapınak, toprak mülkiyetini kontrol etmiş,
işçileri ve zanaat ustalarını çalıştırmış, uzun mesafeli ticareti yönetmiş, şehir ve çevresi
üzerinde siyasî otorite oluşturmuştu (Nemet-Nejat, 1998: 19).
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Aşağı Mezopotamya’da şehrin
odak noktası, kült merkezleriydi. Bu kült merkezlerinin zaman ve mekân bakımından
oldukça sabit kaldığı arkeolojik kayıtlardan bilinmektedir. Örneğin, Eridu şehrinde
gerçekleştirilen arkeolojik araştırmalarda, M.Ö. VI. binyılın sonlarından, Fırat
Nehri’nin akışında meydana gelen değişim nedeniyle şehrin terk edildiği M.Ö. III.
binyılın sonuna kadar devam eden süre boyunca aynı yerde inşa edilen on altı tapınak
dizisi tespit edilmiştir. Bu süre içinde, tapınak bir odadan, şehir ve çevresindeki ova
üzerinde yükselen yüksek ve büyük bir ziggurata dönüşmüştür (Garfinkle, 2013: 106).
Bu konuyla ilgili olarak Oates görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır: "Bilinen en eski
şehir merkezlerinin odak noktası bir tapınak veya tapınaklar kompleksidir ve bu
modelin kökeni, erken Ubeyd Dönemi yerleşmelerine kadar izlenebilir. Yine de, bu
merkezleri teokratik toplumlar olarak nitelemek veya sıkça yapıldığı gibi, gelişimlerini
hızlandıran tek öğenin din olduğunu düşünmek her şeyi çok basite indirgemek olur.
Çünkü Mezopotamya'da herhangi bir yerleşimin daha önce orada bulunan bir tapınma
yeri çevresinde büyüdüğüne dair bir kanıt yoktur. Tapınak varlığını topluma
borçludur, onun tarafından yönetilmektedir ve en erken dönemlerinde karmaşık ve
temelde dünyevi olan toplum bünyesinin bir öğesidir" (Oates, 2004: 25). Huot,
Thalmann ve Valbelle’ye göre ise, "Mezopotamya şehirlerini teokratik şehirler olarak
düşünmekten sakınmak gerekiyorsa da, bu şehirlerin her şeyden önce tanrıların
ikametgâhı oldukları düşüncesi bir gerçektir. Şehirlerin kuruluşu her ne kadar
kralların eseri ise de, kökenlerinin tanrılara uzandığını gösteren metinler çok
sayıdadır" (Huot, Thalmann, Valbelle, 2000: 251). Bu bağlamda, Eski Yakın Doğu
edebiyatında tanrıların şehirleri inşa ettiği fikri ile karşılaşılır. Nitekim M.Ö. II.
binyıl’da bölgesel krallık haline gelen Babil’de, Yaratılış Destanı’nda Babil şehrinin
│Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
│27
Murat TEKİN
üstünlüğünü vurgulamak amacıyla, bu şehrin tanrıların yeni taç giymiş kralı olan
Marduk’un evi olarak tanrılar tarafından inşa edildiği anlatılır. Dolayısı ile tapınak,
tanrının gerçek ikamet yeri olarak görüldü ve bu yüzden şehir ile tanrısı arasında
güçlü bir bağ doğdu. Bu fikir, Yakın Doğu’daki şehir devleti kültürlerinde ortak bir
düşünce şekliydi. Bu düşüncenin yansıması olarak şehir içindeki tüm faaliyetler,
sakinleri tarafından istikrarın desteklenmesi ve ilahi bir düzeni sürdürme olarak
görülürdü. Sistem, gerekli tarımsal işlerin çoğunu gerçekleştiren ve surları inşa etme,
kanal bakımı ve hatta askeri faaliyet için çağrılabilen bağımlı geniş bir emekçi kesim
tarafından ayakta tutuluyordu. Bunlar, "uzmanlaşmış sınıflar" olarak adlandırılabilir.
Bir meslek sahibi olarak metinlerde tespit edilen bu kişiler, en iyi bilgi sahibi olunan ve
şehir toplumuna ait ayrıcalıkların tümüne sahip, büyük ölçüde özgür bireyler
topluluğu olarak karşımıza çıkar (Garfinkle, 2013: 107).
SONUÇ
Tarihteki ilk şehir, Güney Mezopotamya’da M.Ö. IV. binyılın ikinci yarısında
ortaya çıkmıştır. Bu şehir, bir yerleşimin şehir olarak kabul edilebileceğiyle ilgili olarak
öne sürülen; yazı, yoğun nüfus, yönetici sınıf, uzman zanaatkârlar, tabakalı toplum
yapısı, anıtsal yapılar ve uzak mesafeli ticaret gibi kavramların ilk kez görüldüğü Uruk
şehridir. Uruk Dönemi’nin ayırt edici özelliği olan ve Şehir Devrimi adı verilen bu
duruma yol açan başlıca etkenler, dini bir merkez ve üretim fazlasının toplanma yeri
olarak şehrin ön plana çıkması ve bu durumla bağlantılı olarak yeniden dağıtım
otoritesinin ve ticaretin merkezi olarak şehrin önem kazanmasıdır. Ayrıca, iklimdeki
küçük dalgalanmaların da çevreden merkeze doğru, yani kırsaldan şehre doğru göç
dalgasını başlatarak şehirdeki nüfusun yoğunluğunu artırdığı söylenebilir.
Şehirleşme sürecinin bütününe bakıldığında bu süreçte görülen değişimin
sadece şehirlerin kurulmasından ibaret olmadığı, aynı zamanda tarihteki ilk devletin
de bu dönemde gelişmeye başladığı görülür. Bu ilk devlet, Geç Uruk Dönemi’nde
büyüklüğü yaklaşık 250 hektar ve tahmini nüfusu 40.000 olan Uruk yerleşimi
tarafından örneklendirilen bir şehir devletidir. Böylece, şehir devletinin M.Ö. IV.
binyılda “şehir devrimi” sırasında Güney Mezopotamya’da ilk kez ortaya çıktığı ve
bunun bağımsız, sosyal, ekonomik ve siyasi bir yapı olduğu anlaşılmıştır.
Ubeyd Dönemi ile başlayan Güney Mezopotamya’daki yerleşik hayat süreci,
M.Ö. IV. binyılda Uruk’ta şehirli bir dünyanın ve dolayısıyla ilk şehir devletinin
│28
Gaziosmanpasa University Social Sciences Researches Journal
Dünya Tarihi’nde İlk Şehir ve Şehir Devletinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
doğuşu şeklinde meyvelerini vermiş, M.Ö. III. binyılda Erken Hanedanlar Dönemi’nde
ise, sözkonusu şehir devletlerinin bu dönemi karakterize etmesiyle altın çağını
yaşamıştır. Bu bağlamda, Şehir Devrimi olarak adlandırılan gelişmelerin kökeninin
Güney Mezopotamya’da Ubeyd Dönemi’nde başlayan ilk iskân aşamasına kadar
uzandığı görülür. Dolayısı ile bu tür gelişmelerin arka planında, yaklaşık olarak iki bin
yılı aşkın uzun bir süreçte elde edilen Mezopotamya’daki medeniyet birikiminin
olduğu gerçeği yatar. Bununla birlikte, bu topraklarda zaman içerisinde ortaya çıkan
sözkonusu gelişmelerin gittikçe katlanarak doruğa ulaşması, kültürel gelişmenin
sürekliliği olarak yorumlanabilir.
KAYNAKLAR
Childe, V. G. (2009). Tarihte Neler Oldu?, Çev. Alaeddin Şenel-Mete Tunçay, İstanbul,
Kırmızı Yayınları, 5. Baskı.
Crawford, H. (2010). Sümer ve Sümerler, Çev. Nihal Uzan, Ankara, Arkadas Yayınevi.
Çevik, Ö. (2005). Arkeolojik Kanıtlar Işığında Tarihte İlk Kentler ve Kentleşme Süreci:
Kuramsal Bir Değerlendirme, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Dolukhanov, P. (1998). Eski Ortadoğu’da Çevre ve Etnik Yapı, Çev. Suavi Aydın, Ankara,
İmge Kitabevi.
Finer, S.E. (1997). The History of Government from the Earliest Times, Oxford University
Press.
Garfinkle, S.J. (2013). "Ancient Near Eastern City-States", (Ed.) Peter F. Bang, - Scheidel
Walter, The Oxford Handbook of the State in the Ancient Near East and Mediterranean,
New York, Oxford University Press, 94-119.
Huot, J. L., Thalmann, J.P. and Valbelle, D. (2000). Kentlerin Doğuşu, Çev. Ali Bektaş
Girgin, Ankara, İmge Kitabevi, 1. Baskı.
Kamenka, E. (1989). Bureaucracy, Oxford, Blackwell.
Köroğlu, K. (2012). Eski Mezopotamya Tarihi: Başlangıcından Perslere Kadar, İstanbul,
İletişim Yayınları, 7. Baskı.
Kuhrt, A. (2009). Eskiçağda Yakındoğu, Çev. Dilek Şendil, C.I, İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı.
Maisels, C. K. (1999). Uygarlığın Doğuşu: Yakındoğu’da Avcılık ve Toplayıcılıktan Tarıma
Kentlere ve Devlete Geçiş, Çev. Alaeddin Senel, Ankara, Imge Kitabevi.
│Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
│29
Murat TEKİN
McMahon, A. (2005). "From Sedentism to States: 10,000-3000 BCE", (Ed.) Daniel C.
Snell; A Companion to the Ancient Near East, Malden, MA: Blackwell Publishing,
20-33.
Nemet-Nejat, K.R. (1998). Daily Life in Ancient Mesopotamia, Greenwood Press.
Nissen, H. J. (2004). Ana Hatlarıyla Mezopotamya: Yakındoğu Arkeolojisi’nin İlk Dönemleri
(İ.Ö. 9000-2000), Çev. Z. Zühre İlkgelen, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Oates, J. (2004). Babil, Çev. Fatma Çizmeli, Ankara, Arkadaş Yayınevi.
Van De Mieroop, M. (1997). The Ancient Mesopotamian City, Oxford, Clarendon Press.
Van de Mieroop, M. (2006). Antik Yakındoğu’nun Tarihi: İÖ 3000-323, Çev. Sinem Gül,
Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 1. Baskı.
Westenholz, A. (2002). "The Sumerian City-State", (Ed.) Hansen, Mogens Herman, A
Comparative Study of Six City-State Cultures an İnvestigation, Copenhagen, Kongelige
Danske Videnskabernes Selskab, 23-42.
Yoffee, N. (2004). Myths of the Archaic State : Evolution of the Earliest Cities, States and
Civilizations, Cambridge University Press.
│30
Gaziosmanpasa University Social Sciences Researches Journal