Academia.eduAcademia.edu

Şehir ve Güven: Sosyal Güven'den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik

2024, Düşünen Şehir Dergisi

Güvenlik ŞEHIR VE GÜVEN Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak Celaleddin Çelik | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik Prof. Dr., Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Öğr. Üyesi 72 ‘Güven’in Mekânsal Serencamı güçleriyle sağlanıyordu. Günümüz kent yaşamında güvenlik konusu aile, hukuk, ticaret, sanat, mimari, Şehir, günlük hayatın ve kültü- Tarihsel şehirlerin güvenliği öncelikle sağlık, seyahat ve benzeri alanlara rel mekânın anlamlı bir muhit ve dış tehditlere karşı koruma sağlayan, genişleyerek kültürel ve kişisel aidiyete dönüştüğü yerdir. Şehirde aynı zamanda içeride otoriteyi meş- süreçleri de içine almıştır. Hatta yaşamanın anlamı, birlikteliğin rulaştıran muhkem surlar ve kaleler güvenli kent profili iki asli alanın sosyal nizamına güven duymak ve gibi mekânsal bir boyuta sahipti. korunmasına bağlı kılınmıştır: kamurıza göstermektir. Bu rıza bireysel Bununla birlikte şehirlerin güvenliği sal alanın özerkliği ve kişisel özel keyfiyetin, şahsi istek ve arzuların yalnızca savunma amaçlı tedbirler ya alanın mahremiyeti. hilafına kamusal bir vicdana ve da binalarla sınırlı değildir. Açıkçası müşterek bir ruha bağlılığı pekiştirir. günlük hayatta ticaretten zanaata, Kent kültürü açısından baktığımızda Bu bakımdan şehir her ne kadar sanattan mimariye, komşuluktan zaman ve mekân planlaması bile bireysel özgürlüğe geniş bir alan eğlenceye bütün ilişkileri belli bir esasında güven ekseni oluşturmak sunsa da ortak yaşamın istikrar ve düzen ve istikrar içinde tutacak içindir. Kentsel zaman yaşamın düzen güvenliği için uyulması ve içselleşti- güçlü bir sosyal dokuya ve işleyen ve güven içinde ikamesi için bireylerin rilmesi gereken normlar ve kuralları bir sisteme ihtiyaç vardır. Modern gündelik işler ve ilişkilerini disipline içerir. Günlük hayatta olası tehditler öncesi dönemlerde şehir ve ülke eder. Günlük hayatta işler ve ilişkilerin ve belirsizlikleri bertaraf edecek emniyeti daha çok merkezî-resmî belirlenmiş bir zaman dizgesinde otoritenin askerî, hukuki ve mahallî icra edilmesi, karşılıklı güven ve | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | kurumlarla ancak güvenli ilişkiler ve kültürel temaslar mümkündür. istikrar açısından büyük önem arz eder. Kentsel zaman koordinasyonu ulaşımdan iletişime, ekonomiden hukuka ve hatta sanattan eğlenceye bütün alanlarda kültürel sistemi inşa eden ve sürdüren kolektif bir güveni temsil eder. Zamansal sistemin bozulması şehrin nizami akışını, hayati ihtiyaçlar ve görevlerin icrasını kesintiye uğratır; güveni devre dışı bırakır. Toplumsal güvenin ikamesi belirlenmiş vakit çizelgesine uyma, değişimin zamanını takip etme ve sosyal zaman pratiklerini içselleştirme gibi rutinlere bağlıdır. Mekânsal boyutta güvenlik meselesi ise “konut” eksenli bir biçim odern öncesi dönemlerde şehir ve ülke değişikliğine uğramış, evin emniyeti emniyeti daha çok merkezî-resmî otodaha çok korunaklı seçkin-soylu ritenin askerî, hukuki ve mahallî güçleriyle semtler ya da sitelerde teknolojik sağlanıyordu. Günümüz kent yaşamında bir mahiyet kazanmış, güvenlik güvenlik konusu aile, hukuk, ticaret, sanat, düzeyi mekânın değerini artıran ya da eksilten bir emtia olarak pazara mimari, sağlık, seyahat ve benzeri alanlara çıkmıştır. Bir başka deyişle modern genişleyerek kültürel ve kişisel süreçleri güvenlik olgusu kapitalist tüketim de içine almıştır. Hatta güvenli kent profili kültürü içinde muhteva ve anlam iki asli alanın korunmasına bağlı kılınmışdeğişikliğine uğramış, toplumsal güç tır: kamusal alanın özerkliği ve kişisel özel ya da imkânlara göre çeşitlenen sektörel bir mahiyet kazanmıştır. Öznel alanın mahremiyeti. düzeyde ise güvenlik algısı kişisel özerklik ve mahremiyet sınırlarına çekilmiş, kişisel özerklik ve özel alanın dokunulmazlığı küresel bir Geleneğin dünyasında emniyet ve güvenlik tasavvuru organize kurumdeğer olarak öne çıkmıştır. eminlik ahvali ise öncelikle şehir lar ve resmî yapıları aşan boyutlara hayatına mündemiç bir tasavvur sahiptir. Müşterek değerlerin ve Güvenliğin ontolojik veçhesi ise olarak zihniyete, davranış ve eylem- geleneklerin etkisi şehir büyümeye modern kent yaşamında anlam lere nüfuz eden yakınlık, birliktelik, ve kalabalıklaşmaya başlayınca haritalarını sarsan anomi ve yaban- kardeşlik ve dayanışma gibi irfani azaldı, emniyetin kurumsallaşması cılaşma gibi sosyo-psikolojik sorun- kodlar ve adabımuaşeretle ikame ve yaygınlaşmasını gerektiren suçlar, larla birlikte öne çıkmıştır. Buna göre kılınıyordu. Kişilerarası ilişkileri çatışma ve ayrışmalar ise arttı. Huzur kentsel yaşamın kurumsal informel anlamlı kılan eminlik dili, hayatın içinde bir hayat umudu, artan riskler, yapısı insani ilişkilerde bir soğukluk olağan akışına ve devamlılığına güç tehditler ve belirsizlikler nedeniyle ve yalnızlığı; rasyonel, rekabetçi ve veren informel bir tahayyül olarak korku, endişe ve kaygıların tetikleseküler yapısı ise psikolojik gerilimler, özel bir şehir bilinci ve aidiyetini diği hastalıklı, depresif ve stresli bir korku ve endişeleri artırmış, varoluş- de inşa ediyordu. Kadim dünyada yaşama dönüştü. Şehirde güvenli sal güvenlik kaygısını tetiklemiştir. terbiye sistemine entegre olmuş yaşam kötülüğün çeşitlenen ve | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik M 73 | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik G 74 üvenliğin ontolojik veçhesi ise modern kent yaşamında anlam haritalarını sarsan anomi ve yabancılaşma gibi sosyo-psikolojik sorunlarla birlikte öne çıkmıştır. Buna göre kentsel yaşamın kurumsal informel yapısı insani ilişkilerde bir soğukluk ve yalnızlığı; rasyonel, rekabetçi ve seküler yapısı ise psikolojik gerilimler, korku ve endişeleri artırmış, varoluşsal güvenlik kaygısını tetiklemiştir. dığımız yeni riskler ve tehditleri karşımıza çıkarmaktadır. Kent yaşamı bu bakımdan hem stres, endişe ve kaygılarımızı artıran hem de buna karşı güvenlik ve korunma ihtiyacımıza cevap veren paradoksal bir mekân tecrübesine zorlamaktadır. Mekânı tecrit ederek güvenli kılma arzusu yüksek maliyet nedeniyle daha fazla kazanmaya ve çalışmaya teşvik etmekte, mekânda ortaya çıkan bu ayrışma ise kültürel güvensizliği artırmaktadır. Kapitalist mekân piyasasında güvenlik, seçkinleştirici konfor ve huzur paketleriyle satışa sunulmakta, ötekinin, yabancının ve tekin olmayanın mutazarrır nazarlarına ve fiilî tasallutuna karşı sosyal sterilizasyona gidilmektedir. her türlü siyasi, mahallî, cemaatsel ilişkilerin perdelediği himaye ağları yer almaktadır. Postmodern dönemle birlikte internet ile nihayetinde bütün bir sistemi ve hayatı kendinde toplayan dijital kültür, bireyi bir sanal dünyaya hapsetmekte ve ıssızlaştırmaktadır. Ancak bütün bir hayatı siber etkileşim ağlarıyla birlikte bir data imparatorluğuna ve algoritmik determinizme teslim eden yeni düzen ise basit bir güvenlik sorunu değil daha derin bir ontolojik güvensizliğin kaynağı durumuna gelmiştir. Şehir hayatında güvenliği sarsan durumlardan biri de sahip olunan sosyal sermaye ve imkânlara göre Bütün bu yeni güvenlik ve telafi sosyal gruplar arasında ciddi bir sistemlerine karşılık kentte yaşayan zaman farkının ortaya çıkmasıdır. herkes her an nereden geleceği Elbette kentsel sistem hiçbir zaman belli olmayan bir şiddet, tehdit ve için homojenleştirici bir süreç içermez, teknolojik risklerle karşı karşıyadır. ancak varlık seviyesindeki farklılık Gerçekliğin giderek siber âleme sürekli artma ve uzaklaşmaya yol taşındığı küresel dünyada karma- açıyorsa, eğitim, sağlık, hukuk gibi şıklık ve belirsizlikleri çoğaltan tek- hayatın temel kurum ve boyutlano-kapitalizm, manevi değerleri ve rında eşitsizliğin yarattığı gerilimler bağları aşındırmakta, insan kendini önce huzuru sonra emniyeti tehdit kişisel ve kültürel bir yoksunluk etmektedir (Harvey 2009, 57). Kent içinde hissetmektedir. Öte yandan bu bakımdan çıkar gruplarının, suç güvenlik tedariki bazı durumlarda ve çöküntü mahallerinin geniş alan ve kesimlerde sosyal sistemin ve bulduğu, kolayca egemenlik kurduğu artan yeni biçimleri nedeniyle gide- kurumların dışına çıkmış, bu bağ- bir yer hâline gelir. Gayriresmî güç rek karmaşıklaşmakta ve maliyeti lamda kimi mafyatik ikame ve ve çıkar odakları, mafyatik yapılar artmaktadır. informel güvenlik odakları şehir varoşlarda, eşitsizlik ve yoksulluk hayatına müdahil olmuştur. Mafyatik muhitlerinde kendilerine hareket Güvenliğin kurumsallaşması ile güçlerin güveni teslim alması daha alanı bulur. Mafyatik örgütler siskötülüğün kentsel tezahürleri ara- çok plansız, düzensiz kentleşmenin temin açıklarını istismar ederken sında doğrudan bir ilişki bulunmak- spekülatif zenginlik ve rant yarattığı kendilerince paralel güvenlik ağlatadır. Zamanımızın tekno-bilimsel, ortamlarda tezahür etmekte; bu rına dönüşür, adaletsizliğin kentsel biyo-teknolojik ve dijital gelişmeleri durumda resmin bir tarafında özel bağlamda çözümü için güç ve silahla ile gelenekleri ve kurumları altüst güvenlikçilerin, bariyerli geçişlerin informel bir düzen inşa eder. Mafya eden küresel piyasa kapitalizmi ve tekno-dijital mekânların arkasına kentsel bir ağalık düzenidir, korku gündelik hayatımızda aşina olma- sığınmış hayatlar, diğer tarafında ise ve tedhiş ile hüküm sürer, bazen | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | göçmenlerin veya sığınmacıların yerleşim adalarına dönüşür. Bakımsız, metruk ve yenilenme dışında kalmış yerleşim yerleri güvenlik, eğitim ve sosyal hizmetlerin zayıfladığı güvensiz alanları oluşturur. Bu semtler yoksunluk iklimine, daha doğrusu düzensiz, plansız ve kontrolsüz himaye düzenine terk edilmiştir. Kentsel dönüşüm adı altında eski kentin merkezî mahalleri çöküntü Geleneksel şehir kültür ve kurum- alanları olmaktan arındırılırken, larının kalmadığı kentlerde ikame düşük katlı eski evlerin yerini pahalı güven yapıları olarak birtakım ağ iş yerleri ve yüksek katlı gökdelenler ve himaye sistemleri ile örgütlü doldurur. Kent merkezleri ev ve cemaatler devreye girer. Mahallî, konut hayatının aksine giderek ticari, siyasi ve dinî cemaatler esasen ne finansal faaliyetler için ofis bloklageleneksel şehrin ne de modern rına ve iş hanlarına dönüşmektedir. kentin organik kurumları olmayıp, Kentin eski sakinleri konforlu yaşam düzensiz kentleşmenin toplumsal muhitlerini merkezden çeperlere çarpıklığına karşı türemiş yapılardır. taşırken, toplu konutlara yönlenİkame güvenlik yapıları her türlü dirilen orta alt sınıflar ise aidiyet kontrol, denetim ve şeffaflığın dışında ruhuyla birlikte statü ve itibarlarını hareket ettikleri için, genel bir güven- da kaybeder. likten ziyade güç ve iltimas, ayrım ve imtiyaz arayışlarını meşrulaştırır. Kentsel Güvenin İnkırazı; Şehirlerde betonlaşma ve otoyollar Güvensizlik Toplumu ağının genişlemesi, toprağın, suyun ve havanın kirlenmesi ekolojik güveni yok eden bir risk ve tehdit İnsanlarda güven eksenli bir çevre ve değil midir? Diğer taraftan çalışma toplum arayışı genellikle dayanışmacı, ve iş hayatının sürekli değişen denetimci ve sistemci eğilimleri de karakteri ile kurumsal adaletsizliğin güçlendirmektedir. Bu bakımdan yeni yarattığı sorunlar ise sosyal güveni güvenlik paradigması da birtakım tahrip etmektedir. Şehirde giderek yasal ve kurumsal düzenlemelerle artan “prekarya” yani güvencesiz sisteme bağlılığı artırmakta ve işlerde çalışanlar, sistemin yarattığı karmaşıklaşmaktadır. Güvenliğin adaletsizliklere ve ayrımlara karşı kurumsallaşması güvenin egemenliği yönü belirsiz bir hınç ve öfke içine anlamına gelmez, bilakis güvenlik düşmektedir. tedbirleri çeşitlenerek arttıkça bu durum bir şekilde endişe ve kaygının Şehrin yeni orta sınıfları ve seçkin- da yayılmasına yol açmaktadır. leri giderek daha mutlu mesrur bir hayat sürecekleri korumalı sitelere, Modern kentsel yaşama özgü güvenbahçe-villa semtlere taşınırken mer- lik sorunsalı her şeyden önce insan ve kezin harabe mekânları ötekilerin, varlık hakkındaki algı ve idrak değişi- miyle ilgilidir. Bir başka deyişle insan, varlık, zaman ve mekân idrakindeki seküler kopuş, insanın insanla ve mekânla ilişkisinde yeni bir eksene geçişi anlamına geliyordu. Varlığa anlam ve amaç katan metafiziğin yerini araçsal rasyonalite ve sekülerliğe bırakması, modern insanın düşünce ve davranışlarında bir anlam karmaşasına ve buna bağlı olarak bir güven krizine yol açtı. Seküler bireyci proje geleneğin adap ve terbiye nizamından uzaklaşırken yerine makul bir anlam sistemi de ikame edemeyince, gündelik hayat dünyasına güvensizlik kültürü hâkim oldu. Öte yandan kapitalist modernleşme sürecinde geleneksel şehrin estetik ve etik müktesebatı kaybolurken tüketim kültürü ve rant ekonomisi hayatın dinamiklerini belirledi. Plansız ve modelsiz büyüyen şehirler bir şekilde adaletsiz bir sınıf atlama ve rantsal sıçrama arenasına dönünce, gösterişçi zenginliğin ve bir kadere dönüşen yoksunluğun etkisinde gündelik hayat güvensizlik ekseninde şekillenmeye başladı. Hayatın ahenkli akışına ve ilişkilere yön veren güvenin mekânları ise kaybolan estetik kimlikleriyle birlikte kültürel yozlaşmanın simgesi hâline geldi. | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik kurumları ve sivil hayatı dahi etkileyip yönlendirebilme gücüne erişir. Oysa modern kent sivil toplumun ve örgütlenmenin mekânıdır; gündelik hayat, kurumsallığı zayıf toplumlarda resmî otorite ile mafyatik güçler arasında ezilmekte; güvenlik ise güç durumuna göre ya özel güvenlikçi ve korumalara ya da mafyatik yapılara havale edilmektedir. 75 yaralanmış bir şehirdir. Orada emin bir ahval üzere değil, belki ancak emaneten yani geçicilik algısıyla yaşanır. Orada şehri sahiplenen bir ruhtan çok, eğreti bir sakinlik, mütereddit bir sahiplik ve aslında bir türlü mukim olamama hâli vardır. | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik Güvensizliğin bir zihniyet ve davranış kodu olarak kültüre dönüşmesi ahlaki eylemin referans çerçevesini bozdu; mekân da bu süreçte ruhunu yitirdi. 76 için mekânda yaşanan değişim krizini çözümlemek zorundayız. Kültürel ve ontolojik güven, kurumların ve ilişkilerin adalet ve emniyet Sosyolojik yaklaşımlar dengesiz ekseninde işlediği bir sosyal sistem değişime özgü kültürel sermaye ve içinde yaşanabilir. Ancak güvenin güvenliğin inkırazını Durkheim’ın bütüncül inşası yüksek bir malianomi kavramıyla açıklarlar. Anomik yet gerektirir; bu bedel, özgürlüksüreçte tarihsel kültürel dokuyu tayin ten ödün vermek ve yabancılarla eden kardeşlik, komşuluk, akrabalık bir arada kurallı bir yaşamı kabul gibi kuşatıcı bağlar kaybolurken, etmektir. Güvenlik ile özgürlük sosyal ayrışma bir tarafta mağdur, arasındaki gerilimli ilişki, gündelik yoksun ve ötekileri, diğer yanda hayatın üstünde sallanan bir kılıç ise fırsatçı yeni zenginler, müsrif ve gibidir. Şehir kültürü, esasen bir gösterişçi sınıfları karşımıza çıkarır. kamu otoritesi ile özerk sivil hayat Kültürel güveni tüketen yozlaşma arasında vuku bulan bir anlaşma ve çürüme durumu her şeyden önce ve mutabakat pratiğidir. Bizi şehre değerler ve aidiyet duygusunda bir bağlayan tercihler, taahhütler ve kırılmaya yol açar. Geliri ve statüsü sorumluluklar aslında kültürel ve düşük insanların kurumlara, yöneti- kurumsal güvenin inşasını sağlar. cilere ve ilişkilere olan güveni giderek Ancak güvenliği kendisine emanet zayıflarken orta sınıf ve üstündeki ettiğimiz sosyal sistem de bizatihi müreffeh kesimlerde ise narsistik kişisel varlığımız ve ontolojik güvenbencillik, çevreye karşı duyarsızlık liğimiz için potansiyel bir tehdittir. ve sosyal ilgisizlik yaygınlaşır. Bu Sistem özünde zorlayıcı ve sınırlayıcı vasat; toplumsal düzeyde güvensizlik bir güç temerküzüdür. Şehir bürokrazihniyeti ve tutumlarını, şahsiyet tik seçkinlerin, sermaye sahiplerinin ve benlik düzeyinde ise ontolojik veya ideolojik hegemonyanın elinde güvensizliği üretir. Güven krizinin arka bir araca dönüşürse bu durum bir planında günlük hayatı belirleyen yaşam tarzı olarak şehir kültürü ve değerler ve davranışlardaki eksen kimliği için esaslı bir güven krizine kayması, daha doğrusu adab ve yol açar. Sermaye ve ideolojinin terbiye motiflerinin kaybı yer alır. Bu araçsallaştırdığı şehir, kültürel kodları hususu anlamak ve açıklayabilmek ve güveni kırılmış, sosyal dokusu | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | Söz konusu aitsizlik ve yersizliğin sosyolojik temeli kentleşme pratiğimize dayanır. Çarpık kentleşme serencamında kültürel vasata yayılmış güven sorunu ile düşünce ve eylemlere sinmiş bir ontolojik güven(siz)lik vardır. Burada gelişen güvensizlik en basit tanımıyla şehir hayatında kültürel ve kişisel sebeplerden dolayı insanların bir endişe ve huzursuzluğa düşmesini gösterir. Ontolojik güven, özünde insanın kendine ve yaşam dünyasına karşı içselleştirdiği bir asli güven duygusudur. Bu idrak ve hissiyatın ritmi geleneksel kalıplar ve rutinler ile anlam haritalarının dağıldığı krizlerde bozulur. Ancak insan ontolojik güvensizlikle baş etmek için sürekli olarak tutarlı ve anlamlı bir yaşam arayışı peşindedir (Giddens 1994, 85-92 vd). Şehirleşme sürecinin travmatik, rantiyeci, yozlaşmış, fırsatçı kültürel tezahürleri insanımızın varlık ve mekân tasavvurunda kendisi, çevresi ve hayatla kurduğu irtibatı koparmıştır. Mekân kentin seküler, yalnız ve yabancı ruhuna eşlik ederek anonim ve mekanik yeknesaklığı ile varoluşsal bir sıkıntıya, daha doğrusu ontolojik güvensizliğe yer açmıştır. Güvenin yapısal ve öznel iç içeliği şehir kurumları ve ilişkilerinde kendini gösterir. Kültürel güven modern kentte sosyal sistemin, geleneksel şehirde ise cemaatsel ağların ifa ettiği bir anlaşma ve dayanışma Türk şehirleşme serüveninde toplumsal ilişkiler ve kültürel etkileşim özgün güven sentezleri etrafında şekillenmiştir. 1980’ler öncesi Türkiye’sinde en önemli sorun, yaşama mekânlarının donanım ve konforundan önce güvenli mahal ve emin muhit yoksunluğudur. Özellikle siyasi, ideolojik kavga ve çatışma dönemlerinde politik cemaatçi tipoloji “güven”i ya kurtarılmış mahalle ve şehirler ile ya da cemaat gettolarıyla gelenekten ve hayattan kopmuş bir çevrede tesis ediyordu. Sonraki dönemin mekânsal uzaklaşma ve tecrit eğilimi seçkin güvenlik adalarına (villa-apartman) ve sitelere kaymıştır. Ayrışma ve katmanlaşmayı pekiştiren yeni mekân pratiğinde kritik unsur “güvenlik” arz ve talebidir. Sosyal ayrışma ve tecrit nihayetinde kültürel ayrımları, yoksunluk ve imtiyazı kalıcı hâle getiren mekân politikalarıdır. Mekânsal tabakalaşma, şehir aidiyeti bakımından kültürel geçişsizliği ve uzaklaşmayı tetikleyen sembolik bir göstergedir. Mekânı biçimlendiren güvenlik arayışı, insanı psikolojik bakımdan bir tedirginlik ve yoksunluğa iten ontolojik güvensizliğe kapı açar. İnsanların kendilerine simgesel bir seçkinlik ve imtiyaz sunan mekân ve muhitlere yönelmesi, statülerini çeşitli sınır ve bariyerlerle korumaya çalışması toplumsal yaşamın mutat bir özelliğidir. Ancak bu eğilimler, toplumsal kesimler arasında geçişsizlik ve yoksulluğu derinleştirdikçe sosyal öfke ve gerilimler de artmaktadır. Gündelik hayatta ilişkilere, tercihlere ve davranışlara sinen “güvensizlik” hissi ile sosyal adaletsizliklerin yarattığı mağduriyet algısı arasında doğrudan bir irtibat bulunmaktadır. Bir başka deyişle kültürel güvenin inkırazı, sosyal ve kurumsal çürüme ile hukuki ve ekonomik adaletsizliklere bağlı bir sonuçtur. Güvensizlik negatif bir tutum olarak yerleşik bir zihniyet ve davranış kalıbına dönüşürse, bu durum adalet ve hakkaniyetin ihmali ile merhamet ve vicdanın da susmasına yol açar. Şehirde yaşamak ikamete dayalı bir huzur ve güvenlik talebini içerir. Bu durum ancak kurumsal yapılar ile kültürel formların kimlik ve aidiyet ile özgürlük ve mahremiyet haklarını dengede tutan bir şehir ruhunda, bir başka deyişle yaşam tarzı olarak şehirde mümkündür. G üvenliğin kurumsallaşması ile kötülüğün kentsel tezahürleri arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Zamanımızın tekno-bilimsel, biyo-teknolojik ve dijital gelişmeleri ile gelenekleri ve kurumları altüst eden küresel piyasa kapitalizmi gündelik hayatımızda aşina olmadığımız yeni riskler ve tehditleri karşımıza çıkarmaktadır. Kent yaşamı bu bakımdan hem stres, endişe ve kaygılarımızı artıran hem de buna karşı güvenlik ve korunma ihtiyacımıza cevap veren paradoksal bir mekân tecrübesine zorlamaktadır. | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik kodudur. Güven; özünde gündelik hayatın işleyişine nüfuz etmiş algılar, anlayış ve idrak olarak bir yaşam tarzının kaim olmasıdır. Toplumsal güven zaman ve mekânı makul ve meşru kılan bir hafıza ve kimlik ekseninde varlık bulur. Kültürel güven ise gündelik hayatın etik ve estetik alanlarına nüfuz etmiş bir itimat ruhu olarak makbul ilişkilere imkân verir. Bu itimat ruhunun bir güvensizlik fırtınasına tutulması ise kimlik ve kültürel hafızanın benlik ve kişilik yapılarından uzaklaşmasıyla ilgilidir. Ontolojik güvensizlik kişilerin kendi özel alanlarında ve içsel dünyalarında kültür ile benlik arasındaki irtibatı kaybetmesinde açığa çıkar. Kentsel muhit kişilerarası ilişkilerde adabı muaşeretin güven telkin eden dilini unutursa, insanların zihin ve davranışlarını anomik şaşkınlık ve kültürel tedirginlik kuşatır. Sosyo-psikolojik bir yıkım olarak tek tek bireyleri kuşatan varoluşsal kriz mekânın yıkımından daha tahrip edici sonuçlara yol açar. 77 | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik 78 Modern kentte bütün kültürel, kurumsal inşa ve tedbirlere rağmen toplumsal ilişkilerde güven neden hep zayıf ve kırılgan bir boyut olarak kalmaktadır? Kentin bireyleştirici ve sekülerleştirici dinamikleri birlikte yaşamı sadece kurumsal ve bürokratik sistemin mevzuatına ve yasalarına uygun bir düzen olarak inşa ediyor. Kültürel güven sezgisel, hissî ve manevi temelleriyle birlikte kaybolurken, sözün, umut ve vaadin değersizleştiği bir dünyada cezalandırıcı ve caydırıcı sistemler ile kurumsal güven devreye giriyor. Doğrusu günlük hayatın kapitalist tüketim kültürüne göre biçimlendiği bir dünyada geleneksel güven formlarının meşruiyeti de azalır. Yarışmacı rekabetçi değerlerin normları belirlediği küresel kapitalizm yeni riskler ve çatışma potansiyelini giderek karmaşıklaşan ve maliyeti artan bir sigorta ve hukuk sistemi ile aşmaya çalışıyor. Zamanın ruhunu temsil eden bireyci tüketim kültürü ile neoliberalizmin yeni kutsalları sosyal devlet düşüncesini itibarsızlaştırıyor, güveni ise satın alınabilen bir imtiyaza ya da ‘meta’ya dönüştürüyor. Toprağın, evin, işin ve ilişkilerin rantiye kültürüne evrilmesi, sevgiyi, fedakarlığı, muhabbeti, dostluğu ve bütün insani değerleri çıkarcı rasyonalitenin ruhsuz dünyasına gömmektedir. Bireyin ve piyasanın kutsallaştığı bu yeni dünya düzeninde acımasız rekabet, dizginsiz hırs ve sınırsız tüketim, bir yandan insan ve âlem tasavvurunu eritirken diğer yandan bariyer ve tecrit mekanizmalarıyla mekânı soldurmaktadır. Geleneksel şehirde mahalle, komşuluk ve kardeşlik eksenli günlük ilişkiler insanların büyük ölçüde içselleş| Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | tirdiği ve pratiğe aktardığı “emin” muhiti oluştururken, modern kentte emniyet kurumsal bürokratik güçlere devredilmiş ve hayat adeta güvenlik duvarları arasına sıkışmıştır. Bireyci narsistik kültürde insan emin olma ve eman verme sorumluluğundan soyutlanmış, işlev ve statüsüne uygun birtakım tecrit ve koruma kalkanları arkasına sığınmıştır. göç eder. Sosyal güvenin ikamesi ve birlikteliğin muhafazası için ne kurumsal otoritenin ne de resmî bürokrasinin artırılması çözüm değildir. Güvenin medeni kültürel bir algı ve kolektif davranış biçimine dönüşmesi için adalet, özgürlük ve kardeşlik gibi değerlerin norma ve ahlaki kodlara dönüştüğü erdem vasatına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ahval içindeki insanın deneyimlediği ontolojik güvensizlik duygusu, modern zamanlarda gelenek ve hafızanın kuşatıcı pratiklerini kaybetmesiyle ilgilidir. Küresel kapitalizmin tüketimci popüler kültürü kadim şehir dokusunu ve ruhunu etkisizleştirdi ve emin insan modelini, ölçüsüz, fırsatçı, çıkarcı ve istismarcı bir figüre dönüştürdü. Mevcut sistemin mağdur ve madunlarının hâletiruhiyesi, medeni kodların geçer akçe olmaktan çıktığı bir güvensizlik vasatına göre biçimlendi. Ontolojik güven, âlemi şefkatli, merhametli ve âdil bir Tanrı’nın mahlukatı gören bir ahlaki kozmolojiyi epistemolojik ve sosyolojik gerçekliğe taşımakla mümkündür. Medeni ve irfani bir emin, ancak insani, ahlaki, dinî değer ve dinamikleri yenileyerek ihyâ edecek, adaleti, iyiliği ve hayrı ikame edecek “müdahil insanı” gerektirir. Zamanımızın “güven(siz) lik krizi”, neticede toplumsal çürüme ve yozlaşmaya yol açan eyyamcı, narsistik, nemelazımcı, duyarsız ve “anlam”sız bir kişiliğin psiko-patolojisi olarak hayatımıza çökmüştür. Doğrusu bu süreçte dernekler, vakıflar ve sivil toplum kuruluşlarına havale edilen “sosyal adalet”i ihya çabaları, sınırlı etkisi nedeniyle sosyal güveni ikame edecek güçten mahrumdur. Mekânın güç eşitsizliklerinde çarpıtıldığı ve muktedirin suistimaline uğradığı durumlarda kadim değerler ve geleneksel yapılar ise içi boş birer retoriğe dönüşmektedir. Kentsel yaşamın seküler dünyasında insanlar birlikte yaşamın yeni kurumsal mekanizmalarına güven sorunu yaşarken, kültürel güveni tükenmiş şehir dünyasında ise anlam ve aidiyetten yoksunluk baş gösterir. Bu durumda gelecek umudu, kadim ruhtan, tarihsel ve coğrafi aidiyetlerden uzaklaşır ve küresel sistemin cazip alanlarına Yalnız ve Yabancı Kentli, Ontolojik Güvensizlik Şehir kültüründe bireylerin kamusal alanda ve gündelik hayatta özel bir mesafe bilinci içinde olması beklenir. Bu özel tarz, bireyin kalabalıklar arasında anonim bir şahsiyet olarak bir yabancı gibi hareket etmesi anlamına gelir. Söz konusu davranış biçimi bireyselliğin korunması için gerekli bir mesafe koyma ve yabancılaşma pratiğidir. Ancak bu sayede gündelik rutinler ve sosyal düzen bir aksamaya uğramadan sürdürülebilir. Öte yandan anlamlı mesafe bilincinin aksine kişilerin sosyal, kültürel ve doğal çevrelerine karşı çoğu zaman kendi manevi potansiyeliyle ilgili bir yalnızlaşma, nesnel boyutta ise gelenek, kültür ve değerlerden uzaklaşma şeklinde gerçekleşir; her iki hâlin de ontolojik güvensizlikle derin bağı bulunmaktadır. açarken, tanınmazlık veya anonimlik ise ahlaki bir savrulmayı getirebilir. Bireylik hem arzulanan hem de korkulan bir şey, anonimlik aynı şekilde hem kültürel bir endişe hem de bir özgürlük imkânıdır. Yabancılaşma insanın kendine, çevresine ve kimYabancılaşma bir şehir mesele- liğine karşı sorumluluk ve duyarlısidir; şehir seküler bireyciliğin ve lığını kaybetmesidir. Yabancılaşma Kültürel manada her topluluk kendi yabancılaşmanın mekânıdır. Şehir kavramı Marx’ın kapitalizmle ilgili ahlaki değerler ve normları ile hayatında bireycilik, mesafe bilinci, bir çözümlemesi olsa da, sonraları muhiti dışında kalanları yabancı özel hayat ve mahremiyet gibi öznel modern kentsel yaşamla ilişkisi daha olarak etiketler. Birey(ci)leşen bir kültür desenleri kurumsal boyutlar yaygın ve belirgin hâle gelmiştir. kişi yalnız kendine değil çevresine kazanırken, kişisel yaşam samimiyet Mekanik ve bürokratik demirden de yabancılaşır. Birincil anlamda ve aidiyet ilişkilerinin egemen olduğu kafes içinde varlığa uzak düşen ve (mesafe bilinci içinde) yabancı cemaat bağlarından soyutlanır. yabancılık çeken insan iç ve dış âlem olarak yaşamak kent uygarlığının Şehirde insan, köy ve kasabaya göre bütünlüğünü kaybetmiş, varoluşsal seküler kültüre sunduğu bir imkân- daha fazla kendi başına ve yalnızdır, değeri düşmüştür. Seküler kopuş dır. Ancak negatif yabancılaşma daha korumasız ve denetimsiz, daha kadim insan ve âlem tasavvurunu ile ben-merkezci birey bir şekilde serbesttir ve doğal olarak utanma tahrip ederken, söz konusu boşluk bütün niyet ve arzularına ancak duygusu ise daha azdır. Zira şehir yeni anlam kodlarıyla ikame editoplumun ve geleneğin kuşatıcı insana bir görünmezlik ve kalaba- lemeyince insan yersiz-yurtsuz ahlaki değerlerinden uzaklaşa- lıklar arasında tanınmazlık imkânı bir göçebeye dönüşmüş, varlık rak erişmektedir. Bu bakımlardan sunar. Yalnızlık ve ‘ait’siz-lik duygusu kutsallığını kaybetmiştir. yabancılaşma öznel anlamda bireyin bir mahrumiyet ve yoksunluğa yol | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik ilgisizlik, duyarsızlık ve katılımsızlık şeklinde kendini gösteren negatif bir “yabancılaşma” daha vardır. Kimliğe ve değerlere karşı aykırılık ve uyumsuzluk semptomları içeren bu yabancılaşma sosyo-psikolojik sebepleriyle birlikte tamamen kentsel yaşamla ilişkili bir sorundur. 79 | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik 80 Kent yaşamında bireyi güçsüz ve etkisiz kılan kurumsal-bürokratik sistem, ruhunu örseleyen ekonomik ve ekolojik riskler, endişe ve korkuyu besleyen suç ve şiddetin artışı gibi durumlar bireyi ontolojik güvensizlik sarmalına düşürmektedir. Hâlbuki insan tarih boyunca hep kendini ve sevdiklerini koruma saikiyle hareket etmiş, zaman ve mekânı güven ve sükûnla kuşatmaya çalışmıştır. Bu yüzden insan yaşadığı muhiti ve akan zamanı rutinlerle ve sembolik isimlerle aşina kılmaya çalışır. Onun güven hissine, yani anlamlı ve amaçlı bir âlemde yine bir gayeye matuf olarak var olduğuna inanması gerekmektedir. Ontolojik güven, insanın hayata ve kendisine dair duyduğu asli bir güven, | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | buraya ve bu zamana ait oluşunu anlamlandıran bir tasavvurdur. Ancak bu güvenin geleneksel kodları seküler kent yaşamında çözülmüş, insan metafizik bir âlem tasavvurundan, varlıktan ve anlamlı aidiyet bağlarından kopmuştur. Modern zamanlarda hayatın çölleşmesi ve varlıktan kopuşla oluşan boşluk ve bunalım yeni kutsal ideolojiler ve anlam kalıplarını sahneye çıkarsa da insan artık derin bir güven kriziyle baş başadır. Zira yeni maneviyat formları ve postmodern ruhanilik insan hayatının çok sınırlı bir alanında palyatif şifa ve iyileştirme seanslarından öteye geçememektedir. Geleneksel anlam paradigmasında günlük hayatın ritmini ve rutinlerini tayin eden bütüncül âlem tasavvuru muhtemel inhiraf ve belirsizlikleri önleyen bir güven hafızası oluşturuyordu. Ancak kadim paradigmalar; neoliberal küreselleşme, yeni bilgi teknolojileri ve transhüman çağının metalaştırıcı aritmik düzeninde ufuklardan ve pratiklerden silinmeye başladı. Bugün birey derin bir güvensizlik hissi içinde zihin ve bilinç tutulması yaşıyor. Ontolojik güvenlik şehirde günlük hayatın istikrarını, ilişkilerin samimilik ve dürüstlüğünü, sorunların makbul otoritelerce hallini, dilin esenlik ve emniyet kiplerini talep eder. İrfan medeniyetinde zaman ve mekân; aşina rutinler, içselleşmiş ritimler ve sembolik hafıza kodlarıyla sürekli yeniden kurulur. Modern güvenlik paradigması ise güvenlik için kurumsal organizasyon ağında bireyi samimi ilişkilerden tecrit edip insanı güçsüzleştiren bir korumayı vadetmekte, esasen kapitalist kent uygarlığı da bunu gerektirmektedir. Kurumsal güç her yere yetişemez ancak kültürel ve kişisel acziyete düşmüş insan tipolojisi de emin bir hayat ikame edemez. Bütün bir yaşamın küresel sisteme angaje kılındığı kentsel hayatta piyasa ekonomisinin kültür ve kişilik yapılarını sarsan yeni kazanımlar ve riskler, tehditler ve belirsizliklerle kuşatılmış durumdayız. Şehrinde bir yabancı, muhitinde yalnız, ilişkilerinde âciz düşmüş insanın gerçekte yaşadığı şey derin bir ontolojik güvensizliktir. Bugün dertlerini ve acılarını dindirmek, sıkıntılarından uzaklaşmak, omuzlarına binmiş stres yükünden kurtulmak için oradan oraya savrulan birey aslında kendini bulduğu varlık idrakinden kopmuş ve ‘yer’sizleşmiştir. Hayatın belirsizlik Çocuklar, gençler ve yaşlılar ilgi, bakım ve güvenlik dairesi içinde bir sosyalizasyona, daha doğrusu birlikte yaşamın empatik tecrübesine ihtiyaç duyarlar. Şehrin esenlik ve eminliğe, huzur ve paylaşıma aşina sokakları, şimdi selamsız, tekinsiz P ostmodern dönemle birlikte internet ile nihayetinde bütün bir sistemi ve hayatı kendinde toplayan dijital kültür, bireyi bir sanal dünyaya hapsetmekte ve ıssızlaştırmaktadır. Ancak bütün bir hayatı siber etkileşim ağlarıyla birlikte bir data imparatorluğuna ve algoritmik determinizme teslim eden yeni düzen ise basit bir güvenlik sorunu değil daha derin bir ontolojik güvensizliğin kaynağı durumuna gelmiştir. bir mecraya evrilmiş görünüyor. Siber âlem sokağın bütün işlevini ve hatta daha fazlasını üstlenmiş, arkadaşlıklar ve ilişkiler giderek daha özerkleşmiş ve özensizleşmiştir. Bir başka deyişle siber âlemin tehlike, tehdit ve riskleri sokağın krizini ve tekinsizliğini fazlasıyla aşmıştır. İnsanlar ürkütücü risk toplumuna karşı kurumsal ve resmî güvenlik bariyerlerini yükseltmekte, insani etkileşim ve hâl-hatır dili ise zayıflamaktadır. sokaklarda artık yankılanmıyor, şehirler izole bir hayattan başka bir şey vadetmiyor. Muhafaza edilmek, bakılmak, gözetim ve kontrol altında olmak bireysel mutluluğun bir şartı olarak satın alınan ve statüye göre tüketilen güvenlik emtiası olmuş. Kamusal alanda yer alan resmî, sivil, ticari, finansal, eğitim ve sanatsal bütün kurumlar ve merkezler bireylere güven içinde vakit öldürme, eğlenme ve alışveriş yapabilme fırsatları Kentsel mekân hem bu kopuşu hem sunuyor. Sistemin ayakta durması de risk ve tehdit artışına uygun bir ve devamı sahte özgürlük algısı şekilde güvenlik temelli ayrıştırma ve aslında sıkı güvenlik mekanizve tecridi yansıtmaktadır. Çocuklar, maları ile daha da boğucu bir hâle gençler ve yaşlılar eğlenme, yetiş- gelmektedir. tirme ve “bakım kamplarında” uzun süren kurumsallaşmış bir ikamete Günlük hayatın kendiliğindenliğini zorlanmaktadır. İnsanlar çalışma ve ve kişisel yaratıcı potansiyelini koşuşturma düzenlerini korumak eriten güvenli yaşam arayışı, açık adına daha fazla kurumlara ve bir şekilde nesnel ve öznel yabanbürokrasiye angaje olmakta, mekanik cılaşmayı tetiklemektedir. Güvenlik nesnel dünyanın kuralları insani arzusunun şiddeti arttıkça günlük müphemliği ve doğallığı dışlayarak dil ve iletişimin samimiyet kodları günlük hayatı “çölleştirmektedir”. Bir solmakta, yaşamın insani sıcaklığı güven ve eman şifresi olan “selam”ın ve yakınlığı kurumsallığın ve resmîsesi yüzsüz birer koridora dönmüş liğin gölgesi altında zayıflamaktadır. | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik ve köksüzlüğüne bağlı varoluşsal bir kaygı içine (ontolojik güvensizliğe) düşmüştür (Giddens 1994, 85-92; 118-121). Ontolojik güvensizliği besleyen kültürel arka plan, benlik ve aileyi mahallî bağlarından koparan kentsel yaşamın yeknesaklığıdır. Kentin gündelik hayatı, mekân ve ilişkiler dünyası hem bu kopuşu hem de yeni statü ayrımlarını gösteren sembollerle kuşatılmıştır. Geleneksel formundan uzaklaşarak daralan ve “konut”a sıkışan çekirdek ailenin eski işlevleri yeni kurumlara ve yapılara devredilmiştir. Bir başka deyişle ev birlikte yaşanan bir yuva değil, geçici konaklama mekânına dönmüştür. Bir çatı altında anlatılacak hikâyeler de bunları paylaşacak sakinler de kalmamıştır artık. Gündelik hayat kültüründe ebeveyn olma bilinci ve hazırlığı, kültürü ve sorumluluğu da kayıplara karışmıştır. Bir kuşak karmaşası ve değişkenliği içinde gençler geçmişe karşı ilgisizlik, geleceğe karşı belirsizlik döngüsünde bir güven bunalımı yaşamaktadırlar. Çocuklar ve yaşlılar geleneksel etkileşimin dışında, kreşten yaşlı bakımevine, bebeklikten hayatın son demine kadar uzanan ikame kurumlar ile ruhundan ve hissiyatından arınmış bir sürece maruz kalmaktadır. Bütünselliğini, kültürel desteğini ve hafızasını kaybederek modüler bir yapıya dönüşen ailenin her bir parçası ayrı bir güvenlik sorunuyla karşı karşıyadır. 81 | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik “Nesnel yabancılaşma” şehirde samimiyetin güvenlik bariyerlerine takılması ve dilin hem gelenekten hem de hayattan kopuşunu simgeler. “Öznel yabancılaşma” ise kişinin daha güvenli ve muhafazalı yaşam arzusuyla yaratıcı serbestlik ve ‘özgür kendiliği’nden vazgeçmesi demektir. Geleneğin dilini ve kodlarını saf dışı bırakan, kurumsal rasyonaliteden de uzak kalan şehirler, yaratıcılıkla birlikte güveni de yitirmiş kararsız ve ‘değer’siz bireylere ev sahipliği yapmaktadır. Kültürel yozlaşma ve çürümenin zihniyet ve eylem bağlamında meşruluğunu sağlayan ruh; kişilerarası güveni yıkan, yağmacı, eyyamcı ve oportünist bir sapma temayülüdür. 82 Neoliberal kapitalist küreselleşme bütün kadim değerlerle birlikte sorumlu, müdahil, vicdan ve merhameti ittihaz etmiş benlik ve varlık iddiasını etkisizleştirmektedir. Aile içinde başlayan manevi çöküş ve ünsiyet kaybı, insanın kendine, çevresine ve hayata yabancılaşmasına yol açmaktadır. Yabancılaşma ile kentsel yaşamdaki trajik suç artışı arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Sosyal kaygı, korku ve endişeleri artıran şiddet, mafyatik tehdit ve taciz, uyuşturucu kullanımı, çatışma, cinayet, fuhuş, dolandırıcılık, dijital vurgun, ahlaki duyarsızlık ve her türlü aşırılığın yaygınlık kazanması yalnızca adli güvenlik mekanizmalarıyla önlenebilecek bir şey değildir. Toplumsal çatışma ve gerilimlerin sosyo-psikolojik kökenleri arasında aidiyet ve kültüre yabancılaşmanın özel bir etkisi bulunmaktadır. Varlık, anlam ve aidiyet gibi değerlerden uzak, topluma ve dünyaya yabancılaşmış birey, öfkesini ve nefre| Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | tini kendine ve çevresine yansıtır. Yabancılaşma sadece değerlerden ve kimlikten bir uzaklaşma değil, özünde psiko-sosyal ve kültürel bir güvenlik sorunudur. Güvenli şehir; mekânı ve hayatı istismar eden güç imtiyazına ve gayri-adil yapılaşmaya, gayri-ahlaki dayatmalara fırsat vermeyen bir sivil ve siyasi inisiyatifle mümkündür. Kolektif duyarsızlık, ilgisizlik ve eyyamcılık en açık ontolojik güvensizlik ve yabancılaşma göstergeleridir. Güvenlik krizi ya da sosyal güvensizlik ile ‘kendi’ne ve ‘biz’e yabancılaşma sorunu arasında doğrudan bir irtibat bulunmaktadır; aynı ilişki ontolojik güvensizlik ile benlik ve kimliğin metafizik kodlarının aşınması arasında da söz konusudur. Tarihsiz kısmi modernleşme tecrübesi ve çarpık kentleşme serüveni ile bütün kurumları ve görünümleriyle birlikte geleneğin saf dışı bırakılması, güven eksenli hayatı ve ilişkiler düzenini deforme etti. Sorun bir mekân tasavvuru olmaksızın şehirleri mega-kasabalara dönüştüren taşra kültürü ve siyasetiyle derinlik kazandı. Şehirlerimizde kadim usul ve gelenekleri yitirdiğimiz gibi modern sistemleri de yerine koyamayınca artık müphem olandan bizi koruyacak ne kurumsal ne de kutsal bir şemsiye kaldı. Belki bu arafta kalmışlık durumu bir çıkış ya da aydınlanmaya vesile olacak, belki de biz her iki dünyaya da ait olmayan duruşumuzla yeni bir yola gideceğiz. kentsel gündelik hayatı yeni bir kölelik endüstrisine ve otoriterliği kutsayan bir yaşam düzenine çevirmiş durumdadır. Artan riskler ve güvenlik kaygıları nedeniyle dışarıdan bir zorlama olmaksızın giderek daha fazla kısıtlanma ve bağımlılık için yarışıyoruz. Bütün bir hayatımızı güvenli, akıllı ve sigortalı mekânlar ve teknolojileri edinme pahasına araçsallaştırıyor, bağımlılığı bizatihi kendimiz istiyoruz. Taşralı şehir dinamikleri ise insanı düşünce ve zihniyetinden tutum ve tercihlerine kadar saran ontolojik bir güvensizliğe mahkûm etmektedir. Muhafazakârlığı arkasına alan neoliberal kapitalizm Nietzsche’nin söylediği anlamda bir dekadanza yani hayatın insani yönünde bir “çöküş”e yol açmıştır. Burada insan kendini ve çıkarlarını korumak istedikçe kendini ve hayatı bunaltan, daha güvensiz bir dünyaya ve huzursuz bir varlığa dönüşmüştür. Şehrin Ruhu ve Huzurun Formları İçin Mukavemet Bugün kentin “doğa”dan ve insanın “kendi doğallığından” kopuşuyla birlikte mekân, muhit ve çevreyle ilişkiler seküler kapitalist bir karaktere bürünmüştür. Ev hayatının apartman dairelerine sıkışması, trafik ve ulaşım kargaşasının gündelik ilişkileri çekilmez hâle getirmesi, betonlaşma, gürültü ve hava kirliliği mekânsal ve ekolojik sorunların sadece küçük bir kısmıdır. Bundan daha önemlisi; insan ilişkilerinde resmîleşme, nesnelleşme ve dakiklik kültürü ile gündelik hayatın tüketimci seküler ruhu; yalnızlık, içe kapanma Her hâlükarda bürokratik kurum- ve yabancılaşma gibi psiko-sosyal sallaşma ve teknolojik dijitalizm, izolasyonu tetiklemekte, davranışsal kültürel vasat oluşturması da fazla iyimser bir beklenti olacaktır. Sosyo-kültürel güven hem mekânsal yapısal düzenlemeler hem de sivil insani çabalarla çift taraflı işleyen ve birbirini tamamlayan bir süreç işidir. Merhamet ve adaletle inşa edilmesi gereken bu süreçte bireysel yaşamla ilgili olan kültürel güvenin sivil toplum düzeyinde, sosyal ve kurumsal yaşamla ilgili olan sosyal güvenin ise siyasal düzeyde eşgüdümlü hareket etmesi gerekmektedir.   Kaynaklar Giddens, A. (1994). Modernliğin Sonuçları, 1. Baskı, Çev. Ersin Kuşdil, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Harvey, D. (2009). Sosyal Adalet ve Şehir, 3. Baskı, Yay. Haz. S. Yücesoy & S. Sökmen, İstanbul: Metis Yayınları. | Güvenlik |  | Şehir ve Güven: Sosyal Güven’den Ontolojik Güvenliğe Şehri Savunmak | Celaleddin Çelik boyutta ise birtakım aşırılıklar, sap- lerde derin ve içtenlikli bir güvene kınlık ve suç artışı ortaya çıkmaktadır. yani irade ve inançtan beslenen psiko-sosyal bir yakınlığa ihtiyaç Kent kültürü bireyin mahremiyet bulunmaktadır. ve özerkliğini koruyan sakınımlı ilişkiler ve özgür kamusal bir alan Batılı kültürlerde sosyal güven sunmakla birlikte aynı zamanda hem sistem olarak devlet mekagüvenilmez, tekinsiz, tepkisel, katı- nizmalarında hem de sivil toplum lımsız ve şiddet yönelimli insan tipo- olarak günlük hayatta kurulmaktadır. lojisini de yetiştirmektedir. Kentsel Müslüman kültürlerde ise sosyal gerilimlerin temelinde, bir şehir güvenin kardeşlik kodlarıyla ifade kimliğine ve kültürüne ait olmadan edilen tedeyyüne dayalı motifleri yaşamak, adaletten ve toplumun öne çıkar. “Emri bil maruf nehyi anil geleceğinden ümitsizliğe düşmek münker” varlığa ve hayata özel bir yer alır. Şehrin ontolojik güvensizlik bakış açısı ve davranış tarzıyla bir üreten özelliği buradadır, bir başka ümmet ruhuna katılmayı inşa eder. deyişle yalnızlık ve yersizliğe savru- Bu değerlerin tarihsel mekânsal larak huzur ve sükûn kubbesinden karşılığını şehir geleneğinde hane, mahrum kalmak. Yerini yurdunu mahalle ve mimariye; dil ve kültürdeki kaybetmiş bir şehirli; kötülüklere karşılığını ise vicdan, merhamet ve karşı koruyan, belirsizlikleri kaldıran, adaletin irfan ve medeniyete yansıhayata anlam ve amaç veren kök masında görürüz. Kadim dünyada tasavvuru kaybetmiş demektir. Bu güven, zaman ve mekân algısını sadece bir sosyal güven krizi değil, biçimlendiren varlık ve âlem tasavbenliğin ontolojik güvensizliği yani vuruna içkin olarak idrak edilmiştir. varoluşsal çöküşüdür aynı zamanda. Sosyo-kültürel ve ontolojik güvenin Modern dünyada güven daha çok ikamesi, kentsel mekânda adalet ve sistemle ilgili kurumsal finansal bir ahlak, özgürlük ve aidiyetin kültürel mekanizmanın parçasıdır. Kentsel bir vasata ve şahsiyete dönüşmesiyle yaşamda bireylerin yüksek başarı, mümkündür. konfor ve tüketim eğilimleri ile, kentlerin karmaşık, riskli, tekno-kapiŞehir benzeşme ve aynılaşma kadar talizme yönelik yapılanması güvenlik farklılaşma ve tercih yapma ihti- sorununu çeşitlendirerek artırmıştır. yacımıza da açık olmalıdır. Esasen İnsanların endişe ve kaygılarını kültürleşme sürecini yalnızca kurum- artıran yüksek riskler, tercih ve karar lara, geleneksel otorite ve yapılara vermelerini zorlaştıran belirsizbırakmaz, çoğu zaman kişisel katılım likler, sosyal, ekonomik ve hukuki ve inisiyatifle istikrar ve nizama güvensizliğe yol açan kurumsal sahip çıkmaya çalışırız. Kolektif istikrarsızlıklar, insani ilişkilerin istikrar ve adaletin ikamesini yalnızca ahlaki dejenerasyonu gibi durumlar kurumlara bırakan bir toplumda insanları yeni güvenlik arayışlarına sosyal güven de bir mevzuat konusu yöneltmektedir. Mekânsal mimarinin olarak sadece resmî formatta inşa bir şehir tasavvuruna ve idealine edilir. Oysa günlük hayatın kültürel göre biçim almadığı şehirlerde ahlaki dokusunda ve kişilerarası ilişki- ve insani dokunun güven esaslı bir | Düşünen Şehi̇̇r | Aralık 2024 Sayı: 21 | 83