In 1910, Rudolf Düesberg, one of the major fi gures in the formation of racial superiority doctri... more In 1910, Rudolf Düesberg, one of the major fi gures in the formation of racial superiority doctrines, anti-Semitism, and the "nature-based" claims and policies of the Nazi regime, published a book titled Der Wald als Erzieher (Forest as educator). The main premise of the book was that both the German people and the German forest were the products of the same entity and thus should be evaluated in the same manner. He asserted that forests are the source of knowledge and must be perceived as "educators" for social order. According to him, the order in and of the German forests suggests a valid and comprehensive example for German society to follow. The forests, he wrote, are "deeply rooted, sedentary, [and have] risen to greatness in the struggle with rough climate and through hard work on poor soil," while German society "forms a model for those institutions necessary for the strengthening of Germandom. In this manner, the forest can become the educator of the German Volk [people]" (Düesberg 1910: 139; Imort 2005a: 67). From a similar viewpoint, Düesberg also criticized the capitalist mode of production and again came up with the same recipe to protect German identity, social order, and landscape. For him, "the dominant laws for the cultivation of a forest apply equally to the rationally organized human community," and "in this way the forest becomes an educator" (Düesberg 1910: 138-39; Wilson 2012: 194-95). Not content with the forest's role in "educating" or identity building, Düesberg also fi nds in it justifi cations for anti-Semitism. As Imort (2005a: 69) shows, his views of German forests had deep-seated links with xenophobia. Düesberg thus used the forest to exemplify the idea that the community, not the individual, was the basic unit of German society. At the individual level, trees served as placeholders in which Germans were to recognize This open access edition has been made available under a CC BY-NC-ND 4.0 license thanks to the support of Knowledge Unlatched.
Ekolojik sorunlarla mücadele edilmesi ve çözüm önerilerinin etkin bir şekilde hayata geçirilebilm... more Ekolojik sorunlarla mücadele edilmesi ve çözüm önerilerinin etkin bir şekilde hayata geçirilebilmesi için kamuoyu farkındalığı ve bilgi seviyesi kritik bir öneme sahiptir. Özellikle ulusal ölçekte çevre politikalarının oluşturulması ve teşvik, sınırlama, yaptırım, yasal düzenleme gibi politika araçlarının etkinliği kamuoyunun, tekil ya da birden fazla çevre sorununun seviyesi, yoğunluğu, ciddiyeti ve 'gerçekliğine' yönelik ikna düzeyiyle doğrudan bağlantılıdır. Bu bağlamda bireylerin ya da toplumun belirli bir kısmının söz konusu çevre sorunlarına kuşku duyması/şüpheyle yaklaşması, ilgili sorunun çözümü ve küresel ölçekte deneyimlediğimiz ekolojik krizle mücadele açısından bir açmaz yaratmaktadır. Bu doğrultuda, politik ve iktisadi amaçlar doğrultusunda, belirli aktörler tarafından sistematik ve planlı bir şekilde yürütülen, kuşku yaratma ve yayma odaklı etkinlikleri ifade eden çevresel kuşkuculuk yaklaşımı, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Ekolojik krizle etkin mücadelenin önündeki en büyük engellerden birisi olan bu yaklaşımın aktörleri, argümanları, stratejileri ve etkileri çalışmada detaylı olarak ele alınmaktadır. Çevresel kuşkuculuk, teorik ve pratik bağlamda çok büyük oranda Amerika Birleşik Devletleri üzerinden ilerlediği için çalışma kapsam olarak bu ülke ile sınırlıdır. Hakikat sonrası yaklaşımla kesişim noktalarına da sahip olan çevresel kuşkuculuk, iklim değişikliğinin etkisinin ve yoğunluğunun her geçen gün arttığı bu dönemde, aşılması gereken geniş tabanlı ve ‘yüksek bütçeli’ bir sorun olarak ön plana çıkmaktadır. Bu durum, bir yandan hâlihazırda istenen düzeyden çok uzakta kalmış olan ve on yıllardır somut bir kazanıma imza atamayan uluslararası iklim rejiminin etkinliğini tümüyle tehdit ederken; diğer yandan dünya genelinde yerel yönetimlerin başını çektiği alternatif çözüm pratiklerini köklü bir şekilde etkilemektedir. İklim değişikliğiyle her ölçekte mücadelenin kaçınılmaz olduğu ve bunun için mümkün olan en yüksek kamuoyu desteğinin gerektiği günümüzde çevresel kuşkuculuğun, tüm boyutlarıyla çözümlenmesi ve ifşası kaçınılmaz görünmektedir. Bu bağlamda çalışmanın temel savı, çevresel kuşkuculuğun kamuoyu üzerinde kritik etkiler yaratarak çözüm çabalarını baltaladığı ve bu yaklaşımla kapsamlı bir mücadele hayata geçirilmeksizin ekolojik krizden çıkışın mümkün olmayacağı yönündedir.
Ekolojik, Politik ve Yönetsel Açıdan TÜRKİYE’DE KIYI ALANLARI, 2023
Sanayi Devrimi ve Aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan ve uluslararası çapta
gözlemlenmeye başlay... more Sanayi Devrimi ve Aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan ve uluslararası çapta gözlemlenmeye başlayan, insanın doğa üzerinde hakimiyet kurma fikri ve bunun paralelinde yapılan kaynak paylaşımı mücadelesi; özellikle 20. yüzyıla damgasını vurmuş ve çevre, tarihsel süreçte daha önce hiç karşılaşmadığı bir baskı altında kalmıştır. Teoride mekanist dünya görüşünün, pratikte ise doğal kaynakların paylaşım savaşının kıskacında doğa; geri dönülemeyecek seviyelerde tahribata uğramış; sahip olduğu özelliklerini ve değerlerini birer birer kaybetmeye mahkûm edilmiştir. Tahribat ve yok olma durumlarıyla karşılaşan bir doğal değer de biyolojik çeşitlilik olmuş; birçok tür, genetik zenginlik bu durumdan olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Biyolojik çeşitliliğin unsurlarının ekonomik değerlerinin anlaşılmasıyla birlikte; kaynak paylaşımı mücadelesi bu alanda da başlamış ve buna paralel olarak da, biyolojik çeşitliliğin korunması politikaları dünya gündemine girmiştir. Biyosferin tüm biyotik ve abiyotik öğelerinin karşılıklı bağımlılık ve etkileşimle varlığını sürdürebildiği bir doğal düzende çeşitlilik ve zenginliğin piyasacı bir perspektifle bir kar fırsatına indirgenmesi, uzun vadede kendini yok eden bir döngünün ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Halihazırda hızla devam etmekte olan piyasalaştırma ve biyoçeşitlilik kaybı süreçleri, gezegendeki tüm canlı unsurların varlığını tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Bu bağlamda kıyı alanları biyoçeşitlilik seviyesinin yüksek, söz konusu süreçlerin ise oldukça yoğun yaşandığı habitatlar olarak ön plana çıkmaktadır. Hem karasal hem denizel biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapan bu alanlar, insan kaynaklı etkiler sebebiyle ciddi risklerle karşı karşıya kalmaktadır. Endüstriyel balıkçılıktan turizm faaliyetlerine, yapılaşmadan atık boşaltımına birçok insan etkinliği, zengin biyoçeşitliliğe sahip kıyı ekosistemlerini köklü bir şekilde dönüştürmektedir. Bu çalışma kıyı alanları ve ekosistemleri özelinde biyolojik çeşitliliğin önemini, konuyla ilgili uluslararası politika ve düzenlemeleri, söz konusu çeşitliliği tehdit eden faktörleri ele alarak bu bağlamdaki güncel durumu tartışmayı amaçlamaktadır. Çalışmada ilk başta, biyolojik çeşitlilik konusunun kavramsal bir çerçevesi çizilmekte, biyolojik çeşitliliğin öneminden bahsedilmekte, bu zenginliği tehdit eden -insan kaynaklı- faktörler tanımlanmaktadır. Daha sonra ise, uluslararası sözleşme, protokol ve programlar özelinde, biyolojik çeşitlilikle ilgili koruma politikaları, kıyı alanları özelinde ele alınmaktadır.
Aside from its unique historical path in regard to racism/nationalism and the protection of natur... more Aside from its unique historical path in regard to racism/nationalism and the protection of nature, Germany has also an original character in how it associates these concepts. Observing a concern with environmental protection/sensitiveness and the most terrifying political/racist regime ever witnessed in the same geography, and the establishment of a theoretical interface between the two, is a matter of considerable concern. While it can be concluded that environmentalism and fascism were in a complex alignment, the conclusion drawn after questioning and analyzing the nature of the alignment is rather different. This paper focuses on the environmental history of green ideas in far-right politics through a discussion of the historical 'legacy' and development of the fascist ideology and practice, namely the Nazi ideology and political period. Taking into consideration that Germany historically followed a unique path toward the concepts of racism/nationalism, and nature protection/environmental 'sensitivity' that reverberated within the Nazi Ecology, both theoretically and in practice, their scrutiny becomes vital if we are to understand the nature of the far-right thinking that leads today's political parties, ideologies, social movements and political ecologies.
Kapitalist üretim tarzında sermaye-mekân etkileşiminin işleyişine yönelik çarpıcı çözümlemeleri v... more Kapitalist üretim tarzında sermaye-mekân etkileşiminin işleyişine yönelik çarpıcı çözümlemeleri ve isabetli öngörüleri Henri Lefebvre’i özgün bir noktaya taşımaktadır. Şehir ve kent arasında tanımladığı ve çözümlediği ayrım, kapitalizmin kent sorunsalına tüm boyutlarıyla temas etmektedir. Kullanım değeri ve sahiplenmeye endeksli, belirlenim, tahakküm ve sömürü süreçlerinden bağımsız bir nitelik arz eden ‘şehir’ ile söz konusu süreçlerin küresel ölçekte somutlaştığı ve özgün nitelikleri yok ettiği, tüm unsurlarıyla sermayenin yeniden üretiminin bir aracına dönüşen ‘kent’ arasındaki bu ayrım, bu anlamda dikkat çekicidir. Lefebvre’in şehir hakkı olarak kavramsallaştırdığı çözüm arayışı da bu ayrım üzerinden somutluk kazanmaktadır. Şehir hakkı kavramsallaştırması, hem üretim ilişkilerinin ürettiği/yeniden ürettiği ve ekonomik, toplumsal, siyasal ve mekânsal düzlemde gözlemlenen sorunları anlamlandırma hem de bunları ve bir bütün olarak kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldıracak d...
The United Nations Conference on the Human Environment held in Stockholm in 1972 both triggered t... more The United Nations Conference on the Human Environment held in Stockholm in 1972 both triggered the organization of environmental management in many countries and brought about the formation of an understanding of environmental protection on a national and international scale. Similarly, the Conference has been a starting point in terms of institutionalizing environmental management, creating legislation, and developing environmental policy practice in Turkey. When the institutional structure is examined, a process comes to the fore in which the central government is the main actor in terms of institutional, legal, and representation. Parallel to this, when the environmental protection perspective of the environmental management organization in question is considered, an understanding that prioritizes economic development draws attention. The main argument of this paper is that environmental management has a institutionally centralized, practically developmentalist nature that displays a continuity. In order to illuminate the centralist and developmentalist continuity, this process which started in 1973, is handled over a period of 50 years and changes in the institutional structure of environmental management are discussed. Afterwards, the legal sources that support environmental policies and the institutional structures are discussed, and their positioning on the axis of protection-development is debated.
İklim değişikliği, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya gündemine giren, etki ... more İklim değişikliği, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya gündemine giren, etki ve yoğunluğunun her geçen gün arttığı ve birçok bilimsel çalışma aracılığıyla ortaya konduğu üzere, insanlığın gelecekteki varlığını doğrudan tehdit eder boyuta yükselen bir sorun olarak ön plana çıkmaktadır. Tarihsel süreçte, sorunla mücadeleye ilişkin girişimler, büyük oranda uluslararası ölçekte ve Birleşmiş Milletler öncülüğünde gerçekleşmiş ancak özellikle 2015 yılında Paris’te gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı ile bu bağlamda bir paradigma değişiminin temelleri atılmıştır. Bu değişimin temel itkisi ise iklim değişikliğinin hem olumsuz yansımalarından etkilenme hem de çözüme ilişkin potansiyel barındırma açısından giderek ön plana çıkan kentlerin nüfus ve ölçek açısından büyümesi olmuştur. Öyle ki, tarihte ilk kez dünya nüfusunun yarısından fazlası kentlerde yaşamaya başlamış ve bu oranın ilerleyen yıllarda daha da artması beklenmektedir. Dolayısıyla yerel...
1972 yılında Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı, birçok
ülkede ... more 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı, birçok ülkede bir yandan çevre yönetimi örgütlenmesini tetiklerken diğer yandan da ulusal ve uluslararası ölçekte çevre koruma anlayışının oluşmasını beraberinde getirmiştir. Benzer şekilde, Türkiye’de de çevre yönetimine yönelik kurumsallaşma, mevzuat oluşturma ve çevre politikası pratiği geliştirme açısından söz konusu konferans bir başlangıç noktası olmuştur. 1973 yılında oluşturulan Çevre Sorunları Koordinasyon Kurulu ile başlayan ve yaklaşık 50 yılda birçok değişikliğe uğrayan kurumsal yapı incelendiğinde, kurumsal, tüzel ve temsil özelliği açısından merkezi yönetimin ana özne olduğu bir süreç ön plana çıkmaktadır. Buna paralel olarak, söz konusu çevre yönetimi örgütlenmesinin taşıdığı çevre koruma yaklaşımına bakıldığında ise iktisadi kalkınmayı önceleyen bir anlayış göze çarpmaktadır. Buradan hareketle bu çalışmanın temel savı, Türkiye’de çevre yönetiminin kurumsal açıdan merkeziyetçi; çevre koruma pratiği (tüzel dayanaklar ve uygulanan siyasalar ekseninde) açısından ise kalkınmacı bir nitelikte olduğu ve bunların günümüze kadar bir süreklilik arz ettiği üzerinedir. Merkeziyetçi ve kalkınmacı sürekliliğin aydınlatılması amacıyla çalışmada ilk olarak, 1973 yılında başlayan kurumsallaşma süreci, 50 yıllık süreç bağlamında ele alınmakta ve çevre yönetiminin kurumsal yapısına yönelik değişiklikler söz konusu edilmektedir. Devamında ise, çevre politikalarına ve bunları oluşturup uygulayan kurumsal yapılara temel oluşturan tüzel kaynaklar ele alınmakta ve bunların koruma-kalkınma eksenindeki konumlanmaları tartışılmaktadır.
İklim değişikliği, bilimsel ve teknik boyutunun yanı sıra, sınıfsal ve siyasal düzlemdeki konumu ... more İklim değişikliği, bilimsel ve teknik boyutunun yanı sıra, sınıfsal ve siyasal düzlemdeki konumu gereği, hakikat sonrası çağa ilişkin kapsamlı gözlemlerin yapılabileceği bir konu olarak ön plana çıkmaktadır. Nedenselliğinin, etkinliğinin ve yansımalarının küresel boyutta gerçekleşmesine ek olarak, devletlerin büyük oranda ulusal ölçekte temsil edilmeleri iklim değişikliğini, uluslararası çevre rejimi bağlamında, özgün konuma taşıyan diğer unsurları oluşturmaktadır. Tarihsel olarak bakıldığında, insan etkinliklerinin atmosferde yarattığı dönüşümün teknik analizini konu edinen iklim değişikliği, diğer çevre sorunlarına benzer bir şekilde, hem uluslararası ilişki ve diplomasinin hem de neden-sonuç sorgulamaları doğrultusunda ‘siyaset’in alanına girmiştir. İklim -değişikliği- siyaseti (climate politics) olarak ortaya çıkan bu anlayış, sorunu betimlemeci ya da gözlemlemeci perspektiften alarak, hem onu tanımlama hem de yansımalarıyla mücadele etme/uyum sağlama konusunda, sorgulayıcı bir ...
Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve ... more Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. Literatür taraması yapılarak oluşturulan 106 maddelik madde havuzu, uzman görüşleri doğrultusunda 84 maddeye indirilerek yeniden düzenlenmiştir. Şubat- Mart 2021 tarihleri arasında Google Survey aracılığıyla internet üzerinden yayınlanarak Türkiye genelinde kolay ulaşılabilir örneklem metoduyla, 1088 kişiye uygulanmıştır. Ölçeğin yapı geçerliği ile ilgili olarak açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri yapılmış, ölçek modeli oluşturulmuştur. Yapılan analizler, ölçeğin önceden tanımlanmış yapıya uygun bir ölçme aracı olduğunu ve iyi bir model uyumu gösterdiğini ortaya koymuştur. Güvenirlik çalışması sonrasında da ölçek güvenirliği, toplamda .92 Cronbach α değeri ile yüksek güvenirliğe sahip olarak bulunmuştur. Tüm bu çalışmalar sonrasında, 52 maddeden oluşan 5 faktörlü, 5’li likert türü bir ölçek geliştirilmiştir.
Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve ... more Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. Literatür taraması yapılarak oluşturulan 106 maddelik madde havuzu, uzman görüşleri doğrultusunda 84 maddeye indirilerek yeniden düzenlenmiştir. Şubat- Mart 2021 tarihleri arasında Google Survey aracılığıyla internet üzerinden yayınlanarak Türkiye genelinde kolay ulaşılabilir örneklem metoduyla, 1088 kişiye uygulanmıştır. Ölçeğin yapı geçerliği ile ilgili olarak açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri yapılmış, ölçek modeli oluşturulmuştur. Yapılan analizler, ölçeğin önceden tanımlanmış yapıya uygun bir ölçme aracı olduğunu ve iyi bir model uyumu gösterdiğini ortaya koymuştur. Güvenirlik çalışması sonrasında da ölçek güvenirliği, toplamda .92 Cronbach α değeri ile yüksek güvenirliğe sahip olarak bulunmuştur. Tüm bu çalışmalar sonrasında, 52 maddeden oluşan 5 faktörlü, 5’li likert türü bir ölçek geliştirilmiştir.
Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve ... more Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. Literatür taraması yapılarak oluşturulan 106 maddelik madde havuzu, uzman görüşleri doğrultusunda 84 maddeye indirilerek yeniden düzenlenmiştir. Şubat- Mart 2021 tarihleri arasında Google Survey aracılığıyla internet üzerinden yayınlanarak Türkiye genelinde kolay ulaşılabilir örneklem metoduyla, 1088 kişiye uygulanmıştır. Ölçeğin yapı geçerliği ile ilgili olarak açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri yapılmış, ölçek modeli oluşturulmuştur. Yapılan analizler, ölçeğin önceden tanımlanmış yapıya uygun bir ölçme aracı olduğunu ve iyi bir model uyumu gösterdiğini ortaya koymuştur. Güvenirlik çalışması sonrasında da ölçek güvenirliği, toplamda .92 Cronbach α değeri ile yüksek güvenirliğe sahip olarak bulunmuştur. Tüm bu çalışmalar sonrasında, 52 maddeden oluşan 5 faktörlü, 5’li likert türü bir ölçek geliştirilmiştir.
Geçtiğimiz 20 yıllık süreç içerisinde Türkiye’de kentsel alanlardan kırsal alanlara doğru
(zamans... more Geçtiğimiz 20 yıllık süreç içerisinde Türkiye’de kentsel alanlardan kırsal alanlara doğru (zamansal ve mekânsal anlamda değişkenlik göstermekle birlikte) bir tersine göç olgusu yaşanmaktadır. Kırsal alanlara göç eden eski kent sakinlerinin bir bölümünün temel motivasyonu, tarımsal bir yaşam tarzına ulaşmaktır. Bu grup, tarımı ve/veya bahçecilik uygulamalarını anlamlı bir yaşam tarzının temel bileşenlerinden biri olarak benimsemekte ve kırsal alanlara tarımsal üretime dayalı bir yaşam tarzı sürmek amacıyla göç etmektedir. Literatürde bu taşınma eylemine toprağa dönüş hareketi, bu eylemi gerçekleştirenlere ise, toprağa dönüşçüler denilmektedir. Çalışmada, öncelikli olarak toprağa dönüş hareketine ilişkin teorik bir çerçeve çizilmektedir. Bu bağlamda, toprağa dönüş hareketinin ne anlama geldiği, kapsamının ne olduğu, bu göç hareketinin ekonomik, politik, kültürel ve ekolojik temellerinin olup olmadığı araştırılmaktadır. Sonrasında ise, bu genel çerçeveye bağlı olarak Türkiye’deki toprağa dönüş hareketinin coğrafyası, çeşitliliği, gelişimi, nedenleri ve sorunları analiz edilmektedir. Söz konusu analizi yapabilmek ve bahsi geçen hususların Türkiye özelinde nasıl deneyimlendiğini tespit edebilmek için çeşitli sorular hazırlanmış ve bu sorular toplam 24 katılımcıya yöneltilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme tekniğinin kullanıldığı ve katılımcılara beş ana başlık (iş deneyimi, toprağa dönüşçülerin göç coğrafyası ve motivasyonları, yaşam tarzı, kır-kent algısı ve yerel halkla ilişkisi) altında 40 sorunun yöneltildiği bu çalışma kapsamında, Türkiye’de toprağa dönüşçülerin homojen bir grup olmadığı ve eğitim durumları, eğitim aldıkları alanlar, göç etmeden önce çalıştıkları sektörler, üretim şekilleri, üreticilik yapmayı öğrenme araç ve yöntemleri, ürettikleri ürünleri pazarlama şekilleri, göç ettikleri kırsal alanlar, göç edecekleri yerleşim alanını tercih sebepleri, göç etme motivasyonları, göç ettikten sonra karşılaştıkları sorunlar, kırkent algıları, kırsal alandan beklentileri ve yerel halkla kurdukları ilişkiler bakımından birbirlerinden farklı özellikler taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, toprağa dönüşçüler kırsal alanlara göç etmeleri, tarımsal faaliyetlerle uğraşmaları ve tekrar kentsel alanlara göç etmeyi planlamamaları bakımından ortak bir özelliğe sahiptir
Sentient Ecologies: Xenophobic Imaginaries of Landscape, 2022
Interest in environmental anthropology has grown steadily in recent years, refl ecting national a... more Interest in environmental anthropology has grown steadily in recent years, refl ecting national and international concern about the environment and developing research priorities. This major new international series, which continues a series fi rst published by Harwood and Routledge, is a vehicle for publishing up-to-date monographs and edited works on particular issues, themes, places, or peoples that focus on the interrelationship between society, culture, and environment. Relevant areas include human ecology, the perception and representation of the environment, ethno-ecological knowledge, the human dimension of biodiversity conservation, and the ethnography of environmental problems. While the underlying ethos of the series will be anthropological, the approach is interdisciplinary.
Sentient Ecologies: Xenophobic Imaginaries of Landscape, 2022
Interest in environmental anthropology has grown steadily in recent years, refl ecting national a... more Interest in environmental anthropology has grown steadily in recent years, refl ecting national and international concern about the environment and developing research priorities. This major new international series, which continues a series fi rst published by Harwood and Routledge, is a vehicle for publishing up-to-date monographs and edited works on particular issues, themes, places, or peoples that focus on the interrelationship between society, culture, and environment. Relevant areas include human ecology, the perception and representation of the environment, ethno-ecological knowledge, the human dimension of biodiversity conservation, and the ethnography of environmental problems. While the underlying ethos of the series will be anthropological, the approach is interdisciplinary.
In 1910, Rudolf Düesberg, one of the major fi gures in the formation of racial superiority doctri... more In 1910, Rudolf Düesberg, one of the major fi gures in the formation of racial superiority doctrines, anti-Semitism, and the "nature-based" claims and policies of the Nazi regime, published a book titled Der Wald als Erzieher (Forest as educator). The main premise of the book was that both the German people and the German forest were the products of the same entity and thus should be evaluated in the same manner. He asserted that forests are the source of knowledge and must be perceived as "educators" for social order. According to him, the order in and of the German forests suggests a valid and comprehensive example for German society to follow. The forests, he wrote, are "deeply rooted, sedentary, [and have] risen to greatness in the struggle with rough climate and through hard work on poor soil," while German society "forms a model for those institutions necessary for the strengthening of Germandom. In this manner, the forest can become the educator of the German Volk [people]" (Düesberg 1910: 139; Imort 2005a: 67). From a similar viewpoint, Düesberg also criticized the capitalist mode of production and again came up with the same recipe to protect German identity, social order, and landscape. For him, "the dominant laws for the cultivation of a forest apply equally to the rationally organized human community," and "in this way the forest becomes an educator" (Düesberg 1910: 138-39; Wilson 2012: 194-95). Not content with the forest's role in "educating" or identity building, Düesberg also fi nds in it justifi cations for anti-Semitism. As Imort (2005a: 69) shows, his views of German forests had deep-seated links with xenophobia. Düesberg thus used the forest to exemplify the idea that the community, not the individual, was the basic unit of German society. At the individual level, trees served as placeholders in which Germans were to recognize This open access edition has been made available under a CC BY-NC-ND 4.0 license thanks to the support of Knowledge Unlatched.
Ekolojik sorunlarla mücadele edilmesi ve çözüm önerilerinin etkin bir şekilde hayata geçirilebilm... more Ekolojik sorunlarla mücadele edilmesi ve çözüm önerilerinin etkin bir şekilde hayata geçirilebilmesi için kamuoyu farkındalığı ve bilgi seviyesi kritik bir öneme sahiptir. Özellikle ulusal ölçekte çevre politikalarının oluşturulması ve teşvik, sınırlama, yaptırım, yasal düzenleme gibi politika araçlarının etkinliği kamuoyunun, tekil ya da birden fazla çevre sorununun seviyesi, yoğunluğu, ciddiyeti ve 'gerçekliğine' yönelik ikna düzeyiyle doğrudan bağlantılıdır. Bu bağlamda bireylerin ya da toplumun belirli bir kısmının söz konusu çevre sorunlarına kuşku duyması/şüpheyle yaklaşması, ilgili sorunun çözümü ve küresel ölçekte deneyimlediğimiz ekolojik krizle mücadele açısından bir açmaz yaratmaktadır. Bu doğrultuda, politik ve iktisadi amaçlar doğrultusunda, belirli aktörler tarafından sistematik ve planlı bir şekilde yürütülen, kuşku yaratma ve yayma odaklı etkinlikleri ifade eden çevresel kuşkuculuk yaklaşımı, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Ekolojik krizle etkin mücadelenin önündeki en büyük engellerden birisi olan bu yaklaşımın aktörleri, argümanları, stratejileri ve etkileri çalışmada detaylı olarak ele alınmaktadır. Çevresel kuşkuculuk, teorik ve pratik bağlamda çok büyük oranda Amerika Birleşik Devletleri üzerinden ilerlediği için çalışma kapsam olarak bu ülke ile sınırlıdır. Hakikat sonrası yaklaşımla kesişim noktalarına da sahip olan çevresel kuşkuculuk, iklim değişikliğinin etkisinin ve yoğunluğunun her geçen gün arttığı bu dönemde, aşılması gereken geniş tabanlı ve ‘yüksek bütçeli’ bir sorun olarak ön plana çıkmaktadır. Bu durum, bir yandan hâlihazırda istenen düzeyden çok uzakta kalmış olan ve on yıllardır somut bir kazanıma imza atamayan uluslararası iklim rejiminin etkinliğini tümüyle tehdit ederken; diğer yandan dünya genelinde yerel yönetimlerin başını çektiği alternatif çözüm pratiklerini köklü bir şekilde etkilemektedir. İklim değişikliğiyle her ölçekte mücadelenin kaçınılmaz olduğu ve bunun için mümkün olan en yüksek kamuoyu desteğinin gerektiği günümüzde çevresel kuşkuculuğun, tüm boyutlarıyla çözümlenmesi ve ifşası kaçınılmaz görünmektedir. Bu bağlamda çalışmanın temel savı, çevresel kuşkuculuğun kamuoyu üzerinde kritik etkiler yaratarak çözüm çabalarını baltaladığı ve bu yaklaşımla kapsamlı bir mücadele hayata geçirilmeksizin ekolojik krizden çıkışın mümkün olmayacağı yönündedir.
Ekolojik, Politik ve Yönetsel Açıdan TÜRKİYE’DE KIYI ALANLARI, 2023
Sanayi Devrimi ve Aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan ve uluslararası çapta
gözlemlenmeye başlay... more Sanayi Devrimi ve Aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan ve uluslararası çapta gözlemlenmeye başlayan, insanın doğa üzerinde hakimiyet kurma fikri ve bunun paralelinde yapılan kaynak paylaşımı mücadelesi; özellikle 20. yüzyıla damgasını vurmuş ve çevre, tarihsel süreçte daha önce hiç karşılaşmadığı bir baskı altında kalmıştır. Teoride mekanist dünya görüşünün, pratikte ise doğal kaynakların paylaşım savaşının kıskacında doğa; geri dönülemeyecek seviyelerde tahribata uğramış; sahip olduğu özelliklerini ve değerlerini birer birer kaybetmeye mahkûm edilmiştir. Tahribat ve yok olma durumlarıyla karşılaşan bir doğal değer de biyolojik çeşitlilik olmuş; birçok tür, genetik zenginlik bu durumdan olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Biyolojik çeşitliliğin unsurlarının ekonomik değerlerinin anlaşılmasıyla birlikte; kaynak paylaşımı mücadelesi bu alanda da başlamış ve buna paralel olarak da, biyolojik çeşitliliğin korunması politikaları dünya gündemine girmiştir. Biyosferin tüm biyotik ve abiyotik öğelerinin karşılıklı bağımlılık ve etkileşimle varlığını sürdürebildiği bir doğal düzende çeşitlilik ve zenginliğin piyasacı bir perspektifle bir kar fırsatına indirgenmesi, uzun vadede kendini yok eden bir döngünün ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Halihazırda hızla devam etmekte olan piyasalaştırma ve biyoçeşitlilik kaybı süreçleri, gezegendeki tüm canlı unsurların varlığını tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Bu bağlamda kıyı alanları biyoçeşitlilik seviyesinin yüksek, söz konusu süreçlerin ise oldukça yoğun yaşandığı habitatlar olarak ön plana çıkmaktadır. Hem karasal hem denizel biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapan bu alanlar, insan kaynaklı etkiler sebebiyle ciddi risklerle karşı karşıya kalmaktadır. Endüstriyel balıkçılıktan turizm faaliyetlerine, yapılaşmadan atık boşaltımına birçok insan etkinliği, zengin biyoçeşitliliğe sahip kıyı ekosistemlerini köklü bir şekilde dönüştürmektedir. Bu çalışma kıyı alanları ve ekosistemleri özelinde biyolojik çeşitliliğin önemini, konuyla ilgili uluslararası politika ve düzenlemeleri, söz konusu çeşitliliği tehdit eden faktörleri ele alarak bu bağlamdaki güncel durumu tartışmayı amaçlamaktadır. Çalışmada ilk başta, biyolojik çeşitlilik konusunun kavramsal bir çerçevesi çizilmekte, biyolojik çeşitliliğin öneminden bahsedilmekte, bu zenginliği tehdit eden -insan kaynaklı- faktörler tanımlanmaktadır. Daha sonra ise, uluslararası sözleşme, protokol ve programlar özelinde, biyolojik çeşitlilikle ilgili koruma politikaları, kıyı alanları özelinde ele alınmaktadır.
Aside from its unique historical path in regard to racism/nationalism and the protection of natur... more Aside from its unique historical path in regard to racism/nationalism and the protection of nature, Germany has also an original character in how it associates these concepts. Observing a concern with environmental protection/sensitiveness and the most terrifying political/racist regime ever witnessed in the same geography, and the establishment of a theoretical interface between the two, is a matter of considerable concern. While it can be concluded that environmentalism and fascism were in a complex alignment, the conclusion drawn after questioning and analyzing the nature of the alignment is rather different. This paper focuses on the environmental history of green ideas in far-right politics through a discussion of the historical 'legacy' and development of the fascist ideology and practice, namely the Nazi ideology and political period. Taking into consideration that Germany historically followed a unique path toward the concepts of racism/nationalism, and nature protection/environmental 'sensitivity' that reverberated within the Nazi Ecology, both theoretically and in practice, their scrutiny becomes vital if we are to understand the nature of the far-right thinking that leads today's political parties, ideologies, social movements and political ecologies.
Kapitalist üretim tarzında sermaye-mekân etkileşiminin işleyişine yönelik çarpıcı çözümlemeleri v... more Kapitalist üretim tarzında sermaye-mekân etkileşiminin işleyişine yönelik çarpıcı çözümlemeleri ve isabetli öngörüleri Henri Lefebvre’i özgün bir noktaya taşımaktadır. Şehir ve kent arasında tanımladığı ve çözümlediği ayrım, kapitalizmin kent sorunsalına tüm boyutlarıyla temas etmektedir. Kullanım değeri ve sahiplenmeye endeksli, belirlenim, tahakküm ve sömürü süreçlerinden bağımsız bir nitelik arz eden ‘şehir’ ile söz konusu süreçlerin küresel ölçekte somutlaştığı ve özgün nitelikleri yok ettiği, tüm unsurlarıyla sermayenin yeniden üretiminin bir aracına dönüşen ‘kent’ arasındaki bu ayrım, bu anlamda dikkat çekicidir. Lefebvre’in şehir hakkı olarak kavramsallaştırdığı çözüm arayışı da bu ayrım üzerinden somutluk kazanmaktadır. Şehir hakkı kavramsallaştırması, hem üretim ilişkilerinin ürettiği/yeniden ürettiği ve ekonomik, toplumsal, siyasal ve mekânsal düzlemde gözlemlenen sorunları anlamlandırma hem de bunları ve bir bütün olarak kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldıracak d...
The United Nations Conference on the Human Environment held in Stockholm in 1972 both triggered t... more The United Nations Conference on the Human Environment held in Stockholm in 1972 both triggered the organization of environmental management in many countries and brought about the formation of an understanding of environmental protection on a national and international scale. Similarly, the Conference has been a starting point in terms of institutionalizing environmental management, creating legislation, and developing environmental policy practice in Turkey. When the institutional structure is examined, a process comes to the fore in which the central government is the main actor in terms of institutional, legal, and representation. Parallel to this, when the environmental protection perspective of the environmental management organization in question is considered, an understanding that prioritizes economic development draws attention. The main argument of this paper is that environmental management has a institutionally centralized, practically developmentalist nature that displays a continuity. In order to illuminate the centralist and developmentalist continuity, this process which started in 1973, is handled over a period of 50 years and changes in the institutional structure of environmental management are discussed. Afterwards, the legal sources that support environmental policies and the institutional structures are discussed, and their positioning on the axis of protection-development is debated.
İklim değişikliği, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya gündemine giren, etki ... more İklim değişikliği, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya gündemine giren, etki ve yoğunluğunun her geçen gün arttığı ve birçok bilimsel çalışma aracılığıyla ortaya konduğu üzere, insanlığın gelecekteki varlığını doğrudan tehdit eder boyuta yükselen bir sorun olarak ön plana çıkmaktadır. Tarihsel süreçte, sorunla mücadeleye ilişkin girişimler, büyük oranda uluslararası ölçekte ve Birleşmiş Milletler öncülüğünde gerçekleşmiş ancak özellikle 2015 yılında Paris’te gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı ile bu bağlamda bir paradigma değişiminin temelleri atılmıştır. Bu değişimin temel itkisi ise iklim değişikliğinin hem olumsuz yansımalarından etkilenme hem de çözüme ilişkin potansiyel barındırma açısından giderek ön plana çıkan kentlerin nüfus ve ölçek açısından büyümesi olmuştur. Öyle ki, tarihte ilk kez dünya nüfusunun yarısından fazlası kentlerde yaşamaya başlamış ve bu oranın ilerleyen yıllarda daha da artması beklenmektedir. Dolayısıyla yerel...
1972 yılında Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı, birçok
ülkede ... more 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı, birçok ülkede bir yandan çevre yönetimi örgütlenmesini tetiklerken diğer yandan da ulusal ve uluslararası ölçekte çevre koruma anlayışının oluşmasını beraberinde getirmiştir. Benzer şekilde, Türkiye’de de çevre yönetimine yönelik kurumsallaşma, mevzuat oluşturma ve çevre politikası pratiği geliştirme açısından söz konusu konferans bir başlangıç noktası olmuştur. 1973 yılında oluşturulan Çevre Sorunları Koordinasyon Kurulu ile başlayan ve yaklaşık 50 yılda birçok değişikliğe uğrayan kurumsal yapı incelendiğinde, kurumsal, tüzel ve temsil özelliği açısından merkezi yönetimin ana özne olduğu bir süreç ön plana çıkmaktadır. Buna paralel olarak, söz konusu çevre yönetimi örgütlenmesinin taşıdığı çevre koruma yaklaşımına bakıldığında ise iktisadi kalkınmayı önceleyen bir anlayış göze çarpmaktadır. Buradan hareketle bu çalışmanın temel savı, Türkiye’de çevre yönetiminin kurumsal açıdan merkeziyetçi; çevre koruma pratiği (tüzel dayanaklar ve uygulanan siyasalar ekseninde) açısından ise kalkınmacı bir nitelikte olduğu ve bunların günümüze kadar bir süreklilik arz ettiği üzerinedir. Merkeziyetçi ve kalkınmacı sürekliliğin aydınlatılması amacıyla çalışmada ilk olarak, 1973 yılında başlayan kurumsallaşma süreci, 50 yıllık süreç bağlamında ele alınmakta ve çevre yönetiminin kurumsal yapısına yönelik değişiklikler söz konusu edilmektedir. Devamında ise, çevre politikalarına ve bunları oluşturup uygulayan kurumsal yapılara temel oluşturan tüzel kaynaklar ele alınmakta ve bunların koruma-kalkınma eksenindeki konumlanmaları tartışılmaktadır.
İklim değişikliği, bilimsel ve teknik boyutunun yanı sıra, sınıfsal ve siyasal düzlemdeki konumu ... more İklim değişikliği, bilimsel ve teknik boyutunun yanı sıra, sınıfsal ve siyasal düzlemdeki konumu gereği, hakikat sonrası çağa ilişkin kapsamlı gözlemlerin yapılabileceği bir konu olarak ön plana çıkmaktadır. Nedenselliğinin, etkinliğinin ve yansımalarının küresel boyutta gerçekleşmesine ek olarak, devletlerin büyük oranda ulusal ölçekte temsil edilmeleri iklim değişikliğini, uluslararası çevre rejimi bağlamında, özgün konuma taşıyan diğer unsurları oluşturmaktadır. Tarihsel olarak bakıldığında, insan etkinliklerinin atmosferde yarattığı dönüşümün teknik analizini konu edinen iklim değişikliği, diğer çevre sorunlarına benzer bir şekilde, hem uluslararası ilişki ve diplomasinin hem de neden-sonuç sorgulamaları doğrultusunda ‘siyaset’in alanına girmiştir. İklim -değişikliği- siyaseti (climate politics) olarak ortaya çıkan bu anlayış, sorunu betimlemeci ya da gözlemlemeci perspektiften alarak, hem onu tanımlama hem de yansımalarıyla mücadele etme/uyum sağlama konusunda, sorgulayıcı bir ...
Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve ... more Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. Literatür taraması yapılarak oluşturulan 106 maddelik madde havuzu, uzman görüşleri doğrultusunda 84 maddeye indirilerek yeniden düzenlenmiştir. Şubat- Mart 2021 tarihleri arasında Google Survey aracılığıyla internet üzerinden yayınlanarak Türkiye genelinde kolay ulaşılabilir örneklem metoduyla, 1088 kişiye uygulanmıştır. Ölçeğin yapı geçerliği ile ilgili olarak açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri yapılmış, ölçek modeli oluşturulmuştur. Yapılan analizler, ölçeğin önceden tanımlanmış yapıya uygun bir ölçme aracı olduğunu ve iyi bir model uyumu gösterdiğini ortaya koymuştur. Güvenirlik çalışması sonrasında da ölçek güvenirliği, toplamda .92 Cronbach α değeri ile yüksek güvenirliğe sahip olarak bulunmuştur. Tüm bu çalışmalar sonrasında, 52 maddeden oluşan 5 faktörlü, 5’li likert türü bir ölçek geliştirilmiştir.
Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve ... more Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. Literatür taraması yapılarak oluşturulan 106 maddelik madde havuzu, uzman görüşleri doğrultusunda 84 maddeye indirilerek yeniden düzenlenmiştir. Şubat- Mart 2021 tarihleri arasında Google Survey aracılığıyla internet üzerinden yayınlanarak Türkiye genelinde kolay ulaşılabilir örneklem metoduyla, 1088 kişiye uygulanmıştır. Ölçeğin yapı geçerliği ile ilgili olarak açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri yapılmış, ölçek modeli oluşturulmuştur. Yapılan analizler, ölçeğin önceden tanımlanmış yapıya uygun bir ölçme aracı olduğunu ve iyi bir model uyumu gösterdiğini ortaya koymuştur. Güvenirlik çalışması sonrasında da ölçek güvenirliği, toplamda .92 Cronbach α değeri ile yüksek güvenirliğe sahip olarak bulunmuştur. Tüm bu çalışmalar sonrasında, 52 maddeden oluşan 5 faktörlü, 5’li likert türü bir ölçek geliştirilmiştir.
Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve ... more Bu araştırmanın temel amacı, iklim değişikliği farkındalığını değerlendirmeye yönelik yeterli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. Literatür taraması yapılarak oluşturulan 106 maddelik madde havuzu, uzman görüşleri doğrultusunda 84 maddeye indirilerek yeniden düzenlenmiştir. Şubat- Mart 2021 tarihleri arasında Google Survey aracılığıyla internet üzerinden yayınlanarak Türkiye genelinde kolay ulaşılabilir örneklem metoduyla, 1088 kişiye uygulanmıştır. Ölçeğin yapı geçerliği ile ilgili olarak açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri yapılmış, ölçek modeli oluşturulmuştur. Yapılan analizler, ölçeğin önceden tanımlanmış yapıya uygun bir ölçme aracı olduğunu ve iyi bir model uyumu gösterdiğini ortaya koymuştur. Güvenirlik çalışması sonrasında da ölçek güvenirliği, toplamda .92 Cronbach α değeri ile yüksek güvenirliğe sahip olarak bulunmuştur. Tüm bu çalışmalar sonrasında, 52 maddeden oluşan 5 faktörlü, 5’li likert türü bir ölçek geliştirilmiştir.
Geçtiğimiz 20 yıllık süreç içerisinde Türkiye’de kentsel alanlardan kırsal alanlara doğru
(zamans... more Geçtiğimiz 20 yıllık süreç içerisinde Türkiye’de kentsel alanlardan kırsal alanlara doğru (zamansal ve mekânsal anlamda değişkenlik göstermekle birlikte) bir tersine göç olgusu yaşanmaktadır. Kırsal alanlara göç eden eski kent sakinlerinin bir bölümünün temel motivasyonu, tarımsal bir yaşam tarzına ulaşmaktır. Bu grup, tarımı ve/veya bahçecilik uygulamalarını anlamlı bir yaşam tarzının temel bileşenlerinden biri olarak benimsemekte ve kırsal alanlara tarımsal üretime dayalı bir yaşam tarzı sürmek amacıyla göç etmektedir. Literatürde bu taşınma eylemine toprağa dönüş hareketi, bu eylemi gerçekleştirenlere ise, toprağa dönüşçüler denilmektedir. Çalışmada, öncelikli olarak toprağa dönüş hareketine ilişkin teorik bir çerçeve çizilmektedir. Bu bağlamda, toprağa dönüş hareketinin ne anlama geldiği, kapsamının ne olduğu, bu göç hareketinin ekonomik, politik, kültürel ve ekolojik temellerinin olup olmadığı araştırılmaktadır. Sonrasında ise, bu genel çerçeveye bağlı olarak Türkiye’deki toprağa dönüş hareketinin coğrafyası, çeşitliliği, gelişimi, nedenleri ve sorunları analiz edilmektedir. Söz konusu analizi yapabilmek ve bahsi geçen hususların Türkiye özelinde nasıl deneyimlendiğini tespit edebilmek için çeşitli sorular hazırlanmış ve bu sorular toplam 24 katılımcıya yöneltilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme tekniğinin kullanıldığı ve katılımcılara beş ana başlık (iş deneyimi, toprağa dönüşçülerin göç coğrafyası ve motivasyonları, yaşam tarzı, kır-kent algısı ve yerel halkla ilişkisi) altında 40 sorunun yöneltildiği bu çalışma kapsamında, Türkiye’de toprağa dönüşçülerin homojen bir grup olmadığı ve eğitim durumları, eğitim aldıkları alanlar, göç etmeden önce çalıştıkları sektörler, üretim şekilleri, üreticilik yapmayı öğrenme araç ve yöntemleri, ürettikleri ürünleri pazarlama şekilleri, göç ettikleri kırsal alanlar, göç edecekleri yerleşim alanını tercih sebepleri, göç etme motivasyonları, göç ettikten sonra karşılaştıkları sorunlar, kırkent algıları, kırsal alandan beklentileri ve yerel halkla kurdukları ilişkiler bakımından birbirlerinden farklı özellikler taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, toprağa dönüşçüler kırsal alanlara göç etmeleri, tarımsal faaliyetlerle uğraşmaları ve tekrar kentsel alanlara göç etmeyi planlamamaları bakımından ortak bir özelliğe sahiptir
Sentient Ecologies: Xenophobic Imaginaries of Landscape, 2022
Interest in environmental anthropology has grown steadily in recent years, refl ecting national a... more Interest in environmental anthropology has grown steadily in recent years, refl ecting national and international concern about the environment and developing research priorities. This major new international series, which continues a series fi rst published by Harwood and Routledge, is a vehicle for publishing up-to-date monographs and edited works on particular issues, themes, places, or peoples that focus on the interrelationship between society, culture, and environment. Relevant areas include human ecology, the perception and representation of the environment, ethno-ecological knowledge, the human dimension of biodiversity conservation, and the ethnography of environmental problems. While the underlying ethos of the series will be anthropological, the approach is interdisciplinary.
Sentient Ecologies: Xenophobic Imaginaries of Landscape, 2022
Interest in environmental anthropology has grown steadily in recent years, refl ecting national a... more Interest in environmental anthropology has grown steadily in recent years, refl ecting national and international concern about the environment and developing research priorities. This major new international series, which continues a series fi rst published by Harwood and Routledge, is a vehicle for publishing up-to-date monographs and edited works on particular issues, themes, places, or peoples that focus on the interrelationship between society, culture, and environment. Relevant areas include human ecology, the perception and representation of the environment, ethno-ecological knowledge, the human dimension of biodiversity conservation, and the ethnography of environmental problems. While the underlying ethos of the series will be anthropological, the approach is interdisciplinary.
Şehir Hakkı: Neoliberal Kentleşme ve Sınıf Mücadelesi, 2021
Kapitalist üretim tarzında sermaye-mekân etkileşiminin işleyişine yönelik çarpıcı çözümlemeleri v... more Kapitalist üretim tarzında sermaye-mekân etkileşiminin işleyişine yönelik çarpıcı çözümlemeleri ve isabetli öngörüleri Henri Lefebvre’i özgün bir noktaya taşımaktadır. Şehir ve kent arasında tanımladığı ve çözümlediği ayrım, kapitalizmin kent sorunsalına tüm boyutlarıyla temas etmektedir. Kullanım değeri ve sahiplenmeye endeksli, belirlenim, tahakküm ve sömürü süreçlerinden bağımsız bir nitelik arz eden ‘şehir’ ile söz konusu süreçlerin küresel ölçekte somutlaştığı ve özgün nitelikleri yok ettiği, tüm unsurlarıyla sermayenin yeniden üretiminin bir aracına dönüşen ‘kent’ arasındaki bu ayrım, bu anlamda dikkat çekicidir. Lefebvre’in şehir hakkı olarak kavramsallaştırdığı çözüm arayışı da bu ayrım üzerinden somutluk kazanmaktadır.
Şehir hakkı kavramsallaştırması, hem üretim ilişkilerinin ürettiği/yeniden ürettiği ve ekonomik, toplumsal, siyasal ve mekânsal düzlemde gözlemlenen sorunları anlamlandırma hem de bunları ve bir bütün olarak kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldıracak devrimci dönüşümü formüle etme açısından kilit bir unsur olarak ön plana çıkmaktadır.
Bu kitabın temel iddiası da şehir hakkı kavramının kapitalizmi aşmaya koşullu bir devrimin kuramsal yol haritasına karşılık geldiğine ilişkindir. Bu iddiasını da Lefebvre’in mekân-sermaye, gündelik hayat ve toplumsal mücadele pratiklerine yönelik öne sürdüğü argüman ve kavramsallaştırmalara dayandırmaktadır. Bunu yaparken, özellikle neoliberal politikalarla daha da görünür hâle gelen, Lefebvre tarafından başarıyla öngörülen ve çözümlenen, şehrin özgün nitelikleri ile kapitalizme içkin temel yasalar arasındaki çatışma noktaları aydınlatılmakta ve şehir hakkının gerçekleşmesinin kapitalist üretim ilişkilerinin ortadan kalkması anlamına geldiğine yönelik iddia kuramsal ve pratik boyutlarıyla gerekçelendirilmektedir.
İnsanlık tarihinin en acımasız dönemlerinin başında gelen Nazi İktidarı'nın çevreye ve çevre koru... more İnsanlık tarihinin en acımasız dönemlerinin başında gelen Nazi İktidarı'nın çevreye ve çevre korumaya yönelik bakış açısını öğrenmek hem çevre koruma tarihi hem de ekoloji ile faşizm arasındaki ilişkinin aydınlatılması açısından önemlidir. Faşist ve baskıcı bir iktidarın, döneminin en kapsamlı ve tarihteki ilk örneklerinden birisi olan bir doğa koruma yasası çıkardığını, ulusal ve yerel ölçekteki tüm plan, proje ve yatırımlarda çevre koruma danışmanları istihdam ettiğini ve doğaya kutsallık atfettiğini öğrenmek, ilk bakışta inanması güç görünmektedir. Üstelik, ekolojinin babası olarak adlandırılan Ernst Haeckel'in, Nazi İdeolojisi'nin düşünsel önderlerinden birisi olması, bu durumu daha da ilgi çekici hale getirmektedir. Öyle ki, ekoloji ile faşizmin olası bir benzerlik/ ortaklık taşıyabileceği ve çevrenin faşist bir yönetsel anlayışla başarıyla korunabileceği düşüncesini beslediği için, Nazi Dönemi çevre koruma anlayışı, çevreciler ve araştırmacılar tarafından göz ardı edilmektedir. 'Faşist bir iktidar çevreci olabilir mi?' ve 'Naziler çevreci miydi?' sorularından hareket eden bu çalışma, Nazi İktidarı'nın çevresel varlıklara ilişkin yaklaşımını ve çevre koruma pratiğini, çevremerkezli yaklaşımı temel alarak aydınlatmaya çalışmaktadır.
İnsanlık ve doğa son yıllarda pek çok sorunla karşılaşmaktadır. Bu sorunların ortaya çıkışında ke... more İnsanlık ve doğa son yıllarda pek çok sorunla karşılaşmaktadır. Bu sorunların ortaya çıkışında kent ve çevre yönetiminde yaşanan aksaklıkların da dikkat çeken etkileri bulunmaktadır. Afetler, orman yangınları, pandemi, gıda güvensizliği, küresel ve yerel tedarik zincirlerindeki kopmalar, iklim değişikliği, küresel ısınma, atıklar, aşırı hava olayları, nükleer riskler, kirlilik, artan enerji ihtiyacı, çarpık kentleşme gibi sorunlar irdelendiğinde, bu gerçeklik daha da görünür hale gelmektedir. Bu kitap, söz konusu etkileri Türkiye özelinde ele alarak literatüre bu bağlamda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Türkiye’de Kent ve Çevre Yönetimi kitabı, bu alanlarda çalışan akademisyenler, araştırmacılar ve öğrenciler için olduğu kadar, insanlığın ve doğanın karşı karşıya olduğu sorunlar ve bu sorunlara karşı geliştirilebilecek çözüm yollarıyla ilgilenen tüm okurlar için de kapsamlı ve bütüncül bir başucu kaynağıdır.
Employing methodological perspectives from the fields of political geography, environmental studi... more Employing methodological perspectives from the fields of political geography, environmental studies, anthropology, and their cognate disciplines, this volume explores alternative logics of sentient landscapes as racist, xenophobic, and right-wing. While the field of sentient landscapes has gained critical attention, the literature rarely seems to question the intentionality of sentient landscapes, which are often romanticized as pure, good, and just, and perceived as protectors of those who are powerless, indigenous, and colonized. The book takes a new stance on sentient landscapes with the intention of dispelling the denial of “coevalness” represented by their scholarly romanticization.
Uploads
Papers by Hikmet KURAN
Hakikat sonrası yaklaşımla kesişim noktalarına da sahip olan çevresel kuşkuculuk, iklim
değişikliğinin etkisinin ve yoğunluğunun her geçen gün arttığı bu dönemde, aşılması
gereken geniş tabanlı ve ‘yüksek bütçeli’ bir sorun olarak ön plana çıkmaktadır. Bu
durum, bir yandan hâlihazırda istenen düzeyden çok uzakta kalmış olan ve on yıllardır
somut bir kazanıma imza atamayan uluslararası iklim rejiminin etkinliğini tümüyle
tehdit ederken; diğer yandan dünya genelinde yerel yönetimlerin başını çektiği
alternatif çözüm pratiklerini köklü bir şekilde etkilemektedir. İklim değişikliğiyle
her ölçekte mücadelenin kaçınılmaz olduğu ve bunun için mümkün olan en yüksek
kamuoyu desteğinin gerektiği günümüzde çevresel kuşkuculuğun, tüm boyutlarıyla
çözümlenmesi ve ifşası kaçınılmaz görünmektedir.
Bu bağlamda çalışmanın temel savı, çevresel kuşkuculuğun kamuoyu üzerinde kritik
etkiler yaratarak çözüm çabalarını baltaladığı ve bu yaklaşımla kapsamlı bir mücadele hayata geçirilmeksizin ekolojik krizden çıkışın mümkün olmayacağı yönündedir.
gözlemlenmeye başlayan, insanın doğa üzerinde hakimiyet kurma fikri ve bunun
paralelinde yapılan kaynak paylaşımı mücadelesi; özellikle 20. yüzyıla damgasını
vurmuş ve çevre, tarihsel süreçte daha önce hiç karşılaşmadığı bir baskı altında
kalmıştır. Teoride mekanist dünya görüşünün, pratikte ise doğal kaynakların
paylaşım savaşının kıskacında doğa; geri dönülemeyecek seviyelerde tahribata
uğramış; sahip olduğu özelliklerini ve değerlerini birer birer kaybetmeye
mahkûm edilmiştir. Tahribat ve yok olma durumlarıyla karşılaşan bir doğal değer
de biyolojik çeşitlilik olmuş; birçok tür, genetik zenginlik bu durumdan olumsuz
bir şekilde etkilenmiştir.
Biyolojik çeşitliliğin unsurlarının ekonomik değerlerinin anlaşılmasıyla
birlikte; kaynak paylaşımı mücadelesi bu alanda da başlamış ve buna paralel
olarak da, biyolojik çeşitliliğin korunması politikaları dünya gündemine
girmiştir. Biyosferin tüm biyotik ve abiyotik öğelerinin karşılıklı bağımlılık ve
etkileşimle varlığını sürdürebildiği bir doğal düzende çeşitlilik ve zenginliğin
piyasacı bir perspektifle bir kar fırsatına indirgenmesi, uzun vadede kendini yok
eden bir döngünün ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Halihazırda hızla
devam etmekte olan piyasalaştırma ve biyoçeşitlilik kaybı süreçleri, gezegendeki
tüm canlı unsurların varlığını tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Bu bağlamda kıyı
alanları biyoçeşitlilik seviyesinin yüksek, söz konusu süreçlerin ise oldukça yoğun
yaşandığı habitatlar olarak ön plana çıkmaktadır. Hem karasal hem denizel
biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapan bu alanlar, insan kaynaklı etkiler sebebiyle ciddi
risklerle karşı karşıya kalmaktadır. Endüstriyel balıkçılıktan turizm faaliyetlerine,
yapılaşmadan atık boşaltımına birçok insan etkinliği, zengin biyoçeşitliliğe sahip
kıyı ekosistemlerini köklü bir şekilde dönüştürmektedir. Bu çalışma kıyı alanları
ve ekosistemleri özelinde biyolojik çeşitliliğin önemini, konuyla ilgili uluslararası
politika ve düzenlemeleri, söz konusu çeşitliliği tehdit eden faktörleri ele alarak bu
bağlamdaki güncel durumu tartışmayı amaçlamaktadır.
Çalışmada ilk başta, biyolojik çeşitlilik konusunun kavramsal bir çerçevesi
çizilmekte, biyolojik çeşitliliğin öneminden bahsedilmekte, bu zenginliği tehdit
eden -insan kaynaklı- faktörler tanımlanmaktadır. Daha sonra ise, uluslararası sözleşme, protokol ve programlar özelinde, biyolojik çeşitlilikle ilgili koruma
politikaları, kıyı alanları özelinde ele alınmaktadır.
ülkede bir yandan çevre yönetimi örgütlenmesini tetiklerken diğer yandan da ulusal ve
uluslararası ölçekte çevre koruma anlayışının oluşmasını beraberinde getirmiştir. Benzer
şekilde, Türkiye’de de çevre yönetimine yönelik kurumsallaşma, mevzuat oluşturma ve çevre
politikası pratiği geliştirme açısından söz konusu konferans bir başlangıç noktası olmuştur.
1973 yılında oluşturulan Çevre Sorunları Koordinasyon Kurulu ile başlayan ve yaklaşık 50
yılda birçok değişikliğe uğrayan kurumsal yapı incelendiğinde, kurumsal, tüzel ve temsil
özelliği açısından merkezi yönetimin ana özne olduğu bir süreç ön plana çıkmaktadır. Buna
paralel olarak, söz konusu çevre yönetimi örgütlenmesinin taşıdığı çevre koruma yaklaşımına
bakıldığında ise iktisadi kalkınmayı önceleyen bir anlayış göze çarpmaktadır. Buradan hareketle
bu çalışmanın temel savı, Türkiye’de çevre yönetiminin kurumsal açıdan merkeziyetçi; çevre
koruma pratiği (tüzel dayanaklar ve uygulanan siyasalar ekseninde) açısından ise kalkınmacı
bir nitelikte olduğu ve bunların günümüze kadar bir süreklilik arz ettiği üzerinedir.
Merkeziyetçi ve kalkınmacı sürekliliğin aydınlatılması amacıyla çalışmada ilk olarak, 1973
yılında başlayan kurumsallaşma süreci, 50 yıllık süreç bağlamında ele alınmakta ve çevre
yönetiminin kurumsal yapısına yönelik değişiklikler söz konusu edilmektedir. Devamında ise,
çevre politikalarına ve bunları oluşturup uygulayan kurumsal yapılara temel oluşturan tüzel
kaynaklar ele alınmakta ve bunların koruma-kalkınma eksenindeki konumlanmaları
tartışılmaktadır.
ölçme aracı geliştirmektir. Literatür taraması yapılarak oluşturulan 106 maddelik madde havuzu, uzman görüşleri
doğrultusunda 84 maddeye indirilerek yeniden düzenlenmiştir. Şubat- Mart 2021 tarihleri arasında Google Survey
aracılığıyla internet üzerinden yayınlanarak Türkiye genelinde kolay ulaşılabilir örneklem metoduyla, 1088 kişiye
uygulanmıştır. Ölçeğin yapı geçerliği ile ilgili olarak açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri yapılmış, ölçek modeli
oluşturulmuştur. Yapılan analizler, ölçeğin önceden tanımlanmış yapıya uygun bir ölçme aracı olduğunu ve iyi bir
model uyumu gösterdiğini ortaya koymuştur. Güvenirlik çalışması sonrasında da ölçek güvenirliği, toplamda .92
Cronbach α değeri ile yüksek güvenirliğe sahip olarak bulunmuştur. Tüm bu çalışmalar sonrasında, 52 maddeden
oluşan 5 faktörlü, 5’li likert türü bir ölçek geliştirilmiştir.
(zamansal ve mekânsal anlamda değişkenlik göstermekle birlikte) bir tersine göç
olgusu yaşanmaktadır. Kırsal alanlara göç eden eski kent sakinlerinin bir bölümünün
temel motivasyonu, tarımsal bir yaşam tarzına ulaşmaktır. Bu grup, tarımı ve/veya
bahçecilik uygulamalarını anlamlı bir yaşam tarzının temel bileşenlerinden biri olarak
benimsemekte ve kırsal alanlara tarımsal üretime dayalı bir yaşam tarzı sürmek
amacıyla göç etmektedir. Literatürde bu taşınma eylemine toprağa dönüş hareketi, bu
eylemi gerçekleştirenlere ise, toprağa dönüşçüler denilmektedir.
Çalışmada, öncelikli olarak toprağa dönüş hareketine ilişkin teorik bir çerçeve
çizilmektedir. Bu bağlamda, toprağa dönüş hareketinin ne anlama geldiği, kapsamının
ne olduğu, bu göç hareketinin ekonomik, politik, kültürel ve ekolojik temellerinin olup
olmadığı araştırılmaktadır. Sonrasında ise, bu genel çerçeveye bağlı olarak Türkiye’deki
toprağa dönüş hareketinin coğrafyası, çeşitliliği, gelişimi, nedenleri ve sorunları analiz
edilmektedir. Söz konusu analizi yapabilmek ve bahsi geçen hususların Türkiye özelinde
nasıl deneyimlendiğini tespit edebilmek için çeşitli sorular hazırlanmış ve bu sorular
toplam 24 katılımcıya yöneltilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme tekniğinin kullanıldığı
ve katılımcılara beş ana başlık (iş deneyimi, toprağa dönüşçülerin göç coğrafyası ve
motivasyonları, yaşam tarzı, kır-kent algısı ve yerel halkla ilişkisi) altında 40 sorunun
yöneltildiği bu çalışma kapsamında, Türkiye’de toprağa dönüşçülerin homojen bir grup
olmadığı ve eğitim durumları, eğitim aldıkları alanlar, göç etmeden önce çalıştıkları
sektörler, üretim şekilleri, üreticilik yapmayı öğrenme araç ve yöntemleri, ürettikleri
ürünleri pazarlama şekilleri, göç ettikleri kırsal alanlar, göç edecekleri yerleşim alanını
tercih sebepleri, göç etme motivasyonları, göç ettikten sonra karşılaştıkları sorunlar, kırkent algıları, kırsal alandan beklentileri ve yerel halkla kurdukları ilişkiler bakımından
birbirlerinden farklı özellikler taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, toprağa
dönüşçüler kırsal alanlara göç etmeleri, tarımsal faaliyetlerle uğraşmaları ve tekrar
kentsel alanlara göç etmeyi planlamamaları bakımından ortak bir özelliğe sahiptir
Hakikat sonrası yaklaşımla kesişim noktalarına da sahip olan çevresel kuşkuculuk, iklim
değişikliğinin etkisinin ve yoğunluğunun her geçen gün arttığı bu dönemde, aşılması
gereken geniş tabanlı ve ‘yüksek bütçeli’ bir sorun olarak ön plana çıkmaktadır. Bu
durum, bir yandan hâlihazırda istenen düzeyden çok uzakta kalmış olan ve on yıllardır
somut bir kazanıma imza atamayan uluslararası iklim rejiminin etkinliğini tümüyle
tehdit ederken; diğer yandan dünya genelinde yerel yönetimlerin başını çektiği
alternatif çözüm pratiklerini köklü bir şekilde etkilemektedir. İklim değişikliğiyle
her ölçekte mücadelenin kaçınılmaz olduğu ve bunun için mümkün olan en yüksek
kamuoyu desteğinin gerektiği günümüzde çevresel kuşkuculuğun, tüm boyutlarıyla
çözümlenmesi ve ifşası kaçınılmaz görünmektedir.
Bu bağlamda çalışmanın temel savı, çevresel kuşkuculuğun kamuoyu üzerinde kritik
etkiler yaratarak çözüm çabalarını baltaladığı ve bu yaklaşımla kapsamlı bir mücadele hayata geçirilmeksizin ekolojik krizden çıkışın mümkün olmayacağı yönündedir.
gözlemlenmeye başlayan, insanın doğa üzerinde hakimiyet kurma fikri ve bunun
paralelinde yapılan kaynak paylaşımı mücadelesi; özellikle 20. yüzyıla damgasını
vurmuş ve çevre, tarihsel süreçte daha önce hiç karşılaşmadığı bir baskı altında
kalmıştır. Teoride mekanist dünya görüşünün, pratikte ise doğal kaynakların
paylaşım savaşının kıskacında doğa; geri dönülemeyecek seviyelerde tahribata
uğramış; sahip olduğu özelliklerini ve değerlerini birer birer kaybetmeye
mahkûm edilmiştir. Tahribat ve yok olma durumlarıyla karşılaşan bir doğal değer
de biyolojik çeşitlilik olmuş; birçok tür, genetik zenginlik bu durumdan olumsuz
bir şekilde etkilenmiştir.
Biyolojik çeşitliliğin unsurlarının ekonomik değerlerinin anlaşılmasıyla
birlikte; kaynak paylaşımı mücadelesi bu alanda da başlamış ve buna paralel
olarak da, biyolojik çeşitliliğin korunması politikaları dünya gündemine
girmiştir. Biyosferin tüm biyotik ve abiyotik öğelerinin karşılıklı bağımlılık ve
etkileşimle varlığını sürdürebildiği bir doğal düzende çeşitlilik ve zenginliğin
piyasacı bir perspektifle bir kar fırsatına indirgenmesi, uzun vadede kendini yok
eden bir döngünün ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Halihazırda hızla
devam etmekte olan piyasalaştırma ve biyoçeşitlilik kaybı süreçleri, gezegendeki
tüm canlı unsurların varlığını tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Bu bağlamda kıyı
alanları biyoçeşitlilik seviyesinin yüksek, söz konusu süreçlerin ise oldukça yoğun
yaşandığı habitatlar olarak ön plana çıkmaktadır. Hem karasal hem denizel
biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapan bu alanlar, insan kaynaklı etkiler sebebiyle ciddi
risklerle karşı karşıya kalmaktadır. Endüstriyel balıkçılıktan turizm faaliyetlerine,
yapılaşmadan atık boşaltımına birçok insan etkinliği, zengin biyoçeşitliliğe sahip
kıyı ekosistemlerini köklü bir şekilde dönüştürmektedir. Bu çalışma kıyı alanları
ve ekosistemleri özelinde biyolojik çeşitliliğin önemini, konuyla ilgili uluslararası
politika ve düzenlemeleri, söz konusu çeşitliliği tehdit eden faktörleri ele alarak bu
bağlamdaki güncel durumu tartışmayı amaçlamaktadır.
Çalışmada ilk başta, biyolojik çeşitlilik konusunun kavramsal bir çerçevesi
çizilmekte, biyolojik çeşitliliğin öneminden bahsedilmekte, bu zenginliği tehdit
eden -insan kaynaklı- faktörler tanımlanmaktadır. Daha sonra ise, uluslararası sözleşme, protokol ve programlar özelinde, biyolojik çeşitlilikle ilgili koruma
politikaları, kıyı alanları özelinde ele alınmaktadır.
ülkede bir yandan çevre yönetimi örgütlenmesini tetiklerken diğer yandan da ulusal ve
uluslararası ölçekte çevre koruma anlayışının oluşmasını beraberinde getirmiştir. Benzer
şekilde, Türkiye’de de çevre yönetimine yönelik kurumsallaşma, mevzuat oluşturma ve çevre
politikası pratiği geliştirme açısından söz konusu konferans bir başlangıç noktası olmuştur.
1973 yılında oluşturulan Çevre Sorunları Koordinasyon Kurulu ile başlayan ve yaklaşık 50
yılda birçok değişikliğe uğrayan kurumsal yapı incelendiğinde, kurumsal, tüzel ve temsil
özelliği açısından merkezi yönetimin ana özne olduğu bir süreç ön plana çıkmaktadır. Buna
paralel olarak, söz konusu çevre yönetimi örgütlenmesinin taşıdığı çevre koruma yaklaşımına
bakıldığında ise iktisadi kalkınmayı önceleyen bir anlayış göze çarpmaktadır. Buradan hareketle
bu çalışmanın temel savı, Türkiye’de çevre yönetiminin kurumsal açıdan merkeziyetçi; çevre
koruma pratiği (tüzel dayanaklar ve uygulanan siyasalar ekseninde) açısından ise kalkınmacı
bir nitelikte olduğu ve bunların günümüze kadar bir süreklilik arz ettiği üzerinedir.
Merkeziyetçi ve kalkınmacı sürekliliğin aydınlatılması amacıyla çalışmada ilk olarak, 1973
yılında başlayan kurumsallaşma süreci, 50 yıllık süreç bağlamında ele alınmakta ve çevre
yönetiminin kurumsal yapısına yönelik değişiklikler söz konusu edilmektedir. Devamında ise,
çevre politikalarına ve bunları oluşturup uygulayan kurumsal yapılara temel oluşturan tüzel
kaynaklar ele alınmakta ve bunların koruma-kalkınma eksenindeki konumlanmaları
tartışılmaktadır.
ölçme aracı geliştirmektir. Literatür taraması yapılarak oluşturulan 106 maddelik madde havuzu, uzman görüşleri
doğrultusunda 84 maddeye indirilerek yeniden düzenlenmiştir. Şubat- Mart 2021 tarihleri arasında Google Survey
aracılığıyla internet üzerinden yayınlanarak Türkiye genelinde kolay ulaşılabilir örneklem metoduyla, 1088 kişiye
uygulanmıştır. Ölçeğin yapı geçerliği ile ilgili olarak açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri yapılmış, ölçek modeli
oluşturulmuştur. Yapılan analizler, ölçeğin önceden tanımlanmış yapıya uygun bir ölçme aracı olduğunu ve iyi bir
model uyumu gösterdiğini ortaya koymuştur. Güvenirlik çalışması sonrasında da ölçek güvenirliği, toplamda .92
Cronbach α değeri ile yüksek güvenirliğe sahip olarak bulunmuştur. Tüm bu çalışmalar sonrasında, 52 maddeden
oluşan 5 faktörlü, 5’li likert türü bir ölçek geliştirilmiştir.
(zamansal ve mekânsal anlamda değişkenlik göstermekle birlikte) bir tersine göç
olgusu yaşanmaktadır. Kırsal alanlara göç eden eski kent sakinlerinin bir bölümünün
temel motivasyonu, tarımsal bir yaşam tarzına ulaşmaktır. Bu grup, tarımı ve/veya
bahçecilik uygulamalarını anlamlı bir yaşam tarzının temel bileşenlerinden biri olarak
benimsemekte ve kırsal alanlara tarımsal üretime dayalı bir yaşam tarzı sürmek
amacıyla göç etmektedir. Literatürde bu taşınma eylemine toprağa dönüş hareketi, bu
eylemi gerçekleştirenlere ise, toprağa dönüşçüler denilmektedir.
Çalışmada, öncelikli olarak toprağa dönüş hareketine ilişkin teorik bir çerçeve
çizilmektedir. Bu bağlamda, toprağa dönüş hareketinin ne anlama geldiği, kapsamının
ne olduğu, bu göç hareketinin ekonomik, politik, kültürel ve ekolojik temellerinin olup
olmadığı araştırılmaktadır. Sonrasında ise, bu genel çerçeveye bağlı olarak Türkiye’deki
toprağa dönüş hareketinin coğrafyası, çeşitliliği, gelişimi, nedenleri ve sorunları analiz
edilmektedir. Söz konusu analizi yapabilmek ve bahsi geçen hususların Türkiye özelinde
nasıl deneyimlendiğini tespit edebilmek için çeşitli sorular hazırlanmış ve bu sorular
toplam 24 katılımcıya yöneltilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme tekniğinin kullanıldığı
ve katılımcılara beş ana başlık (iş deneyimi, toprağa dönüşçülerin göç coğrafyası ve
motivasyonları, yaşam tarzı, kır-kent algısı ve yerel halkla ilişkisi) altında 40 sorunun
yöneltildiği bu çalışma kapsamında, Türkiye’de toprağa dönüşçülerin homojen bir grup
olmadığı ve eğitim durumları, eğitim aldıkları alanlar, göç etmeden önce çalıştıkları
sektörler, üretim şekilleri, üreticilik yapmayı öğrenme araç ve yöntemleri, ürettikleri
ürünleri pazarlama şekilleri, göç ettikleri kırsal alanlar, göç edecekleri yerleşim alanını
tercih sebepleri, göç etme motivasyonları, göç ettikten sonra karşılaştıkları sorunlar, kırkent algıları, kırsal alandan beklentileri ve yerel halkla kurdukları ilişkiler bakımından
birbirlerinden farklı özellikler taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, toprağa
dönüşçüler kırsal alanlara göç etmeleri, tarımsal faaliyetlerle uğraşmaları ve tekrar
kentsel alanlara göç etmeyi planlamamaları bakımından ortak bir özelliğe sahiptir
Şehir hakkı kavramsallaştırması, hem üretim ilişkilerinin ürettiği/yeniden ürettiği ve ekonomik, toplumsal, siyasal ve mekânsal düzlemde gözlemlenen sorunları anlamlandırma hem de bunları ve bir bütün olarak kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldıracak devrimci dönüşümü formüle etme açısından kilit bir unsur olarak ön plana çıkmaktadır.
Bu kitabın temel iddiası da şehir hakkı kavramının kapitalizmi aşmaya koşullu bir devrimin kuramsal yol haritasına karşılık geldiğine ilişkindir. Bu iddiasını da Lefebvre’in mekân-sermaye, gündelik hayat ve toplumsal mücadele pratiklerine yönelik öne sürdüğü argüman ve kavramsallaştırmalara dayandırmaktadır. Bunu yaparken, özellikle neoliberal politikalarla daha da görünür hâle gelen, Lefebvre tarafından başarıyla öngörülen ve çözümlenen, şehrin özgün nitelikleri ile kapitalizme içkin temel yasalar arasındaki çatışma noktaları aydınlatılmakta ve şehir hakkının gerçekleşmesinin kapitalist üretim ilişkilerinin ortadan kalkması anlamına geldiğine yönelik iddia kuramsal ve pratik boyutlarıyla gerekçelendirilmektedir.