XV. YÜZYIL MUTASAVVIFLARINDAN CEMÂL-İ
HALVETÎ’NİN MESNEVÎLERİNDE MESNEVÎ
KAYNAKLI HİKÂYELER
Leylâ Alptekin SARIOĞLU∗
ÖZ1
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, şahsiyeti ve eserleri ile Türk edebiyatını
yönlendirmiş büyük bir şahsiyettir. Onun büyük eseri Mesnevî’de yer
alan hikâyeler kendisinden sonraki dönemlerde yazılan eserlerde
sıklıkla kullanılmıştır. İşte Cevâhirü’l-kulûb, Beyân-ı Çeng-nâme,
Risâle-i Teşrîhiyye, Risâle-i Fakriyye ve Risâle-i Sûfîyye adlı beş
tasavvufî mesnevî kaleme alan ve XV. yüzyıl Türk tasavvuf
edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Cemâl-i Halvetî, bu
mesnevîlerden Cevâhirü’l-kulûb, Risâle-i Fakriyye ve Risâle-i
Sûfîyye’de Mesnevî’den aldığı hikâyelere yer vermiştir. Cemâl-i
Halvetî mesnevîlerini tasavvuf hakkında bilgi vermek, tasavvuf
yoluna meyletmiş bir kimseye ışık tutmak ve yol göstermek
maksadıyla kaleme aldığı için mesnevîlerinde temel tasavvufî
kavramların bazılarını izah etmiştir. Mesnevîlerde anlatılan konunun
veya tasavvufî kavramın izahını kolaylaştırmak ve okuyucunun daha
iyi anlamasını sağlamak amacı ile temsil, hikâye ve tevillere sıklıkla
yer verilmiştir. Bu makalede, adı geçen üç eserde yer alan Mesnevî
kaynaklı hikâyelere değinilecek, bu hikâyeler verilen örnek beyitler ile
özetlenecek ve bu bağlamda Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin Cemâl-i
Halvetî üzerindeki tesiri ortaya konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, mesnevî, hikâye, Cemâl-i Halvetî,
dervişlik.
∗Dr.,
MSGSU, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
[email protected]
1 Bu makale, Leylâ Alptekin Sarıoğlu, Cemâl-i Halvetî’nin Tasavvufî Mesnevîleri (Metinİnceleme, (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi),
İstanbul, 2013’ten faydalanılarak hazırlanmıştır.
214
XV. CENTURY DJAMÂL-I KHALWATÎ'N OF
SUFIS IN THE MATHNAWÎ MASNAVI
WELD TALES
ABSTRACT
Mavlânâ Djalal al-Dîn Rûmî is a grand character who lead Turkish
Literature by his personality and works. The stories in his unique work
Mathnawî, are used frequently after his lifetime. So Djamâl-ı
Khalwatî who is one of the prominent names in the XVth. century
Turkish sufi literature, wrote five masnavis named Djawâhir al-Kulûb,
Beyân-i Cheng-nâma, Risâla-i Tashrihiyya, Risâla-i Fakriyya ve
Risâla-i Sûfîyya. He used the stories which he learned from Masnavi
in his works Djawâhir al-Kulûb, Risâla-i Fakriyya ve Risâla-i
Sûfîyya. The works of Djamâl-ı Khalwatî were written to explain the
main features of tasawwuf, to enlighten and to lead the person who
want to join tasawwuf movement. For this reason in his works he
explained some of the main concepts of tasawwuf. He frequently used
stories, representations and interpretations in order to explain the
subject of his works or some of the concepts of tasawwuf and by this
way he simplified his works for the sake of readers. In this study the
stories taken from Mathnawi in these mentioned works of Djamâl-ı
Khalwatî will be examined and the effect of Mawlânâ on Djamâl-ı
Khalwatî will be explained.
Key Words: Mavlânâ, short story, Djamâl-ı Khalwatî, asceticism.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
215
Züht ve riyazet, aşk ve melâmet, vahdet-i vücud ve irfan tavırlarını
şahsında birleştirmiş gerçek bir sufî olan Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ö.
1273), Türk edebiyatında mühim bir yere sahiptir.2 Onun tesiri yaşadığı
yüzyıldan başlayıp günümüze kadar gelmiştir.3 Mevlânâ’nın, şahıs olarak
edebî eserlerde yer alması oğlu Sultan Veled (ö. 1312)’le başlamıştır.4 Sultan
Veled yazdığı eserlerinde Mesnevî tesirinin görüldüğü ilk şair olarak
karşımıza çıkmaktadır.5
Mevlânâ ve eserleri, XIV. asra gelindiği zaman başta Yunus Emre
olmak üzere devrin hemen bütün şairleri tarafından şiirlere konu edilmiştir.6
Gülşehrî, Şeyyad İsa, Elvan Çelebi, Kastamonulu Şâzi, Kirdeci Ali,
İzzetoğlu, Meddâh Yûsuf bunlardan bazılarıdır.7
Mevlânâ’nın ve özellikle Mesnevî’sinin tesiri Türk edebiyatında
yüzyıllarca devam etmiş, Nefî’den Şeyh Gâlib’e ve hatta günümüze kadar
gelmiştir.8 Şairler eserlerinde ya Mesnevî beyitlerine ya da ondan hikâyelere
yer vermişlerdir. Bu sebeple Mesnevî’nin Türk edebiyatının
yönlendirilmesinde ayrı bir yeri vardır.9
Mevlânâ’yı XIV. yüzyılın şairleri izlemektedir. İlkin beyitlerle,
ardından hikâyelere yer verilmesiyle başlayan bu tesir, sonraları Mesnevî
tercümeleri ve şerhleri ile günümüze kadar gelmiştir.10 Mesnevî’den ilk
2
A. Azmi Bilgin, “Mevlana ve Çevresi”, Çağdaşımız Mövlana, Bakı-‘Oğuz Eli’-2008, s. 38.
Kemal Yavuz, “Türk Edebiyatında Mesnevî’den İlk Tercüme Hikâyeler ve Bazı Dikkatler”,
Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni, 15-17 Aralık 2001, s. 355.
4 Yavuz, a.g.m., s. 356.
5 Amil Çelebioğlu, “XIII-XV (İlk Yarısı) Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlâna Tesiri”, Eski Türk
Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 1998, s. 29-34; Âmil Çelebioğlu, Türk Edebiyatında
Mesnevi (XV. yy.’a kadar), Kitabevi Yayınları, İstanbul 1999, s. 35-36.
6 Çelebioğlu, a.g.m., s. 29-34.
7 Çelebioğlu, a.y.
8 Yavuz, a.g.m., s. 356.
9 Yavuz, a.y.
10 Yavuz, a.y. Ayrıntılı bilgi için bkz. İsa Çelik, “Mevlanâ’nın Mesnevî’sinin Tercüme ve
Şerhleri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 19, Erzurum
2002, s. 71-93; Ahmet Topal, “Mesnevî’nin Türkçe Manzum Tercüme ve Şerhleri”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C. 14, S. 32, 2007, s. 39-51; Şener
Demirel, “Mevlânâ’nın Mesnevî’si ve Şerhleri”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C.
5, S. 10, 2007, s. 469-504; İsmail Güleç, “Mevlana’nın Mesnevî’sinin Tamamına Yapılan
Türkçe Şerhler”, İlmî Araştırmalar Dil ve Edebiyat İncelemeleri, 22 (Güz 2006), s. 135-154;
Hasibe Mazıoğlu, “Mesnevî’nin Türkçe Manzum Tercüme ve Şerhleri”, Bildiriler,
Mevlâna’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlâna Semineri 15-17 Aralık
1973, Ankara, s. 275-296; Ahmet Kartal, “İslâmî Türk Edebiyatına Tesiri Bakımından
Mevlâna Celâleddin-i Rûmî”, İslâmî Türk Edebiyatı Sempozyumu, İstanbul 2012, s. 55-97.
3
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
216
tercüme hikâyeler Gülşehrî (ö.1335) ile başlamıştır.11 Gülşehrî, başka
eserlerin yanı sıra Mesnevî’den hikâyeler de almıştır.12
Âşık Paşa (ö. 1332)’nın büyük eseri Garîbnâme’de Mesnevî’de geçen
“Üzüm almak isteyen dört adam” adlı bir hikâye bulunmaktadır.13 XV.
yüzyıl şairlerinden Ahmed Hayâlî (ö. 1470)’nin Ravzatü’l-envâr adlı
mesnevîsinde yer alan on altı hikâyeden ikisi Mesnevî’dendir.14 Yine aynı
yüzyılda Tebrizli Ahmedî’nin Esrârnâme’sinde yer verilen üç hikâye de
Mesnevî kaynaklıdır.15
Dede Ömer Rûşenî (ö. 1487)’nin Çobannâme’si de Mesnevî’deki
“Mûsâ-Çoban hikâyesi”nin serbest çevirisidir.16 Burada bir de Rûşenî’nin,
adını eserin başındaki bir miskin ile karınca arasında geçen hikâyeden alan
Miskinnâme adlı eserine değinmek yerinde olacaktır.17
Bunların yanında, Germiyanlı Ahmedî (ö. 1412) İskender-nâme,
Hatiboğlu Letâyif-nâme, Bedr-i Dilşâd (XV. yy) Murâd-nâme, Şeyhî (ö.
1431?) Hüsrev ü Şirin, Ârif (ö. 1438’den sonra) Mürşidü’l-ibâd, Zâîfî (XV.
yy) ise Gazavât-ı Sultan Murad Han isimli eserlerinde Mesnevî’den kimi
hikâyeler ve beyitler tercüme etmişlerdir.18
XV. yüzyıl mutasavvıflarından Cemâl-i Halvetî (ö. 1497) de
mesnevîlerinde Mevlânâ’yı takip etmiş, Mesnevî’den hikâyelere yer
vermiştir. Cemâl-i Halvetî’nin toplam 5963 beyitten oluşan mesnevîleri,
mecmûada yer aldığı sıra ile: Cevâhirü’l-kulûb, Beyân-ı Çeng-nâme, Risâle-i
Teşrîhiyye, Risâle-i Fakriyye ve Risâle-i Sûfîyye’dir.19
11
Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı (Gülşen-nâme) Metin ve Günümüz Türkçesine Aktarma,
(Haz. Kemal Yavuz), Kırşehir Valiliği Yay., Ankara 2007, C. I, s. XXIV.
12 Çelebioğlu, Türk Edebiyatında Mesnevi, s. 49.
13 Emine Yeniterzi, “Klasik Türk Edebiyatı Ahlâkî Mesnevîlerinde Mevlâna’dan İzler”, Türk
Kültürü, Edebiyatı ve Sanatında Mevlâna ve Mevlevîlik Sempozyumu, SÜSAM Yay.,
Bildiriler Serisi 1, 2007, s. 13. Ayrıca adı geçen hikâye için Bkz. Âşık Paşa, Garib-nâme,
(Haz. Kemal Yavuz), Türk Dil Kurumu Yay., C. I/1, Ankara 2000, s. 139-151.
14 Yeniterzi, a.g.m., s. 13-14. Bkz. Derviş Hayâlî, Ravzatü’l-envâr, (Haz. M. Fatih Köksal),
Kitabevi Yay., İstanbul 2003 (Köksal, adı geçen kitapta, bu eserin Ahmed Hayâlî’ye ait
olmadığını, bu asırda yaşamış kimliği meçhul, Derviş Hayâlî adlı başka bir şaire ait olduğunu
kaydetmektedir. Bkz. Köksal, a.g.e., s. 3-6.
15 Yeniterzi, a.g.m., s. 15.
16 Mustafa Uzun, “Dede Ömer Rûşenî”, DİA, C. IX, İstanbul 1994, s. 82.
17 Uzun, a.g.md.
18 Çelebioğlu, a.g.m., s. 29-53.
19 Cemâl-i Halvetî’nin tasavvufî mesnevîleri, Millî Kütüphane’de, 06 Mil Yz A 3264
numaralı yazmanın içerisindedir. Söz konusu mecmûada, altı adet mesnevî bulunmakla
beraber bu mesnevîlerden beşi Cemâl-i Halvetî’ye bir tanesi ise aynı dönemde yaşamış bir
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
217
İlk mesnevî olan Cevâhirü’l-kulûb’da kalplerin cevherleri ortaya çıkarılmaya
çalışılırken ardında yer alan Beyân-ı Çeng-nâme adlı mesnevîde çengin
hikâyesi üzerinden insana kibir ve gururdan uzak durması gerektiği
öğütlenmiş, bedeni terk etmeden Allah’a giden yola adım atılamayacağı
belirtilmiştir. Bu mesnevî, sade dili, basit anlatımı, hikâye ve temsiller içeren
yapısı ile dikkat çekici olduğu gibi bir soluk alma yeri durumundadır. Zira
Beyân-ı Çeng-nâme’nin ardından gelen Risâle-i Teşrîhiyye adlı mesnevîde,
İnşirah Suresi’nin işârî mahiyetteki tasavvufî tefsiri yer almaktadır. Mesnevî
genel olarak insan kalbinin letaifinin nasıl açılabileceği gibi zor bir konudan
bahsetmektedir. Bu mesnevînin ardında yer alan Risâle-i Fakriyye’de
tasavvufî bir kavram olan ‘fakr’ın tarifi yapılmakta, bu tariften yola çıkılarak
aslî vatana ulaşmada kişinin fakra erişmesi gerektiği dile getirilmekte ve bu
yola girenlere hikâyeler yoluyla nasihatler verilmektedir. Son olarak da tüm
bu mesnevîlerdeki gelişimin neticesi olarak ‘sufi’nin kim olduğuna dair
tanım ve hikâyeleri içeren Risâle-i Sûfîyye yer almaktadır.
Cemâl-i Halvetî’nin mesnevîleri, tasavvuf hakkında bilgi vermek,
tasavvuf yoluna meyletmiş bir kimseye ışık tutmak, yol göstermek
maksadıyla kaleme alınmış, bu sebeple mesnevîlerde temel tasavvufî
kavramların bazıları izah edilmiştir.20 Mesnevîlerde anlatılan konunun veya
Halvetî şeyhi ve Cemâl-i Halvetî’nin de pîri olan Pîr Bahâeddin Erzincânî’ye aittir. Mecmûa
içerisindeki son eser olan, 140b-158b varakları arasında yer alan ve 19 yapraktan oluşan, 816
beyitlik Risâle-i Etvâr-ı Seb‘a, bazı kaynaklarda Cemâl-i Halvetî’nin eserleri arasında
gösterilmiştir (Bkz. Muharrem Çakmak, Cemâl-i Halvetî Hayatı, Eserleri, Tasavvufî
Düşüncesi ve Cemâliyye Kolu, (Atatürk Üniversitesi Temel İslami Bilimler Anabilim Dalı,
Doktora Tezi), Erzurum 1999, s. 73; Müjgân Cunbur, “Çelebi Halife Cemal-i Halvetî’nin
Hayatı ve Eserleri”, Aksaray ve Cemalettin Aksarayî Sempozyumu, (Haz. Ruhi Özkanlı),
Aksarayî Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 129). Ancak Ali Öztürk, bu eserin Halvetî’nin
şeyhi Pir Muhammed Bahâeddin Erzincânî’nin “Makâmâtü’l-‘Ârifîn ve Ma‘ârifu’s-Sâlikîn”
eserin adlı eseri ile benzerliğini ortaya koymuştur (Ali Öztürk, XVI. Yüzyıl Halvetî Şiirinde
Din ve Tasavvuf, (AÜ SBE, Doktora tezi), Ankara 2003, s. 71). Cemâl-i Halvetî’nin sayılan
ve ele aldığımız mecmuada onun eseri olarak kaydedilen eser, şeyhi Pîr Muhammed
Bahâeddin Erzincânî’nin Makâmâtü’l-‘ârifîn ve Ma‘ârifu’s-sâlikîn adlı eserinin bir
nüshasıdır. Müstensih veya Cemâl-i Halvetî’nin, Erzincânî’nin adının ve yazım tarihinin de
bulunduğu bazı beyitlerini çıkarması, mesnevînin Cemâl-i Halvetî’ye ait olduğunu
düşündürmüştür. Makâmâtü’l-‘ârifîn ve Ma‘ârifu’s-sâlikîn adlı eser yayımlanmış ve eser
üzerine bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (Bkz. Pîr Muhammed Erzincânî, Makâmâtü’l‘Ârifîn ve Ma‘ârifu’s-Sâlikîn, (Haz. Necdet Okumuş), Türk Dünyası Arastırmaları Vakfı
Yay., İstanbul 1992; Zaur Şükürov, XV. Asır Mutasavvıf Şairlerinden Bahaüddin Erzincanî
ve Makâmâtü’l-‘Ârifîn ve Ma‘ârifu’s-Sâlikîn Adlı Eseri, (Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İlahiyat Anabilim Dalı İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı, Yüksek
Lisans Tezi), İstanbul 2004).
20 Sarıoğlu, a. g. t., s. 176-375.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
218
tasavvufî kavramın izahını kolaylaştırmak ve okuyucunun daha iyi
anlamasını sağlamak amacı ile temsil, hikâye ve tevillere sıklıkla yer
verilmiştir.
Cevâhirü’l-kulûb’da Şeyh Cüneyd’in baktığı bir kimsenin canını
teslim etmesi hakkındaki “Hikâyet” (658-678), “Beyân-ı Hâlet-i Resûl-i
Rabbü’l-âlemin” (679-694), Şeyh Şehâbettin hakkında bir “Hikâyet” (753787), “Hikâyet-i Sultân Mahmûd-ı Gaznevî” (935-968), Hallac-ı Mansur ile
ilgili başlıksız bir hikâye (1009-1115) olmak üzere 5 hikâye ve harflerin
sırlarına dair “Temsilât” (222-338), “Beyân-ı Kânûn-nâme” (1695-1978),
“Beyân-ı Hâl-i Nây” (1979-2260), tutinin insan gibi konuşmasındaki hileyi
açıklayan “Temsil” (2261-2298) başlıkları altında 4 temsil bulunmaktadır.
Beyân-ı Çeng-nâme’de çengin aslından bahseden hikâye (92-427) ve
Hz. Yahya’nın şehit edilmesinin hikâyesi (524-556) olmak üzere 2 hikâye ve
haftanın günleri ile kalbin tavırları ve dervişin hâlleri arasında irtibat
kurulduğu “Temsîlâtü’l-ebdân ve Etvâru’l-kulûb” üst başlığı altında 7 adet
temsil yer almaktadır (474-618).
Risâle-i Teşrîhiyye’de ise gezegenler ve kalplerin tavırlarının
temsilinin anlatıldığı “Temsilât-ı Etvâru’l-kulûb” üst başlığı altında 7 adet
temsile yer verilmiştir (461-633).
Risâle-i Fakriyye adlı mesnevîde “Hikâyet-i Hâce Bâ-Tûtî” (259-330),
“Hikâyet-i Tarîkü’s-salât” (331-413), “Hikâyet-i Vasiyyet-i Emîr be evlâd
alâ Temsîli Etvâru’l-kulûb” (414-527), “Hikâyet-i Nasîhat-i Lebin” (528609), Hz. Musa’nın hilmi hakkında bir “Hikâyet” (610-642), “Hikâyet-i
Mûsâ aleyhi’s-selâm” (643-677), “Hikâyet-i Çûbân” (678-803), “Hikâyet-i
Gürg ü Şîr u Rubah” (804-900), “Hikâyet-i Müezzin der-Şehr-i Bağdâd”
(901-990), “Hikâyet-i Câriye” (991-1099), “Hikâyet-i Merd-i Fâsık” (11001251), “Hikâyet-i Mancınık” (1252-1344) ve “Hikâyet-i Merd-i Sâlih”
(1345-1412) başlıklı 13 adet hikâye bulunmaktadır.
Son mesnevî olan Risâle-i Sûfîyye’de ise “Hikâyet-i Fâsık-ı Şûm”
(215-267), “Hikâyet-i Hâkim” (270-298), “Hikâyet-i Sâ’il” (297-320),
“Hikâyet-i Yahyâ Kuddise Sırruhu Zümürrüd ki Dîdeş Der-vâkı‘a” (328350), “Hikâyet-i ‘Îsâ ‘aleyhi’s-selâm” (367-453), “Hikâyet-i ‘Ömer bin
Hattâb Radiya’llâhu ‘anh” (454-483), “Hikâyet-i Emîrü’l-mü’minîn” (484565), “Hikâyet-i Ebî Hüreyre Radiya’llahu ‘anh” (566-606), dervişin
rüyasında gördüğü üç akçeyi hemen sadaka olarak vermesi hakkında bir
“Hikâyet” (607-643), “Hikâyet-i Dervîş” (644-689), “Hikâyet-i Emîr” (689801), bir kadının isteği üzerine küfre giren adamın anlatıldığı “Hikâyet”
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
219
(800-863) ve “Hikâyet-i Mûsâ ‘aleyhi’s-selâm” (866-898) olmak üzere 13
hikâye yer almaktadır.
Kısaca Cevâhirü’l-kulûb adlı mesnevîde 5 hikâye ve 4 temsil, Beyân-ı
Çeng-nâme’de 2 hikâye ve 7 temsil, Risâle-i Teşrîhiyye’de 7 temsil, Risâle-i
Fakriyye’de ve Risâle-i Sûfîyye’de 13’er hikâye bulunmaktadır. Yani 5 adet
mesnevîde bulunan 33 hikâye ve 18 temsil bize Cemâl-i Halvetî’nin tahkiye
üslubuna verdiği önemi göstermektedir. Bu anlatılardan 5 tanesi
Mesnevî’den alınmıştır:
1. “Hikâyet-i Sultân Mahmûd-ı Gaznevî”
2. “Beyân-ı Hâl-i Nây”
3. “Hikâyet-i Çûbân”
4. “Hikâyet-i Gürg ü Şîr u Rubah”
5. “Hikâyet-i Emîr”
Cevâhirü’l-kulûb’da yer verilen “Hikâyet-i Sultân Mahmûd-ı Gaznevî”
adlı hikâye, Mesnevî’nin V. cildinde yer alan “Ayaz, çarık ve abasını bir
hücreye koyup koca bir kilitle kapısını iyice kapattığından yoldaşlarının o
hücrede Ayaz’ın definesi olduğunu sanmaları” başlıklı hikâyenin
tercümesidir.21 Mevlânâ bu hikâyeyi 305 beyitte anlatırken Cemâl-i Halvetî
hikâyeyi 33 beyitte anlatmıştır.22
Cevâhirü’l-kulûb’da yer aldığı şekli ile hikâye şöyledir: Geçmiş
zamanda adı Mahmud olan ve Bağdat’ta oturan kalem sahibi bir emir vardır.
Onun hükmü altında pek çok insan bulunur. Kendisinin Ayas adında bir kulu
vardır. O kul, padişahının gözünde iyi ve akıllı bir kimsedir. Her seher vakti
Ayas’ın odasına gizlice gittiğini ve odasında bir hazine sakladığını duyan
şeyh, Ayas’ın gizlediği bir şeyler olduğunu düşünür ve durumu anlamak için
onu çağırtarak durumu izah etmesini ister (C.K. 935-943):
21 Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf, Tam Metin, (Mütercim Süleyman Nahifî), (Sadeleştiren Âmil
Çelebioğlu), Timaş Yay., İstanbul 2007, s. 580-589.
22 Burada ve bundan sonra belirtilen beyit sayıları, hikâye ile ilgili öğütleri ihtiva eden
beyitler de eklenerek hesaplanmıştır.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
220
Var idi bir ķulı_anuñ adı Ayās
Ol zamānda ol idi maķbūl-i nās
Ĥāŝ idi şāhuñ ķatında ol kişi
‘Āķil idi fikrle işlerdi işi
Dām-ı ġafletden çıķarmışdı o pāy
Yürüyüp ķılardı her bir yirde rāy
İrişicek her seģer seyrāna_o cān
Beyt-i maĥŝūŝına varurdı nihān
Nā-gehān sem‘ine irişdi şehüñ
Genci vardur dinilir ol hem-rehüñ
Dönüp ol daĥı didi oķuñ anı
Bize gelsün diyüvirsün kim ķanı (C.K. 938-943)
Ayas, odasına gidip hazinesini gösterince şeyh şaşırır. Zira onun
hazinem dediği, çarık, börk ve abadan ibarettir. Şeyh, onun sırrına erişemez
ve bunun izahını ister. Ayas da şeyhin yüce makamına bu giysilerle
geldiğini, bu lütufların kendisine, şeyhi sayesinde, Allah katından ulaştığı
için hazine sayıldığını söyler (C.K. 944-960).
Varuban gösterdi genc ü kenzini
Göricek ķıldı ta‘accüb şāh anı
Şāh irişimedi sırrına anuñ
Döndi Ayās’a didi nendür senüñ
Ģikmetin şol çaruķuñ gör gök ile
Pāke ma‘lūm eyle hem yir gök ile
Döndi didi kim eyā şāh-ı zamān
Görse kāfir yüzüñi bulur ímān
Ben ķuluñ kim gelmişem işigüñe
Hem boyun šutup šuran kişi göge
Giye geldüm ķatuña bu šonları
Ģaķ ķatuñda virdi baña bunları
Cümle lušfuñdur senüñ bu ‘izz ü cāh
Baña ŝūretde olan cümle i şāh (C.K. 954-960)
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
221
Hikâyenin ardından öğüt vermeye başlayan şair, tüm işi yapan,
söyleyen, gören ve işiten Allah olduğu halde nefsin neden şımarıp azdığını
sorar. Neticede Râzık olan Allah, insanı nutfeden yaratmıştır. Allah kişiden
varlığını çekerse onun ardında sadece o nutfe kalır. İnsan bunu kendine
daima hatırlatmalıdır (C.K. 961-968). Cevâhirü’l-kulûb’da yer verilen
“Hikâyet-i Sultân Mahmûd-ı Gaznevî” adlı bu hikâye, Mesnevî’deki
hikâyenin sadece olay örgüsü kısmını aktaran bir özeti olmakla beraber olay
örügüsündeki şu farklarla dikkat çekmektedir:
*Mesnevî’de Ayas’ın odasında bir şeyler gizlediğini duyan padişah,
olayın aslını gizlice öğrenmek için bir emire, gece yarısı onun hücresini
açmasını, hücrede ne varsa yağmalayarak, Ayas’ın sırrını ortaya çıkarmasını
emreder.23
Oysa Cevâhirü’l-kulûb’da
Ayas’ın odasında bir hazine
sakladığını duyan padişah, durumu anlamak için onu çağırtır ve izah
etmesini ister (C.K. 940-943).
*Mesnevî’de padişahın Ayas’dan asla şüphe etmediği, maksadının
etrafını imtihan ederek alay etmek olduğu, yine de gönlüne düşen vehim
doğru çıkarsa Ayas’ın yine de onun makbulü olduğu söylenirken24 hikâyenin
Cevâhirü’l-kulûb’daki şeklinde bu ayrıntılar verilmemiştir. Ayrıca
Mesnevî’de padişahın Ayas’a olan bağlılığı ve hisleri uzun uzadıya
anlatılmış25, Cevâhirü’l-kulûb’da ise bu sevgi birkaç beyitle ifade edilmiştir
(C.K. 935-936).
*Mesnevî’de padişahın emriyle gece yarısı Ayas’ın odasına giren
emirler ve çavuşlar, duvarda asılı çarık ve abayı görünce bunu bir hile
sanarak odanın her köşesini kazıp delik deşik ederler; bir şey bulamayınca
yaptıklarına pişman olup utanç içerisinde padişahın yanına dönerler.
Padişah, onların pişmanlıklarını anlayarak tövbelerini kabul eder, ancak
layık oldukları cezanın Ayas tarafından kararlaştırılması gerektiğini ifade
eder. Ayas da buna karşılık bütün fermanın padişahta olduğunu söyler.26
Hikâyenin Cevâhirü’l-kulûb’daki şeklinde bu olaylar yer almamıştır.
Mesnevî’nin I. cildinde yer alan ve Mesnevî’nin özeti sayılan 36
beyitlik kısım27, Cevâhirü’l-kulûb’da “Beyân-ı Hâl-i Nây” başlığı ile 281
beyitte ve şu şekilde ele alınmıştır: Şair, neye hâlini sorar. Ney de âşık
olmayanın bu sırra ulaşamayacağını, aşk sırrının hayvan kulağı ile
duyulmayacağını, hâlinin şerh etmenin imkânsız olduğunu söyleyerek halini
anlatmayı reddeder (C.K. 1979-2003). Ney, şairin ısrarı üzerine aslının,
23
Mevlânâ, a.g.e., s. 580.
Mevlânâ, a.g.e., s. 580-581.
25 Mevlânâ, a.g.e., s. 580-582.
26 Mevlânâ, a.g.e., s. 586-589.
27 Mevlânâ, a.g.e., s. 43-44.
24
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
222
sadece Allah’ın bildiği bir sır olduğunu söyler ve başından geçenleri
anlatmaya başlar:
Neyledüm ben der-neyistān iy faķír
Kendümi gördüm ü görmedüm ģaķír
Ben baña didüm [ki] her şey’den beni
‘Ālí ķıldı ol Kerím ü ol Ġaní
Çünki gördüm beni ġayrıdan yüce
Gördi lāyıķ Ģaķ beni ķahr u güce
Geldi andan ŝoñra başuma zevāl
Bí-nihāyetdür olınmaz şerģ-i ģāl (C.K. 2004-2007)
O, kamışlık içinde bir neydir. Benlik duygusuna esir olur ve Allah’ın
kendisini her şeyden üstün kıldığını düşünerek kendisini başkalarından üstün
görür. Ansızın bir adam gelir ve elindeki keskin silah ile ona vurur. Onu
bulunduğu yerden alarak aşka esir olmuş bir esire satar. Aşka esir olmuş
kimse çok mutludur ancak onun bağrı dostlarından ayrı düşmenin verdiği
ayrılık ateşi ile yanar. O kişi, eline bir keski alarak keskiyi onun karnına
döne döne sokar ve bağrını deler. Onu baştan aşağı yarıp sağlamca sarar
(C.K. 2008-2060).
Ayrulıķ dostdan ĥuŝūŝā iy kişi
Híç firāķa beñzemez bil bu işi
Kim ola kim ayrulıġını anuñ
İsteye ol ola hem cānı cānuñ
Bişnev ín-ney çün ĥikāyet mí-küned
Ez-cüdāyí-hā şikāyet mí-küned28
Síne ĥˇāhem şerģa şerģa ez-firāķ
Tā bigūyem şerģ-i derd-i iştiyāķ29
Ģaķķ’ı gören ŝoģbetinden híç ıraķ
Olmañuz kim irmeye yarın firāķ
Bu ża‘ífden işidüñ bu pendi siz
Tā ki šūší-vār yeyesiz ķandı siz (C.K. 2032-2037)
28
Beyit, Mevlânâ’nın Mesnevî adlı eserinin ilk beyiti olup nesre çevirisi şöyledir: “Dinle, bu
ney neler hikâyet eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.” Mevlânâ, a.g.e., s. 43.
29 Bu beyit, Mevlânâ’nın Mesnevî adlı eserinin üçüncü beyiti olup nesre çevirisi şöyledir:
“İştiyak derdini şerhedebilmek için, ayrılık acılarıyla şerha şerha olmuş bir kalb isterim.”
Mevlânâ, a.g.e., s. 43.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
223
İnsanın neyi ağzına tutmasının nedeni o dervişin neye pek çok kelam
söylemesindendir. Derviş gece gündüz ağlayıp inleyerek yeryüzünde gizli ve
açıkta ne varsa neye anlatmıştır. Neyin sesini işitenlerde bazen zevk ve safa
ortaya çıkmaktadır (C.K. 2063-2072).
Şair bu kısımda nasihata başlayarak “ölmeden önce ölme”yi tenbih
eder. Neyin içini boşaltması gibi insan da nefsini boşaltmazsa ona pek çok
kahır ve bela ulaşır. Ölmeden önce ölmekten kasıt işte nefsin içini ney gibi
boşaltmaktır. Allah’ın sırlarına ve nuruna ölmeden önce ölen kimse ulaşır.
Ancak bunun için de kişiye tıpkı neyin içini boşaltan derviş gibi bir yoldaş
gereklidir. Neyin hali, insana ders olmalıdır (C.K. 2073-2092).
Ölmeden ölüñ didüginden murād
İşbu sırdur añlasun biliş ü yād
Ölmeyince ‘ayn-ı Ģaķķ esrārına
İrmedi híç kimse_anuñ envārına
Sen de iy mü’min ölegör ölmeden
Yire girip göze šopraķ šolmadan
Tā tecellí_ide saña sırrı Ĥudā
Olmayasın tā ki sen andan cüdā
Bundan añlandı ki üstādsuz vücūd
Tebdíl olmaz ķılma öñünde sücūd
Çünki mevt yolına ġaśśāl olmasa
Bismil olmaz iy kişi ol yunmasa
Bes gerek olmaķ kişiye bir refíķ
Ola üstünde anuñ tā ķalb raķíķ
Ola iy ġāfil ki ġarķ ķılduñ vücūd
Ölmeden öl kim ķabūl ola sücūd
Emr ider bunı saña ol ĥˇāce bil
Ĥˇācedür ol ķušb-ı ‘ālem sırr-ı dil
Šālib olan šuta bu pendi revān
Ölmeyen ķatında yeg bundan hemān (C.K. 2082-2091)
Şair, neye aslının ne olduğunu sorar: Ney, Allah’ın emri ile vatanı terk
ederek nice menzil geçer. Ansızın bir kavim görür. O kavimden bazı
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
224
kimseler onun yanına gelerek ona kastederler. Onlardan biri onu ağzına
alarak çiğner. O adamın karnında günler aylar boyunca kalır. Ağlar, inler.
Sonra oradan çıkar. Kurtulduğunu düşünürken boğazına bir bıçak vurularak
başı kesilir, postu çıkarılır ve parça parça edilir. Her bir parçası bir kişiye
satılır. Sonra bir kişi gelip onu alır, suyun içinde her bir parçayı ayrı ayrı
temizler. Onu bir ağaçtan bir diğer ağaca vurarak kurutur. Onu aşkın
sırlarının söylendiği bir yere götürür ve o da aşkın sırlarına ulaşmayı diler ve
sırlara ulaşır (C.K. 2093-2152). Öğüt kısmına geçen şair, Allah sırrına benlik
ile ulaşılmayacağını, benlik sebebiyle başa çok bela geleceğini, kişinin her
an hizmette bulunup kendisini hor ve hakir görmesi gerektiğini söyler. Şaire
göre, ancak bu öğüdü tutanlar Adn cennetine ulaşacaklardır (C.K. 21532157).
Yüzüñi döndürme ĥıēmetden i cān
Tā tecellí ķıla saña sırr-ı ĥan
Çünki benlik-ile esrār-ı İlāh
Žāhir olmaz vü olur rūy-ı siyāh
Benlik ucından nice nice belā
İrdi baña ĥıēmete_anuñ-çun ŝalā
İderem seni vü senden işiden
Šuta bu pendi ki cennāt-ı ‘Aden
Ola iy šālib müyesser ölmeden
Gözlerüñe šoz u šopraķ šolmadan (C.K. 2153-2157).
Kişi, ölmeden önce ölmelidir. Zira ölmeyen kişiye Allah hayat
vermez. Kişi, kibir, benlik ve hırsı bırakılmalı, yokluk ile yol
temizlenmelidir. Çünkü hiç kimse varlıkla sevgiliyi göremez. Kişi, canını
verirse vatanını bulabilir (C.K. 2158-2167). Öğütlerine devam eden şair,
Allah’tan başka ilah olmadığını, var diyenin ise kâfir olacağını belirterek
sözlerine devam eder. Allah’ın yoluna teslim olunmalı, can verilmelidir ki
can ve ten mahvolmasın. Allah âşığı olan talip, başka bir şeyi yâr
edinmemeli, izzet ile nefsini öldürmelidir. Bunu yapan kişinin kıyamet günü
yüzü ak olur. Şair bunun ardından bu öğütlerin tutulması gerektiğine dair
ifadelere yer vermiştir (C.K. 2168-2198). Akıllı olan kimse için bu kadar
açıklamanın yeterli olduğunu söyleyen şair, aklı olmayan kimsenin yolu
bilemeyeceğini, hak ve batılı ayıramayacağını, Allah’ın varlığının ancak akıl
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
225
ile bulunacağını ifade eder. Aşka giden yol akıl ile bulunabilir. Fânî fânî
olursa bâkî olan ortaya çıkabilir (C.K. 2199-2215).
Kāfídür şerģ aña kim ‘āķíl ola
Ģiŝŝe almaz şol kim ol cāhil ola
Düşdi göñlüme [ki] bundan bir yire
Eyleyem cāndan sefer diyem nire
Çünki ‘aķl-ıla ķadem cān milkine
Cān baŝar girer ol ‘ārif silkine
‘Aķlı olmayan ne bilsün yol nedür
Ģaķ u bāšıl ŝaġ u ŝayru ŝol nedür
‘Aķl-ıla bilindi Ģaķķ’uñ varlıġı
‘Aķl ile derk oldı anuñ barlıġı
‘Aķl-ıla insān ķadem nefs milkine
Baŝdı ķıldı ķaŝd o ģāli ilüñe (C.K. 2200-2205)
Ölmeden evvel ölmeyi tembih eden şair, bir şeyh bularak ona
bağlanmak, benlik ile adım atmamak, nefsi zelil ederek Allah’a ulaşmak
yolunda öğütlerine devam eder (C.K. 2216-2232).
Görünen ve görünmeyen ne varsa Allah’tandır. Gafiller görünüşe
bakarak bire iki demişler, batıla uyup hakkı bırakmışlardır. Allah yolunda
can vermek için mert bir can gereklidir. Evliyanın mertleri, mert olmayana
mert demezler. Kişi mert olmalı fânî olmayıp bâkî kalmalıdır (C.K. 22332248).
İnsan, gece gündüz, kış bahar demeyip buna ulaşmak için uğraşmalı,
Hz. Peygamber’in yoluna canını feda etmelidir. Zira İslam’ın kapısına onun
eşiğinden ulaşılır. Kim onun yüzünü görürse Allah onu cehennem ateşinden
uzak tutar. Onun sureti insan olmasına karşın kendisi insan değildir. O yer
gibi sakindir de ondan ayrı olan gönül titrer, türlü türlü nidalar eder. O,
şüphesiz Allah’ın elidir. Yoluna can ve başın kurban olduğu Peygambere her
kim ulaşırsa aşk ateşinde yanarak pişer (C.K. 2250-2260).
Anlaşıldığı üzere bu hikâye, Mesnevî’nin 36 beyitlik giriş kısmının
tafsilatlı bir anlatımından ibarettir. Halvetî, Mevlânâ’nın sözlerini kendisince
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
226
açıklamaya ve tevil etmeye çalışmıştır. Risâle-i Fakriyye’de yer alan
“Hikâyet-i Hâce Bâ-Tûtî” adlı hikâye Mesnevî’nin I. cildinde yer alan “Bir
tacirin ticaret için Hindistan’a gitmesi ve mahpus papağanından
Hindistan’daki papağanlara selam ve haber götürmesi”nin tercümesidir.30
Mevlânâ Mesnevî’sinde bu hikâyeyi 372 beyitle; Halvetî ise 71 beyitle
aktarmıştır. Risâle-i Fakriyye’de yer verilen şekli ile hikâye şöyledir:
Geçmiş zamanda bir şeyh ve bu şeyhin bir tutisi vardır. Hindistan’a gitmeye
karar veren şeyh, çevresindeki herkese isteklerini sorar. Sıra tutisine gelir ve
tuti ondan oradaki hem cinslerine selamını iletmesini, onun kafes içinde
şekerle kaldığını, hapsolduğunu söylemesini ve onların ne hâlde olduklarını
görüp gelmesini diler (R.F. 259-271):
Didi kim dilerem senden ol ile
Varıncaķ Ģaķ Ta‘ālā ‛avnı-y-ıla
Benüm cinsümden anda görür iseñ
Diyesin bu ża‛ífden bulur-iseñ
Degüresin selām anlara bizden
Şu vaķtın kim irişesin bu yüzden
Daĥı hem diyesin ģabs olduġumı
Ķafesde şekker-ile ķalduġumı
Olar seyr itdügini murġzārda
Diyesin źevķların hem ol diyārda (R.F. 267-271)
Şeyh Hindistan’a ulaşınca kırda dolaşan papağanlara tutisinin
sözlerini iletir. Onlardan bir papağan ansızın düşüp can verir. Tacir
söylediklerine pişman olur. Eve dönünce yaşadığı durumu tutiye de anlatır.
Bu sözleri duyan tuti o anda can verir. Tacir bu duruma çok üzülür ve
papağını kafesten çıkarır. Ancak ölü taklidi yapan papağan bir anda dirilerek
şeyhin elinden uçup gider (R.F. 272-290):
30 Mevlânâ, a.g.e., s. 86-96. Aynı hikâye, Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr adlı mesnevîsinde de
Mesnevî’den alıntıyla, Dāstān-ı Tūtí-i Hˇāce (Hocanın Papağan Hikâyesi) başlığı ile yer
almaktadır: Yavuz, Mantıku’t Tayr, C. I, s. 197-213.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
227
Ĥˇāce sordı šūšíye vardı ģāli
Ne oldı-y-ısa anda didi bāli
Hemān-dem işidicek šūší öldi
Nedāmet buldı ĥˇāce melūl oldı
Çıķardı anı ķafesden aldı_eline
Bu sırra kim ki_irür cānı sevine
Elinde šutar-iken ĥˇāce anı
Šūší dirilüben uçdı revāní
Çıķup oturdı evüñ bacasında
Ĥˇāce ķaldı yüregi acısında (R.F. 283-287)
Bu hikâyede esas söylenmek istenen, “ölmeden önce ölmek”tir.
Haceden kasıt sultanın aklıdır; Hindistan’dan kasıt kalp, sır makamı;
mahbes-i candan kasıt cismiyyet, kafesten kasıt nefis; tutiden kasıt can;
gıdadan kasıt ilm-i zevktir. Bu ilmin kaynağı da sonu da birdir. Bu ilmin
kaynağı, Ruhu’l-Kudüs’tür. Kişi bu ilim için vücuda köledir ve onun için
secde eder, farz olan namazı, orucu, haccı vb. ibadetleri yapar. Böylece kişi,
zevk ilmine can ve gönül vererek tuti gibi şeker yer (R.F. 291-330). Hikâye,
Mesnevî’de yer alan hikâyenin özeti gibidir. Beyit sayısındaki farklılık da
bundan kaynaklanmaktadır. Olay örgüsü bakımından iki hikâyenin herhangi
bir farklılığı bulunmamakla beraber, Mesnevî’de yer alan hikâyede olaylar
aktarılırken geçiş kısımlarında Feriduddin-i Attar’ın bir beyitinin şerhi
verilmiş, Hz. Musa’ya sihirbazların “Önce asanı yere sen at.” diyerek hürmet
göstermeleri anlatılmış, Hakim Senaî’nin hikâye ile bağlantılı bir sözünün
manası verilmiş, kıskançlıkla ilgili bir Hadis-i Şerifin anlamı açıklanmış,
hikâyenin bitiminde ise “Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz.” Hadis-i
Şerifinin tefsiri yer almıştır.31 Tüm bu ayrıntılar, Halvetî’nin anlattığı
hikâyede yer almamıştır.
Risâle-i Fakriyye’de yer alan “Hikâyet-i Çûbân” adlı hikâye,
Mesnevî’nin II. cildinde “Musa aleyhisselama bir çobanın münacatının
çirkin görünmesi” başlığı ile verilmiştir.32 Şair, bu hikâyeyi Mesnevî’den
aktardığını şöyle ifade etmektedir:
İşid imdi diyeyin bir ģikāyet
Ki vardur Meśneví’de bu rivāyet (R.F. 678)
31
32
Mevlânâ, a.g.e., s. 88-96.
Mevlânâ, a.g.e., s. 206-210.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
228
Mesnevî’de 159 beyitle anlatılan bu hikâye, Risâle-i Fakriyye’de 125
beyitte anlatılmıştır. Hikâye şöyledir: Hz. Musa, kendi kendine zikre dalan
bir çoban görür ve onun yanına giderek zikrine kulak verir. Çoban zikrinde
der ki: “Nerede olduğunu bilip yanına geleydim, taze sağılmış sütü sana
vereydim. Gece yatman için sana yer düzeydim. Elbiseni çıkarayım, bitini
kırayım, çarığını sökük bırakmayayım, yamalıklarını dikeyim. Koyunlarım
sana kurban olsun.” (R.F. 678-686):
Bileydüm ķandalıġuñ vara-y-ıdum
Ŝaġılmış südi saña vire-y-idüm
Elüñ öpübeni başa ķoyam ben
Yirüñ düzem ķaçan kim yatasın sen
Šonuñı çıķaram bitüñi ķıram
Ŝaġıncaķ ilk südimi [saña] virem
Ķomayam çaruġuñı kim sökile
Yamalıķları šaġılup dökile
Ķoyunlarum [hep] olsun saña ķurbān33
Olur baġrum seni añdukça biryān (R.F. 682-686)
Bu zikri işiten Hz. Musa, ona bunları kime dediğini sorar ve yeri göğü
yaratan Allah için dediğini öğrenince onun küfre girdiğini, hemen tövbe
etmesini söyler. Çoban bu hâle çok üzülür, canı yanar ve yabana kaçar. Buna
mukabil Allah, Hz. Musa’ya haber yollar ve “Bana dost olan bir kişinin
kalbini neden kırdın?” der ve çobanın gönlünü almasını ister (R.F. 687-699).
Emir geldi i Mūsā n’itdüñ anı
Baña ayranlu südlü dost ķanı
Saña didüm ki dostlar düzesin sen
Didüm mi dostı benden üzesin sen
Nažar eylemezüz biz ķíl ü ķāle
Gerekdür ŝāfí dil kim baña gele
Çūbānuñ göñlini alġıl yüri var
Yoġ-ısa ģālüñ olur ķatı düşvār (R.F. 696-699)
33
“saña: saña olsun”
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
229
Hz. Musa çobanı arar ve bulduğu vakit ona: “Gel, küfrünü İslam’a
tebdil et.” der. Çoban kendisini bırakmasını, kendisinin sülukunun sidreye
olduğunu, O’na canının daima kurban olduğunu ifade eder (R.F. 687-708).
Şair, bu hikâyeyi şöyle tevil etmiştir: Hz. Musa’dan kasıt rehber,
çobandan kasıt can, koyundan kasıt köle olmak, sütten kasıt kalp ve ruhun
gıdası olan hikmet ve irfan, yer düzmekten kasıt gönlü pak eylemek, hizmet
etmektir. Don (elbise)dan kasıt Allah’ın sıfatları, çarıktan kasıt Allah’ın lütfu
ve kahrıdır (R.F. 700-803). Hikâye, bu şekli ile olay bakımından Mesnevî’de
yer alan hikâyeden farklı değildir.
“Hikâyet-i Gürg ü Şîr ü Rûbâh” da Mesnevî’nin I. cildinde “Bir Kurt
ile Tilkinin, Arslanın Hizmetinde Avlanmaları” başlığı ile anlatılmaktadır.34
Şair bu hikâyeyi de Mesnevî’den aldığını şöyle kaydetmiştir:
İşit ol Meśneví’den bir ģikāyet
İdeyin ķıluban seni ri‛āyet (R.F. 803)
Mesnevî’de 112 beyitte anlatılan bu hikâye, Risâle-i Fakriyye’de 96
beyitte anlatılmıştır. Hikâye şöyledir: Bir aslan, bir kurt ve bir tilki avlanmak
niyetiyle dağa tuzak kurmaya giderler. Birbirlerine yardım ederek avlanacak
ve av hayvanlarını yakalayacaklardır. Avlanmayı bitirerek dağdan ormana
gelirler. Aslan kurda, avladıkları hayvanları adaletli bir şekilde
bölüştürmesini söyler (R.F. 804-806):
Meger bir gün ki gürg ü şír ü rūbāh
Şikāra ‛azm ķıldılar çü hem-rāh
Geyik šavşan u keklik avladılar
İşit ol bed-ĥūları n’eylediler
Dönüp aŝlan didi ķurda eyā yār
Şu ĥonı eyle taķsím bize šur var (R.F. 804-806)
Aslan onlara verdikleri lütuf sebebiyle kibirlendiklerini anlar. Kurt
aslana geyik, kendisine tavşan ve tilkiye de kekliğin verilmesini uygun
görür. Aslan bu taksime karşı çıkar. Bölüştürmede terbiyesizlik ettiğini
düşünerek kurdun başını koparır. Sonra tilkiye dönerek bölüştürme işini
onun yapmasını ister. Tilki de geyiği, tavşanı ve kekliği, aslanın önüne
koyarak bunların onun hakkı olduğunu söyler. Aslan ise buna karşılık
kendisinin ne yiyeceğini sorunca tilki kendisine çekirge ve kurbağanın
yeterli olduğunu ifade eder. Aslan tilkiye bu adilâne taksimi nereden
34
Mevlânâ, a.g.e., s. 129-132.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
230
öğrendiğini sorunca tilki de kurdun hâlinden demiştir (R.F. 807-828).
Halvetî bu hikâyeden hisse alınması gerektiğini şöyle belirtir:
Gel imdi ģiŝŝe al bundan i dervíş
Geçüp aŝdāf[ı] dürr-i baģra iriş
Şu deñlü didi ol Mollā-yı Rūmí
Ki ķorķuda meger kim nefs-i şūmı (R.F. 824-825)
Şair, hikâyeyi şöyle tevil etmiştir: Nefisteki kötü huylardan aslandan
kasıt zulüm, kurttan kasıt haset, tilkiden kasıt arabozuculuktur. Nefisteki iyi
huylardan keklikten kasıt yumuşaklık, tavşandan kasıt kalbin mutluluğu,
keklikten kasıt anlayışlılıktır (R.F. 829-900). Muhteva bakımından bu
hikâye, Mesnevî’de yer aldığı şeklinden herhangi bir farklılık
göstermemektedir.
Mesnevî kaynaklı bir diğer hikâye de “Hikâyet-i Emîr”dir. Bu hikâye
de Mesnevî’nin I. cildindeki “Bir padişahın bir cariyeye âşık olması ve
cariyenin hastalanmasıyla padişahın tedavi için tedbir alması” başlıklı
hikâyeden alınmıştır.35 Mesnevî’de 217 beyitle anlatılan bu hikâye, Risâle-i
Sûfiyye’de 112 beyitte aktarılmıştır.
Hikâye şöyledir: Bir cariyeye âşık olan padişah onu sarayına aldırır,
fakat cariye hastalanır. Doktorlar çare bulamaz (R.S. 690-701):
Ne deñlü ģükmi altında šabíbān
Var-ısa şeh getürdi tā ki dermān
Bula ķırnaķ ķavuşa cānına cān
Kim oldur der-zemín ol cān-ı ŝulšān
Šabíbān ‘acze vardı ŝıģģate yol
O ķırnaķ bulmadı añla bunı_iy ķul (R.S. 699-701)
Padişah, cariyeyi tedavi eden hekimlerin çaresiz kaldığını görünce,
mescide giderek dua etmek ister. Dua ederken uyuyakalan şeyhin rüyasına
bir müjdeci gelerek kendisine derdine derman bulacak bir hekim geleceği
haberini verir. Nabza bakarak hastalıkları tespit eden bu hekim, hastalığı
bulur ve kızın Semerkant’tan bir şahsa âşık olduğunu anlar. Cariyenin âşık
olduğu kişiyi saraya getirirler. Sevgilisinin gelişi cariyeyi iyileştirir. Ancak
hekim, o adama bir zehir içirir. Adam yavaş yavaş bedenen çöker ve bunu
gören cariyenin sevgisi gider (R.S. 702-742).
35
Mevlânâ, a.g.e., s. 44-49.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
231
İçürdi zergere dönüp o dervíş
Şarāb kim sırrına cehd ile iriş
O zerger daĥı çünkim içdi anı
Maríż olup iridi ol revānı
Ķaçan [kim] gördi ķırnaķ ģālin anuñ
Ŝovudı ķaçdı andan ķalbi_o cānuñ (R.S. 740-742)
Hikâyenin tevil kısmına geçecek olan şair, hikâyesinin kaynağını da
burada kaydeder:
Çıķardum Meśneví’den bunı ŝūfí
Ki te’víl idem añla olma kūhí (R.S. 744)
Hikâye, dünya sevgisi üzerinden tevil edilmiştir. Dünya da gözümüze
güzel görünen bir sevgili gibidir. Padişahtan kasıt can, cariyeden kasıt nefis,
mescitten kasıt gönül, hekimden kasıt velilik nuru, kuyumcudan kasıt irfan
nurudur (R.S. 745-801). Bu hikâye de muhteva bakımından, Mesnevî’de yer
aldığı şeklinden herhangi bir farklılık göstermemektedir.
Cemâl-i Halvetî, Mesnevî’den aldığı hikâyeleri genellikle özet
şeklinde vermiş ve Mesnevî’deki usul ile hikâyenin teviline ve öğüt kısmına
geçmiştir. “Hikâyet-i Sultân Mahmûd-ı Gaznevî” Mesnevî’de 305 beyitte,
Cevâhirü’l-kulûb’da 33 beyitte; “Hikâyet-i Hâce Bâ-Tûtî” Mesnevî’de 372
beyitte, Risâle-i Fakriyye’de 71 beyitte; “Hikâyet-i Çûbân” Mesnevî’de 159
beyitte, Risâle-i Fakriyye’de 125 beyitte; “Hikâyet-i Gürg ü Şîr u Rubah”
Mesnevî’de 112 beyitte, Risâle-i Fakriyye’de 96 beyitte ve “Hikâyet-i Emîr”
Mesnevî’de 217 beyitte Risâle-i Sûfiyye’de 112 beyitte aktarılmıştır.
Tüm bu bilgilerin ışığında şunu söylemek gerekmektedir: Bu çalışma
ile zikredilen mutasavvıf şairin mesnevîlerinde yer alan mühim bir hususa
dikkat çekilmiştir. Bu husus, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde yer alan
hikâyelerden 5’inin Cemâl-i Halvetî’nin mesnevîlerinde yer alması,
böylelikle yazıldığı tarihten itibaren kaynak ve ilham olarak başvurulan
Mevlânâ ve Mesnevî’sinin, XV. yüzyılın mutasavvıf şairlerinden Cemâl-i
Halvetî tarafından da kaynak olarak kullanılmasıdır. Cemâl-i Halvetî’nin bu
hikâyelere üç mesnevîsinde yer vermesinin yanında Cevâhirü’l-kulûb adlı
eserinde Mesnevî’nin 1. ve 3. beyitini zikrettiğine değinmek de yerinde
olacaktır.36
36
Sarıoğlu, a.g.t., s. 590.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
232
KAYNAKÇA
ALPTEKİN SARIOĞLU, Leylâ, Cemâl-i Halvetî’nin Tasavvufî Mesnevîleri
Metin-İnceleme, (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2013.
Âşık Paşa, Garib-nâme, (Haz. Kemal Yavuz), Türk Dil Kurumu Yay., C.
1/1, Ankara 2000.
BİLGİN, A. Azmi, “Mevlana ve Çevresi”, Çağdaşımız Mövlana, Bakı‘Oğuz Eli’-2008, s. 22-39.
CUNBUR, Müjgân, “Çelebi Halife Cemal-i Halvetî’nin Hayatı ve Eserleri”,
Aksaray ve Cemalettin Aksarayî Sempozyumu, (Haz. Ruhi Özkanlı),
Aksarayî Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 79-89.
ÇAKMAK, Muharrem Cemâl-i Halvetî Hayatı, Eserleri, Tasavvufî
Düşüncesi ve Cemâliyye Kolu, (Atatürk Üniversitesi Temel İslami Bilimler
Anabilim Dalı, Doktora Tezi), Erzurum 1999.
ÇELEBİOĞLU, Âmil, “XIII-XV (İlk Yarısı) Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlâna
Tesiri”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul, MEB., 1998.
ÇELEBİOĞLU, Âmil, Türk Edebiyatında Mesnevi (XV. yy.’a kadar),
Kitabevi Yayınları, İstanbul 1999.
ÇELİK, İsa, “Mevlanâ’nın Mesnevî’sinin Tercüme ve Şerhleri”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 19, Erzurum 2002,
s. 71-93.
DEMİREL, Şener, “Mevlânâ’nın Mesnevî’si ve Şerhleri”, Türkiye
Araştırmaları Literatür Dergisi, C. 5, S. 10, 2007, s. 469-504.
Derviş Hayâlî, Ravzatü’l-envâr, (Haz. M. Fatih Köksal), Kitabevi Yay.,
İstanbul 2003.
GÜLEÇ, İsmail “Mevlana’nın Mesnevî’sinin Tamamına Yapılan Türkçe
Şerhler”, İlmî Araştırmalar Dil ve Edebiyat İncelemeleri, S. 22, Güz 2006, s.
135-154.
Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı (Gülşen-nâme) Metin ve Günümüz Türkçesine
Aktarma, (Haz. Kemal Yavuz), Kırşehir Valiliği Yay., Ankara 2007, C. 1.
MAZIOĞLU, Hasibe, “Mesnevî’nin Türkçe Manzum Tercüme ve Şerhleri”,
Bildiriler, Mevlâna’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası
Mevlâna Semineri 15-17 Aralık 1973, Ankara, s. 275-296.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014
233
Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf, Tam Metin, (Mütercim Süleyman Nahifî),
(Sadeleştiren Âmil Çelebioğlu), Timaş Yay., İstanbul 2007.
ÖZTÜRK, Ali, XVI. Yüzyıl Halvetî Şiirinde Din ve Tasavvuf, (AÜ, SBE,
Doktora Tezi), Ankara, 2003.
Pîr Muhammed Erzincânî, Makâmâtü’l-‘Ârifîn ve Ma‘ârifu’s-Sâlikîn, (Haz.
Necdet Okumuş), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., İstanbul 1992.
ŞÜKÜROV, Zaur, XV. Asır Mutasavvıf Şairlerinden Bahaüddin Erzincanî
ve Makâmâtü’l-‘Ârifîn ve Ma‘ârifu’s-Sâlikîn Adlı Eseri, (Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İlahiyat Anabilim Dalı İslam Tarihi
ve Sanatları Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2004.
TOPAL, Ahmet, “Mesnevî’nin Türkçe Manzum Tercüme ve Şerhleri”,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, C. 14, S. 32,
2007, s. 39-51.
UZUN, Mustafa, “Dede Ömer Rûşenî”, DİA, C. 9, İstanbul 1994, s. 81-83.
YAVUZ, Kemal, “Türk Edebiyatında Mesnevî’den İlk Tercüme Hikayeler
ve Bazı Dikkatler”, Uluslararası Mevlânâ Bilgi Şöleni, 15-17 Aralık 2001.
YENİTERZİ, Emine, “Klasik Türk Edebiyatı Ahlâkî Mesnevîlerinde
Mevlâna’dan İzler”, Türk Kültürü, Edebiyatı ve Sanatında Mevlâna ve
Mevlevîlik Sempozyumu, SÜSAM Yay., s. 11-27.
Türkiyat Mecmuası, C. 24/Güz, 2014