KARAÖZÜ

BURUNÖREN

KALEKÖY

YERLIKUYU

IGDELI

KARPINAR

KIZILPINAR

 

Altay Dağları

          TÜRK MITOLOJISI 1

 

1.   TÜRK MITOLOJISI’NE GÖRE GÜNES, AY VE YILDIZLAR

"Ne Ay, ne Günes varmis, insanlar uçarlarmis.
"Uçanlar isi verir, isiklar saçarlarmis..."
Türk - Altay Efsanesinden

1. GÜNES

Türk mitolojisinde günes, önceleri daha büyük bir öneme sahipti. M.S. 763 de Uygurlar "Mani" mezhebini kabul edince, yavas yavas "Ay"da büyük bir önem kazanmaga baslamisti. Bununla beraber Büyük Hun Devleti zamaninda hem günese, hem de aya, ayri ayri saygi gösterildikten sonra, kurbanlar kesildigini de biliyoruz. "Türklerde günes dogunun, ay da batinin sembolü idiler". Tabiî olarak zaman zaman, bütün bu düsünce düzenleri degise durmuslardi. Meselâ, Teleüt Türklerine ait bir efsane de, "Ay kuzeyin ve günes de, güneyin sembolü idiler". Bu yönleme, gögün en üst katinda duran "Gök kartali"nin durusuna göre yapilmisti. Söylendigine göre, "Bu kartalin sol kanadi ayi, sag kanadi da günesi örtüyordu". Bu duruma göre kartalin basinin doguya bakmasi gerekiyordu. Bu durus da, Türk mitolojisine uygun bir yönleme idi. Yine ayni efsaneye göre ay, karanliklar ve geceler diyari olan kuzeyin; günes de aydinligin hüküm sürdügü ve gündüzler diyari olan güneyin sembolü idiler.

Fakat eski Türklerde, "Günes dogunun sembolü idi". Onlara göre günesin dogdugu yön, çok önemli idi. Esasen yönlerin söylenisinde kullanilan deyimler de hep günesle ilgili idiler. Meselâ "Gün batisi" "Gün dogusu" gibi. Göktürkler, yönlerini tayin ederlerken, yüzlerini doguya, yani günesin dogdugu yöne dönerlerdi. Bunun için de doguya "Ilgerü", yani "Ileri" demislerdi. Oguz Destani'nda da, sabaha, tan agirmasina ve gün çikmasina büyük bir önem verilmisti. "Bütün hayat, o gün ve günesle basliyordu. Günes battiktan sonra ise, her sey duruyordu". Böyle bir anlayis, atli Türkler ve savas düzeninde yasayan kavimler için, normal görülmelidir. Altay bölgesinde yasayan Türk Samanlarinin kapilari da, daima doguya açiliyordu. Halbuki normal olarak Türk halklari, günes görebilmeleri için, kapilarini güneye açarlardi. Görülüyor ki, dinî ve manevî bir görevi olan Saman, bu umumî kaideyi bozuyor ve eski din düzenine uyuyordu. Gerek Yakut Türklerinde ve gerekse Altay yaratilis destanlarinda, "Cennet ile hayat agaci da dogu bölgelerinde bulunuyorlardi".

Türklerde genel olarak, "Günes-Ana" ve "Ay-Baba" deyimleri kullaniliyordu. Bu sebeple bütün masal ve efsanelerde, günesin disi ve ayin de erkek olarak rol oynadigini görüyoruz. Ön Asya kültürlerinde de, günes disi ve ay da erkekti. Tabiî olarak karsilikli tesirlerin ne zaman meydana geldigini kestirmek çok güçtür. Misir'daki Türklerin mensei ile ilgili olarak anlatilan efsanede de, "Günes, Saratan burcuna girdigi bir sirada, suyu ve topragi isitmaga basliyor. Bu sular ile balçiklar bir magarada toplaniyorlar ve magara da, onlara bir ana rahmi vazifesi görüyor. Bu balçiklardan meydana gelen Türklerin ilk atasi da, Ay-Ata adini aliyor". Burada da günes, yine anne rolünü oynar gibidir. Fakat baba ortada yoktur.

Yakut Türkleri, ay ile günesi iki ayrilmaz kardes gibi kabul ediyorlardi. Onlara göre "Günes Tanrisi" (Kün-Toyon) daha önemli idi. Yakut efsanelerinde, "Ay ile günesin aralarinda kavga ettiklerini de görüyoruz. Büyük kahramanlar ve iyi insanlar, genel olarak ay ile günesin himayesinde idiler. Kötü ruhlar ise onlarla, süresiz olarak savas halinde idiler. Bu kötü ruhlarin bazan, günesi kovalayip yakaladiklari da oluyordu. Günes tutulmasi olayi, böyle kötü ruhlarin günesi maglûp edip de, ele geçirdikleri zaman meydana geliyordu. Yakutlar, ay ve günes bayramini da ilkbaharda yaparlardi".

Altay Türklerine göre, "Büyük Tanri Ülgen, ay ile günese dokunan bir dagda otururdu. (Bazi hikayelere göre ise) Tanri Ülgen, ay ile günesin daha da ötelerinde idi. onun tahti, çok uzaklardaki yildizlar üzerinde kurulmustu. Esasen, ay ve günesi yaratan da, yine Tanri Ülgen idi. (Altay Türklerine göre), günesin kirintilarindan meydana gelmis ve insanlara daima iyilik getiren, bir Tanri da vardi. Bu Tanrinin adi, "Suyla" idi. Bu Tanri insanlari daima korur ve onlarin, gök altinda rahat ve huzur içinde yasamalarini saglardi.

"Günesin olusu" ile ilgili efsaneler:

Asagida özet olarak verecegimiz bir Altay efsanesi, yine Altay Türklerinin "Türeyis" efsaneleri ile yakindan ilgilidir. Altay türeyis efsanelerinde de, önceleri sonsuz bir denizden baska bir sey yoktu. Asagidaki efsaneye göre ise, ay ile günes bir ayna (Toli) dan baska bir sey degil idiler. Cengiz Han'in en küçük oglunun adi da "Toluy", yani "Ayna" idi. Bu inanisa göre, "Ay ile günesin kendi kendilerine, sahip olduklari bir güç veya kudretleri yoktu. Bunlar, yalnizca Tanri'nin verdigi isik ve sicakligi yansitmaktan baska, bir is yapmiyorlardi. Nihayet bir maden parçasi olan aynadan baska bir sey degil idiler. Bu sebeple, Samanlarin ayna ile fala bakmalarini, bu inanislarla ilgili görenler olmustur. Samanlara göre, dünyada ne olmus ve ne olacaksa, her sey ve her olay, bu aynaya vururdu. Tabiî olarak Saman'in elindeki ayna da, ay ile günesin bir sembolü idi. saman, elindeki bu günese bakarak falini açar ve gelecek hakkinda fikirlerini söylerdi.

Bati Sibirya kavimlerinden Ostyak'lar ise, ellerine bir ayna bile almaga lüzum görmeden günese ve üzerindeki lekelere bakarak fallarini açarlardi. Samanlar elbiselerinin üzerinde, ay ile günesin resimleri bulunan madenî plâkalar da tasirlardi. Bunlar da hep, fal açma ve sihir yapmaga yarayan, ayni zamanda ayna yerine de geçen aletlerdi. Artik bu esyalarin nevileri, Saman'in zenginligine ve büyüklügüne göre degisirdi. Yanlarinda yerli aynalar tasiyan Samanlar oldugu gibi; Çin'den getirilmis ve üzerinde, gökteki "On iki burcun" resimleri bulunan ithal mallarina sahip olan Samanlar da vardi. Günesin olusu ile ilgili Altay efsanesi söyledir:

"Ne ay, ne günes varmis, insanlar uçarlarmis,
"Uçanlar isi verir, isiklar saçarlarmis.
"Nasil olmussa bir gün, bir insan hastalanmis,
"Tanri bir sey göndermis gögün içinde yanmis.
"Aynaya benzer seyler, büyümüs büyümüsler,
"Onlarin isiklari, gökleri bürümüsler.
"Bunlar göklerde yanan, ayla günes olmuslar,
"Yeryüzünde yasayan, insana es olmuslar".

Altay Türklerinin yukaridaki efsanelerini, Kalmuk'lar biraz daha degistirerek, söyle anlatirlar:

"Insanoglu yasarmis, Tanri'nin göklerinde,
"Ne suç ne günah varmis insanin köklerinde.
"Ihtiyaç duymazlarmis, ne ay, ne de günese,
"Tanriyla yasarlarmis yokmus gerek bir ese.
"Tanri onlara kizmis, insana sekil vermis,
"Dünyaya gidin demis yeryüzüne göndermis.
"Ne isi, ne de sicak, insan saçamaz olmus,
"Tanriya günes için, insanoglu yalvarmis,
"Tanri günesle aya, buyurmus hep parlamis".

Türk mitolojisine göre, "Gökte bir günes ve bir tane de ay vardi". Kuzey-Dogu Asya ve Mogol'larina gidildikçe, onlarin mitolojisinde, günesin sayilari daha da çogalir. Bu, daha ziyade Budizm'in ve Güney Asya kültürlerinin tesiri ile meydana gelmis bir inanç olmalidir. Meselâ, Çin mitolojisine göre 10 ve Hint mitolojisine göre 7 günes vardi. Asya'nin kuzey-dogu uçlarinda yasayan iptidaî kavimler, önceleri genel olarak "Üç günes" in var olduguna inanirlardi. Bu bölgede yasayan Gold'lara ait bir efsaneyi burada vermeden geçemeyecegiz:

Yer ile gök imisler, ta ezelden akraba,
Ayla günes demisler: "Ah bunlar da ne kaba!"
Hücum edip almislar, ayla günesi gökten,
Yerde zindan yapmislar hapse koymuslar kökten.
Zalimmis yer nedense, onlari hep ezermis,
Iyi kalpli gök ise, kendini hep üzermis.
Gök hemen kirpi olmus, göklerden yere inmis,
Yerle bahse tutusmus, bahiste yeri yenmis.
Demis: "Bana bir at ver ayna gibi çok parlak,
"Yer aramis denemis, mizrak at bulamamis,
Günesle ayi vermis, daha çok tutamamis.

Günesin "sicaklik" ve ayin da "sogukluk" sembolü olmasi:

Altay Türklerinde genel olarak günes sicagin ve ay da sogugun sembolü olarak görülür. Insanlarin, gündüzleri sicaktan yanarken; geceleri de soguktan üsümeleri, bu inanisin dogmasina yol açan en önemli sebeplerinden biri olsa gerekti. Asagiya özetini çikardigimiz efsane, Altay daglarinin kuzeyinde yasayan Teleüt Türkleri tarafindan anlatilmistir:

Yeryüzünde yasarmis büyük güçlü bir hakan,
Güzel bir kizi varmis, bayilir mi her bakan.
Hakan demis: "Kizima, lâyiktir ayla günes,
"Insanoglu neyime, nasil olsun ona es!"
Almis kizini koymus, küçük bir çöpten eve,
Ayla günesi tutmus, indirmis gökten yere,
Ayin sabri kesilmis, az bakmis pencereden,
Yemekler buz kesilmis, firlamis tencereden.
Han'in sözüne kanan, günes kapidan bakmis,
Gökyüzüne uzanan, alevler evi yakmis.
Hakan demis: "Günes ay, insanlarin neyine"
"Kendini bir insan say dön kizim sen evine!"

"Günesin yaratilisini" anlatan ikinci Altay efsanesinde de Budist tesirleri görebiliyoruz. Esasen Hindulara göre de ay erkek ve günes de disi idi. bu efsane de öncekini tamamlamaktadir. Anlatista Budist tesirlerin açik olarak görülmesine ragmen hikâye, Altaylilarin inanç ve üslûplari ile erimis ve yerli bir mitoloji haline gelmistir:

Bay Tanri Oçirvani bir gün bir ates bulmus,
Atesi kilicinin, hemen ucuna koymus.
Bu atesi çevirmis, kilicinin ucunda,
Günes hemen belirmis ta göklerin burcunda.
Soguk sulara kizan, Tanri kilici vurmus,
Ay gibi topraklasan, sular gökte ay olmus.

2. AY

"Ay'i kurtlar yakalar, iyice bir yolarmis,
"Ay, eve gidip yatar, yarasi kan dolarmis!..."

Türk - Altay Efsanesinden

Ay - Dede ile Öksüz kiz efsanesi:

Insanoglu parlak gecelerde aya bakmis ve aydaki lekeler üzerinde uzun uzun düsünmüstü. Bu lekeler üzerinde hayal kuran insanlar, ayrica onlar için siirler yazmis ve efsaneler de düzmüslerdi. Bugün Avrupa'daki masallar bile, ayda bir sirigin ucuna iki tane kova takmis bir kizin, yürüyüp durdugunu anlatir dururlar. Orta Asya'daki efsaneler de, ay da sirikla su tasiyan iki kovali bir kizin yürüdügünden söz açarlar. Bu inanisin Avrupa'dan mi, Orta Asya ve Sibirya ya; yoksa Sibirya'dan mi, Avrupa'ya gittigini, simdiden kestirmek çok güçtür. Yalniz bir gerçek varsa, o da Sibirya'nin buzlu ve karanlik Tundralarindan, doguda Bering bogazina ve hatta Amerika kitasinin kuzeyindeki Alaska yerlilerine kadar, bu inanisin yayilmis oldugudur. Ne olursa olsun, bu içli ve güzel masalin, Kuzey Sibirya'daki Yakut Türklerinde söylenen iki degisik anlatilisini, burada özetlemeden geçemeyecegiz.

Annesiz bir kiz varmis, su tasirmis sirikla,
Geceleri aglarmis, soguktan hiçkirikla:
"Ey güzel ay, ey kutsal, ne olursun beni al!
"Buraya gel suya dal, es yap beni göge Sal!"
Dermis kiz haykirirmis, hep aya yalvarirmis,
Imdada çagirirmis, sesi göge varirmis.
Çok soguk bir geceymis kiz yine suya gitmis,
Ay da gece gökteymis, kiz için yere inmis.
Ay hemen kizi almis, ta evine götürmüs,
Ay her dolun oldukça bu kiz ay da görünmüs.

Yakut Türklerinde anlatilan diger degisik masalda, ayrica bir de "Üvey anne" motifi ilâve edilmistir. Birinci masalda günes yokken; burada ayin rakibi olarak ortaya çikmaktadir:

Annesiz bir kiz varmis, sirikla su tasirmis,
Üvey anne yüzünden, kiz sabrini tasirmis.
Kadin alayla dermis, kiz biraz geç kalinca:
"Büyük adam olursun, ay gün seni alinca!"
Kiz gece suya gitmis, dua etmis gönlünce,
Ay hemen yere inmis, kizi yerde görünce.
Kiz saklanmis korkuyla, bir fundanin dibine,
Almis kizi fundayla, Ay götürmüs evine.

Ay - Dede ile Yedi basli devin savasi:

Eski Türk inanislarina göre ay ile günes, insanlara daima iyilik getiren ve onlari koruyan iki kutsal kudretti. Ay ile günes insanoglunu her zaman göz altinda bulundurur ve onlari kötü yola sapmadan korurlardi. Asagidaki, Altay Türklerinin anlattiklari masal da, bunun bir örnegidir:

Çok çok eski çaglarmis büyükçe bir dev varmis,
Nice çok canlar almis, insanoglu az kalmis.
Insanlar toplanmislar, ta Tanriya varmislar,
Kurtar bizi diyerek, Tanriya yalvarmislar.
Bu çok güç vazifeyi, Tanri günese vermis,
"Yakarim ben dünyayi, ay yapsin isi dermis".
Ay dünyaya inerken, hava da çok sogukmus,
Dev bögürtlen yer iken, agaçla göge uçmus.
Ay gökte dolun iken dev ayda görünürmüs,
Bögürtlenini yerken, keçeye bürünürmüs.

Bu efsanede de görülüyor ki, günes sicak, ay ise soguktur. Ay her girdigi yeri sogutur ve hatta sogugu ile, günesin bile yenemedigi yenemedigi kötü ruhlari yenebilirdi. Fakat ayin bu sogugu insanlara zararli degildi. Insanlar ona karsi kendilerini koruyabilirlerdi. Bundan önceki efsaneler de ay, öksüz kizi götürürken agaci da beraber almisti. Burada da agaç, devle beraber götürülmüstür. Soguk bölge Türkleri tarafindan anlatilan bu masallarda, aya ve soguga fazla önem verilmistir. Hatta günesin sicakligi bile küçüksenmistir. Bu sebeple de günes, aydan daha az güçlü olarak gösterilmistir. Günesin, isiklarini ve sicakligini esirgedigi bu bölge halklarinin böyle düsünmelerinde, elbette ki haklari vardir.

Ay-Dede'yi yiyen kurtlar:

Ay bazan, tepsi gibi büyük ve parlak olur; bazan da küçülür ve donuklasir. Elbette ki insanlar, bunun sebebi nedir diye, akillarini yormus ve düsünmüslerdi. Ay niçin küçülür ve niçin büyürdü? Herhalde ay, her küçüldükçe onu bir sey yemekte ve bitirmekte idi. Bunu yiyebilecek sey de, kutsal kurtlardan baska bir sey olamazdi:

Ay her dolunlastikça kurtlar ayilar yermis,
Ay azicik kaldikça, kurt ayilar gidermis.
Ay gider bir ay yatar, yarasini sararmis,
Iyilestikçe çikar, yine gökte parlarmis.
Ayi, kurtlar yakalar, iyice bir yolarmis,
Ayi yine gidip yatar, yarasi kan dolarmis.

Bu inanis, Orta Asya ve Sibirya'da çok yayilmistir. Fakat her kavim, bu ayin yenis ve parçalanisini, kendi kutsal hayvanlarina yaptiriyordu. Meselâ Mogollarla, Kuzey-Dogu Sibirya'daki Gilyak'lar Gökteki ayi, kendi köpeklerine; kuzey kutbuna yakin oturan halklar ise, ayilara yedirtiyorlardi. Ama Türk halklarina göre köpek, kötü ve adî bir hayvandi. Kurtlarin yaninda da çok güçsüz kaliyordu. Bu sebeple Yakut Türkleri, diger komsularindan ayrilarak ayi, kurtlara kovalatip ve sonra da onlara yedirtiyorlardi.

Altay Türklerinde de ayni efsaneyi görüyoruz. Yalniz burada, Kurtlarin yerine "Yedi basli dev" yani "Yelbegen" geçmistir. Bu Altay masali, ana motifler bakimindan, "Sirikla iki kova su tasiyan öksüz kiz" efsanesine de benzer. Öksüz kiz efsanesindeki agaç veya funda da ayda görülmektedir. Ancak Altaylarda, kizin yerine, dev geçmistir:

Yedi basli Yelbegen, adli büyük dev varmis,
Öç alir ay günesten, onlari yer yutarmis.
Büyük Tanri Bay-Ülgen, aya bakar sararmis,
Ayi bitirip yiyen, bu deve ok atarmis.
Dev bazan yildizlari, kovalar götürürmüs,
Sonra da parçalarmis, agzindan tükürürmüs.
Yildizlar bu azgindan, kaçarmis hep göklere,
Dev onlari agzindan, saçarmis hep göklere.

Yine Altay Türklerine göre, "Ayin tutulmasi" olayi da, yine bu "Yedi basli dev" yüzünden meydana gelirdi. Bunun için Altay Türkleri ay tutuldugu zaman söyle derlerdi:

"Yine Yelbegen, (Yani yedi basli dev) ayi yedi".

3. AYDAN TÜREYEN TÜRK SOYLARI

Uygurca Oguz-nâme'de Oguz-Han'in babasinin adinin, "Ay-Han" oldugu söylenir. Maalesef, bu Oguznâme'nin bas kismi kaybolmustur. Bu sebeple, bu "Ay-Han"in kim oldugunu anlayamiyoruz. Bilindigi üzere, Oguz Han'in ikinci oglunun adi da, Ay-Han" idi. Burada "Ay-Han" yalnizca bir ünvandir. Yoksa bazilarinin dedikleri gibi, Ay-Han, "Ay'in Han"i, Kün-Han'da "Günes'in Han'i degillerdi. Elbette ki Ay-Han, Türk mitolojisinde Ay’i temsil eden sembolik bir ad idi. Türklere göre ay, erkek idi. "Ay-Ata" deyim ve adlari, buradan geliyordu. Türk-Mogol efsanelerinde "Ay'i, çocuk dogurtan bir baba olarak" da görüyoruz. Meselâ Çingiz-Han'in atalarindan Alan-Ko'a, ay isigindan gebe kalmisti. Bazi kaynaklar da, Ay'in bizzat çadirdan içeri girerek kadini gebe biraktiklarini söylerler. "Türklerdeki Gök-Kurt (Kökböri) ise, gökteki Tanri'nin, yerde sekillenmis bir sembolü idi. bunun için de Gögün rengini almisti". Aydan gebe kalan kadinlara ay, sarisin bir adam seklinde gelmis ve köpek seklinde gitmisti. Çin'de "Altin" ve "Sari renk", imparatorun bir sembolü idi. Bu sebeple Mogol efsanelerinde, Çin tesirleri aranirsa, ihtiyatsizlik olmayacagi kanaatindeyiz.

4. YILDIZLAR

"Kubbesini sert gögün, gezegenler delmisler,
"Soguklar ögün ögün, Yeryüzüne gelmisler!..."

Yakut Türklerinin Efsanesi

Yildiz bilgisi, "Zaman" ve "Yön"ler için önemli idi:

Yildizlar Türk kavimlerinde daima önemli bir rol oynamislardi. Eskiden beri dünyanin taninmis at yetistirenleri ve savasçilari olan Türkler, yildizlardan bir yandan günlük hayatlarinda istifade ederlerken, diger yandan da onlar için efsaneler düzmüs ve siirler yazmislardi. Iyi bir yildiz bilgisi, atçi ve harpçi bir kavim için, hayati bir önem tasirdi. Akinlar kervanlarin ve sürülerin yola çikisi, meraya gidis, yatis ve kalkis, hep yildizlara göre yapilirdi. Daha düne kadar Anadolu'daki durum da böyle idi. Bilhassa yaz aylarinda, safakla birlikte sehirdeki pazarda bulunmak isteyen birçok köylülerimizin, yola çikis saatlerini, Ülker yildizinin durumuna göre ayarladiklarini yakindan biliyoruz. Bu sebeple, Yildiz bilgisi, Türkler arasinda baslica iki bakimdan önemli sayilmisti.

1. Vakti ögrenme bakimindan, yildiz bilgisi çok faydali idi. Özellikle, yeni bir hayatin baslayacagi sabaha yakin saatlerde, bu konuda saglam bir bilgiye sahip olma, Türk toplumuna büyük faydalar sagliyordu.

2. Yildiz bilgisi ile yönleri ve yolu bulma, atli ve savasçi kavimler için, ihmal edilemez bir bilgi idi.

Gerek vakti ve gerekse yolu bulmak için, iyi kullanilan böyle bilgiler, bir topluma birçok faydalar sagliyorlardi. Yine ayni bilgiler, o toplumun gözlerini ve dikkatlerini de göge çeviriyorlardi. Bu ilgi, toplumda bir yandan saglam ve sasmaz yildiz bilgisi meydana getirirken; diger yandan da gögün ve Tanrinin, bu degismez düzeni için, insanlarda hayranlik uyandirmaktan geri kalmiyordu.

Eski Türk dini, gerçekçi bir "Gök dini" idi:

Efsaneler, birer sembol ile ifade edilmis, his ve inanislarin, aynalarindan baska bir sey degildirler. Bizce "Önemli olan efsaneler degil; onlarin köklerinde yatan ve onlarin doguslarina sebep olan dinler ve diger inanislardir". Bu inançlari bilmeden, Türklerin gök ve yildizlar hakkinda söyledikleri efsanelerin sirlarini çözüp ve açiklamanin imkâni yoktur.

Türklerin hayatinda en önemli rol oynayan sey, "Çadir" idi Bütün hayatlari burada geçer ve aile baglari da, bu yurt ile sembollesirdi. Onlar çadira girdikleri zaman, dünyalari da gökleri de hep kendi çadirlari olurdu. Babil metinlerinde bile, gök bir çoban çadirina benzetilirken, Orta Asyali nasil olurdu da, bu muhtesem gögü, çadirina ve yurduna benzetmezdi. Iste bizim bu konuda, hareket edecegimiz en önemli çikis noktamiz bu olacaktir. Gögün bir çadira nasil benzetildigi ve bu fikrin nasil gelistigini, "Kutup Yildizi" ile ilgili bölümümüzde inceleyecegiz.

Orta Asya Türk kavimleri tarafindan umumiyetle "Gögün kapisi" kutup yildizinin bulundugu yer olarak kabul edilmistir. Bunun da, baska türlü bir düsünceye dayandigi anlasiliyordu. Eski geleneklerini birakmamis bazi, Orta Asya boylarinda, bunun az çok açiklamalarini da bulabiliyoruz. Birçok Türklere göre gökteki yildizlar, Gök çadirinin deliklerinden dünyamiza sizan isiklar idiler. Tabiî olarak bu, çok ilksel bir açiklamadir. Herhalde Göktürk çaginda böyle bir gelenek, itibarini çoktan kaybetmisti. Fakat Göktürk halklari arasinda bu inancin, bir halk inanisi olarak yasamadigini da iddia edemeyiz. Baslangiçtan beri söyledigimiz gibi, "Halk inanislari ile devlet dini, ayri gelisme yollari takip etmislerdi. Türklerde, Devlet dini de, ana prensipler bakimindan halk inanislarina dayanmakla beraber, daha gerçekçi ve içtimai bir yola girmis, ayrica dünyanin yüksek dinleri arasinda yer almistir". Halk ise daima mistisizme meyletmis ve günlük hastalik v.s. gibi isleri için de, dinlenen fevkalâde yardimlar ve çareler ummustu. Bunu söylemekle, Göktürk devletinde, halkin devlet dinine inanmadigini demek istemiyoruz. Din, bir imam konusu oldugu kadar, büyü v.s. gibi pratigi de olan bir yoldur. Samanlarin yaptigi bu pratik isler, devletin büyük din merasimlerinde herhalde büyük bir önem tasimiyordu. Bununla beraber devletin yüksek din anlayisini anlayabilmek için, yine halkin bu iptidaî geleneklerine bakmak icap etmektedir.

"Mevsimlerin degisimi" de, yildizlara göre ögrenilebilirdi:

"Gögün kapisi" olan kutup yildizi, hem kutsal ve hem de, bütün gezegenlerin basladigi bir "Demir kazik" idi. Uygurlar bu yildiza daha büyük bir saygi göstererek, ona "Altin kazuk" demislerdi. Kutup yildizi parlakligin bir sembolü idi. "Kutup yildizinin bulundugu yerden veya gök kubbesinde meydana getirdigi kapidan, Tanri insanlara sefaat eder ve Kamlar (Samanlar) da bu delikten Tanri ile ilgi kurarlardi. Bu kapi, insanlar dünyasi ile, gökteki ruhlar dünyasinin bir siniri idi". Bu sebeple bu yerin, diger yildizlarin deliklerine nazaran, ayri bir kutsalligi vardi. Orta Asya kavimlerine göre, "Hava degisimleri"nin de, bu yildizlarla büyük bir ilgisi vardi. Meselâ Yakut Türklerine göre, "Soguk havalar, diger gezegenlerin deliklerinden yeryüzüne inerlerdi. Bu bakimdan bilhassa Ülker yildizi büyük bir önem tasirdi. Gezegenlerin yükselip alçalmasi ile, soguk veya sicak havalarin gelecegi, çogu zamanda isabetli olarak söylenirdi". Anlasiliyor ki, "Yildiz bilgisi" ile "Efsane"nin de çok yakin ilgileri vardi. Meselâ Kuzey-Dogu Asya'da "Büyükayi burcunun kuyrugunun döndügü yöne göre, mevsim de degisirdi. Büyükayi burcunun kuyrugu, kuzeyde ise kis; batida ise, sonbahar; güneyde ise, yaz ve doguda ise, ilkbahar gelirdi". Bundan da anlasiliyor ki, Orta Asya kavimleri, bir yandan yildizlar hakkinda efsaneler düzerken, diger yandan da yildizlarin gezisleri ve yönleri hakkinda, az çok bilgiye sahip idiler.

Eski Türklerde "Ülker" sözü, "Gezegen yildizi" karsiligi idi:

Türkler baslangiçta bütün gezegenler için "Ülker" veya "Ülgel" deyimini kullaniyorlardi. Bu deyim sonradan, digerlerinden ayrila ayrila, en sonunda "Ülker" yildizi için bir ad olmustur. Yakut Türklerinin lehçesinde "Ürgel" sözü, bugün bile, "Gök deligi" anlamina kullanilmaktadir. Hatta söyle, güzel bir efsane de vardir:

Bir zamanlar delikmis, nedense gök kubbesi,
Dondurmus hiç dinmemis rüzgârin soguk sesi.
Yakut adli Türklerde kahraman bir er varmis,
Ne var diye göklerde, gezegenlere varmis.
Kubbesini sert gögün, gezegenler delmisler,
Soguklar ögün ögün, yeryüzüne gelmisler.
Bu er çok kurt avlamis deriler hazirlamis,
Otuz eldiven yapmis, ta göklere firlamis.
Er Gökleri kapamis, sogugu yenmis, inmis.
Sicak günler baslamis eski soguklar dinmis.

Gökteki gezegenlerin deliklerinden soguk geliyormus. Bunun önüne geçmek için de, Yakutlarin efsanevî kahramani bu çareyi bulmus. Fakat 30 çift "Kurt bacagi derisinden eldiven" yaptirmasinin sebebi, pek anlasilamiyor. Kurt derisinin kök olarak degeri, bilinen bir seydir. Öyle anlasiliyor ki, dondurucu soguklar vardi ve buna tahammül edebilmek için de, böyle bir yol seçilmisti. Kürkleri daha kiymetli olan hayvanlar var iken, derisi niçin seçilmisti? Iste bu nokta ile Türk mitolojisine girilmis olunuyordu.

Sicak ve soguk havalar, yildizlarin hareketine bagliydi:

Gezegenlerin yükselip alçalmasi ve yahut da yavas veya Sür'atli yürür gibi görünmesi de, hava degisikliklerini gösteren bir belirti gibi kabul edilirdi. Gezegenlerin sür'atli gezinmeleri sicak havalarin, yavaslamalari da soguk havalarin gelecegine bir isaret idi. Yine Yakut Türklerine ait asagidaki efsane, yukaridaki inanislari tamamlar bir durumdur. Onlara göre havalar, baslangiçta çok daha soguk idi. fakat sonradan yavas yavas isinmaga baslamisti:

Uzunmus bütün kislar, nedense bir zamanlar,
Çok da kisaymis yazlar yaz görmemis insanlar.
Bir agaç etrafinda, gezegenler dönermis,
Dönüs yavasladikça, atesleri sönermis.
Bir gün gelmis ki hepsi çok yavas dönüsmüsler,
Olmuslar duran tepsi, hep birden sönmüsler.
Gezegenler bir iple, bagliymis bu agaca,
Bir Saman kiliciyla, dagitmis her bucaga.
Yildizlar isinmislar, döndükçe çok sür'atli,
Dünyayi isitmislar, olmuslar bir boz atli.

Yukarida efsaneden de anlasiliyor ki, "Gezegenler baslangiçta gögün ana ve ilk yildizlari olarak kabul edilmislerdi". Öbür yildizlar ise artik, zamanla ortaya çikmislardi.

Gezegenlerin, Kutup yildizi etrafinda dönmeleri:

Bu konuyu gezegenlerle ilgili bölümümüzde birer, birer ele alacagiz. Türklerin "Demir kazik" veya "Altin kazik" dedikleri Kutup yildizi, diger bütün burçlarin eksenini teskil ediyordu. Artik diger burçlar, onun etrafinda dönüyorlardi. Kutup yildizina en yakin olan burç, Küçükayi burcu idi. "Türklere göre bu burç, Kutup yildizina takilan bir araba oku ile, araba çeken, iki at idiler. Bunlar bir eksen etrafinda, mütemadiyen gök yüzünde dönüp duruyorlardi. Ondan sonra gelen Büyükayi burcu da, 7 kurt veya 7 vahsi köpek idiler. Onlar da bu iki ati yemek için, gökte onlari kovalayip dönüyorlardi. Fakat Demir kazik, yani Kutup yildizina demir zincirlerle baglandiklari için, onlari tutamiyorlardi. Zaten zincirlerini koparip da, bu isi yapmis olsalardi, dünyanin sonu gelecekti". Kirgiz Türkleri bunu demekle, Gök ve Tanrinin büyük düzeninden söz açiyorlar ve kâinatin varligini veya yoklugunu bu düzenin devamina bagliyorlardi.

DÜNYANIN KUTUP YILDIZI EKSENINDE DÖNMESI

"Gögü kötü ruh basmis, inmesin yere diye,
"Tanri bir çadir asmis, koca bir direk ile!..."

Yakut Türklerinin Efsanesi .

Bütün gezegenler ve burçlar, Kutup yildizi etrafinda dönerlerken, dünya bir Kutup yildizinin ekseninde dönüyordu. Çünkü Dünya Kutup yildizina bir "Demir kazik", "Demir agaç" veyahut da bir "Demir dag" ile baglanmisti. Bu konulari Kutup yildizi ile ilgili bölümümüzde, yeniden ve daha derin olarak ele alacagiz. Bir gerçek varsa, "Orta Asya ve Sibirya mitolojisinin dünyanin döndügüne inandigidir". Obi Ugorlari bu dönüsü bir efsane ile de süslemislerdi. Prof. Rasony, bu konuda yazilmis Macarca bir makaleyi de, bize özetlemek lûtfunda bulundular. Bu mesele ile ilgili olarak söylenmis, bir Kuzey-Bati Sibirya efsanesi, kisaca söyledir:

Tanri yeni bir dünya, yaratma özlüyormus,
Yaratmis ama dünya, durmadan dönüyormus,
Tanri'nin elçisi de, bir "Ana-Tanri" imis,
Onun düsüncesi de, azicik ayri imis.
Bu dönüs Tanri demis: "Birazcik yavaslasin!"
Sonra kizinca demis, "Artik Tufan baslasin!"
Sular dünyayi basmis ruhlar dünyadan kaçmis.
Uçup gökte gezenler yer dönerken hep sasmis.
Dünya tekerlek gibi, hiç durmadan dönermis,
Sonra atesli sular, basinca az sönermis. .

Yukarida ayri olarak verdigimiz bir Yakut efsanesinde yildizlarin yavas döndügü ve bunun için de havalarin soguk oldugu söyleniyordu. Havalarin isinmasi için, yildizlarin çabuk dönmesi de, yine bu efsaneye göre, bir sart gibi gösteriliyordu. Burada ise, baslangiçta dünyanin, çok çabuk döndügü ifade edilmektedir. Efsanede, bundan dolayi dünyanin sicak mi veya soguk mu oldugu pek söylenmiyor. Fakat bundan anladigimiz bir önemli nokta var ise, Dünya ve yildizlarin yavas veya sür'atli dönmelerinin, Orta Asya ve Sibirya mitolojisinde önemli bir motif oldugudur.

Diger Yildizlar ve Türkler:

"Zuhal (Satürn) yildizini eski Türkler, iyi taniyorlardi. Bazi eski Türk kitaplarinda bu yildizin adi da geçer. Fakat bu ad, henüz daha kesin olarak okunmamistir. Kültür hazinemiz Kutadgu Bilig, bu yildiz için söyle diyor:

"En üstün Zühal (Sekentir)'dir, en önde yürür,
"Iki yil, sekiz ay bir evde kalir!..."

"Müsteri" (Jüpiter), eski Türklerin takvim bilgilerinde, önemli bir rol oynardi. Jüpiter’in, eski Türkçe adi "Eren-tüz" idi. XI. yüzyildan sonra Türkler bu yildiza "Ongay" demege baslamislardi. Bugün Anadolu’muzun bir çok yerlerinde, bu yildiza "Öngay" veya "Öngey" adi verilmesi de, üzerinde durulmasi gereken önemli bir meseledir. "On iki hayvanli Türk takvimi, on iki gezegen burcun, dönüs sürelerine göre kurulmustu". Jüpiter’in dönüs süresi de, on iki burcun dönüslerine yakindi. Bu bakimdan Türkler, Jüpiter’e büyük bir önem vermislerdi. Kutadgu Bilig, bu yildiz için söyle diyordu:

"Ondan sonrada gelir, ikinci olur Onay,
"Her evde kalir on ay, ayrica da iki ay!...!

"Merih" (Mars) yildizinin "Kizil rengi" Türklerin gözlerinden kaçmamistir. Avrupa'da bu yildiza, "Kirmizi yildiz" diyenler yok degildir. Eski Türkler ise, Merih yildizina "Bakir Sokum" derlerdi. Türk mitolojisi ve düsüncesi bakimindan, Kutup yildizi, yani "Demir kazik" la bir benzerligi vardi. Anadolu'da Merih'e, "Yaldirik" da derler. Bu da, çok eski Türkçe deyimdir. Karahanlilar çaginda Türkler Merih'e "Kürüd" demege baslamislardi. Türklere göre Merih yildizi, korkunç ve atesi ile her seyi yakan bir yildizdi. "Bakir sokum" adi da bundan dolayi verilmis olmaliydi. Kutadgu Bilig, onun için söyle diyordu:

"Üçüncü Merih (Kürüd) gelir, korkunç gururlu yürür,
"Bir defa kime baksa, yesermis bile kurur!..."

"Utarit" (Merkür) ugurlu bir yildizdi. Bunun için eski Türkler de ona, "Tilek" yani "Dilek" derlerdi. Utarit'e karsi dilekler, dilenir ve bu dilegin yerine getirilmesi beklenirdi. Yine çok eski bir Türk sairi olan Yusuf Has Hacib, onun için söyle diyordu:

"Sonra geldi arzu, "Tilek" arzular,
"Kime yakin gelse, özüne baglar!..."

Türkler burçlari da çok iyi tanirlardi:

Türkler, "Koç burcu"na, "Kuzu"; "Boga burcu"nah da "Ud" yani "Öküz" burcu derlerdi. Sonradan boga denmistir. "Ikizler" burcu için söylenen "Erendir" ile "Akrep" burcunun Türkçe adlari "Kuçik" da, çok eski Türkçe deyimlerdir. Kutadgu Bilig, bu burçlari söyle anlatiyor:

"Yaz yildizi Kuzu, sonra da Boga (ud) gelir,
"Ikizler (Erendir), Akrep (Kuçik) ile, dostça yan yana gelir!..."

Eski Türkler, "Arslan burcu"na, yine "Arslan" derlerdi. "Basak burcu" için ise, "Bugday " veya "Bugday basi" deyimi kullanirdi. "Yengeç" burcuna da "Çadan" yani çayan derlerdi:

"Gök arslan burcu ile, komsu bugday basi,
"Sonra Terazi burcu (Ülgü), oldugu Yengecin (Çadan) esi!..."

"Oglak, Kova, Balik" burçlarinin adlari eski Türkçe'de de degisik degildi. Eski Türkler, Kova'ya "Koga" derlerdi. Kova'nin daha eski Türkçe'si ise, "Könek"ti:

"Sonra da geldi Oglak, Kova (Könek), ile hem Balik,
"Bunlar dogarsa eger, aydin olur, gök kalik!..."

Anadolu'da Türkler, Islâmiyet’in ve Batinin tesirleri altinda Kova burcuna, "Saka yildizi" da demislerdi.

Türk Halk edebiyatinda yildizlar:

Eski Türk sözlüklerinde yildizlar hakkinda çok bilgi vardir. Fakat bunlari mitolojideki yerlerine yerlestiremedigimiz için hepsinden söz açamadik. "Kutadgu Bilig" de oldugu gibi, yerin çiçegini gögün yildizlarina benzeten halk siirleri de yok degildiler. Meselâ Ercisli Emrah'in su siiri bunun için güzel bir örnektir:

"Kapida yayilir Koyunla kuzu,
"Yerin çiçegisin, gögün yildizi".

Ordu içindeki asker sayilarini gökteki yildizlara benzetme de, eski Türk edebiyatinin bir özelligidir. Gerçi bu benzetmege, Iran edebiyatinda da rastlanirdi. Fakat Karacaoglan herhalde bundan habersizdi.

"Karacaoglan der ki, burda durulmaz,
"Gökteki yildizdan çoktur sayilmaz!"

Türk halk edebiyatinda, yildizlar için söylenmis çok sey vardir. Bektasî "Devriye"lerinde sik sik burçlardan ve dervislerin bu burçlara ugradiklarindan söz açilir. Bu, "Insan-i kâmil" in ruhunun yaptigi devirle ilgilidir. Yoksa devriyeler özel olarak burçlar için söylenmis siirler degil idiler.

5. KUTUP YILDIZI

"Derler Kutup Yildizi, Gökteki bir kapidan,
"Aydinlatirmis bizi, nur verir üst yapidan!..."

Eski Türk Efsanesi

Tanri, dünya ile yildizlari Kutup yildizina baglamis:

Kutup yildizi Türk mitolojisinin uzay ile ilgili, kozmolojik düsünce düzeninin, temel noktasini meydana getirdi. "Gögün diregi", "Kapisi" hep kutup yildizindan geçerdi. Bütün gezegenler de Kutup yildizinin etrafinda dönerdi. Onlara göre bu düzenin bozulmasi demek, dünya ve kâinatin sonu demekti. Eski Türk mitolojisine göre, "Dünya da dönüyordu. Dünyanin bu dönüsü, hem kendi ve hem de kutup yildizi ekseninde meydana geliyordu. Çünkü dünya, Kutup yildizi ile göge bagli idi". Dünyanin dönüsü üzerinde, bu bölümün girisinde biraz bilgi vermistik.

Uygurlar Kutup yildizina "Altun Kazuk", yani "Altin kazik" derlerdi. Diger Türkler ise, ona genel olarak "Temir-Kazik" yani "Demir Kazik" demislerdi. Böyle denmesinin sebebi de, yukarida kisa olarak söyledigimiz ve asagida da genis olarak açiklayacagimiz gibi, bu yildizin gögün diregi gibi tasavvur edilmesinden ileri geliyordu. Buradaki "Kazuk" veya "Kazik" sözü, bugünkü Türkçe’mizdeki anlamini, az çok karsilamaktadir.

Anadolu'da, eski Türk mitolojisinin Kutup Yildizi ile ilgili izleri, hâlâ yasamaktadir. Zaten, "Demir kazik", "Demir Direk" gibi sözlerimiz, Anadolu Türklügünün de kutup yildizi için kullandiklari müsterek deyimlerdir. Bu yildiza, bazi yerlerde de "Kuluçka" da denir. Bu ad da, yildizin hareket etmemesinden dolayi verilmis olmali idi.

Türkçe'de "kazik" demek, yerinde duran kimildamayan, tahta veya demirden yapilmis, büyük bir çividir. Buna baglanan atlar da hayvanlar da onun etrafinda döner dururlardi. Kutup yildizi da gezmeyen bir yildizdir. Yine Türk mitolojisine göre, "Uzaydaki bütün yildizlar, tipki bir at gibi ona baglanmis ve onun etrafinda dönerler". Ayni zamanda "Gögün göbegi" de yine Kutup yildizi idi. Iste Türklerin, gökteki yildizlarinin düzeni hakkindaki astronomik düsüncelerini ve uzay (Macrocosmos) ile ilgili tasavvurlarini, böylece özetledikten sonra, konunun daha derinlerine inebiliriz.

Kutup Yildizi, "Parlaklik" sembolü:

Türk mitolojisinde Kutup yildizi, "Parlakligin bir sembolü gibi idi. Ates gibi parlayan bir sey, ates ile degil de; "Kutup yildizi gibi" seklinde tarif edilirdi. Günes, isik ve sicaklik saçan bir varlik idi. kutup yildizinin özelligi ise, yalnizca parlamak ve parlak olmakti. Uygurca Oguz-Kagan destanina göre, "Oguz Han bir gün bir yerde Tanriya dua ediyor ve yalvariyormus. Tam bu sirada, etrafi birden bir karanlik basmis ve gökten, Ay’dan da, günesten de, parlak bir isik inmis. Isigin içinde güzel bir kiz oturuyor ve basindaki bir taç da, paril paril parliyormus. Taç o kadar parlakmis ki, parlakligi tipki Kutup yildizinin, yani Altin Kazik'i andiriyormus". Bu konu ile ilgili tercümeleri Oguz destanina ait bölümümüzde vermis bulunuyoruz.

Kutup Yildizinin, bir "Demir agaç" gibi düsünülmesi:

Az evvel "Kazik" deyimi üzerinde durmus ve bunun bir "Direk" anlamina da gelip gelmeyecegini düsünmüstük. Asagida verecegimiz örnekler bize gösterecektir ki, Kutup yildizi hem bir "Direk" ve hem de "Kazik" olarak düsünülmüstü. Türkler bu diregi, biraz da bir "Demir agaç" gibi düsünmüsler ve bunu, kendi uzay (yani kozmolojik) görüslerine uydurmuslardi. Ergenekon Efsanesi'ni incelerken gösterdigimiz gibi, nasil bir "Demir dag" var idiyse; bunun yaninda, Kutup yildizi ile ilgili olarak, bir de "Demir agaç" düsünülmüstü. Yalniz önemli olan nokta su idi: Bu demir agaçla, "Hayat agaci"ni birbirine karistirmamak lâzimdir. Avrupa kavimlerinde ve Cermen'lerde de, böyle bir gök diregi düsünülmüstü. Avrupa mitolojisinde buna, "Universalis Columna" yani "Uzay veya kâinatin diregi" veya sütunu denmisti. Ayrica bu sütun, Kutup yildizi ile de münasebete getirilmisti. Türkler bu sütununa daha fazla canlilik vermis ve onu bir agaç olarak düsünmüslerdi.

Gökteki günesin, yildizlarin ve hatta bulutlarin hareket etmesi, insanlara gögün bir eksen etrafinda döndügü hissini veriyor. Elbette ki dünya da bu eksene bagli idi. Onlarla birlikte dünya da dönüyordu. Ama en önemli olan gögün dönmesi idi. Sibirya ve Orta Asya kavimleri bu fikir üzerinde birlesmislerdi. Ama Türkler, daha ziyade Kutup yildizina önem vermisler, gögün ve bütün âlemin onun etrafinda döndügüne inanmislardi. Türkler bunun için Kutup yildizina "Demir Kazik" demisler; fakat yüksek bir edebiyat ve kültüre sahip olan Uygur'lar ise, buna daha da, büyük bir önem vererek "Altin Kazuk" deyimini kullanagelmislerdi. Öyle anlasiliyor ki Uygurlarin bu deyimi, sonradan Mogollara da geçmis ve Buryat, Kalmuk v.s. gibi Mogol kabileleri de, Kutup yildizina böyle demege baslamislardi. Uygurlarin Cengiz-Han ve ogullari ile, kurduklari devletler üzerine yaptiklari tesirleri iyi bilenler için, böyle bir tesir, gayet tabiî görülebilirdi. Ama Mogollar için, ezelî ve yüksek bir kültür düsünenler, ayrica Orta Asya tarihinin ince noktalarini bilmeyenler için ise, gerçekler karanliktir.

Yakut Türkleri, "Demir Kazik" deyimine daha da mitolojik bir canlilik vermisler ve buna "Demir-agaç" demislerdi. Onlara göre, "Yer ile gök yaratilmaga ve yavas yavas büyümege basladigi zaman, bu demir agaç da onlarla beraber yesermis ve yine onlarla beraber büyüyerek, yerle gök arasinda yükselmis idi". Türk mitolojisindeki "Demir-dag" motifini Ergenekon efsanesi ile ilgili bölümümüzde incelemistik. Simdi burada bir de demir agaç ortaya çikmaktadir. Böylece Orta Asya Türklerinin demir kaziginin yerine. Yakutlarda demir bir agaç geçmis bulunuyordu. Kutup yildizi bu agacin tepesindeydi. Gök ve bütün uzay da, bu agacin ekseninde dönüyordu.

Kutup yildizinin bir "At kazigi" gibi düsünülmesi:

At ile ilgili efsaneler, Orta Asya'da yasamis ve yasamakta olan kavimleri, dünya mitolojilerinden ayiran, en belirli özellikler olmuslardi. Zaten bugünkü Türkçe'mizde de "Kazik" sözü, hareketsizligin ve bir yere baglanisin ifadesidir. Orta Asya Türk mitolojisi, günlük hayatta önemli yer tutan esyalarin, hayvanlarin ve olaylarin sembolü, bir söylenmesinden baska bir sey degildi. Türkler, uzaya da, kendi evleri ve yaylalari gibi düsünmüsler ve bu düsünce düzeninden hareket ederek, uzaydaki varliklara da, böyle ad ve deyimler buluvermislerdi. Kutup yildizinin da bir "At kazigi" seklinde düsünülmesi, süphesiz ki Türk mitolojisine en çok yakisan bir egilim olmustur. Bu konu ile ilgili örnekleri, asagida kisa olarak vermege çalisacagiz:

Küçükayi burcunu incelerken gösterecegimiz gibi, bu burcun kutup yildizinin en yakin olan iki yildizi, birer at olarak tasavvur edilmislerdi. Arkadaki dört yildiz ise, bir gök arabasi idi. tabiî olarak bu atlarin yularlari Demir-Kazik, yani Kutup yildizina baglanmislardi ve onun etrafinda dönüp duruyorlardi. Büyük ve Küçükayi burçlari ile ilgili bölümlerimizde de söyleyecegimiz gibi, Büyükayi burcu da, yine bu Demir-Kazik'a baglanmis, "7 kurt" veya "vahsi köpek idiler.

Yakut Türkleri de bazi masallarda Demir-Agaç deyimi yerine, "At-Kazigi" sözünü kullaniyorlardi. Buna, "Toyon" deyimini de ilâve ederek onu kutsallastiriyor ve bir nevi, ikinci derecede bir Tanri olarak görüyorlardi.

Yine bir Yakut efsanesi, yerle gök arasinda yeseren ve büyüyen bu Demir-Agaç'dan söz açmakta ve ona bazi ilâveler de yapmaktadir. Bu efsaneye göre Demir-agaca, yedi tane Ren geyigi bagli imis, bunlar, baglarini koparmak ister ve bunun için de agacin etrafinda kosar, dururlarmis. Kutup yildizina bagli iki at, 7 kurt ve 7 köpekten sonra, bir de ortaya 7 Ren geyigi çikarmaktadir. Yakutlarin yasadigi buzlu tundralar, Ren geyigi bölgeleridir. Bu sebeple Ren geyigi burada daha öne geçmistir. Yakut efsanelerinde at da çoktur. Öyle anlasiliyor ki, bu örnekler içinde, Türk mitolojisine en çok yakisan motifler, Kutup yildizina bagli olan "Atlar" ile "7 kurt" idiler.

"At kazigi" Türkler için çok önemli bir aletti:

Sunu unutmamaliyiz ki, "Gögün diregi" veya "Demir agaç" v.s. gibi mitolojik motiflere ragmen, "At kazigi" eski Türklerde daha önemli sayiliyordu: "Türkün çadirinin veya evinin önünde, en kiymetli seyi sayilan atini tutan ve atinin emniyetini saglayan önemli esyalarindan biri de, at kazigi idi. Türk mitolojisi temellerini mistik düsünceden almamisti". Türkler daha ziyade, günlük hayatlarinda her an beraber olduklari seylere birer sahsiyet vererek mitolojilerini meydana getirmislerdi.

Orta Asya'da yasayan atli Türklerin, her birinin evinin önünde, bir at kazigi vardi: "Türkler, Tanrilarini da kendileri gibi düsünüyorlar ve onun da kutsal bir ati oldugunu, bu atin da bir kaziga baglanmasinin gerektigini tasavvur ediyorlardi". Katanof bazi Türk hikâye ve efsanelerinde "Tanrinin evi ile atini bagladigi bir kaziktan" da söz açiyor. Bu hikayelerde sözü geçen kazigin, Kutup yildizi olduguna dair herhangi bir açiklamada bulunulmamistir. Bunu misâl olarak vermekten maksadimiz, böyle bir düsüncenin de var oldugunu belirtmek içindir. Türklere nazaran, çok daha ilksel bir hayat yasayan; fakat Proto-Mogol kültürünün bozulmamis birçok özelliklerini hâlâ kendi içlerinde yasatan Buryatlarda da, bu konu ile ilgili bir efsane vardi: "Buryatlarda, demirci ve demircilikle ilgili inanislar, önemli bir yer tutmuslardi. Bir efsaneye göre demircilerin bas Tanrisi Bosintoy'un 9 oglu, insanlara da demircilik san'atini ögretmislerdi. Bu 9 demirci, Kutup yildizindan bir at kazigi ve Altin-Deniz adi verilen denizden de, bir yaris yeri yapmislardi". Demircilerin, Kutup yildizindan bir at kazigi yaptiklarina bakilirsa, Kutup yildizinin da demir olmasi gerekiyordu. Yer yer söyledigimiz gibi Buryatlarda Demircilik san'ati, pek yayilmis degildi. Onlara göre, atesle oynayan ve bir sihirbazi benzeyen Demirciler, büyük Samanlar olmali idiler.

Bütün yildizlarin, bir bagla Kutup yildizina baglanmis olmasi, yalniz Türklere özel bir inanis degildi. Hint mitolojisinde ve Avrupalilarda da, bu düsünce düzenlerini görüyoruz. Türklerin onlardan farki, bu düzeni at kazigi, at arabasi veya 7 kurt gibi kendilerinin günlük hayatlarinin birer parçasi olan sembollerle ifade etmis olmalari idi.

Kutup yildizinin "Gögün kapisi" olarak düsünülmesi:

Orta Asya ve Altay mitolojisine göre Kutup yildizi, yerden göge açilan bir kapi gibi idi. Tanrinin bu kapisi herkese de açik degildi. Eger Tanrinin bu kapisi açilirsa, insanlar Tanriya siginabilirlerdi. Gerçi diger yildizlar da gögün birer deligi gibi düsünülmüslerdi. Fakat, "Orta kapi ve Tanri yolu, ancak Kutup yildizi kapisi" idi. Ülker ile ilgili bölümümüzde de söyledigimiz gibi bu yildizin deliklerinden ancak kötü ve soguk havalar girebilirdi. Kutup yildizi kapisi ile, Tanri ülkelerinin basladigi, bir gedik veya geçitti. Göge çikan erkek Samanlar, bu kapiya kadar çikar ve daha ötesine gidemezlerdi. Orada kendilerini, Tanrinin elçileri olan ruhlar, (Utkuçi)lar karsilar ve Samanlarla konusurlardi. Bundan sonra da Samanlar, yeniden yere inerlerdi. Bundan öteye insanlar ve asagisina da, kutsal ruhlar geçemezlerdi. Bu suretle maddî ve manevî dünya, birbirinden ayrilmis oluyordu. Fakat bazi Altay efsanelerinde, "Bu geçit bazi Samanlar tarafindan seçilmisti. Kutup yildizi gögün 5. katinda idi. 6. katinda ay ve 7. katinda ise günes vardi". Tabiî olarak, gögü 7 kat olarak tasavvur eden Türk efsanelerine göre bu böyledir. Gögün 9 kat oldugu bölgelerde ise durum degisir.

Türklerin Kutup yildizi ile ilgili inançlari, yerli ve köklü idi:

Gerçekten Altay mitolojisinde, "Gök kapisi" düsüncesi çok yaygindi. Fakat bunlarin bazilari, yerli bir düsünceden meydana gelmisler ve birçoklari da, dis tesirlerin altinda kalinarak söylenmislerdi. Disaridan gelen bu tesirler de, az çok yerli düsüncelere benzetilerek anlatildigi için, eski yabanci sekillerini kaybetmislerdi. Meselâ "Yildiz düsmesi inanci", bugünkü Anadolu Türklügünde yaygindir. Avrupa ve Asya'nin bir çok milletleri de böyle bir olaya inanirlardi. Artik bu düsünce, insanligin mali olmustur, diyebiliriz. Fakat böyle bir inanisin yaygin olarak görülmesi, Türklerin bu inanci muhakkak olarak disaridan aldiklarini gösteren bir delil sayilmaz. Bir de, bu fikrin anlatilis ve ifade edilis sekillerine bakmak lâzimdir.

Tabiî olarak böyle bir düsüncenin meydana gelmesine, bazi temel tasavvurlarin tesirleri de olmustur. Gökyüzü bir çadir gibi düsünülmüstür. Bunun sonucu olarak, bu çadirin delikleri de yine zihinler de birer yildiz olmuslardi. Bu duruma göre "Yildiz düsmesi"nin nereden ve nasil olabilecegini, asagidaki Yakut Türklerine ait inanisin yardimi ile daha kolay anlayabiliriz:

Tanri bir çadir kurmus, yeryüzünü kaplamis,
Gökyüzü çadir olmus, dünyamizi saklamis.
Gögü kötü ruh basmis, yere inmesin diye,
Tanri çadiri asmis, bir koca direk ile.
Bu direk dünyanin tam ortasindan uzarmis,
Kutup yildizini da, tam altindan tutarmis.
Bu çadir disindaki, uzay aydinlik imis,
Kubbenin içindeki yerse karanlik imis.
Dünya aydinlik olmus, Tanri delikler açmis,
Delikler yildiz olmus, dünyaya isik saçmis.

Gögün, yuvarlak bir çadir gibi düsünülmüs olmasi, yalnizca Türklerde görülen bir inanç degildir. Eski Babil metinleri de göge, "Yeryüzünün çoban Çadiri" demislerdi. Tevrat ise gögü, "Dünya yüzüne gerilmis bir tül veya çadira" benzetmisti. Bizce bu düsünceyi, hemen bir Babil veya Tevrat tesiri olarak saymak, ilmi bir hareket olmasa gerektir. Herhalde Avrasya’nin Türk ve Cermen atli göçebelerinde çadir, Babil halkina nazaran daha önemli bir rol oynuyordu. Esasen Orta Asya ve Sibirya göçebelerinde çadir, gögün bir nevi, küçük bir sembolü gibi idi. din törenlerinde de, çadirin içine girilir ve sanki gögün katlarinda geziliyormus gibi hareket edilirdi. Çadirin zemini, yeryüzü olur ve bacasi da, gögün kapisi gibi sayilirdi. Bu konu ile ilgili Altay ve Orta Asya'da yapilmis bir çok din törenleri, seyyahlarin kitaplarina geçmistir. Kuzeydogu Asya'nin, uç bölgelerinde yasayan Çukçi ve Koryak gibi ilkel kabilelerde, bu inanis daha da belirli bir sekil aliyordu. Bu düsünce düzeni, bu yolla Kuzey Amerika'ya da yayilir ve oranin yerlileri de, kutup yildizinin gögün yere açilan bir kapisi olduguna inanirlardi. Bu konu ile ilgili olarak Çukçi'larin inanislari söyle özetlenmistir:

Bütün göklere yerden, açilirmis bir kapi,
Bir büyük direk dipten, olmus kapinin sapi.
Derler Kutup yildizi, gökteki bu kapidan,
Aydinlatirmis bizi, nur verir üst yapidan.
Samanlar kartal olur, bu kapiyi asarmis,
Tanriya yoldas olur, seytanlari basarmis.

Gökteki Kutup yildizina paralel olarak düsünülen, Yer alti âleminin merkezi ve "Demir Kazigi"

Yer alti âlemine Hanlik eden Irle-Han'in da, gökteki düzene benzer bir dünyasi vardi. Bu konuyu ilgili bölümümüzde incelemistik. Bu efsaneye göre, "Gökte bulunan kutsal 'Dokuzdalli' agacin bir esi de, yer alti âleminde bulunuyordu. Kutup yildizinin bir sembolü olan Demir-Kazik'a, Tanrilar nasil atlarini bagliyorlarsa; yer alti Han'i Irle Han da atini, yeraltindaki bu dokuz dalli agaca bagliyordu". Biz simdiye kadar yalnizca yeryüzünün göbegi ile Kutup yildizini birbirine baglayan Demir-Kazik'tan söz açmistik. Bu efsaneye göre, yalniz gökte degil; bunun asagida devami olarak, yer alti âleminde de, ikinci bir kutup ve merkez düsünülüyor gibiydi. Bizce bunun da normal görülmesi lâzimdi. Çünkü Türkler 7 veya 9 kat gökten söz açarken; bunun paraleli olarak, 7 veya 9 kat yerden de bahsediyordu.

6. KÜÇÜKAYI BURCU

"Ak, boz atlar çekermis, Küçükayi burcunu,
"Tanri kaziga germis, dizginlerin ucunu!"

Eski bir Türk Efsanesi

Asagida da söyleyecegimiz gibi Küçükayi burcu, eski ve öz Türk mitolojisinde, "Bir arabayi çeken iki at gibi" düsünülmüstü. Anadolu’muzun çogu yerlerinde de bu burca "Koyun agili" da derler. Eski Türk mitolojisinde Büyükayi burcunun, "Yedi kurt" oldugu düsünülürse, Anadolu'da buna "Koyun agili" denmesi, herhalde bos olmasa gerekti. Bu konular üzerinde, çok genis bir bilgiye sahip olan Ahmet Vefik Pasa'ya göre Küçükayi burcu, "Araba"dan baska bir sey degildi. Ahmet Vefik Pasa Anadolu'daki halk inanislarina büyük bir önem verirdi. Orta Asya'daki Kirgiz Türkleri, bütün burçlarin yildizlarini, geyik ve "Dag koyunlari"na benzetmislerdi. Bunun için de Küçükayi burcuna, "Alti arkar", yani "Alti dag koyunu" adini vermislerdi. Sibirya'ya dogru gidildikçe, yani Altaylarin kuzeylerinde bu burç, "It yettegen", yani "It yedigen"i veya yedilisi olmustu. Fakat öyle anlasiliyor ki, bu burç ile ilgili efsanelerin en öz ve en eski örnekleri, Güney ve Bati Türkleri arasinda yasiyordu.

Büyükayi, Küçükayi'nin "Yedi bekçisi":

Bilindigi üzere Küçükayi burcu, Kutup yildizina en yakin olan bir burçtur. Türk mitolojisinde birinci derecede öneme sahip olan yildiz, hiç süphe yok ki, Kutup yildiz idi. Diger burçlar ise, Türklere göre onun etrafinda dönerledi. Kutup yildizi ile ilgili bölümümüzde bu konuyu genis olarak ele almis bulunuyoruz. Zaten Kutup yildizina "Demir-Kazik" denmesinin sebebi de budur. Küçükayi burcunun kuyruk tarafi. Kutup yildizina en yakin olan yildizdir. Bütün burç, bu kuyruk üzerinden, kutup yildizinin etrafinda döner. Iste bu sebepten dolayi Türkler Küçükayi burcuna daha fazla önem vermisler ve Büyükayi burcunu da, adetâ onun bir peyki ve koruyucusu bazan da düsmani olarak tasavvur etmislerdi. Orta Asya, Tanri daglari ve Bati Türkistan bölgelerinde, Büyükayi burcunu iyi bir gözle bakilmis ve bu burç, Küçükayi burcunun "Yedi Bekçisi" olarak adlandirilmistir. Kirgizlar arasindan toplanmis olan asagidaki inanis, bu konuda bize daha açik bir fikir vermektedir:

Derler ki Küçükayi, yildizli kuyruguyla
Andirir arabayi, uzun ince okuyla.
Bunu çeken atlarin, renkleri ak, kir imis,
Bu iki at gerçekten, çok soylu aygir imis.
Büyük ayiysa meger, atlari takip eder,
Bekçilik yapar imis, kurtlar gelirse eger.
Atlari gözlerlermis, durmadan izlerlermis,
Bundan Büyük ayiya, "Yedi Bekçi" derlermis.

Büyükayi, Küçükayi'nin "Yedi Düsmani":

Büyükayi ile ilgili bölümümüzde de gösterecegimiz gibi, Kuzey Asya ve Sibirya halklari, Büyükayi burcunu, iyi bir gözle bakmiyorlardi. Bu bölge halklarina göre bütün gezegenler, bu burcu kovalamakta ve ondan intikam almak istemekte idiler. Bütün bu inanislar, Büyükayi burcunun yaninda gezen, küçük yildiz (Alcor) hakkinda söylenmis efsanelerin tesiri altinda meydana gelmislerdi. Efsanelere göre bu küçük yildiz, diger gezegenlerden çalinmisti. Bunun için de Büyükayi burcunun yedi yildizi birer hirsiz ve birer haydut idiler. Yine efsanelere göre bunlar, haydutlari koruyan, birer Tanri idiler. Iste bu inanislarin tesiri altindadir ki, kuzey bölgelerinde Büyükayi burcu, Küçük ayiyi kovalayan bir düsman olarak sayilmistir. Görülüyor ki, her iki efsane de konu itibari ile birbirlerine yakin idiler. Aralarindaki ayrilik, daha çok motif ve inanis farkindan ileri gelmekte idi:

ATLARI KOVALAYAN KURTLAR

Büyükayi burcu da, yedi azgin kurt imis,
Zincirlerin ucunda, gökler burca yurt imis.
Kurtlar zincirler ile, kaziga baglanmislar,
Salinmasinlar diye, iyice saglanmislar.
Kutup yildizi imis, bu saglam demir kazik,
Avlari yildiz imis, burçlaraysa çok yazik!
Küçükayi burcunda, iki ak, boz at varmis,
Zincirler ucundaki, kurtlara gökler darmis.
Her seyi kaparlarmis, kurtlar bir salinsaymis,
Kiyamet de koparmis, düzensiz kalinsaymis.

Altay ve Güney Sibirya efsanelerinde de "Yedi Köpek" den sik sik söz açiliyordu. Sembolik (Metaphorical) olarak söylenen bu deyimin, Büyükayi burcunu ifade etmesi muhtemeldi. "Cedey-Han'in" "Yedi Köpegi", Altin Dag'in kapisinda nöbet bekliyordu. Bu Altin dagin, gögün diregi ve dolayisi ile Kutup yildizi, yani "Demir kazik" olmasi muhtemeldi. Baska bir efsanede de, "Yedi Kurt bir kisragi kovaliyorlardi". Bu efsaneleri, gerçek anlamlari ile degerlendirmek için, bu sembolleri de bilmek lâzimdir.

7. BÜYÜKAYI BURCU

"Büyükayi burcu da, azgin kurt imis,
"Zincirlerin ucunda, gökler burca yurt imis!..."

Eski bir Türk Efsanesi

Bu burcun en eski Türkçe adi, "Yediger"dir. Bu ad simdi bile, Anadolu’muzun birçok yerlerinde yasamaktadir. Tabiî olarak Anadolu Türkleri bu çok eski Türkçe burç adini anlamamislar ve onu türlü sekillere sokmuslardi. Kimi "Yedi kör" demis, kimisi de "Yedi ker", yani "Yedi esek" anlamina getirmislerdir. Böylece de Anadolu'da birçok efsaneler türemistir. Anadolu'nun kiyi bölgelerinde, bu burca "Gemi yildizi" denir. "Kömük" diyenler de vardir. Bu deyim de Türk kültürü bakimindan ayri bir önem tasir. Burcun en eski Türkçe adi, hiç süphe yok ki "Yediger" idi. X. yüzyildan sonra "Yedigen", yani "Yedili" haline girdi. Meselâ Kutadgu Bilig'de söyle deniyordu:

"Yedigen götürdü, ta yukari basina,
"Baska bir isik saçti, parlatti her yanini!"

Altaylilarin kuzeyindeki Türkler bu burca, "At yettegen", yani "Yedi at", "At yedilisi" demislerdi. Kirgiz Türkleri ise, Büyükayi burcunun yildizlarini "Yedi dag koyunu" gibi düsünmüsler ve bunun için de ona "Yeti arkar" adini takmislardi. Türkler, Büyükayi burcunun sag tarafinda parlayan ikili yildiz topuna da büyük kiymet vermislerdi. Anadolu'muzda bu iki yildiza "Iki karindas" veya "Iki kardes" de denir. Orta Asya Türkleri ise bunlari, "Kos Ögüz", yani "Çift Öküz" adi ile anmislardir.

"Büyükayi", yani "Yedikardesler" burcu hakkinda, Orta Asya ve Sibirya'da söylenen efsaneleri, baslica iki gruba ayirabiliriz:

1. Bati Sibirya halklari, Yedikardesler burcuna, genel olarak "Geyik" adini verirlerdi. Orta Asya Sibirya ve Altay daglarinin kuzeylerine gelince, efsaneler daha da durulasir ve bu burca, geyik denmesinin sebepleri anlasilirdi. Meselâ Yeniseyliler, yalnizca dört köse olarak dizilen dört yildiza, "Geyik" adi verilirken; bastaki üç yildiza da "Avci" derlerdi. Bu, "Üç avci ve dört geyik" motifi, Yedikardes burcu ile ilgili efsanelerin en açik ve en berrak motifleri idiler.

2. Yedi yildizi, "Yedi kardes" olarak kabul eden efsaneler, Orta ve Bati Asya Türklerinin, inanislarina da uygundur. Bu ikinci tür efsanelerde, yedi yildizi, 4 ve 3 diye, ikiye ayirma pek görülmüyordu.

Bunlarin hepsi de, "7 kardes", "7 han" veyahut da "7 hirsiz" seklinde, hep beraberce rol oynuyorlardi.

Eski Türkler, Yedikardesler burcuna, Yetigen derlerdi. Bundan da anlasiliyor ki, onlar da bu yedi yildizi, bir bütün olarak düsünüyorlardi.

Büyükayi burcunun gezisi ve aldigi duruslar, bir "Takvim" ve "Hava raporu" olarak da ise yaramisti. Kuyrugunun gösterdigi yöne göre, mevsim degistirdi: "Kuyruk doguda ise bahar, güneyde yaz, batida sonbahar ve kuzeye kayan kuyruk da, kisin gelecegini haber verirdi. Burcun gerilemesi ve isiklarinin azalmasi, don baslangicini; daha isikli ve parlak olmasi da kar yagisi ile sicaklarin artacagini gösteren alâmetlerdi". Çünkü kuzey bölgelerde, karin yagmasi da bir müjde idi.

Orta Asya'nin eski atli Türkleri, bu burca büyük bir önem verirlerdi. Anadolu ile Orta Asya'yi bir dervis kiyafeti ile gezen H.Vambery'nin de, bu burca verilen önem gözünden kaçmamisti. Bu meshur yazarin anlattigi efsaneyi özetler kisminda bulacaksiniz. Ona göre, "Kirgizlar bu burca, Yedi Karaçki, yani Yedi haydut derlerdi. En uçtaki iki yildiz, Ak-Boz at ile Kök-Boz adli iki aygirdi. Ak-boz deyimleri, bu atlarin renklerini gösteriyorlardi. Ortadaki yildizi da, bir nevi arabanin oku oluyormus. Bu suretle bu iki at, Kutup yildizina kosulmus olarak gökte kosarlarmis". Vambery de, bu efsanenin su katilmamis bir Türk görüsü oldugunu söyledikten sonra, hayranligini belirtmekten geri durmamisti.

"Yedi Han" ve Büyükayi burcu:

Altay Türkleri genel olarak, Büyükayi burcunun yedi yildizini, "Yedi Han" olarak kabul etmislerdi. Orta Asya'da Büyükayi burcu, diger gezegenlerin düsmani olarak görülmüstü. Gezegenlere yaptigi savaslarin sonu gelmezmis. Bunun için de diger gezegenler, Büyükayi burcundan intikam alma ve kan davasi pesinde imisler:

Göklerin "Yedi Han"i, Yildizlarin Sultani",
Büyükayi burcuymus, fakat çokmus düsmani.
Pek çok savas yapmislar, pek çok da can yakmislar.
Bunun için yildizlar, ona kanca takmislar.

Yildiz "Erkek" ve küçük yildiz da, "Kiz" olarak tasavvur edilmisti. Bu küçük yildiz (Alcor), bundan sonra verecegimiz efsanelerin bir çoklarinda yer alacaktir. Orta Asyalilara göre bu küçük yildiz, diger gezegenlerden çalinmis bir parçadir. Bunun için de diger gezegenler, bu küçük yildizlarini geriye almak için, Büyükayi burcunu kovalar dururlardi. Yukarida Altay Türklerinin söyledikleri "Yedi Han" efsanesi de, böyle bir konu üzerine kurulmus olmaliydi. Fakat hikâyenin kisa tutulmus olmasi sebebi ile, durum iyice anlasilmaktadir. Asagidaki özet, Kirgizlara ait bir inanistir:

Bir gezegenin iki, çok güzel kizi varmis,
Onlarin yokmus esi yildizlar hep hayranmis.
Büyükayi burcunun, yedi kardes yildizi,
Bir de kizimiz olsun, diye çalmislar kizi.
Yedi kardesle kalmis, bu parlak küçük yildiz,
Onlara nes'e salmis, Alkor da denen bu kiz.
Yildizlar hep küsmüsler Yedi Hirsiz demisler,
Peslerine düsmüsler, kalin kizsiz demisler.

Bu inanisi, Mogollar'da da görüyoruz. Tabiî olarak bu inanisin, Kirgizlardan mi Mogollar'a; yoksa Mogollardan mi onlara geçtigini belirtmek çok güçtür:

Yedi kardes akmislar, bir yildiz çalmislar,
Bundan dolayi onlar, "Hirsiz" adi almislar.
Tanrisi hirsizlarin, sevgilisi kizlarin,
Olmuslar bunun için, düsmani yildizlarin.

"Yedi aygirlar" ve Büyükayi burcu:

Büyükayi burcunun yedi yildizi, bazan da "Yedi Aygir" seklinde düsünülmüstü. Diger inanislari tamamlamak üzere, asagidaki Buryat rivayetini özetlemeden geçemeyecegiz. Bu güzel efsanenin bazi motifleri, Türk mitolojisinin umumî çizgilerine de benzerlik gösterir. Meselâ "Kus dilinden anlama" Orta Asya masallarinin bir özelligidir. "Kargalarin gelip fikir vermesi" de, Türk mitolojisine yabanci bir motif degildir. "Dag deviren", "Deniz yutan", "Ok atan" kardeslere, yolda rastlama motifi de Türk masallarinin bir özelligidir. Burada da küçük yildiz, yine kaçirilmis bir kiz rolündedir:

Fakir bir adam varmis, karga dili anlarmis,
Han'in hasta kizina, kargadan derman almis.
Hastaligi gidermis, Han'da rahata ermis,
Armagan olsun diye, atli ak aygir vermis.
Adam yola koyulmus, alti arkadas bulmus,
Alti arkadasin da, hünerleri pek bolmus.
Biri iyi kosarmis, biri deniz yutarmis,
Biri ise dünyada, ne dense duyarmis.
Atlari paylasmislar, Han'la karsilasmislar,
Han kizini verince, alip uzaklasmislar.
Halk kizip hücum etmis, öldürüp ezecekmis,
Tanri buna üzülmüs, onlari göge çekmis.

Çin mitolojisinde de bu küçük yildiz (Alcor), önemli bir rol oynar: "Büyükayi burcunun dört yildizinin teskil ettigi dörtgen, (Çinlilere göre), büyük bir Tanrinin oturdugu, bir araba idi. Bu araba da üç yildiz tarafindan çekilirdi. Burcun dirseginde bulunan küçük yildiz ise, gökte uçan bir melek tarafindan tutularak, arabadaki Tanriya sunulmakta idi". Burada da görülüyor ki, Çinliler, bu küçük yildizi burçtan ayri saymislardi. Bize göre, Buryatlarin Büyükayi burcu hakkindaki esas efsaneleri, daha baska türlü anlatilmisti. Buryatlara göre bu burcun dört yildizi, dört ölünün kafatasi idiler. Onlarin arasinda anlatilan bir efsaneye göre: "Büyük bir kahraman çikmis ve 7 Kara-Demirci'yi öldürmüs. Onlarin kafataslarini bosaltarak, bunlardan dört tane sarap kâsesi yapmis. Sonra da, kafataslarindan yaptigi bu kâseleri, gökte unutmus ve asagiya inmis. Çünkü, bu kafataslarindan o kadar çok sarap içmis ki, artik bunlari düsünemez olmus. Iste, gökte parlayan 7 demircinin bu kafataslari, Büyükayi burcunu meydana getirmisler. Bunun için de, Büyükayi burcu, her zaman demircileri korurmus. Demirciler de onlara, kurban verirlermis". Iste Buryat Mogollarinin, Büyükayi ile ilgili gerçek efsaneleri bu olmaliydi. Çünkü Buryatlar da, "Demirci" deyimi, sembolik olarak Samanlara verilen bir unvandi. Kara Demirciler ise Kara-Samanlardi. Demircilerle ilgili bölümümüzde bu konu üzerinde durmustuk.

Orta Sibirya ile Batidaki efsaneler, daha çok geyik motifi üzerinde kurulmustur. Bazilarina, meselâ Samoyed'lere göre Büyükayi burcu bir geyik idi. bir avci olan, Kutup yildizi tarafindan kovalaniyordu.

8. TERAZI BURCU

"Terazi burcu gökte, bir yay gibi durmus,
"Avcilari da sözde, yalniz bu burç korurmus!..."

Bir Türk Efsanesi

Ön Asya kültürlerinde "Mizân" ve "Terazi" adi verilen bu burca, eski Türkler "Ülgü" derlerdi. Öyle anlasiliyor ki bu eski Türkçe deyim de, yine "Terazi" sözünden tercüme yolu ile meydana gelmisti. Çünkü eski Türkler, teraziyi ülgü adini veriyorlardi. Eski Türkler Terazi burcuna "Karakus" da derlerdi. Bu burca niçin Karakus dendigini bilmiyoruz. Fakat herhalde en eski Türk deyimi, Karakus olsa gerekti.

Orta Asya Türkleri genel olarak Iran kültürlerinin tesirleri altinda kalmislar ve Anadolu'da oldugu gibi, "Terazi" veya "Tarazi" deyimini kullanmislardi. Altay'daki Teleüt ise, Terazi burcuna "Üç Miigak" demislerdi. Bununla ilgili efsaneyi asagida anlatacagiz.

Anadolu'da, "Terazi burcu" deyimi çok yaygindir. Fakat bu burca, Osmanli devletinde bile, "Bes karindas" adi verilmisti. Köylüler arasinda ise, onlara "Bes kardesler" denir. Türk mitolojisinde, üçü ana yildiz ile, iki yan yildiz birbirinden ayrilmisti. Üç yildiz, göge kaçan geyikler ve iki yan yildiz ise, onlari kovalayan avci ile yayi olmuslardi. Bu burca, yalnizca "Üç arkar", yani "Üç dag koyunu" diyen Türkler de vardir.

Hiç süphe yok ki, bu burcun en eski türkçe adi "Karakus" idi. Bu burcun, genel olarak dogudan dogmasi sebebi ile, Türkler Terazi burcuna ayri bir önem vermislerdi? Türk dilinin ve kültürünün sonsuz bir hazinesi olan Kutadgu Bilig, söyle diyordu:

"Dogu yönden Karakus kopup gökte yükseldi,
"Düsman atesi gibi, gökleri isik deldi!"
"Bakagördü dogudan, Karakus çikip, dogup,
"Kopa gelmisti yerden, çiplak yalin teg olup!"

Bu burca, Orta Asya'da "Kesil" ve Anadoluda'da, "Kuyruk yildizi" diyenler vardir. Fakat bu deyimlerin Türk mitolojisindeki yerlerini iyice belirtemiyoruz.

Bu burç, Araplarin "Cevza" veya "Seyf ül Cebbar" dedikleri üçlü yildiz kümedir. Avrupalilar, Araplarin tesiri altinda kalarak, "Orion kilici" deyimini de kullanmislardi. Anadolu'da bu burçla ilgili birçok inanislar vardir. Ünlü Gaziantepli bilgin mütercim Asim Efendi'ye göre, "Bu burçta, hirsla çomak kaldirmis ve baskasina vurmak isteyen bir adamin hayali de görülür. Ayrica iki yildiz arasinda da bir 'tavsan' vardir". Asim Efendi bu açiklamasinda, eski Türk inançlari ile Islâmiyet’in getirdigi bilgileri, bir arada göstermege çalismistir.

Orta Asya ve Sibirya efsanelerinde bu burç da, Büyük ve Küçükayi burçlari ve Kutup yildizi ile ilgili görülmüstü: "Terazi burcunun üç yildizi (hemen hemen bütün efsaneler de) usta bir avci tarafindan amansiz bir sekilde kovalanan ve canlarini kurtarmak için kendilerini göge atan Üç geyik gibi tasavvur edilmislerdi". Bu efsanenin, disina çok az yerlerde çikilmistir. Meselâ Yenisey vadilerinde, Terazi burcunun üç yildizinin, üç geyik kafatasi olduguna inananlar da vardir. Fakat bu gibi hikâyelere çok az rastlanir.

Terazi burcu hakkindaki efsaneleri de Potanin toplamistir. Burada özetlerini verecegimiz inanislarin çogu, bu ünlü seyyahin kitaplarindan alinmstir. Yalniz yine bu kitapta bulunan Tunguzlara ait bir efsane, digerlerinden açik bir sekile ayrilmaktadir. Bu sebeple bu efsaneye, daha baslangiçta özel bir önem vermegi dogru buluyoruz. Bütün efsanelerde, "Üç geyik ile bir avci" motifi, genel olarak görülen bir özelliktir. Fakat Tunguz efsanesindeki bu avcinin, "Basi insan ve gövdesi de at" idi. Bu, eski Yunan mitolojisinin "Kentaur"undan baska bir sey degildi. Bu motif, Sibirya'daki Tunguzlara nasil gelmis ve nasil girmisti? Yoksa bu yerli, bir motif mi idi? bu mesele simdilik karanliktir. Kentaur seklindeki bu avcinin attigi oklar da, diger efsanelerde oldugu gibi, birer yildiz olmuslardi. Bu yildizlar için de, ayni efsaneyi anlatan Tunguzlar, onlara "Atesli yildizlar" adini verirlermis. Terazi yildizi Çin'de zaman ölçme ve takvim bakimindan çok önemli görülmüstü. Bu sebeple Çin tesiri altinda kalan bazi Orta Asya kabileleri, terazi burcuna bu bakimdan da önem vermislerdi.

Bununla beraber Bektasîler yari saka da olsa, burçlari ele alip bazi siirler düzmemis degillerdir. Meselâ Azmî Baba, Terazi (Oron) burcu için söyle diyor:

"Mizân iki göz terazi yaptin,
"Bakkal misin, yoksa dükkânci misin?

Tabiî olarak bu siir de Islâmî düsünceye göre söylenmisti. Eski Türkler Terazi burcuna Kara-kus derlerdi. Bunun için de herhalde ayri bir efsane vardi.

Üç geyigin bir avci tarafindan kovalanmasi ve bu geyiklerin göge çikarak, Terazi burcunun üç yildizini meydana getirmeleri ile ilgili efsaneler, Orta Asya kavimlerinde çok yaygindir. Teleüt Türklerine ait inanislari, asagida özetlemekle ise basliyoruz:

Görmüs üç ay geyigi, Kuguldey adli biri,
Tutamamis onlari, ne ölü, ne diri.
Geyikler kosusmuslar, iyice yorulmuslar,
Bakmislar olmayacak, kalkip göge uçmuslar.
Avci arkadan bakmis, iki ok göge atmis,
Tipki yildizlar gibi, oklari göge çikmis.
Geyikler gökte kalmis, her yana isik salmis,
Avciyi bekler gibi, üçlüce sira almis.
Iki ok gökte gezmis, biri geyigi delmis,
"Kanli Yildiz" demisler, fakat parlak güzelmis.
Öbür ok bir ak yildiz, ati bir parlak yildiz,
Avcinin kendisi de olmus bir sakrak yildiz.

Orta Asya'nin daha güney bölgelerinde anlatilan asagidaki efsane, yukaridaki Teleüt efsanesinin biraz daha kisaltilmis ve oldukça da bozulmus bir seklidir. Öyle anlasiliyor ki, gökteki bazi yildizlara da aç köpegi, av dogani gibi adlar veriliyordu. Bu adlar da, böyle bir efsane ile birbirlerine baglanmisti. Fakat Terazi burcunun bir "yay" olarak tasavvur edilmesi, oldukça yayilmis bir inanistir:

Bir avci varmis yerde, geyikleri avlarmis,
Geyik bulursa nerede, dünya geyigi darmis.
Bir son vereyim demis, geyiklerin kökünü,
Tanri avciyi çekmis, kendi mavi gögüne,
Avcinin yayi oku, terazi burcu olmus,
Dogani ile ati, ayri burca kosulmus.
Terazi burcu gökte bir yay gibi dururmus,
Avcilar da sözde yalniz bu burç korurmus.

Asagidaki Kirgiz Türklerinin efsanesinde de görülecegi üzere, burada üç geyik motifi yerlerini almislardir. Simdiye kadar gözden geçirdigimiz efsanelerde genel olarak bir tek avci vardi. Burada üç avci yer almaktadir. Ayrica diger efsanelerde oldugu gibi, göge atilan oklar da birer yildiz olmuslardi:

Terazi burcu imis, üç tane dag koyunu,
Üç avci bitirmisler, bu geyigin soyunu.
Uçup gökte durmuslar, bu geyik kaçarak,
Birer yildiz olmuslar, isik, isi saçarak,
Her üç avci ok atmis, yildiz olmus oklari,
Etrafa isik saçmis, gökte gezer çoklari.
Avcilarin her biri, olmuslar birer yildiz,
Ama gökte solmuslar, kalmislar yapayalniz.

9. ÜLKER BURCU

"Gör, Ülker savrulmus,
"Uçukmus tüne!..."

Eski bir Türk Siiri

Ülker burcunun alti yildizi, Dünya mitolojisinde oldugu kadar, Türklerin günlük hayatlarinda ve efsanelerinde de önemli bir yer tutmustur. Anadolu'da da bu yildiza Ülker veya Ürker derler. Bu söylenis, hemen hemen bütün Türk lehçelerinde ayni gibidir. Bu deyimin dogrusu, tabî olarak Ülker idi. Yine bütün Türk kavimlerinde, ikinci bir adi bulunmayan tek yildiz da bu idi.

"Ülker" sözü, Anadolu'dan Kuzey Buz Denizine kadar uzanan bütün Türk agizlarinda, "sira ve dizi" anlamina gelir. Bu sebeple "Ülker" sözü, burçlarin ve top yildizlarin umumi bir adi olarak kullanilmisti. Ülker burcu, aslinda alti yildizdir. Fakat dünya mitolojilerinde bunlar, yedi yildiz olarak kabul edilmislerdi. Bu sebeple Avrupalilar da Ülker burcuna, "Yedi kiz kardes" demislerdi. Anadolu'da, Orta Asya ve Sibirya'da Türkçe konusan halklar ise bu yedi kizdan birinin, Büyükayi burcu tarafindan kaçirildigina inaniyorlardi. Bu sebeple Anadolu'da da Ülker burcuna, "Yediger, Yedigen, Yedi Kardes, Yediler, Yedi Kandil" adlari verilmistir. Aslinda "Yediger", Büyükayi burcunun adi idi. Anadolu'da, bu iki burcun adlarini karistiranlar pek çoktur. En eski Türkçe bir deyim olan "Yediger" sözü, Anadolu'da, "Yâdi ker, Yedi yar, Yedi yarlar" sekline girmis ve bu bozulmus deyimler üzerine de efsaneler düzülmüstür. Ülker burcunun yildizlari çok yanasiktirlar. Bunun için Anadolu'da, onlara "Topçalar" da derler. Bu deyim oldukça geç zamanlarda meydana gelmis olmalidir.

Eski Türkler, yildizlarin da isik verdiklerine inanirlardi. Anadolu'daki Türk kizlari, güzellik bakimindan diger Türkler arasinda büyük bir ün yapmislardi. Bu sebeple eski kültür hazinemiz Kutadgu Bilig, Ülker yildizini Anadolu Türkmen kizlarina benzetmektedir:

"Yüzün gizledi yere, Rumeli kizi,
"Acunun benzi oldu, bir zenci yüzü,
"Akli gelmedi durdu, bakti bir yana,
"Gör, Ülker savrulmus, uçukmus tüne!..."

Yildizlar hakkindaki bölümümüzde giris yaparak, Türk kavimlerinin yildizlari, tipki gögün bir deligi gibi zannettiklerini söylemistik. Fakat Ülker burcunun alti yildizi, gögün en önemli deliklerinde alti tanesi olarak sayiliyordu. Gerçi Kutup yildizinin deligi, gögün bir nevi kutsal kapisi idi. Tanriya gidis ve gelis hep bu kapidan olurdu. Fakat, "Ülker yildizinin alti deligi de, yeryüzüne sicak veya soguk havalar sokan ve iklim degisiklikleri meydana getiren kapilardi". Bu meselenin efsanelere konu teskil etmis olmasina ragmen, gerçekle de ilgisi yok degildi. Anadolu'da bile, kasim ayinda baslayan firtinalara "Ülker dönümü" denirdi.

Yakut Türkleri, Ülker'in gezis düzeni ile meydana gelen iklim degisikliklerini daha ince düsünmüsler ve bunu siirlestirmislerdi. Onlara göre, "Zühre yildizi güzel bir kiz Ülker de yakisikli bir delikanli imis. Her ikisi de birbirlerine kalpten vurulmuslar ve karsilasmak için firsat kollarlarmis. Karsilasinca da gönüllerinden tasan büyük ask ve sevgi hisleri, yeryüzünün kar firtinalari içinde kalmasina sebep olurmus". Tabiî olarak bu, güzel bir efsane idi. Fakat bu yakistirma, Yakutlarin oturduklari bölgelerin astronomik ve iklim gerçeklerine uyuyordu. Yine onlara göre, "Ay ile Ülker arasinda bir düsmanlik da vardi. Bir defa da kendi yollarinda çarpismislardi".

Tanri daglari ile Altay bölgelerinde Ülker, efsanevî bir böcekle ilgili görülmüstür. Efsanelerin özetini, bu bölümde verecegiz. Sözü geçen böcegin de, sicak ve soguk havalarla ilgisi vardi. Öyle anlasiliyor ki, "Insanlara rahatlik veren sicak havalari da, yine Ülker burcu veriyordu". Nitekim Altaylarda söylenen bir Saman duasinda Ates için, "Ülker yildizi arkadasin ve Tanridan da fermanlisin" denmektedir.

Genel olarak Dünya mitolojisinde de Ülker burcu, "Yedi Yildiz" olarak tasavvur edilmistir. Türklerde de böyledir. Efsaneye göre, "Büyükayi burcu, Ülker'in, yildizlarindan birini çalarak yaninda alikoymus. Bunun için de Ülker burcu gökte, hep Büyükayi burcunu kovalar ve yildizini almak istermis". Herhalde bu efsaneden dolayidir ki, Kirgizlar, Büyükayi'ya "Yedi Karakçi", yani "Yedi haydut" demislerdi.

Ülker burcu hakkinda söylenen Kirgiz Türklerinin efsanesi ile Altay efsaneleri arasinda büyük bir fark yoktu. Ayriliklar, ancak küçük özellikler bakimindandi. Meselâ Altay'da, "Meçin" adli hayvan çok zararli olarak gösterilmistir. Kirgizlara göre ise bu, faydali bir hayvandir ve bunun için de Tanri tarafindan bile korunmustur. Her iki efsanede de inek, bu hayvanin baslica düsmani ve yok edicisidir. Bu güzel Kirgiz efsanesi söyledir:

Ülker burcu da yine, yesil iri böcekmis,
Soyu kurtulsun diye, Tanri göklere çekmis,
Koyunlar çok severmis, inekler yiyemezmis,
Tanri koyuna vermis, kimse çigneyemezmis.
Deveyle inek gelmis, tirnakla tekme vurmus,
Yesil böcegi delmis, böcek de öle durmus.
Tanri böcegi çekmis, altili yildiz yapmis,
Kutsal güzel böcekmis, insanlar ona tapmis.
Bazan yere göçünce, bereket bol olurmus,
Batakliga düsünce, kuraklik sel olurmus.

Öyle anlasiliyor ki, Ülker yildizi ile "Meçin" adli hayvan hakkinda anlatilan efsanelerin, bozulmamis sekli ve kökü, Kirgizlar arasinda yasiyordu. Asagidaki Altay efsanesi, bilhassa ay ile ilgili efsanelerin fazla tesirinde kalmis gibi görünüyor. Ay ile ilgili bölümümüzde verdigimiz bir metinde bu efsanenin diger bir benzerini görebiliyoruz. Ay ile ilgili efsanede, "Yelbegen adli bir dev, yeryüzündeki bütün canlilari yeyip bitirmekle mesgul idi. Tanri, insanlarin kurtulmasi için, devin ortadan kaldirilmasini, ay ile günese emretmis. Ay, bu emri yerine getirerek, devi almis getirmis ve yeraltina hapsetmis". Burada ise Büyükayi burcu, Göklerin hakanidir. Yeryüzünü yeyip bitiren hayvanin yok edilme isini, at ile inege verir. Tabiî olarak bu efsanede garip bir durum meydana gelmistir. Kirgiz efsanesinin inek motifinden de ve Altay destan üslûbundan da vazgeçilmemis, bu yolla da, böyle karanlik bir efsane ortaya çikmistir:

Insanlari hep yermis, Meçin adli bir böcek,
Hayatlara son vermis, çikmamis yok edecek,
Yedi kardesler burcu, tüm göklerin Haniymis,
Ati ile inegi, kendi kahramaniymis.
Inek yerlere inmis, böcegi delmis demis,
Büyük soguklar dinmis, havalar güzellesmis.
Böcegin bacaklari, çikmis göklere uçmus,
Yesilmis saçaklari, ülkeler en güzel burçmus.
Yedi Hakan kardesler, bir parça asirmislar,
Bunu duyan Ülkerler, pesine takilmislar.

Ayni konu ile ilgili diger bir Altay efsanesinde, yerli motifler daha hafiflemis ve Kirgizlarin söyledigi esas efsaneye daha çok bir yakinlasma olmustur. Artik bu efsanede, Kirgizlarin inandiklari iklim ile ilgili konular da yer almistir.

 

10. ZÜHRE YILDIZI

"Zühre yildizi çikar, çobanlarin korurmus.
"Taylari dogurturmus, atlar esen dururmus!..."

Bir Türk Efsanesi

Bati âleminde Venüs, Ön Asya'da da Zühre, v.s. gibi adlarla anilan bu yildiz, her iki dünya mitolojisinde de büyük bir yer tutmustur. Türk mitolojisinde de bu, Kutup yildizindan sonra, en fazla önem kazanan bir yildiz olmustu. Türklere göre bu yildiz, çok güzel bir kiz idi. Batidaki Venüs ve Zühre de, daima kadin güzelliginin bir sembolü olmuslardi. Sibirya'nin buzlu tundralarinda ve karanlik bölgelerinde yasayan, uzun zamandan beri medenî âlemle ilgilerini kesmis bulunan Yakut Türkleri Batidan nasil ilham almislardi? Öyle anlasiliyor ki Türklük, çok eski çaglardan beri Bati ve Iran mitolojisi ile bu bakimdan bir bag kurmus bulunuyordu.

Türk Halk edebiyatinda Zühre Yildizi:

Türk lehçelerinde Zühre yildizina ne gibi adlar verildigini yukarida incelemistik. Bu adlarin hepsi de bir efsanenin geregi olarak verilmisti. Veyahut da bu adlara göre yeni efsaneler düzülmüstü. Türk halk edebiyatinda bu yildizlara umumiyetle "Kervan Kiran" adi verilir. Bunun da bir efsanesi vardir.

Anadolu'daki "Kervan Kiran" deyimi, herhalde Türklerin çok eski ve müsterek bir efsanesine dayanmis olsa gerekti. Tanri daglarinin vadilerinde yasayan Kirgiz Türkleri de Zühre'ye "Kervan Culduz", yani "Kervan Yildizi" derlerdi. Herhalde Anadolu'dan, ta Tanri daglarinin vadilerine kadar gitmis bir tesir pek bahis konusu olmasa gerekti.

Osmanlilarin ilk çaglarinda bu burca, "Erte Yildizi" denirdi. "Erte, gece ile safak arasindaki zamandir". Sibirya'nin güneyindeki Tundralarda yasayan Sagay Türkleri de bu yildiza, "Erta Solbani", yani "Erte Çolbani" derler. Yine ayni Türkler bu yildiza, Anadolu'daki "Tan yildizi" gibi, "Tang solbani" da derler. "Solban", Anadolu'daki "Çolpan" dan baska bir sey degildi. Az sonra verecegimiz örneklerle açik olarak görecegimiz gibi Zühre, "Atlari koruyan, çoban Tanrisi" idi. Anadolu'daki bu burca "Çoban yildizi" denmesi, Ahmet Vefik Pasa'yi bile hayrete düsürmüstü. Gerçi "Çoban" ile "Çolpan" sözleri birbirlerine yakin idiler. Ama hiç kimse de "Çoban"in ile "Çolpan" dan geldigini söyleyemiyordu. Bütün bunlardan hissediyoruz ki, Bering bogazindan Anadolu'ya kadar uzanan Türk âleminde, bazi müsterek his ve fikirler vardi.

Bu yildiz sabaha karsi dogar. Bunun için de Anadolu'nun birçok yerlerinde "Sabah yildizi" da denmistir. Bu yildiza "Akyildiz" diyenler bulundugu gibi, Dogu Anadolu'da Sari-Yildiz, Kanli-Yildiz, Mavi-Yildiz da denir. Bilindigi üzere bir kervan, bu yildizin erken dogmasi yüzünden gece yarisi yola çikmis ve bu yüzden de haydutlar tarafindan yok edilmislerdi. Bu olayi anlatan Türkü, Sarkislali Âsik Veysel tarafindan söylenmisti. Fakat senelerce Erzurum'da ögretmenlik ve halkevi reisligi yapan Murad Uraz, bu türkünün daha orijinalini Erzurum'da bulmustur. Asagidaki siir Murad Uraz'in derledigi sarkidan alinmistir:

"Kanli yildiz, Sari yildiz,
"Sunam aglar, Sari yildiz,
"Selâm götür, sen al yildiz,
"Yaldiz ey, yildiz, yildiz, yildiz!"

Bu efsanenin Orta Asya varyantini da tespit etmis bulunuyoruz. Eski Türkler de bu yildiza "Yaruk yulduz", yani "Parlak yildiz" derlerdi. Kasgarli Mahmud'un sözlügünde verilen çok eski bir Türk siirinde, Zühre yildizinin dogusu ve sabahin olusu söyle anlatiliyor:

"Yaruk yulduz togarda, udhnu kelip bakarmen,
"Satulayu sayrasip, tatlig ünün kus öter!"

Parlak yildiz doganda, uyanarak bakarim,
"Gevezelik ederek, tatli sesle kus öter!"

Eski Türk edebiyatinda da Zühre, güzelligin bir sembolü idi. Nitekim Karahanli çaginin Türkçe saheseri Kutadgu Bilig, yildizi için söyle diyordu:

"Besinci Zühre çikti, vurdu güzel yüzünü,
"Sabah vakti karsila, sen de avut gönlünü!..."

Yakut Türklerine göre Venüs veya Zühre, "Çok güzel bir kiz imis ve Ülker yildizini severmis. Bu iki sevgili, gökte ne zaman karsilasirlarsa, kalplerinden büyük ask ve sevgi firtinalari kopar, bu suretle yeryüzü kar firtinalari içinde kalirmis". Yakutlar kötü havalarin nedenini hep bu sebebe dayarlarmis, bu inanista, bir gerçek payi da yok degildir. Çünkü, Zühre ile Ülker'in yaklasma zamani, kuzey bölgelerinde altinca aya tesadüf ediyordu. Tabiî olarak bu altinci ay, Yakutlarin takvimine göre hesaplanmis bir çagdir. Bu ayda kuzey bölgelerinde, büyük firtinalar olurdu.

Kirgizlar'a göre ise, "Zühre yildizi, Ay'in kizi idi. Ülker de, Ayin ogludur.

Türkler, genel olarak bu yildiza "Çolpan" derlerdi. Bu söz, diger Türk lehçelerinde "Çolpon" ve Anadolu'da da "Çoban yildizi" haline girmistir. Bununla beraber Anadolu'da bu yildizla çobanlar arasinda bir çok baglar bulunmus ve buna göre de türlü sekilde anlatilan birçok masallar düzülmüstür. Mogollar da bu yildiza, "Solbon" veya "Sulbun" derlerdi. Öyle anlasiliyor ki bu yildizin adi, Mogollara da Türklerden girmisti. Türkler, genel olarak bu yildiza "Tang Yulduzi", yani "Tan yildizi" demislerdir. Bu da, sabahla ilgisi dolayisi ile idi. Anadolu'da ise, "Sabah yildizi" deyimi kullanilir. Türkler, yildizlarin parlakliklarina bakarak, ad vermislerdi. Meselâ eski Türkler Zühre'ye "Yaruk yulduzi", yani "isik yildizi" demislerdi. Anadolu'da buna benzeyen bir deyim görüyoruz. Anadolu'nun birçok yerlerinde Zühre'ye "Ak yildiz" denir.

Bu yildiz, Altay ve Sibirya efsanelerinde de önemli bir yer tutar. Meselâ, "Efsane kahramanlarindan biri gördügü bir rüyada, sag tarafindan günesin, sol yaninda da ayin durdugunu görmüs. Güneyde ise, Zühre yildizi parliyormus". Bu bölgelerde Zühre yildizi genel olarak güneyi temsil eden bir sembol idi.

Zühre yildizi, "Atlarin koruyucusu":

Güney Sibirya halklarinin birçoklarina göre Zühre yildizi, atlarin ve at sürülerinin koruyucusu idi. Bunun için büyük at sürülerine sahip olan kimseler, Zühre yildizina kurban keserler ve kurban etleri ile saraplari atesin üzerine dökerek, bunlarin dumanini ve kokusunu Zühre yildizina gönderirlerdi. Zühre yildizinin yaninda parlayan iki küçük yildiz da, onun çobanlari olarak kabul edilirdi. Çünkü Zühre yildizinin da büyük at sürüleri vardi. Bu iki çoban da onun sürülerine bakardi. Bunun içindir ki at çobanlari da, bu iki küçük yildizi kendilerine ugur getiren bir yildiz olarak kabul etmis ve onlar için kurbanlar sunmuslardi.

Hint mitolojisine göre Zühre yildizi "Asvin" adli bir Tanri idi. Bu Tanrinin digerlerinden farki, daha ziyade bir ata sahip olmasi ve at üzerinde gezmesi idi. Öyle anlasiliyor ki, Sibirya an'anelerinde de biraz Budizm'in tesirleri mevcuttu. Fakat Hindistan'da at kültürü ve büyük at sürüleri yoktu. Bu sebeple bu inanç Ortaasya'ya gelince, atli Türklerin hayatlarina uymus ve tamami ile yerli bir inanis haline girmisti. Belki de bu inançlar, Orta Asya'da eskiden beri mevcut idi. Bu efsanelerin en tipik örnekleri Buryat'larda görülür. Bu konuda bir fikir vermek için, bu efsanelerin birer özetini sunmagi faydali buluyoruz:

ZÜHRE YILDIZI, ÇOBAN YILDIZI

Zühre yildizininmis, yerdeki bütün atlar,
Onlari hep korurmus, esen bulurmus tüm atlar.
Iki çobani varmis, birinin adi Tugluk,
Çobanlara bakarmis, onda imis ululuk,
Tugluk'a herkes tapar, keserlermis kurbanlar,
Baharda tören yapar, içerlermis çobanlar.
Kebaplarin kokusu, ta Zühre'ye çikarmis,
Saraplarin tütsüsü, yildizlari yikarmis.
Bazan gençlerin çogu, oynarlar çalarlarmis,
Büyük senlikler yapar, uykuya dalarlarmis.
Atesin içine kemikler atarlarmis,
Kemik kokulariysa , Zühre'yi sararlarmis.
Derler ki bazilari, Zühre bir Tanri idi,
Yalniz korur atlari, görevi ayri idi,
Gece dünyaya iner, dogumlari baslatir,
Bazan atlara biner yeleleri islatir.
Yayla güz arasinda, Zühre parlak dogarmis,
Zührenin isiginda, taylar apak dogarmis.
Bazan Zühre yildizi, batilara ugrarmis,
Dogu sahipsiz kalir, kurtlara gün dogarmis.
Bu mevsimde çobanlar, sicaktan hep bayginmis,
Ayikmis bütün kurtlar, son derece azginmis.
Zührenin bir çobani, bir de köpegi varmis,
Zühre yokken tamami, hiç durmadan yatarmis.

11. SAMANYOLU

"Orta Asyalilara, Samanyolu yol olmus,
"Rüzgârdan atlilara, Avrupa hep kul olmus!..."

Samanyolu, insanlarin hayallarini isleten ve hislerini gelistiren bir konu olmustur. Böyle güzel bir konunun, elbette ki Türk mitolojisinde de bir yeri vardi. Türklerin çok önceleri, Samanyolu hakkinda belirli bir düsünceleri ve bu yolun nedenlerini bile açiklayan efsaneleri vardi. Yeni devletler kuruldukça ve Türk kavimleri etrafa dal budak saldikça, bu düsünce yalnizca sözlerde kalmis ve yeni dis tesirler kendilerini göstermege baslamislardi. Meselâ bugün Türkçe'mizde kullandigimiz Samanyolu deyimi, Türk mitolojisine ve Türk düsünce düzenine dayanan bir söz degildir. Bu deyim, daha çok Iran mitolojisi ile edebiyatindan girmistir. Iranlilar bu yola "Kahkesân", yani "Saman çeken" derlerdi. Bu söz Osmanlica'ya, "Kehkesân" seklinde girmistir. Iran efsanelerine göre, "Samanyolu, gökte saman çekilirken, yere düsen saman tozlarindan ve saman parçalarindan meydana gelmisti".

Türkler bu efsaneleri alarak, kendilerine benzetmislerdi. Onlara göre Samanyolu, "Bir saman hirsizinin biraktiklari izlerdi". Bu sebeple eski Türkler bu yola, "Saman ogrisi" yani "Saman hirsizi" derlerdi.

Islâmiyet’i kabul eden Türkler, bu yolun güneydoguya, yani Mekke'ye gittigini görerek, buna "Hacilar yolu" veya "Hac yolu" demege baslamislardi.

"Hacilar yolu" deyimi de, Türkçe'ye Farsça'dan gelmistir. Anadolu'da söylenen, "Samanci yolu, Samanlik yolu" deyimlerinin de ilim kaynagi da, yine Fars edebiyatidir. Fakat Anadolu’muzda kullanilan iki önemli deyim vardir ki, bunun üzerinde büyük bir dikkatle durulmalidir. Bunlar da, "Gök kapusu" ve "Gök yarugi" sözleridir. Bu deyimler, Osmanlilarin ilk çaglarinda da kullanilmisti.

Anadolu’muzda Samanyolu için söylenen "Gökdere" ile "Gökyolu" deyimleri. Eski Türk mitolojisinin izlerini tasimaktadirlar. Az sonra verecegimiz, "Ordu yolu" adli siirin okunmasini tavsiye ederiz.

Bütün bunlarin üstünde Samanyolu için söylenen eski ve orijinal bir deyim vardir ki, o da "Kuslar yolu" veya "Kus yolu"dur. Gerçekten de Samanyolu, kuslarin göç ettikleri yönlere dogru uzanip giden bir izdir. Bu fikrin altinda da, bir efsane ve mitolojik bir düsünce yatmaktadir. Bu efsanelerden bazilarinin özetlerini, ayrica verecegiz. Orta Asya'da dogan bu mitolojik düsünceleri, bütün Bati Sibirya, Rusya ve Fin körfezine kadar yayilmisti. Meselâ Kazan Türklerinde, bu kuslarin hangi kuslar olduklari da belirtilmis ve Samanyolu'na "Yaban kazlarinin yolu" denmisti. Bu deyimle ilgili, bir sürü de efsane vardir.

Samanyolu, "Gögün dikis yeri":

Kuslar yolu deyimi, digerlerine nazaran eski olmakla beraber, en eski Türk düsüncesini yansitmaktan da uzaktir. Yakut Türklerinin bazi hikâyelerinde Samanyolu, "Gögün dikis yeri" olarak gösterilmektedir. Artik Yakutlar bunu, bir kus izi v.s. gibi görmemislerdi. Bütün uzayi (Cosmos) bir parçasi gibi düsünen bazi Sibirya kavimleri de yok degildir.

Samanyolu, "Tanrinin ayak izi":

Yine Yakut Türklerinin su düsüncesi, yukaridaki uzay fikrini gelistirmekte ve bizi yeni bir fikire eristirmektedir: "Tanri, ilk olarak dünyayi yaratmak istedigi zaman, bir müddet gök yüzünde gezmek zorunda kalmis. Iste gök yüzünde güzel bir cadde gibi parlayan bu Samanyolu, Tanrinin o zamanki ayak izlerinden baska bir sey degilmis". Bizce bu düsünce, çok önemlidir. Bu duruma göre, kuzey-dogudan güney-batiya dogru uzanan Samanyolu, bize Tanrinin hareket ve gidis yönünü de vermektedir. Asagida, yine Samanyolu ile ilgili olarak, Kuzey-bati Sibirya kavimlerinden ve Macarlarin akrabalari olan Vogullardan, bazi efsane özetleri verecegiz. Bu efsanelerde Samanyolu, artik Tanrinin degil de; Tanrinin sembolleri olan geyik ve avcinin ayak izleridir. Yakutlar ise bunu, her türlü sembollerden kurtulmus, saf bir din düsünmesi olarak tasavvur etmislerdir.

Samanyolu’na "Ordu-yolu" denmesi:

Asagidaki efsane konu bakimindan, Atilla ve ogullari ile ilgilidir. Fakat ortaya çikis tarihi, daha çok Macarlarin Orta Avrupa'ya gelisinden sonra baslar. Ana motifler itibari ile, Macar mitolojisinin özelliklerini tasir. Bununla beraber bu efsane, Macarlar tarafindan degil; Transilvanya'da oturan, Türk ve Macar karisimi Sekeller tarafindan söylenmistir. Orta Asya tarihi ve Türk kültürü bakimindan da, fevkalâde bir öneme sahiptir. Eski Macar inanislarina göre Macarlar, Orta Asya'ya yakin olan yurtlarindan Macaristan'a, göçerken, hep "Samanyolu’nu takip ederek" gelmislerdi. Bilindigi üzere Samanyolu, her memlekete göre az veya çok, yön degistirir. Güney Rusya'da ise Samanyolu, özellikle yaz aylarinda, dogu ve bati yönleri arasinda uzanir: "Gerçekten Samanyolu burada, sanki Orta Asya ile Avrupa arasinda uzanan bir yolmus gibi görülür. Büyük istilâlar ve göçler, hep bu yol üzerinden yapilmistir". Bilindigi üzere, Macarlar Orta Asya’dan Avrupa'ya gelisleri, yine onlarin efsanelerine göre bir "Geyigi takip etme" yolu ile olmustu. Bu efsaneyi, geyikle ilgili bölümümüzde incelemistik. Daha sonra bu ana efsaneye, bir de Samanyolu motifi ilâve edilmistir. Efsane söyledir:

SAMANYOLU, "ORDU YOLU"

Samanyolu’na Hunlar "Ordu yolu" demisler,
Batiya gelen Hunlar hep bu yoldan gelmisler,
Orta Asyalilara, Samanyolu yol olmus,
Rüzgârdan atlilara, Avrupa hep kul olmus.
Asya'dan ruhlar gelmis güya Samanyolu’ndan,
Avrupa'yi hep ezmis, bu kahraman yolundan.
"Türk-Macar" asillidir, ünlü "Sekel" boylari,
Askeri akillidir, savasçidir soylari,
Sekeller bozulmuslar, nasilsa bir savasta,
Felekâti duymuslar, akil kalmamis basta.
Atilla’nin en küçük, er oglu "Çaba" imis,
Ama akilda büyük, tipki da baba imis.
Gökten Samanyolu’ndan Çaba'nin buyrugundan,
Erlerin ruhu gelmis, Hunlarin ordusundan.
Ruhlar göklerden inmis, kurtarmis Sekel'leri,
Düsman dagilip sinmis, almislar bu illeri.
Dogu-Bati yoludur, kuzeyde Samanyolu,
Efsaneler doludur, Türklerin bir san yolu.

Macarlarin, Asya'nin kuzey-batisinda yasayan Vogul kavimi ile çok yakin iliskileri olmustu. Hatta birçok Macarlar, kendilerinin Vogullarindan geldiklerine inanmislardi. Vogul mitolojisinde, "Samanyolu" ile "Geyik" motifleri, yanyana gelmislerdir. Fakat bu efsaneler, çok mitolojiktirler. Orta Asya mitolojisi gibi gerçekçi, açik ve duru da degillerdir. Bize göre Macarlar, mitolojilerinin köklerini, yine Orta Asya'da aramalidirlar. Vogul mitolojisi de, Orta Asya mitolojisinin yan tesirleri ile meydana gelmis, daha mistik ve daha karisik türlerinden baska bir sey olmasa gerekti. Taninmis Türkolog Radlof da Kirgiz efsaneleri ile Sibirya efsanelerini karsilastirirken, bu gerçegi söylemekten kendisini alamamisti.

Samanyolu, avcilarin "Kayak izleri":

Bu inanis daha çok, Kuzey-Bati Sibirya'da oturan Vogul kavmi ile, Orta Sibirya'daki Tunguz'lar arasinda çok yaygindir. Bu bölgeler, senenin çogu zamanlarinda, karla kaplidir. Bu sebeple, böyle bir inanis ve söyleyis, normal görülmemelidir. Buradaki geyik tanrinin bir sembolüdür. Orta Asya efsanelerinde de bunu çok görüyoruz. Ayni motif Macarlarda da vardir. Fakat Orta Asya ve dolayisi ile Macarlarin geyik efsaneleri, burada tam manasi ile dinî bir sekle bürünmüstür. Bunlarin hangisi orijinaldi? Elbette ki bu efsane daha mitolojik idi. Fakat Radlof'un gayet hakli olarak dedigi gibi, bu bölge halklarinin hayat düzeni böyle bir düsünceyi; güneydeki Türklerin daha gerçekçi düsünce ve hayat düzeni ise, baska türlü bir mitolojiyi meydana getiriyordu. Samanyolu ile ilgili birkaç efsaneyi, asagida özetlemegi faydali buluyoruz. Bu efsaneler, Türk mitolojisinin kuzey-bati kanadinin, uzak örnekleridirler:

Numi-Tarem adli bir, Tanri varmis kuzeyde,
Alti ayagi olan, geyik yapmis yüzeyde.
Geyik hizla kosarmis, hiç kimse tutamazmis,
Gögü delip asarken, hiç kimse bakamazmis.
Bir avci kayak takmis, geyigi kovalamis,
Iki ayagin kirmis, yine de tutamamis.
Bunun için göklerde, kayak izi doluymus,
Kutsal kayak izleri, beyaz Samanyolu’nmus!

Avci tarafindan öldürülen geyigin 7 yavrusu varmis. Diger bir efsanedeki avcilar da, 7 kardes imisler. Vogul kavminin, daha dogrusu Fin-Ugor'larin büyük Tanrisi olan Numi-Tarem'in de 7 tane oglu vardi. Bütün insanlik, bu 7 oguldan türemisti. Yakut Türklerinin Yaratilis destanlarinda da, "Tanri, ilk defa 7 insan yaratmisti ve bütün insanlik da bu ilk 7 insandan meydana gelmisti". Bu da bize gösteriyor ki, Türk mitolojisinin Dogu ve Bati kollari, ifade ve üslûp degisikliklerine ragmen, yine de bir noktada birlesiyorlardi.

Samanyolu "Kus yolu":

Bu fikir tam manasi ile Türk mitolojisinin mali olan bir motiftir. Henüz daha Islâmiyet'in ve dolayisi ile Iran kültürünün tesirlerini iyice tatmamis olan Türkler, genel olarak bu deyimi kullanirlardi. Samanyolu’na, Kirgizlar'in "Kus Coli" Türkmen'lerin de "Kuslar yoli" demelerinin nedeni de buradan geliyordu. Kazan Türkleri ise Samanyolu’na, "Kiyik kaz yuli" yani "Yabanî kaz yolu" derlerdi. Kazan Türkleri bu bakimdan, Türk lehçelerinin uzak bir kolu olan Çuvas'lar ve dolayisi ile, Fin-Ugor kavimleri ile birlesmislerdi. Asagida özetini verecegimiz Vogul efsanesi de, böyle bir düsünce düzeninin bir mahsülüdür.

Görüsümüze göre böyle bir düsüncenin, Kazan Türklerinden Çuvas ve Vogul'lara geçmis olmasi, daha muhtemeldi. Yukarida da gösterdigimiz gibi, Samanyolu hakkinda vogullara hâkim olan düsünce, daha çok "Geyik" ve "Avci" motifleri üzerinde toplaniyordu. Kazan'da ve Çuvaslarda ise, "Yaban kazlarinin uçus yolu", birinci derecede bir rol oynuyordu. Görülüyor ki, bu düsünce tarzi, Orta Asya'dan basliyor, Güney Rusya Türk kavimlerinde yayilarak, kuzeydeki Fin halklarini bile sariyordu. Bu inanisin çok geri ve mitolojik bir anlatilisi olan, Vogul efsanelerinden birinin özetini, asagiya veriyoruz:

Bahadir bir ev varmis çok çok eski çaglarda,
Bazan gökte uçarmis, avlanirmis daglarda.
Samanyolu’ndan gelir, bahar olunca kuslar,
Ayni yoldan gidermis, artik gelince kislar.
Er kuzeye kaçarmis, iyi günlerde yazin,
Samanyolu’ndan uçar, göçer gelirmis kisin.

Bu efsanede de görülüyor ki, Samanyolu’nun ötesinde "Hayat suyu" ve bir nevi "Cennet" vardi. Ayni zamanda Samanyolu, ruhlarin ötesine ve Tanriya giden bir yoldu.

2. TÜRK DESTANLARI VE EFSÂNELERI

TÜRK KOZMOGONISI-YARADILIS DESTANI:

Altaylardan Verbitskiy'in derledigi yaradilis destani özetle söyledir: Yer gök hiç bir sey yokken dünya uçsuz bucaksiz sulardan ibaretti. Tanri Ülgen bu uçsuz bucaksiz dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanri Ülgen'e denizden çikan tasi tutmasini söyledi. Gögün emri ile oturacak yer bulan Tanri Ülgen artik yaratma zamani geldi diye düsünerek söyle dedi :

Bir  dünya istiyorum, bir soyla  yaratayim
Bu  dünya nasil olsun, ne boyla yaratayim
Bunun  çaresi nedir, ne yolla  yaratayim
Su içinde yasayan  Ak  Ana,su  yüzünde göründü ve Tanri Ülgen'e söyle  dedi :
Yaratmak istiyorsan   Ülgen, Yaratici  olarak  su kutsal  sözü ögren :
De ki hep," yaptim oldu "  baska bir sey söyleme.
Hele yaratir  iken,"yaptim olmadi" deme.

Ak Ana bunlari söyledi ve kayboldu. Tanri Ülgen'in kulagindan bu buyruk hiç gitmedi . insana da bu ögüdü iletmekten bikmadi : " Dinleyin ey insanlar, vari yok demeyin. Varliga yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz." Tanri Ülgen yere bakarak : " Yaratilsin yer!" Göge bakarak "Yaratilsin Gök!" Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratilmis. Tanri Ülgen çok büyük üç balik yaratmis ve dünya bu baliklarin üzerine konmus. Böylece dünya gezer olmamis bir yerde sabit olmus.Tanri Ülgen baliklarin kimildadiklarinda dünyaya su kaplamasin diye Mandi sire'ye baliklari denetleme görevi vermis. Tanri Ülgen, dünyayi yarattiktan sonra tepesi aya günese degen etekleri dünyaya deymeyen büyük Altin Dagin basina geçip oturmus.Dünya alti günde yaratilmisdi, yedinci günde ise Tanri Ülgen uyumus kalmisdi. Uyandiginda neler yarattim diye bakti: Ayla günesden baska fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmisti. Günlerden bir gün Tanri Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacigi üzerinde bir parça kil gördü" insanoglu bu olsun, insana olsun baba." dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanri Ülgen bu ilk insana "Erlik" adini verdi ve onu kardesi kabul etti. Ancak Erlik'in yüregi kiskançlik ve hirsla doluydu. Tanri Ülgen gibi güçlü ve yaratici olmadigi için öfkelendi.

Tanri Ülgen, kemikleri kamistan, etleri topraktan yedi insan yaratti. Erlik'in yarattigi dünyaya zarar verecegini düsünerek insani korumak üzere Mandisire adli bir kahraman yarattiktan sonra yedi insanin kulaklarindan üfleyerek can, burunlarindan üfleyerek baslarina akil verdi.Tanri Ülgen insanlari idare etmek üzere May-Tere'yi yaratti ve onu insanoglunun basina han yapti. Yakut'lardan (Saka) derlenen yaradilis efsaneleri de Altay yardilis destaninin yakin varyanti niteligindedir . XIX.yüzyil'da derlenen bu efsanelerin çesitli din ve kültürlerin etkilerini tasidiklari düsünülmektedir.

ALP ER TUNGA

Sakalar dönemine âit Alp Er Tunga ve su olmak üzere iki destan tesbit edilmistir. Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyilda yasamis kahraman ve çok sevilen bir Saka hükümdaridir. Alp Er Tunga Orta Asya'daki bütün Türk boylarini birlestirerek hâkimiyeti altina almis daha sonra Kafkaslari asarak Anadolu Suriye ve Misir'i fethetmis ve Saka devletini kurmustur. Alp Er Tunga'nin hayati savaslarla geçmistir. Uzun süre mücadele ettigi Iranli Medlerin hükümdari Keyhusrev 'in davetinde hile ile öldürülmüstür. Alp Er Tunga ile iranli Med hükümdarlari arasindaki bu mücadelelerin hatiralari uzun asirlar hem Türkler hem iranlilar arasinda yasatilmistir. Alp Er Tunga, Asur kaynaklarinda Maduva, Heredot'ta Madyes, iran ve islâm kaynaklarinda Efrasyab adlariyla anilmaktadir.

Orhun Yazitlarinda "Dokuz Oguzlar" arasinda "Er Tunga" adina yapilan "yug" merasiminden söz edilmektedir. Turfan sehrinin batisinda bulunan "Bezegelik" mabedinin duvarinda da Alp Er Tunga'nin kanli resmi bulunmaktadir. "Divan ü Lügat-it Türk" ün yazari Kasgarli Mahmud'a ve " Kutadgu Bilig" yazari Yusuf Has Hacip'e göre "Alp Er Tunga" iran destani "sehname" deki büyük ve efsanevî Turan hükümdari "Efrasiyab"dir. Divan ü Lûgat-it Türk'de Turan hükümdarliginin merkezi olarak "Kasgar" sehri gösterilmektedir. islâmiyeti kabul etmis olan Karahanli devleti hükümdarlari da kendilerinin "Efrasyap" sülalesinden geldiklerine inanmislar ve bunu ifade etmislerdir. Mogol tarihçisi Cüveyni de Uygur devletinin hükümdarlarinin da Efrasyap soyundan oldugunu yazmaktadir. secere-i Terakime'ye göre Selçuklu Sultanlari kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birligiinin dagilmasindan sonra iletisim kurmak imkâni buldugumuz ve Ruslarin Yakut adini verdigi Türk gurup aslinda kendilerine Saka dediklerini söylemislerdir. Tarih içinde kayboldugunu düsündügümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden arastirilarak dogrularin ortaya çikmasina yardimci olabilecektir.Tarihçi Mesudî de M.S. 7. yüzyilin basindaki Köktürk hakaninin "Efrasyab" soyundan oldugunu yazmaktadir. Bütün bu bilgilerden hareketle "Tunga Alp" le ilgili efsanelerin Kök Türklerden önce dogu ve orta Tiyansan alaninda yasayan Türkler arasinda meydana geldigini ve bu destanin daha sonralari Kök Türk ve Uygurlar arasinda yasayarak devam ettigini göstermektedir.Alp Er Tunga destaninin metni bu güne ulasamamistir. Bir kismindan yukarida bahsettigimiz kaynaklarda bu degerli Saka hükümdari ve kahramani hakkinda bilgiler ve bir de sagu (agit) tesbit edilmistir:

Alp Er  Tunga  Öldü mü
Dünya  sahipsiz kaldi mi 
Korkak öcünü  aldi  mi
simdi  yürek  yirtilir 
 
Felek  yarar  gözetti
Gizli   tuzak  uzatti
Beglerbeyini  kapti
Kaçsa  nasil  kurtulur
 
Erler  kurt gibi  uludular
Hiçkirip  yaka  yirttilar
Aci seslerle  bagirdilar
Aglamaktan gözleri  kapandi
 
Begler atlarini yordular
Kaygi  onlari durdurdu
Benizleri yüzleri  sarardi
Safran sürülmüs gibi  oldular

Kutadgu Bilig'de "Alp Er Tunga" hakkinda su bilgi verilmektedir: " Eger dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasinda en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasinda adi meshur ikbali açik olani Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yigit adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur. iranlilar ona Efrasiyap derler; bu Efrasiyap akinlar hazirlayip ülkeler zaptetmistir. Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akil ve bilgi lâzimdir. iranlilar bunu kitaba geçirmislerdir.Kitapta olmasa onu kim tanirdi." Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en genis bilgi iran destani sehname'de tesbit edilmistir. sehname'nin baslica konularindan biri iran -Turan savaslaridir. Bu destana göre en büyük Turan kahramani önce sehzade sonra hükümdar olan Efrasyap'tir.sehname'deki Alp Er Tunga ile ilgili bilgiler söyle özetlenebilir:

"Turan sehzadesi Efrasyap babasinin istegi üzerine iran'a harp açti. iki ordu Dihistan'da karsilastilar.Boyu servi, gögsü ve kollari arslan gibi ve fil kadar kuvvetli olan Efrasyap, iranli'lari yendi. iran padisahi Efrasyap'a esir düstü. iran'in ilk intikamini o zaman iran'a bagli olan Kabil Padisahi Zal aldi. Zal basarili olmasina ragmen iran sahinin öldürülmesini engelleyemedi. Efrasyab iran'i ele geçirmek için yeni bir savas açti. iran'in yetistirdigi en büyük kahramanlardan Zal oglu Rüstem Efrasyab'in üzerine yürüdü.. Efrasyab ile Zal oglu Rüstem arasinda bitmez tükenmez savaslar yapildi. iran tahtinda bulunan Keykâvus, hem oglu Siyavus'u hem de Zal oglu Rüstem'i dariltti. Siyavus Efrasyap'a sigindi . Siyavus'un Turan'da bulundugu sirada evlendigi Türk beyi Piran'in kizindan bir oglu oldu. Siyavus ogluna babasi Keyhusrev'in adini verdi. Efrasyab uzun yillar Turan'da hükümdarlik etti. iran'lilar Siyavus'un oglu Keyhusrev'i kaçirarark iran tahtina oturttular. Keyhusrev Zaloglu Rüstem'le isbirligi yapti ve Turan ordularini yendi. Keyhusrev ile Efrasyap defalarca savastilar. Sonunda ordusuz kalan Efrasyap Keyhusrev'in adamlari tarafindan öldürüldü. sehname'de Efrasyap adiyla anilan Turan hükümdari Alp Er Tunga'nin iran hükümdarlarina sik sik yenildigi anlatilmaktadir. Ancak iran Turan savaslarinda iran hükümdarlari sürekli degismis i4o yil yasadigi rivayet edilen Alp Er Tunga ise mücadeleye devam etmistir. Bu durum Efrasyap'in basarisiz olmadigini gösterir. Gerçek destan metni bulundugu takdirde bu destanla ilgili daha saglikli degerlendirmeler yapilabilir görüsündeyim.

HAKAN SU

Zulkarneyn Semerkant'i gecip de Turk ulkesine yoneldigi siralarda, Saka Turkleri'nin Su adindaki Buyuk hakanina yaklasiyordu. Balasagun yakinindaki Su kalesini bu yaptirmisti. Hergun Balasagun'daki sarayinin onunde ucyuzaltmis nobet davulu vurulurdu. Hakan Su'ya Zulkarneyn'in yaklastigi haberi verilmis ve: (Emriniz nedir, savas mi edelim, ne buyurursunuz?) denilmisti. Halbuki Hakan Hocant irmaginin kenarina karakol kurmak, Zulkarneyn'in gececegini haber vermek icin kirk Tarhan'i gozcu gondermisti. Bunlar kimseye gorunmeden gitmisti. Su endise etmiyordu. Onun gumusten bir havuzu vardi. Sefere cikildiginda birlikte tasinir, icine su doldurulurdu. Sonra kazlar, ordekler yuzdurulurdu. Kendisine: (Ne buyurursunuz, savasa girelim mi? )denildigi zaman cevap olarak: (Su kazlara, ordeklere bakiniz, nasil suya daliyorlar) dermis. Bunun uzerine orada bulunanlar Su'nun savas icin hazir olmadigi zannina dusmusler. Zulkarneyn Hocant suyunu gecince, oradaki gozculer hemen Su'ya haber ulastirdilar. Hakan Su hemen davullari caldirarak doguya dogru yurudu. Halk gitmek icin hazirlik gormeden hakanlarinin boyle savusup gitmesinden umitsizlige dustu. Bir urkuntu, bir karisiklik oldu. Binek bulabilenler hayvanlarin sirtina atlayarak Hakanin arkasindan kostular. Sabah olunca ordu yeri duz bir ova halini aldi.

O siralarda Taraz, Ispicap, Balasagun ve bunun gibi yerler yapilmamisti. Ora halki gocebeydi. Hakan ordusuyla gittikten sonra, oradaki halk coluk cocuklariyla yirmi iki kisi kalmis, geceleyin hayvanlarini bulamamisti. Bu yirmi iki kisi yaya olarak cekip gitmek, yahut orada kalmak uzere konusurlarken iki kisi cika geldi. Bunlar agirliklarini sirtlarina yuklemisler, yanlarina coluk cocuklarini almislardi. Ordunun izine duserek gidiyorlardi. Yorulmuslar, terlemislerdi. Bu yirmi iki kisi, yeni gelen iki kisi ile konustular, ikiler dediler ki: (Zulkarneyn denilen adam bir yolcusur, bir yerde durmaz. Buradan da gecer gider. Biz de kendi yerlerimizde kaliriz.) Yirmiikiler onlara: (Kal ac) dediler.

Zulkarneyn gelip bunlari sacli, uzerlerinde Turk belgeleri bulundugunu gorunce, onlara: (Türk Manend) demis (Türk'e benzer).

Hakan Su, Cin'e kadar gitmis. Zulkarneyn arkasina dusmus. Su Zulkarneyn'e bir boluk asker Zulkarneyn de ona bir boluk asker gondererek (Altun Kan) denilen bir dagda carpismislar. Ama Zulkarneyn Hakan ile barismis, Ugur sehirleirni yapmislar. Bir sure orada oturduktan sonra Zulkarneyn cekilip gitmis, Hakan Su da Balasagun'a kadar ilerlemis. Kendi adini vererek Su sehrini yaptirmis. Oraya bir tilsim koymus. Bugun oraya kadar leylekler gelir, oradan ileri gecemezler. Tilsim bu gune dek bozulmamistir. (Divan-i Lugat it Turk/ Tercume cilt: III)

 

TUKYU(ASENA)

Tukyu'larin atalari Çinli'lerin (Si-hayi) dedikleri Bati denizi sahillerinde otururdu. Komsu hükümdarlardan biri bunlarin yurdunu basarak, kadin, erkek, çocuk ve önlerine gelenleri kiliçtan geçirdi. Bunlardan ancak on yasinda bir erkek çocuk kalabildi. Bu da elleri, ayaklari kesilmis olarak bir batakliga atildi. Çocuk orada açliktan, yaralarindan akan fazla kandan ölmek üzere iken, bir disi kurt gelerek, ona bir parça et getirdi. Kurt her gün böyle yaparak çocugu besledi. Çocugun yaralari iyilesti. Yasi ilerleyince kurt bundan gebe kaldi.

Atalarini öldüren hükümdar bir sure sonra bu çocugun sag kaldigini haber aldi. Çocugu öldürmek üzere aratti, buldular. Hükümdar çocugun bulundugu yere birisini gönderdi. Bu adam batakliga geldigi zaman çocugun yaninda bir kurt gördü, sasirdi. Adam ikisini de öldürmek istedi. Fakat bir tanri onlari korudu. Kurt çocugu sirtlayarak bati denizinin dogu tarafina geçirdi. (Kao-cang) yakinlarindaki daglardan birinde bulunan magaraya götürdü. Magaranin arkasinda bereketli bir ova vardi. Ovanin her tarafi yalçin kayalarla çevrilmisti. Kurt burada sakat delikanlidan on çocuk dogurdu. Bunlardan biri aile adi olan (Asena)' yi aldi. Bu çocuklar büyüdükleri zaman magaradan çikarak civardaki oymaklardan birer kiz kaçirdilar. Bunlari magaralarina götürdüler. Bu kizlarla evlendiler.

Birkaç nesil geçince bunlar çogaldi. Içlerinden (A-Hien-Se) adli birisi baslarina geçerek magaradan çikardi. (Kin-San) daglarina giderek yerlestiler, (Cu-Cen) Tatarlarina baglandilar. Bu daglarin tepelerinden biri tabya seklinde oldugundan kendilerine bu anlamda (Tu-Kyu) adini verdiler. Asillarina delalet etmek üzere de bayraklarina bir kurt basi yaptilar.

DOKUZ OGUZ -ON UYGUR

(AGACTAN DOGAN COCUKLAR)

Dokuzoguzlar' in atalari olan bir hakanin iki guzel kizi vardi. Bunlar ancak tanrilara layikti. Babalari insanlardan ayri bulundurmak icin bu kizlari, yaptirdigi bir kulenin icine koydurdu ve yalvararak tanriyi cagirdi.

Bunu uzerine tanri bir boz kurt olarak geldi, kizlarla evlendi. Tanrinin bu kizlardan Dokuz Oguz ile On Uygur evladi oldu. Bunlar zamanla cogaldilar.

Bu Dokuzoguzlar'dan tureyenler Kumlanco adi verilen ulkede oturdular. Burada Hulin adinda bir dag vardi. Bu dagdan Tugla ve Selenka adinda iki irmak akardi. Bu irmaklarin arasinda da iki agac vardi. Bu agaclarin biri Kayin, oburu de Çam idi. Bir gece bu agaclarin uzerine gokten nur indi. Gun gectikce agaclardan birinin karni sisti. Dokuz ay on gun sonra agacin karninda bir kapi acildi. Iceride agizlarinda gumus emzikler bulunan bes cocuk gorundu.

Daha cocuklar dogmadan bu agaclarin etrafinda gumusten bir daire turemisti. Agaclardan muzik sesleri geliyordu. Oradaki Dokuzoguzdan tureyen Türk'ler bu cocuklari buyuttuler; adlarini Sungur Tekin, Kutur Tekin, Tukak Tekin, Or Tekin, Bugu Tekin koydular. Bunlar onbes yasina gelince, baba ve analarini sordular. Halk onlari iki agacin yanina goturdu: Iste bunlardan bir babaniz, biri de ananizdir) dediler. Çocuklar bu agaclara saygi gosterdiler. (Sevgili anamiz ve babamiz) diye onlara sarildilar. O zaman agaclar da dile gelerek evlatlari hakkinda hayirli duada bulundular.

Nihayet bir gun halk toplanarak, Bugu Tekin' i hakan sectiler. Cunku Bugu Tekin hem zeki hem de her boyun dilini, obalarinin sayisini biliyordu. Bunun uc kargasi vardi ki her yerden olup biteni haber verirdi.

Bugu Tekin bir gece ruyasinda; beyazlar giyinmis, elinde beyaz bir asa tutan ak sakalli bir adam gordu. Bu adam fistik seklindeki (Yesim Tasi) denilen tasi gosterdi: (Turkler bunu ellerinde tuttukca dort bucaga hakim olacaklardir) dedi.

Bugu Tekin ve Gök Kizi:

Bugu Tekin bir gece otaginda uyumakta iken, birden bire pencerenin acildigini, iceriye gokten gelen guzel bir kizin girdigini gordu. Bugu Tekin neye ugradigini anlayamadigindan gozlerini kapayarak uyur gibi yapti. Kiz, Bugu Tekin'i uyandirmak icin cok calisti, bir turlu uyandiramadi. Umidini keserek pencereden cikti, gitti.

Ertesi gece kiz yine geldi. Bugu Tekin kendisini yine uykuda imis gibi gosterdi. Kiz bu defa da uyandiramadan gitti.

Sabah olunca, Bugu Tekin kizin tekrar gelecegini dusunerek, buna bir care bulmak uzere vezirine acti. Vezir dedi ki: (Bunda korkacak bir sey yok. Belki hepimizin sevinecegi hayrili bir is vardir. Her halde bunun gelisi size kutlu bilgileri ogretmek icindir.Yarin gece gelirse artik kendinizi uykuda gostermeyin. O zaman nicin geldigini anlarsiniz.

Ucuncu gece kiz yine geldi. Ama bu defa Bugu Tekin onu karsiladi, saygi gosterdi. Bu kiz vezirin tahmin ettigi gibiydi. Gercekten bir tanrica ve gokten gelen bir kizdi. Bugu Tekin' e yeni bir din gostermek icin gelmisti.

Bugu Tekin'e: (Arkamdan gel) dedi. Bugu Tekin kizi takip etti. Gittiler. Nihayet (Ak dag)'a ulastilar. Bugu Tekin'e yeni bir dinin gizli taraflarini anlatmaya basladi.

Bundan sonra kiz otaga gelir, Bugu Tekin'i (Ak Dag)'a gotururdu.

Bu durum cok gece devam etti. Bugu Tekin yeni dinin esaslarini ve sirlarini ogrendi.

Bir gece artik bu gorusmelerin sonu idi. Kiz veda ederken (Gokte, yerde ne varsa hepsini ogrendiniz. Ben artik gelmeyecegim. Yarindan itibaren dunyanin dort bucagini fethe baslayin. Gosterdigim yolda adalet yapin. Size ogrettigim gercekleri her tarafa yayin) dedi.

Sabah olunca Bugu Tekin kardeslerini cagirdi. Her birini bir orduya tayin ederek bunlari dort bucagin fethine gonderdi. Kendisi de buyuk bir ordu ile Çin uzerine yurudu. Hepsi de seferlerini basardilar.

GÖÇ

Bugu Tekin'den otuz nesil sonra, torunlarindan (Yulun Tekin) tahta cikti. O zaman Çin'de (Tang)sulalesi hakimdi.

Çinliler; Türk'lerden korktuklari icin hukumdarlari (kiyuliyen) adli kizini hakanin oglu (Gali Tekin)'e gondermeye karar verdi. Bir elci yolda Türkler'in kudret ve buyuklugunun Tanri dagi civarinda bulunan (kutlu Kaya) adli byuk bir kayadan ileri geldigini ogrendi. Yulun Tekin'e dedi ki: (Hukumdarim size en kiymetli hediye olarak kizin gonderdi. Siz de ona bir hediye gondermek isterseniz, bizce makbule gecen hediye de (Kutlu Kaya) adindaki kaya parcasidir. Bu kayanin sizce bir kiymeti yoktur. Bunu hukumdarima hediye ederseniz makbule gecer.)

Yulun Tekin, Çinliler'e kiymet veren milli duygulari gevsek bir hakandi. Kutlu Kaya'nin otuz nesilden beri Türklerce kutsal bir yer oldugunu bilmiyordu. Bir kizin bedeli olarak bu kayayi Çin'e vermekte hic tereddut etmedi. Yalniz bunu nasil gotureceklerini sordu. Elci de: (Kolaydir) dedi. Çin elcisi kayanin etrafinapdunlar yigdirdi, uzerine sirke dokturdu, odunlara ates verince kayalar parcalandi, dagildi. Elci bu parcalari dikkatle toplatti. Arabalarla Çin'e gonderdi.

Orada sihirbazlar bu parcalari yagma ettiler. Her parcasi dunyanin bir kosesine gitti. Parcalar nereye gitti ise orada bereket, bolluk oldu. Bu tarafta ise, yedi gun sonra (Yulug Tekin) oldu, yerine Bugu Tekin'in torunlarindan biri hakan oldu. Türk yurdu da butun bereketini kaybetti, yesillikler sarardi, irmaklarin, derelerin suyu cekildi gogun rengi degisti. Butun kuslar, ahyvanlar, memedeki cocuklar:(Göç! Göç! Göç!) diye bagirismaya basladi. Bir taraftan da salgi nhastaliklar insanalri kiriyordu.

(Göç!) sesleri devam ediyordu. Anladilar ki bu ulkenin (Yer-su)lari artik kendilerinin orada kalmasini istemiyor. Çadirlarini yiktilar, esyalarini, coluk cocuklarini hayvanlara yuklediler. Göç etmeye basladilar. Aksam olunca (Göç!) sesleri duruyor, sabahla beraber basliyordu. Türkler Turfan ulkesine gelinceye kadar (Göç) sesleri devam etti. Orada artik ses kesildi. Göç'ler de Turfan'da yerlestiler. Orada (Bes Balik) sehrini kurdular.

ERGENEKON

Göktürkler, Tatarlarla yaptiklari savasta yenilmisler, hepsi kirilmis, yalniz Ilhan'in ogullarindan Kiyan ve Nogüz sag kalabilmisti.

Savastan on gun sonra bir gece atlarin abindiler. Çoluk cocuklarini alarak kactilar. Savastan once ordu kurduklari yere geldiler. BUada deve, at, okuz ve koyunlari kalmisti, onlari aldilar. Biri oburune dedi:

(Burada kalsak bir gun olur dusmanlarimiz bizi bulur. Baska bir boya gitsek her yanimiz dusmanlarla dolu. En iyisi daglarin arasinda, kimselerin yolu dusmeyecek yerlere gidip oturalim.)

Buna karar verdiler, surulerini onlerine kattilar, daglara yuruduler.

Bir disi geyik gorduler. Arkasindan gittiler. Geyik bunlari daglarin uzerinden duz bir yere goturdu. Orada her yeri iyice yokladilar. Geldikleri yoldan baska yol yok. Biraz ilerlediler. Genis, cimenlik bir ulke gorduler. Burada akarsular, pinarlar, meyve agaclari, hayvanlar vardi. Bunlari gorunce sevindiler. Tanriya sukur ettiler, buraya yerlestiler. Kisin hayvanlarinin etini yer, derisini giyerler, yazin da sutlerini icerlerdi.

Burada dort yuzyil kaldilar. Basbuglar'a danistilar: (Babalarimizdan isitirdik ki, Ergenekon'un disinda genis, guzel yerler varmis. Atalarimiz orada oturmus. Bundan sonra korkup ta daglaral kapanacak degiliz. Bir yolunu bulup buradan cikalim).

Hepsi bu sozleri uygun buldu. Yol aradilar, bulamadilar. Iclerinden demirdi Burteçine: (Ben bir yer gordum, orada demir madeni var. Eger onu eritirsek yol buluruz) dedi. O yeri gidip gorduler, demircinin sozunu dogru buldular.

Baska bir anlatista: birgun bir disi kurt gormusler. Bu kurdun oraya nereden geldigini aramislar, kurt kacmis, arkasindan gitmisler. Bakmislar ki kurt bir delikten disari atladi. Deligin yanina gittikleri zaman etrafin demir madeni oldugunu gormusler. 

MANAS

Manas, Kirgiz kahramanlarindandir. Manas'in babasi Yakip Han, anasi da Çuriçi'dir. Yakip Han evlendikten on dört sene sonra Manas dogmustur. Dogdugu zaman Manas' in avucu kanli idi. Bu isaret onun ileride mesalsiz kahraman olacaginin gostergesi idi. Henuz memede iken konusmaya basladi. Dogumu uzerine cviardan gelen elciler, onun bir kahraman olacagini hemen anlamislardi. Az zaman icinde cok serpildi, boyu bes metreye kadar uzadi.

On yasina gelince tam bir kahraman oldu. Dusmanlarin uzerine saldirarak perisan etti. Atlarina at erisemiyor,zirhina ok islemiyordu.

Yakip Han, oglunun atilganliklarini, kahramanliklarini gorunce, onu korumak, onunla arkadaslik etmek uzere, Bakay adinda birisini ona katmisti.

Manas'in savastigi dusmanlari arasinda en kuvvetlisi Gökçe idi. Bununla olan maceralari destanca epeyce yer tutar. Destan Radlof'a gore 12452 misra olup, savas hengameleri sirasinda ask maceralari , eglenceler, dugunler, Samanizm'in etkisi altindaki inanclar, gelenekler, kahinlerin rolleri goze carpar.

(NOT: MANAS DESTANI, AYRINTILI VE TAM METIN HALINDE TÜRK MITOLOJISI 2 BÖLÜMÜNDE YER ALMAKTADIR.)

ÖKSÜZ KIZ

Kisin soguk bir gununde, öksüz bri Türk kizi, su almaya gider. Vucudu yari ciplak, ayaklari soguktan siskin; karni ac, gozleri yasli bir haldedir.

Elinde bir bakrac vardir. Birden bir kasirga kopar. Ay ise gokteki sarayindan kasirgaya tutulmus olan, bu zavalli fakir kiza bakmaktadir. Ay, kizin haline acir. Kendi kendine der ki: (Mutlaka üvey annesi bu kiza zulum ediyor).

Öksüz kiz o sirada bir caliliktan gecmektedir, ay caliya isaret eder: (O kizi al, yanima gel). Ayin bu emri uzerine cali hemen bir at olur. Bir yandan aya giden gok yolu acilir, bir yandan da at haline gelen cali, uzerinde kiz oldugu halde yukselmeye devam eder. Aya vardiklarinda kiz elinde bakraciyla ayin yaninda durur.

Ay, bu öksüz kizi sever, ici urpermeye baslar. Sekilden sekile girmeye baslar. BUndan sonra ayin gokte sekilden sekile girisi de, bunun ve sevgisinin sonucudur.

Ilk geceler ay bir gumus yay gibidir. Öksüz kiz buyudukce ay da buyumektedir. Bazi zamanlarda bu kiz gokteki ayin sarayindan iceri girer, hali dokur. O zaman ay sevgilisini gormedigi icin uzulur, hilale doner. Bazen de kizin keyfi yerine gelir, cosar, neselenir. O zamn ayin yuzu guler, dolun halini alir.

Ayin keyfini kaciran guclu bir rakibi vardir. O da gokte bulunan beyaz ayidir. Bu ayi da Ösüz kizi sevmektedir. Bu sebeple ayi tutarak bogmak ister. Ama ne de olsa gucu yetmez. Yirmi bes gun ay bu ayiya ustun gelir, onu ezer. Ayi yalniz uc gun aya ustun gelir. Ay bundan korkar, saklanir, kimselere gorunmez.

Bu mucadele her ay boyle devam eder.

CESTENI BEY

Cesteni Bey (aslanlarin yuruyusu ile yuruyup) (Uçayan) sehrin arkasinda durarak ileri geri dolasti. Ondan sonra dort yol agzina gelerek bu yollarin arasidan sayisiz denecek kadar cok cinler gordu. Bu cinler insan etini yiyip kanini iciyor, barsaklarini vucutlarina dolandiriyorlardi. Yuzlerini korkunc hale getirip pek kuvvetli sesle haykiriyorlardi. Ellerinde de bayraklar vardi. Ates gibi kizil ve orgulu saclarini omuzlarina birakiyorlar, kapkara buyuk daglara benzeyen vucutlarini kaldirip zehirli yilan govdeleriyle yuruyorlardi.

Cesteni Bey bunlari gorunce yuregini pek tuttu, bir kaplan gibi hic korkup cekinmeden bu cinlerin arasina girdi. O zaman cinler Cesteni Bey'i gorup etrafina toplanarak: ( Hey, kimsin sen? Nasil oldu da kendi kendine bizim ustlu altli dag gibi dislerimize lokma olmaya geldin) dediler.

Cesteni Bey bu sozu isittigi halde yuregini pek tutup hic korkmadan cinlere soyle dedi:

(Hey cinler, cabuk soyleyin bana, benim sehrimdeki insanlari nasil olduruyorsunuz. SIzlere bu sehre girme iznini kim verdi? Benim su keskin kilicima bakin, bununla govedelrinizi keserek parca parca edip birakirim. Sehrimizde milletin basina gelen bunca felaket haberi dururken hala dayanilacak degildir.)

Cesteni Bey'in bu sozunu duduktan sonra, cinler ofkelenip karma karisik oldular. Öd koparip kendilerince bir turku soyleyerek yumruklarini siktilar. Kolkola girerek, dirseklerini tutuyor, ates renkli kizil saclarini arkalarina saliverip alev gibi bayraklariyla, gurz ve tokmaklari ellerinde, Cesteni Bey'i mizraklayip, vurmaya calisiyorlardi.

Birbirleriyle soyle soylestiler: (Daha ne bekliyorsunuz? Cabuk bunu mizraklayip keselim, vucudunu parcalayip oteki dunyaya gonderelim.)

Bunun uzerine Cesteni Bey var kuvvetiyle atlayarak (Urumki) adli cini tepesindeki saclarindan yukari cekip tuttu. Kilicini yukari kaldirip , basini kesmek uzere vurdu. Boylece cinler Cesteni Bey'in gucunu, kuvvetini ve sansini gorerek cok korkarak kactilar.

ULU TOYUN

Ulu Toyun, Ay Toyun'un kizi Günes'e asik olmus. Bir gun Ulu Toyun anasi Secen'e der ki: (Ay Toyun'un gogune cik. Bana onun kizi Günes'i iste. Ne kadar cok agirlik isterse hic esirgeme, kabul et.) Secen hemen goge cikti. Ay Toyun'un otagina gitti ve: (Oglum, kizinizi sevmis, onu ogluma verir misiniz) dedi. Ay Toyun: (Peki veririm, fakat iki nisan isterim: biri dalga; Göl incisi, oburu Serap; Çöl incisi) dedi.

 

Secen bu haberi ogluna getirdi. Ulu Toyun istenilen iki nisanin tedarikini kolay gordu. Yer ustunde, yeraltinda ne kadar cinler, periler, ruhlar varsa hepsini davet etti. Cumlesi geldiler. Ulu Toyun dedi ki:

 

(Ey kahramanlar! Icinizde benim istedigim iki armagani bana getirmeyi kim uzerine alacak? Bu iki armagani bulmak, getirmek cok kolaydir. Bunun biri dalga; Göl incisi, oburu serap; Çöl incisi) dir.

 

Gelenlerden bu teklifi kabul edecek kimse cikmadi. Ulu Toyun teklifi tekrar etti. Yine cevap veren olmadi. Ucuncu teklifinde kurt ile bir karga bu isi uzerine aldilar. Fakat kurt dalgayi tutabilmek icin uzun bacaklar istiyordu. Karga ise serabi gorebilmek icin keskin gozlere ihtiyac gosterdi. Ulu Toyun istediklerini onlara verdi ve:

 

(Haydi kahramanlarim, gidin bana dalga ile serabi getirin) dedi. Bu iki kahraman yola dustu. Aradilar, taradilar, cok calistilar, ne kurt dalgayi, ne de karga serabi ele gecirdi. Yuz yillaar gecti. Bir turlu bu iki armagan gelmedi. Ulu Toyun istenilen nisanlari veremedi, Günes hanimi alamadi.)

 

GEYIK AVI

 

Hikaye bir ogretmenin, ogrencisine, canlilarin oldurulmesinin ne kadar gunah oldugunu anlatmasiyla baslar.

 

Ogrenci de ogretmeninden bu oldurme gunahi karsiliginda, tanri tarafindan verilen cezalara bir ornek gosterilmesini ister. Ogretmeni, Dantipala'nin hikayesini soyle anlatir:

 

Kral Dantipala adamlari ile ava cikarak bir cok geyikler avlar. Baska bir ormanda daha besyuz geyige rastlar. Aralarinda oburlerinden cok guzel, altin renkli bir geyik vardir ki, geyiklerin yol gosterici kralidir. Bu ise geyik suretinde olan Buddha'nin kendisidir. Avcilar besyuz geyigi kovalamaya koyulurlar. Onlari alti defa kusatirlar. Olum korkusu icinde cirpinan geyikler bu guzel geyigin yanina gelerek canlarini kurtarmasini rica ederler. Fedakar, iyiligi temsil eden fazilet sahibi, geyiklerin krali (Buddha), onlara yardimda bulunmak, gerekirse kendini feda etmek ister. Kral Dantipala'nin yanina giderek ondan besyuz maralin hayatini bagislamasin irica eder. Nasihat ederek, iyilik etmege tesvik eder. Canlilari oldurmenin ne kadar gunah oldugunu anlatmaya calisir. Fakat Dantipala bunlarin hicbirini dinlemeyerek gozleri kanla dolu olup hiddetlenerek keskin kilicini ceker. Kutsal geyigin boynunu kesip, basini yere firlattigi sirada, sag eli bileginden koparak kiliciyla beraber yere duser. Dantipala feryat etmeye baslayarak yaptigi kotuluge pisman olur. Ama is isten gecmistir. Yer yarilir, Avici cehenneminden alevler cikararak Dantipala'nin butun vucudunu sarar, onu cehenneme goturur. Aviciden cikan korkunc alevler Dantipala'yi sardiktan sonra yukselir, goge dayanir. Korkunc bir yanki duyulur. Yagiz yer deprenir. Dort tarafi ates almistir. Buyuk daglar yikilarak birbirinin uzerine gelir. Dantipala da bu alevler icinde kalir, umidi kesilir, dayanamayarak kendisinden gecer. Vucudu yanip kavrulur. Avici cehenneminin seytani agzini acip Dantipala'yi yutar.

 

TEPEGÖZ ILE BASAT

 

Bir gun Oguz otururken, dusman baskisina ugradi, gece vakti oradan goctu. Beraberindeki (Uruz Koca) nin kucuk oglu yolda dusmustu. Hic farkinda olmadilar. Yollarina devam ettiler. Yolda kalan bu cocugu bir arslan alarak goturdu, besledi.

 

Gunlerden sonra, Oguz gene gelip yurduna yerlesti. O sirada Oguz Han'in atlarina bakan coban bir haber getirerek dedi ki: (Ormanda bir arslan kukruyor. Uzaktan gordum, salinarak yuruyusu insan gibi. Atlari yakalayip yatirarak kanlarini emiyor) dedi. Cobanin bu sozu uzerine Uruz da Oguz Han'a: (Hanim belki goctugumuz vakit yolda dusen benim oglumdur) dedi.

 

Beyler hemen atlarina bindiler. Aslanin yatak yerine geldiler. Uruz'un dedigi gibi bu, kendi oglu idi. Oglani tuttular. Uruz, oglani alip evine goturdu. Hep sevindiler. Ziyafetler oldu. Ama oglan yine durmadi. Aslanin yatagina gitti. Bir daha tutup getirdiler.

 

Bunun uzerine (Dede Korkut) geldi ve: (Oglum sen insansin, hayvanlarla dusup kalkma, gel iyi ata binmeyi ogren. Iyi yigitlerle beraber yasa. Buyuk kardesinin adi (Kayan Selcuk)tur. Senin adin da (Basat) olsun dedi. (Adini ben verdim. Yasini tanri versin) dedi.

 

Oguz bir gun yaylaya gitti. Uruz'un bir cobani vardi. Adina (Konur Koca Sari Coban) derlerdi. (Uzun pinar) diye un alan bir pinar vardi. O pinara periler konmustu. Ansizin koyunlar urktu. Coban da bunu kecilerden bilerek onlara kizdi. Ilerleyince gordu ki, peri kizlari kanat kanata vermisler, ucuyorlar. Coban kepenegini uzerlerine atti. Peri kizlarindan birini tuttu.

 

Zaman gecti. Oguz yine yaylaya gitti. Coban da pinara geldi. Yine koyunlar urktuler. Coban ilerledi, yerde bir yigin gordu. Bu yigin gittikce buyudu. Coban Korktu, birakti, kacti. Urken koyunlarin pesine dustu.

 

Meger o zaman Bayindir Han ile Beyleri gezmege cikmislardi. Bu pinarin yanina geldikleri zaman garip birseyin yattigini gorduler. Etrafini aldilar. Iclerinden bir yigit, ayagi ile bunu tekmeledi. Tekmeledikce yigi nbuyudu. Uruz Koca da merak etti, atindan inerek tekmeledi. Fakat mahmuzu dokununca bu yigin yirtildi, icinden bir oglan cikti. Bu oglanin govedsi adam govdesi gibiydi. Ancak tepesinde bir gozu vardi. Uruz bu oglani alarak etegine sardi ve:(Han'im, bunu bana verin, Oglum Basat ile beraber besleyelim) dedi. Bayindir Han da:(Senin olsun) dedi.

 

Uruz, Tepegoz'u aldi. Evine goturdu. Bir sut nine getirdiler. Kadin memesini Tepegoz'un agzina verdi. Oglan bir emdi, sut ninenin olanca sutunu aldi. Ikinci emisinde kanini aldi. Ucuncude de canini aldi. Birkac sut nine getirdiler. Hepsini boylece oldurdu. Baktilar ki olmayacak, sutle besleyelim) dediler. Gunde bir kazan sut yetmezdi. Beslendiler, buyudu. Gezmeye, oglan cocuklariyla oynamaya, oynarken de bunlardan birisinin burnunu, oburunun kulagini yemeye basladi.

 

Nihayet herkes onun yuzunden caresiz kaldi. Uruz'a sikayet ettiler, aglastilar. Uruz her ne kadar Tepegoz'u dovdu ise de bu hareketlerini onleyemedi. Nihayet evinden kovdu.

 

Bunun uzerine Tepegoz'un peri olan anasi gelerek oglunun parmagina bir yuzuk takti ve:(Oglum sana ok batmasin, vucudunu kilic kesmesin) dedi.

 

Tepegoz, Oguz ilinden kacti. Bir yuce da vardi. Orada yol kesti. Adam esir etti. Buyuk eskiya oldu. Uzerine bir kac adam gonderdiler. Onlar Tepegoz'e ok attilar, batmadi. Kilic vurdular, kesmedi. Hepsini yedi bitirdi. Oguz ilinden bile adam yemeye basladi. Oguz'lar toplandilar, uzerine yuruduler. Bunu goren Tepegoz kizdi. Bir agaci yerinden koparip atarak elli altmis kisiyi oldurdu.

 

Nihayet Basat bu Tepegoz'un uzerine gitti. Tepesindeki tek gozune sis saplayarak kor etti. Bundan sonra da kafasini kesti.

 

Butun Beyler sevinc icinde kaldilar.

 

ALPAMIS (BAMSI BEYREK)

 

Alpamis; Alpamsi, Alpmasa, Bamsi Beyrek ve Boyrek gibi Turk boylari arasinda cesitli soylenislerle gecmekte, uzerine kurulan hikaye de biraz degisik rivayetlerle anlatilmaktadir.

 

Bir anlatisa gore; Alpamis(Bay Boyrek) Oguz'un ogullarindan Ay Han'in ogludur.

 

Ay Han'in oglu olmazdi. Bunun icin de cok uzuntulu idi. Birgun yanina veziri (Balcik Han) geliyor. Ay Han'a seyahat tavsiye ediyor. Ikisi yola cikiyor. Bir yerde Hizir ile karsilasiyorlar. Hizir onlara iki elma vererek kayboluyor. Elmanin birisini Ay Han, digerini de karisi yiyor. Nihayet bir erkek cocuklari oluyor. Adina da Bay Boyrek diyorlar.

 

Bir anlatisa gore de; Bay Börü ile Bay Sari adindaki iki Türk Beyinin cocuklari olmustu. Bunlar kirk gun Allah'a yalvariyorlar. Sonunda Bay Boru' nun, Hakem(Alpamis) adinda bir oglu, Bay Sari'nin da (Ay Barcin) adinda kizi oluyor. Ayni yasta olan bu cocuklari kucuk iken nisanladilar, henuz ucer yasinda iken okula verdiler. Alpamis yedi yasina gelince okuldan alindi. Ona beylik usulleri ile, beyler nasil hareket etmelidir, gibi isler ogretildi. Ok talimleri yaptirildi. Nihayet maceralar basladi:

 

Alpamis Kalmuk'larla savasa girdi. Bu sirada (Askara) adindaki dagin tepesini bir ok atarak ucurdu. Ama yolda bir ak otagda guzel bir kizla uyumakta iken Kalmuk'lar bastilar, Alpamis'i esir ettiler. Goturup bir zindana attliar. Obur taraftan Kalmuk Han'in kizi Alpamis'a asik olmustu. Onu kurtarmak yollarini aradi, bulundugu zindana uzun bir ip sarkitarak onu zindandan cikartti. Alpamis'in Çobar yahut Benliboz adinda bir ati vardi. O ati da hazir buldular. Alpamis atina bindi. Tekrar Kalmuk'lara hucum ederek onlari perisan etti. Bundan sonra memleketine donunce sevgilisi Aybarç'in'i kolelerinden birinin almak uzere oldugunu ogrendi. Dugun hazirliklarinin yapildigi sirada ve eglenceler devam ederken, Alpamis bir ozan kiyafetine girerek Aybarçin'in bulundugu cadira yaklasti. Elindeki sazi calarak cadira dogru siirler soylemeye basladi. Bu sirada cadirda Bademca adinda bir kadin vardi. Biraz kekeme idi. O da Alpamis'e siirle cevap verdi. Alpamis tekrar soyledi. Sonunda gelinin bulundugu cadira alindi. Orada eglenceler, oyunlar devam ederken, bir kosede yaslar icinde bulunan gelin Alpamis'i tanidi. Bundan sonra ikisi de birbirine atildi. Herkes sasirdi. Alpamis da sevgilisni alarak babasinin yanina gitti, onu nyerine gecti.

 

OGUZ KAGAN

 

Oguz dogdugu zaman yuzu mavi, agzi ates gibi kirmizi, gozu ve saci, kaslari siyahti. Annesinin memesinden ilk sutu emdikten sonra bir daha emmedi. Lakirdi etmeye basladi. Yiyecek istedi. Kirk gunde buyudu. Dolasip oynuyordu. Oguz'un ayaklari okuze vucudu kurda, gogsu ayiya benzerdi. Bogurleri killi idi. At surusu guder, beygire binerek avlanirdi.

 

Gunler, geceler gecti. Delikanli oldu. O sirada bu memlekette buyuk bir orman vardi. Icinden dereler, irmaklar akardi. Hayvanlar, kuslar coktu. Bu ormanda (Kiyant) adinda bir buyuk canavar bulunuyordu. Beygirleri parcalayarak yer, insanlari yutardi. Oguz bunu oldurmeye karar verdi. Birgun mizrak, ok, yay, kilic ve kalkan ile beygire atlayarak gitti. Bir geyik yakaladi. Bu geyigi bir av kirbaci ile agaca baglayarak cekildi. Gitti, sabah oldu. Gun dogarken oraya geldi. Lakin canavar onu yemisti. Bunun uzerine bir ayi yakaladi. Altin islemeli kemeriyle bir agaca baglayarak gitti. Sabah oldu. Gun dogarken oraya geldi. Lakin canavar onu da almisti. Bu defa Oguz agacin arkasina saklandi. Canavar tekrar gelince basi ile Oguz'un kalkanina carpti. Oguz mizragi ile canavarin kafasina vurarak oldurdu. Kilicla da kafasini kesti. Gitti. Tekrar geldigi zaman bir akbabanin, onun barsaklarini yemek icin geldigini gordu. Onu da oldurdu.

 

Bir gun Oguz tanriya ibadet ediyordu. Birde bire ortalik karardi:

 

Gokten mavi bir isik dustu. Bu isik gunesten , aydan dah parlakti. Bu isigin ortasinda tek basina bir kiz oturuyordu. Cok guzeldi. Basinda kutup yildizi gibi yanan parlak bir isaret vardi. O kadar guzeldi ki gulunce mavi gok de guluyor, aglayinca mavi gok de agliyordu. Oguz onu gorunce akli basindan gitti. Sevdi, aldi. Gunler, geceler gecti. Bundan uc cocugu oldu. Bunlara; Gün, Ay, Yildiz adlarini verdiler.

 

Oguz yine birgun ava gitmisti. Uzaktan bir golun ortasinda bir agac ve agacin dibinde yalniz bir kiz gordu. O kadar guzeldi ki, gorenler bayilirdi. Oguz onugorunce akli basinda gitti. Sevdi, aldi. Gunler, geceler gecti. Oguz'un bu kadindan da uc oglu oldu. Gök, Dag, Deniz adini verdiler.

 

Oguz bir gun avda iken babasi Kara Han'a oglunun baska bir din tuttugunu haber verdiler. Kara Han beyleri toplandi. Oglunun halini anlatti. Oguz'u yola getirmek icin etrafa haberler saldi. Karisi gizlice Oguz'a haber yollayarak babasinin kararini bildirdi. Oguz da etrafa boylara: (Babam asker toplayarak beni oldurmeye geliyormus. Beni isteyenler bana, babami isteyenler de ona gitsin) yolunda haber gonderdi. Kara Han'in kardeslerinin ogullari, boylari ile beraber Oguz tarafina gectiler. Baba ile evlat askerleri savasia tutustu. Oguz'un tarafi ustun geldi. Bu ustunluk uzerine Oguz butun Tekinleri, boylari davet ederek solen yapti. Solenden sonra tekinlere ve orada bulunanlara emretti, dedi ki:(Bana uyanlara hediyeler verip dost bilecegim, uymayanlari dusman bilecegim) dedi. Bir kisim halk Oguz'un dinini kabul etmeyerek, yurtlarini birakip doguya, tatarlarin ulkesine gitti. Oguz bunlairn arkasindan giderek Tatar'in yurduna girdi. Tatar'lari yendi, mallarini aldi. O vakitler sag tarafta (Altin Kaan) vardi. Oguz'a hediyeler, altinlar, gumusler, akik ve zumrutler gonderdi. Solda (Urum Kaan) vardi. Bu kaanin cok ordulari ve sehirleri vardi. Urum Kaan Oguz'un emirlerini dinlemedi. O vakit Oguz ordusunu hazirladi. Sancagini cekip atina bindi. Kirk gun sonra (Buz Dag) eteklerine geldi.

 

Bir sabah Oguz'un yurduna gun isigina benzer bir isik girdi: Icinden boz tuylu, boz yeleli erkekr bir kurt gorundu, Oguz'a yol gostermek istedigini soyledi. Ondan sonra kurdun arkasi sira gittiler. Kurt (Idil Moran) kenarinda durdu. Oguz'un askeri de durdu. Orada savasa giristiler. Nehrin suyu kan damari gibi kipkirmizi oldu. Urum Kaan kacti. Memleketi, hazinesi ve halki Oguz'a kaldi. Urum Kaan'in, Uruz Bey adli bir kardesi vardi. Uruz Bey ogluna dag tepesinde (Tarang Moran) arasinda mustahkem bir sehir ismarlamisti. Oguz o sehre dogru yurudu. Uruz Bey oglu, Oguz'a haber gonderdi.: (Bizim saadetimiz senin saadetindir. Tanri bu topragi sana bagislamis, ben sana basimi verir, saadetimi feda ederim) dedi.Bundan sonra adi (Saklap) oldu.

 

Oguz ordusu ile Idil'i gecti. Orada buyuk bir hakan yaiyordu. Oguz onun da ardina dustu. (Idil suyundan akacagim) dedi. Orada (Ulu ordu Usyuteng) isminde bir tekinin yeri vardi. Burasi cok agaclik bir memleket oldugundan, onlardan kesti. Agaclarin uzerine binerek nehri gecti. Oguz gulerek dedi ki:(Sen de benim gibi bir hakan ol, sana kipçak densin) dedi. Tekrar yoluna devam etti. Bu arada boz tuylu, boz yeleli kurt tekrar gorundu: (Ordu ile yuruyerek Tekin'leri, halki buraya getir. En onde size yol gosterecegim) dedi. Yuruduler, (It Barak) in ordusuyla karsilastilar.

 

(It Barak) savasta olduruldu. Ordusu bozuldu. Yurdu, mali ve halki Oguz'a gecti. Oguz Han bir aygira bindi. Onu pek seviyordu. Fakat at colde gozden kayboldu. Burada yuksek bir dag vardi. Tepesi karli oldugundan (Buz Dagi) derlerdi. Oguz atinin kacmasina cok kederlendi. Orduda kahraman bir Tekin vardi. Bu yuksek daha tirmandi. Dokuz gun sonra Oguz'a atini getirip verdi. Her tarafi karla bembeyaz oldugundan Oguz ona bircok hediyelerle beraber (Karluk) adini verdi , bir cok tekinlerin uzerine han yapti.

 

Tekrar yola duzulduler. Yolda bir buyuk ev gordu. Dami altindan, pencereleri halis gumusten ve demirdendi. Kapinin anahtari yoktu. Orduda (Tumur Dokagal) adinda akilli bir adam vardi. Oguz ona: (Burada kal, ac, sonra orduya gel) dedi ve (Kalaç) adini verdi.

 

Tekrar yola dizildiler. Yine bir gun boz tuylu, boz yeleli kurt birden gorundu. Ordu da ona uydu. Bulunduklari yer ekili bir ova idi. (Çuçit) derlerdi. Burada insan coktu. Bunlarin cok da atlari, inekleri, altinlari, gumusleri, elmaslari vardi. Bunlar Oguz'a karsi ciktilar. Ok ve kilicla siddetli bir cenk oldu. Oguz ustun geldi. Curcit Han'in basini kesti. Burada da cok mallar ele gecti. Fakat Oguz'un ordusunda yuk hayvanlari pek azdi. Orduda(Parmakli çözüm Bilik) adinda akilli bir adam vardi. Hemen bir kagni yapti. Mallariona doldurdu. Hayvanlari da buna kostu. Herkes onu gibi arabalar yaparak esyasini yuklemeye basladi. Oguz Han bunu da gorerek guldu. Ona (Kankli) adin iverdi.

 

Tekrar yuruduler. Boz tuylu, boz yelei kurt onde idi. (Tangut) ve (Sakim) memlektine gittiler. Bircok cenklerden sonra Oguz orayi da aldi. Gayet gizli bir kosede cok zengin ve cok sicak bir memleket vardi. Adina (Baçak) derlerdi. Burada bir cok vahsi hayvanlar, av kuslari yasardi. Ahalisinin yuzu siyahti. Hakani (Mazar) adli biri idi. Oguz onu da yendi, kacirdi, memleketini aldi. Oradan atina binerek yurduna dondu.

 

Oguz Han'in yaninda ak sakalli, pek akilli, ihtiyar bir (Irkil Ata) vardi. Buna (Ulug Turk) de derlerdi. (Irkil Ata) bir gece ruyasinda altin bir yay ve uc gumus ok gordu. Bu altin yay dogudan batiya uzaniyor, bu uc gumus ok da gece tarafina ucuyordu.

 

Uyaninca bunlari Oguz'a bildirdi ve bir nasihat etti. Oguz onu nnasihatini dinledi. Ertesi sabah ogullarini cagirdi. Dedi ki: (Ihtiyarladi. Benim icin artik Hakan'lik kalmadi. Gun, Ay, Yildiz siz gunesin dogdugu tarafa, Gok, Dag, Deniz siz de gece tarafina gidiniz.)

 

Ogullari bu emri yaptilar. Gun, Ay, Yildiz bir cok hayvanlar, kuslar vurduktan sonra bir altin yay buldular, babalarina getirdiler.

 

Oguz yayi uce ayirdi. Parcalarini yine onlara vererek: (Yay sizi nolsun. Yay gibi oku goge firlatiniz. Adiniz (Bozok) olsun) dedi. Kucuk kardesleri de bir cok hayvanlar, kuslar vurduktan sonra, colde bir gumus ok buldular, babalarina getirdiler. Oguz oku uce boldu. Yine onlara vererek: (Ok sizinolsun. Yay oku atar, siz de ok gibisiniz. Adiniz (Ücok)olsun) dedi.

 

Bunun uzerine buyuk kurultay toplandi. Herkesi cagirdi. 900 at, 9000 koyun kestirdi. 90 havuz kimiz hazirlatti. Solen verdi. Kendisi icin direkleri altin kapli, uzerleri zumrut, yakut, firuze, inci ile altin islemeli otagini kurdurdu. Halki yedirip, icirdi. Otagin sagina kirk kulac uzunlugunda bir sirik diktirdi. Tepesine bir altin tavuk , tavugun ayagina beyaz bir koyun baglatti. Sol tarafina da kirk kulac uzunlugunda bir sirik diktirdi. Tepesine bir gumus tavuk, tavugun ayagina bir siyah koyun baglatti. Sag tarafta (Bozok)lar, sol tarafta (Ücok)lat oturuyordu. Boylece kirk gun kirk gece gecerek eglendiler. Bundan sonra Oguz yurdunu evlatlarina verdi. Onlara: (Evlatlarim! Çok yasadim, cok cenk ettim. Çok ok attim, cok aygirlara bindim. Dusmanlari aglattim, dostlari guldurdum. Tanriya her seyi feda ettim. Size de yurdumu veriyorum..) dedi.

 

ALANGOVA(ALAN-HOA)

 

Bortecine soyundan Minekli'nin oglu Yildiz Han'in iki cocugu olmus, bunlar kendisinden once olmus. Buyuk oglu(Dubun) adinda bir erkek, ikincisi de (Alangova) adinda bir kiz birakmis.

 

Yildiz Han bunlari evlendirmis, (Bilgutay), (Bekcitay) adinda iki erkek cocuklari olmus. Cok gecmeden Alangova'nin kocasi olmus, dul kalmis, kendisini Han'lar istemis ise de varmamis.

 

Alangova'nin gebe kalisi:

 

Alangova bir gece sarayinda yatarken, seher vakti uyanip bacadan odaya nurlu bir golgenin indigini, bu golgeden beyaz yuzlu, sehla gozlu bir adamin ciktigini gordu. Yaninda yatan kadinlari uyandirmak ici haykirmak istedi, fakat dili tutuldugundan bir turlu sesi cikmadi. Kalkmaya calisti, elinin ayaginin kuvveti kesilmis oldugundan kiprdanamadi. Akli yerinde oldugu icin herseyi goruyor, biliyordu.

 

Adam yavas yavas yataga girdi. Sonra yine bacadan cikti, gitti. Alangova: (Bunu soylesem kimse inanmaz.) diye olani biteni gizli tuttu. Adam bes alti gecede bir gelmeye basladi. Alangova ilk geceden gebe kalmisti. Dort bes ay gecince is anlasildi. Kardesleri gebeliginin nedenini sordular. O da ne olmussa anlatti ve: (Bana es lazim olsa bir kocaya varirim. Her ne kadar kadin isem de, bir coklari beni padisah edinmek icin istemisti. Kendimi bunca ilimi, iki oglumu halk icinde rusva edecek bir hali asla caiz gormem. Birkac gece evimin etrafinda saklanirsaniz tanri beni mahcup birakmaz) dedi.

 

Herkes Alangova'nin sozune inandi. Uc kisi evin etrafinda nobet beklediler.

 

Birkac gun sonra gokten seher vakti nurlu bir seyin indigini, Alangova'nin bacasindan iceri girdigini, bir zaman sonra ciktigini gorduler. Boylece Alangova'nin sozunun dogruluguna inandilar.

 

KIZLAR KAYASI  (Prof.Dr.Saim SAKAOGLU)

Adeta Konya adiyla bütünlesmis olan Merami duymayaniniz isitmeyeniniz var midir? Sanmam demeyecegim üç bes kisi çikabilir bu güzellikler bahçesinin bir kösesinden söz etmek istiyorum bu yazimda Konya il merkezinden batiya dogru yedi sekiz kilometre gidince Meram a ulasirsin Eskiden bir yolu varmis Meramin bugün Eski yol denilen yolu Ancak günümüzde Meram a hemen hepside ayni yönden olmak üzere dört yoldan girebilirsiniz Köycegiz üzerinden girerken adeta Meram a tepeden bakar gibi olursun Meram dan da öte yol gider Dere yolu Yillarca önce kendi köy otobüsleriyle sehre inen Dereliler bugün artik belediye otobüsleriyle dolmuslarla Konya ya ulasabilmektedirler Meram ile Derenin arasi bugün birlesmis gibidir Bazilari hala bag evi havasini koruyabilmis toprak damli evleri ilkbaharda agaçlarin arasindan seçmeniz bile zor olur Karayolunun yamaçtan baktigi bir vadiden bir dere yatagindan uzanan güzellikler zinciri sin zamanlarda yamaçlarda da artan bir iskanla çaga ayak uydurmus gibidir Otobüsünüz Köycegiz üzerinden Meram Dere ana yoluna iniverince veya Meram dan Dere ye dogru ilerlerken sinirdan öte geçince Derenin sembolü haline gelen Kizlar Kayasi’ni görürsünüz Kizlar kayasi hem bir çesit tasli olusumlarin adidir hem de o taslarin bulundugu bölgenin adidir Hakimiyeti Milliye ilkokulundan ögrenci oldugum yillarda ki 40-45 yillik bir geçmise sahiptir bazi arkadaslarim anlatirdi Bu Pazar Kizlar Kayasi’na gittik Veya bir baskasi hidrellezi i orada karsiladiklarini anlatir Kizlar Kayasini çocuk hayal gücümün sinirlarina sigdirmaz nasil bir sey veya yer oldugunu düsünür dururdum O yillarda Anamas Daglari’nin hazin hikayesini dinler çocukça heyecanlara kapilirdik Ama kimseler belki de bizler sormadigimiz için kayalarla ilgili bir hikaye anlatmaz bizim merakli bekleyisimizin artarak devam etmesine yol açardi cografi tanimlar Kizlar Kayasinin yerini ister Dereye baglasin ister Meram’a herkes onun Meram’in ötelerinde oldugunu bilirdi Liseli yillarimizda yil sonu kir gezilerini Meramda geçirdigimiz günlerde gözü pek arkadaslarimiz oralara gitmeye niyetlenirler bizler de engel olurduk Bugün Meram Dere yolunun solunda ayrilarak takip edeceginiz köy yolu havasini tasiyan virajlara bogulmus bir yoldan geçerek Kizlar Kayasinin eteklerine kadar ulasabilirsiniz Onlara ellerinizle dokunabilir önlerinde hatira fotografi çektirebilirsiniz Bu yöreyi Konyali arastirmaci Selçuk Es söyle anlatmaktadir Meram in güneybati yönünde Dere köy isminde merkez kazaya bagli iki bin nüfuslu degirmencilik ve bahçivancilikla geçinen eski bir köy vardir. Bu köye gidenler meshur Kadin Yokusu denilen oldukça tatli meyilli, yokusu çikinca sol tarafta büyük sel çayi üzerinde yükselen sarp sirtin eteklerinde sanki atlara binmis birtakim heykellerin olduklari yerde tas kesilen bir dügün alayi manzarasini görürler. Iste bundan hisse alarak bir çesit peri bacalari olan bu kayaliklar için söyle bir efsane uydurulmus. (Konya Efsaneleri, Folklor, 1 [4], Agustos 1969, 18) Belki peribacalarini hatirlatacaktir, ancak onlar farkli olusumlardir. Bu konuda kitaplarda bilgi bulmamiz mümkün degil. Son yillarda yayimlanan efsaneler bu taslarin esrarli sekillerine sürülmüs bir güzellik cilasi gibidir.
1991 yilinda yaptigimiz bir derlemede, ilkokul çagindaki çocuklara sordugumuz soruya aldigimiz cevaplar pek de olumlu degildi. Vaktiyle oralarda kötü seylerin yasandigini, kirik dökük cümlelerle anlatmaya çalismislardi. Orta yaslilar ise, dere yataginin vaktiyle deniz oldugunu, insanlarin gemilerini bu taslara bagladiklarini söylemislerdi.
Kaynak sahsimiz Mustafa Ertas'in anlattiklari daha farkli ve Anadolu'da benzerlerini tespit ettigim tipe uygun bir yapiya sahiptir. 1925 Dere dogumlu, ilkokul mezunu, emekli isçi olan Ertas'in 1992 Mayis'inda anlattigina göre kadinlar, bir çesit yufka olan sepitle taharetlenirler. Bu, Allah indinde hos karsilanmaz ve kadinlar tas kesilirler. Ertas, efsaneye Islami bir hava vererek "Islam sirasinda", "Islamiyete ters düsen kadinlar" gibi ifadeler de kullanmistir. Taslarla Ilgili Inançlar: Bu efsanenin yaygin sekline göre, yakininda su oldugu halde bazi anneler daha kolayina gittigi için ellerinin altinda bulunan hamurla/ekmekle çocuklarinin altini temizleyiverirler. Yurdumuzun pek çok yöresinde görülen bu efsanede, kendisi varken temizligin ekmekle yapilmasi üzerine su, yer altina çekilir ve hala da öyle akip gitmektedir. (Saim Sakaoglu, 101 Anadolu Efsanesi, Ankara 1974, 69-70; 2.b, Ankara 1989, 29) Efsane, Ertas tarafindan eksik anlatilmistir; ancak o verdigi diger bilgilerle bu eksikligini de ortaya koymus olmaktadir. Ona göre, bu kayalardan biri besik seklindedir; bir baskasi ise kucaginda çocugu olan bir anneyi hatirlatmaktadir. O halde efsanemiz, Ertas'in hafizasinda yanlis yer etmis veya çevrenin etkisiyle sekil degisikligine ugramistir. Efsanemize en güzel seklini veren Dr.Mehmet Önder'dir. "Meram'da Kizlar Kayasi Efsanesi" adiyla yayimladigi metinler, bu tipin varyantlarini ortaya koymasi açisindan önemlidir. (Konya Efsaneleri, Konya, 1963, 36-37). Onun naklettigine göre, efsane söyledir:"Bir gelin alayi, Konya'dan Dereköy'e gelin götürüyormus...Tam buraya geldikleri zaman gelin sikintisini defetmek için atindan inmis...Bu ugursuz sayildigi için gelin de, alay da tas kesilmis..." Gelin alaylari ile ilgili efsanelerin sonu gelmez ki, ayni kayalara birden fazla efsane baglaniverir. Iste Sayin Önder'in derledigi ikinci sekil:
"Konya'dan Dereköy'e gelin götürüyormus...Fakat, gelinin Konya'da civan bir sevgilisi varmis. Ondan ayirmislar. Dereköylü bir gence vermisler. Konyali genç karasevdalar içinde beddua etmis: 'Bir daha Konya'ya yönünüzü dönerseniz tas olunuz insaallah' " demis. Tam yari yolda gelin Konya'ya dönmüs, bir 'ah' çekmis... Iste bu sirada bütün kafile oldugu yerde tas oluvermisler."Dr.Önder'in bu tespiti, onun baska bir efsanesinde de yer alir. (Anadolu Efsaneleri, Ankara 1966, 46). Efsane bu, tabii bazi degisikliklere ugrayacak. Konya efsaneleri üzerinde çalisan Seyit Emiroglu'nun babasi Mehmet Bey'den dinledigi efsanede de bazi küçük farkliliklar vardir. 68 yasinda, emekli memur olan Dereli Mehmet Aga'nin anlattigi efsanede sevdalilar ayri yerlerde, fakat ayni anda dilekte bulunurlar. Delikanlinin;"Içimi atese yakar gidersiniz, sevgimi hiçe sayar gidersiniz! Dilerim bir daha yüzünüzü Konya'ya dönemezsiniz" seklindeki duasi, genç kizda; "Gidiyorum, görenek bu. Babamin sözünden çikamadim. Ama gönlüm Konya'dan bu yana, yüzüm Dereköyü'ne dönmesin Allah'im" seklinde ifadesini bulur.
Birer doga harikasi olan bu taslar, simdi de birer efsane harikasi olarak anlatilmaktadir. Efsanenin sihri, onlardaki ölüm kavramini alip götürmektedir.
Kizlar Kayasi, Konya'da bir güzellik olarak, bir efsane olarak yüzyillardan beri yasamaktadir. Yeni kusaklar bu güzelliklere sahip çiktigi sürece bu yasama sonsuza kadar sürüp gidecektir, bir Ergenekon gibi, bir Manas gibi...

KÖROGLU DESTANI

Bolu beyi, güvendigi seyislerinden biri olan Yusuf'a : " Çok hünerli ve degerli bir at bul ." emrini verir. Seyis Yusuf, uzun süre Bolu beyinin istegine uygun bir at arar. Büyüdüklerinde istenen niteliklere sahip olacagina inandigi iki tay bulur ve bunlari satin alir. Bolu beyi bu zayif taylari görünce çok kizar ve seyis Yusuf'un gözlerine mil çekilmesini emreder. Gözleri kör edilen ve isinden kovulan Yusuf, siska taylarla birlikte evine döner. Oglu Rusen Ali'ye verdigi talimatlarla taylari büyütür. Babasi kör oldugu için Köroglu takma adiyla anilan Rusen Ali, babasinin istegine göre atlari yetistirir. Taylardan biri olaganüstü bir at haline gelir ve Kirat adi verilir. Kirat da destan kahramani Köroglu kadar ünlenir. Seyis Yusuf, Bolu beyinden intikam almak için gözlerini açacak ve onu güçlü kilacak üç sihirli köpügü içmek üzere oglu ile birlikte pinara gider. Ancak, Köroglu babasina getirmesi gereken bu köpükleri kendisi içer, yigitlik, sâirlik ve sonsuz güç kazanir. Babasi kaderine riza gösterir ancak ogluna mutlaka intikamini almasini söyler. Köroglu Çamlibel'e yerlesir, çevresine yigitler toplar ve babasinin intikamini alir. Hayatini yoksul ve çaresizlere yardim ederek geçirir. Halk inancina göre silâh icat edilince mertlik bozuldu demis kirklara karismistir. Dilerseniz asagida, Köroglu’nun söylemis oldugu siirleri ve öyküleri anlatalim:

GIRIS

 

Bir oba kalkip da yola koyuldu mu  hayvanlarin çanlari baslarmis konusmaya! 

Önde giden devenin çani: 

"Benim agam zenginnndir! Benim agam zenginnndir!"  diye ötermis. 

Ortada giden devenin çani: "Neden neden neden neden ? "  diye ötermis. 

Arkadan gelen devenin çani da: "Ondan bundan  ondan bundan ondan bundan ondan bundan"  diye ötermis... 

Bizim bu ozan dilimiz, dogru gören dogru söyleyen  sazimiz, dertlilere derman arayan Saman dualarindan beri  böyle yargilayip geliyor...  Aldi Alaca dagin, kara dagin akan sularin ayincisi. 

Hem ayincisi, hem de oyuncusu olan Saman kocasi.  Bakalim ne dedi: 

" Allah, Bismillah! Ey Tanrim yanildigimda bana yardim  et! Ey kopuzum! Dogru gör, dogru söyle!  Üyengi agacinin kökünden oyarak aldigim kopuzum!  Kizil çali tobulgadan perdelerini yaptigim kopuzum!  Yürük atin kuyrugundan tel yaptigim kopuzum!  Dogru gör, dogru söyle!  Söylenene uymazsan kulaklarini burarim!  Seni yere çalarim! Oynayip durdugum andir bu an! 

Çam kopuzumu elime aldim. Su yilani gibi dolandim  döndüm..." Deyip kesti. 

At ayagi çabuk, ozan dili çevik olur derler. 

Biz gelelim Kara Hoca'nin oglu Dedem Korkut'a. 

Dedem Korkut'tan bir yigit damar sürüp getirelim  Köroglu'na. Aldi Çardakli Çamlibel'in kirk delisinden biri,  Yusuf'un oglu Koç Köroglu. 

Bakalim o da nasil bir ögüt verdi, ne söyledi:

 

MERT DAYANIR NAMERT KAÇAR 

 

Mert dayanir namert kaçar 

Meydan gümbür gümbürlenir 

Sahlar sahi divan açar 

Divan gümbür gümbürlenir. 

 

Yigit kendini ögende 

Oklar menzilin dögende 

Sesper kalkana degende 

Kalkan gümbür gümbürlenir 

 

Ok atilir kal'asindan 

Hak saklasin belasindan 

Köroglu'nun narasindan 

Her yan gümbür gümbürlenir 

 

YIGITLER SILKINIP ATA BININCE

 

Yigitler silkinip ata binince

Derelerde bozkurtlara ün olur

Yigit olan döne döne dögüsür

Kötüler kavgadan kaçar hun olur

Bir yigit cidasin almis eline

Seerini koymustur yigit yoluna

Kalkan paralana zirhlar deline

Kanli gömlek koç yigide don olur

 

Bir yigit cidasini almis atiyor

Ag elleri kizil kana batiyor

Bir kötü kavgadan dönmüs kaçiyor

Kaçma kötü kaçma simdi dön olur

 

ALDI KOCA BEY:

 

Senin o tektirin bize abestir 

Bu yigitlik sana kimden mirastir 

Eger ki kullugan verirsen destur 

Inan üçten besten senden 

     geride kalan degilem broy! 

 

Kavga görmeyince açilmaz aynim 

Benimle beraber Mustafa kaynim 

Eger ki kavgada kizarsa beynim 

Inan üçten besten senden 

     geride kalan degilem broy! 

 

Koca Bey'em çok diyarlar gezmisem 

Nice nice alaylari bozmusam 

Bin kelleyi bir cidaya dizmisem 

Inan üçten besten senden 

     geride kalan degilem broy! 

 

ALDI KÖROGLU BIR DAHA SÖYLEDI

 

Bir at gördüm Silistre'nin ilinde 

Elma gözlü kiz perçemli Kirat gel 

Ne bend'oldun lekelerin elinde 

Elma gözlü kiz perçemli Kirat gel 

 

Kir'i binmek iyi gelir ugura 

Hay edende dagi tasi devire 

Basi küçük boynu benzer puhura 

Elma gözlü kiz perçemli Kirat gel 

 

Büyüktür gövdesi küçüktür basi 

Altidan yediye gidiyor yasi 

Çardakliçamli'da küçük kardesi 

Elma gözlü kiz perçemli Kirat gel 

 

 

 

AMAN KIRAT, CANIM KIRAT 

 

Aman Kirat, canim Kirat 

Kaçip çekilip gidelim 

Her yaninda çifte kanat 

Uçup çekilip gidelim 

 

Yoktur Kirat'in duragi 

Bilmez yakini iragi 

Ab-i kevserdir sulagi 

Içip çekilip gidelim 

 

Köroglu der ki ezeli 

Baglar döküyor gazeli 

Silistre'den güzeli 

Seçip çekilip gidelim

 

DINLE SÖZLERIMI HAN OGLUM AYVAZ 

 

Dinle sözlerimi han oglum Ayvaz 

                  Ha babam Ayvaz! 

Yükletin kervani dengine bakin 

Erlik meydanina girdigin zaman 

Kusanin kilici gencine bakin 

 

Düsmanin üstüne eyledim akin 

                  Ha babam akin 

Dönüsüm yok zamanim yakin 

Fakir fukarayi incitmen sakin 

Mal yemez tamahkar zengine bakin 

 

Köroglu her zaman kurdu meydani 

                 Hele meydani 

Ben bilirim yahsi ile yamani 

Aman dileyenden kesme amani 

Dertli olanlarin derdine bakin

 

HOYLU'NUN ÖLÜMÜ ÜZERINE AGIT 

 

Aldi Sirin Döne: 

 

Bagdat'a sefer edenler 

Hoylu'm nic'oldu gelmedi? 

Tuna teline gidenler 

Hoylu'm nic'oldu gelmedi? 

 

Aldi Köroglu: 

 

Bagdat'a sefer eyledim 

Hoylu'm da kaldi gelmedi 

Acem ile cengeyledim 

Hoylu'm da kaldi gelmedi 

 

Aldi Sirin Döne: 

 

Dügünü bozup gidenler 

Badeyi süzüp gidenler 

Acem ile cengedenler 

Hoylu'm nic'oldu gelmedi? 

 

Aldi Köroglu: 

 

N'olsam koç Köroglu n'olsam 

Hoylu'yu düsümde görsem 

N'olaydi da ben de ölsem 

Hoylu'm da kaldi gelmedi

 

KARLI DAGLARIN ARDINDAN 

 

Karli daglarin ardindan 

Yel olup estigin var mi 

Tek basina bu çöllerde 

Ordular bastigin var mi 

 

Kargiyi ucundan salla 

Düsmana deme eyvallah 

Her yandan üç bes kelle 

Terkiden astigin var mi 

 

Köroglu söyler sanindan 

Kus uçurmaz divanindan 

Avuçla düsman kanindan 

Doldurup içtigin var mi

 

KIRAT'A BININCE KUSKUN BULUNMAZ

 

Kirat'a binince kuskun bulunmaz

Degirmen misali bulgur beslemez

Kavgaya girince silah alinmaz

Severim Kirat'i bir de güzeli

Serim ata kurban, canim Kirat'a

 

Basini basimdan yukari tutar

Hay edip köpügün sagridan atar

Kaçinca kurtulur, kovunca tutar

Severim Kirat'i bir de güzeli

Serim ata kurban, canim Kirat'a

 

Kirat bu daglari asmali bugün

Deli Boran gibi cosmali bugün

Dostun ellerine düsmeli bugün

Severim Kirat'i bir de güzeli

Serim ata kurban, canim Kirat'a

 

KIZIROGLU 

 

Kiziroglu, Köroglunun hasmidir. Bir gün Köroglu, karisi Nigar Hanim'la çadirinda otururken bir ara disariya çikar; bakar ki bir toz duman kalkmis üstlerine dogru geliyor. Bunun Kiziroglu Mustafa Bey oldugunu anlar Köroglu, yerine göre bilegini; yerine göre aklini kullanmasini bilen bir kisiymis. Hemen içeri girer. Karisi Nigar Hanim'a "Bana bir kahve pisir." der ve sazini alir. Bu sirada Kiziroglu da çadirin disina gelmis, içerden gelen türküyü dinlemeye baslamistir.

 

 Aldi Köroglu:  

 

Bir hisminan geldi geçti 

Kiziroglu Mustafa Bey 

Hismi dagi deldi geçti 

-Kim kim? 

-Hanim kim? 

-Nigar kim? 

Kiziroglu Mustafa Bey. 

               Bir Bey oglu 

               Bir Han oglu 

 

Bir at biner ala paça  

Mecal vermez kirat kaça 

Az kalsin ortamdan biçe 

-Kim kim? 

-Hanim kim? 

-Nigar kim? 

-Kiziroglu Mustafa Bey 

              Bir Bey oglu 

              Bir Han oglu 

 

 

Aldi Köroglu bir daha   

söyledi: 

 

Vay ben ona es olaydim 

Peh! peh! peh! peh! 

Anadan onbes olaydim 

-Agam kim? 

-Pasam kim? 

-Nigar kim? 

-Hanim kim? 

-Kiziroglu Mustafa Bey. 

            Bir beyin oglu  

            Zor beyin oglu 

 

Hay edende haya teper 

Peh! peh! peh! peh! 

Huy edende huya teper 

Hey! hey! hey! hey! 

Köroglu'nu çaya teper 

-Agam kim? 

Pasam kim? 

Nigar kim? 

Hanim kim? 

-Kiziroglu Mustafa Bey 

                Bir Beyin oglu 

                Zor beyin oglu

 

KÖROGLU YAVAS YAVAS YORULDU,  

IHTIYAR OLDU ÇÜRÜDÜ: 

BASLADI YAKINMAYA:  

 

Felek aldi devranimi demimi  

Ya ben kime gidem imdada bilmem  

Askin deryasina saldi gemimi  

Çalkanip çikmaya bir ada bilmem  

 

Kement attim dala ben  

Düstüm haldan hala ben  

Çöp desirdim yuva yaptim  

Uçamadim bala ben  

 

Ben felegi dost bilirdim  

Bagladi kollarim benim  

Eser iken esmez oldu  

Serimde tellerim benim  

 

Pünhanim çagirir hazir ve nazir  

Yetis imdadima boz atli Hizir  

Kefenim dikildi tabutum hazir  

Kabirim kazildi nerede bilmem  

 

Güven gez güven gez  

Dagda olur güven gez  

Ne devlete bel bagla  

Ne varliga güven gez 

 

Dedi, Köroglu hikayesi burada bitti. Iste böylece, Saman   dualarindan Dedem Korkut'a, Dedem Korkut'tan Köroglu'na, Yunus Emre'ye, Pir Sultan Abdal'a, Karacaoglan'a, Dadaloglu'na, ondan ona ondan ona, ondan da çagimizin  büyük ozanlarina sürüp geldi bu güzel dil. Hep dogru gördü, dogru söyledi bu telli Kur'an.  

 

Onlar yalniz bize bu dünyayi sevdirmekle kalmadilar, daha mutlu ve daha adil bir dünyanin gelecegini de söylediler. Belki o dünyayi görmediler ama, görmüsçesine söylediler...