Papers by Dr. İsmail Kaya
Sonçağ Akademi Yayınları, 2024
Tarihsel gelişmeler, kimi düşünceler ve yaşanan olaylar çerçevesinde şekillenir
ler. Bu şekil alı... more Tarihsel gelişmeler, kimi düşünceler ve yaşanan olaylar çerçevesinde şekillenir
ler. Bu şekil alış sırasında dönemsel özellikler kadar; kimi aydınların fikirleri de dile
getirilen olguların biçimlenmesine katkı sağlamaktadır. Bu bağlamda Osmanlı Dev
leti’nin, XIX. yüzyılın son bölümlerinde karşı karşıya kaldığı problemler ve XX. yüz
yılın hemen başındaki yıkım, yeni bir kurtuluş hedefini ve ayakta kalabilmeyi zo
runlu hale getirmiş (Atasoy, 2019, 2) ve Osmanlı Devleti’nin varlığını sürdürmek
amacıyla Türkçülük önem kazanmıştır (Kip, 2020, 204). Buna göre devletin kurtuluş
hedefini sağlayacak ve yeni bir Türk Yurdu’nun şekillenmesini meydana getirecek
olan adım, “Türkçülük” düşüncesiydi (Duran, 2011, 2). Bir akım olarak Türkçülük,
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmak üzere olduğu Türk aydınlarınca hissedilmeye
başlandığı bir dönemde, bu çöküşü engellemek ve yeni bir düzen oluşturmak için
aranan çarelerden biri olarak ortaya çıkmıştır (Taş- Göksüçukur, 2019, 481).
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel paradigmalarından birisini oluşturacak ve ulusal
nitelikleri içerisinde barındıran bir devlet kuracak olan Türkçülük düşüncesinin
önemli savunucularından biri de Yusuf Akçura’dır (Georgeon, 1996, 2). Kaleme aldığı
ve döneminde geniş akisler yaratan Üç Tarz-ı Siyaset (Akçura, 1976) isimli makalesi
ile Osmanlı Devleti’nin son yıllarında siyaset yollarının profilini çizmesi ve Türkçü
lük akımında yeni bir çığır açması, ona siyasal hayatta bütün kapıları açmış olma
sına rağmen o, bu hayatın dışında kalmış ve bu tecrübelerini yeni kurulan ve ihti
yaçlarına büyük ölçüde cevap bulduğu cumhuriyet devrinde sürdürmüştür (Kat,
2010, I).
Çalışma, Türk fikir hayatında oldukça önemli bir yeri bulunan tarihçi, yazar ve
toplum adamı olan Yusuf Akçura’nın hayatını konu edinerek Üç Tarz-ı Siyaset eseri
bağlamında onun fikirlerini gözden geçirmeyi esas alacaktır.
OKUL DIŞI ÖĞRENME ORTAMLARI ÖĞRETMEN E-KILAVUZU, 2019
Eğitim-öğretim alanında son zamanlarda öğrenme ve öğretme yöntem ve teknikleri
konusunda önemli g... more Eğitim-öğretim alanında son zamanlarda öğrenme ve öğretme yöntem ve teknikleri
konusunda önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmelerden biri de artık eğitim öğretimin okul veya sınıf ortamı ile sınırlı kalmayıp, her türlü okul dışı öğrenme
ortamlarından yararlanılması gerektiği düşüncesi olmuştur. Bu hususla ilgili
eğitimcilerin ortak fikri de insanın dünyaya geldiği andan itibaren çevresiyle etkileşim
içerisinde olduğunu dolayısıyla bilginin dış dünyaya temas ederek alınması gerektiği
şeklinde olmuştur. Bu yöntemin öğrencilerimiz açısından da birçok avantajı ve faydasının
olduğunu ifade etmek mümkündür. Öğrencilerimiz bu yöntemle öğrenmede aktif olarak
rol alacak, yaparak yaşayarak öğrenecek, çevresiyle konularını ilişkilendirecek,
sosyal yaşantısı ile bağlantılar kuracaktır. Bakanlığımız da bu noktadan hareketle daha
iyiye ulaşmak, eğitim de kaliteyi artırmak ve eğitim ortamlarının niteliğini artırmak
için 2023 Eğitim Vizyonu hedefleri arasında belirlemiş ve öğrencilerimizi dört duvar
arasından çıkarıp bölgesinde yer alan ;
• Bilim ve Sanat Merkezleri • Kütüphaneler
• Müzeler • Tarihi Turistik Yerler
• Sit alanları, Ören Yerleri • Teknoparklar
• Üniversiteler • Endüstriyel kuruluşlar
gibi mekanları Okul Dışı Öğrenme Ortamları olarak belirlemiş ve bu mekanlarda
eğitim öğretim faaliyetlerinin yapılması konusunda okullarımızı ve kurumlarımızı
teşvik etmiştir.
Düzcemizin her bir köşesini okul olarak kabul eden, İlimizin var olan değerleri,
tarihi, kültürü, sanayi kuruluşları ve cennet gibi doğal güzellikleri ile öğrencilerimizi
buluşturmayı hedefleyen kitabımız ilimizde halen uygulanmakta olan Gez Gör Yap
Öğren projesine de rehber olacak niteliktedir.
Kitabımızın hazırlanmasında emeği geçen Okul Dışı Öğrenme Ortamları İl Çalışma
ekibine ve tüm öğretmen arkadaşlarıma teşekkür ederim .
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2023
Gömülü Teori, sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalarda teorik olarak toplanan verilerin anal... more Gömülü Teori, sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalarda teorik olarak toplanan verilerin analiz
edilmesi yöntemiyle sistematik boyut kazanan bir metodolojidir. Bu metodolojik yaklaşımda, sonuca ulaşma biçimi olarak tümdengelim modelinin yerine, tümevarımsal akıl yürütme modeli kullanılır. Gömülü Teori ile yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak bir soru ile, hatta bazen yalnızca nitel
verilerin toplanmasıyla başlamaktadır. Araştırmacılar toplanan verileri analiz ederken, tekrar eden
düşünce, kavram veya öğeleri belirtir ve bu unsurlar verilerden elde edilen kodlarla etiketlenir.
Daha fazla veri elde edilip çalışma tekrar kontrol edildikçe kodlar; kavram ve daha sonra kategorilere ayrılabilir.
Böylece yeni bir teorinin temelleri atılmış olur. Bu nedenle, Gömülü Teori, araştırmacının mevcut bir teorik çerçeveyi seçtiği ve ancak o zaman teorinin incelenen fenomene nasıl uygulandığını
veya uygulanmadığını göstermek için veri topladığı geleneksel araştırma modelinden oldukça
farklıdır. Yani yapılan çalışmalarda elde edilen sonucu mevcut teoriler açıklayamadığı veya açıklamada yetersiz kaldığı durumlarda Gömülü Teori ile yeni bir teori elde edilmiş olmaktadır. Bu
anlamda Gömülü Teori bir teori olmaktan çok yeni bir teorinin çıkışına zemin hazırlayan metodolojik bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmada Gömülü Teori’nin metodolojik boyutu bilgiye nasıl ulaşabileceğine ilişkin; “Araştırmanın amacı nedir?/ Araştırma yöntemi nasıl olmalıdır?/ Araştırmacının rolü nedir - ne olmalıdır? Değerlerin rolü nedir?/ Araştırma raporunun dili nasıl olmalıdır?” sorularına verilecek cevaplar
üzerinden ele alınacaktır. Ayrıca Gömülü Teori’nin tarihçesi ve uygulama biçimi gözden geçirilerek
bu teorinin Din Sosyolojisi çalışmalarına ne şekilde taşınıp taşınamayacağı tartışılacaktır.
Bir Sosyolog Bir Kavram ve Din - 1, 2023
Ahmet Cevdet Paşa, İslam hukuk ve tarihi konularında önemli katkılarda bulunmuş bir Osmanlı entel... more Ahmet Cevdet Paşa, İslam hukuk ve tarihi konularında önemli katkılarda bulunmuş bir Osmanlı entelektüelidir. Dr. İsmail Kaya bu bölümde, Ahmet Cevdet Paşa'nın İslam hukuk ve tarih anlayışını ve eserlerinin modern Türk sosyolojisine etkilerine dikkat çekmiştir
Sonçağ Yayıncılık, 2022
Sosyolojik Açıdan Küreselleşme Yaklaşımları başlığıyla
küreselleşmeye dair temel konu, kavram ve... more Sosyolojik Açıdan Küreselleşme Yaklaşımları başlığıyla
küreselleşmeye dair temel konu, kavram ve yaklaşımların tanımlanması
ve çalışmanın teorik ve metodolojik altyapısının tarihi bir perspektiften
anlatılması amaçlanmıştır.
Journal of Analytic Divinity, 2020
Religious orders supported by the state with some rights and allowances during both the establish... more Religious orders supported by the state with some rights and allowances during both the establishment and ascension periods of the Ottoman Empire were subjected to intense control, especially during the modernization periods of the Ottoman State. For religious order activities, the Ottoman State made important arrangements before the Tanzimat Period and during this period of time, starting with the creation of the Evkaf Nezareti and continuing with the Tanzimat Period, the religious orders lost some important privileges for a while. The changing world conditions with the 19th century and the effort of the Ottoman Empire to adapt to these new conditions, the sects and Tekkes that were centers of activity, lost their former comfortable and somehow autonomous position by the state. The changing world conditions with the 19th century and the effort of the Ottoman Empire to adapt to these new conditions, the religious orders and the places which are the activity centers of dervish lodges...
Journal of Analytic Divinity, 2017
Türk Kültürü ve HACI BEKTAŞ VELİ Araştırma Dergisi, 2021
Din sosyolojisinin temel ilgi alanlarından birisini dinî gruplar oluştur-maktadır. Dinî grupları,... more Din sosyolojisinin temel ilgi alanlarından birisini dinî gruplar oluştur-maktadır. Dinî grupları, sosyal grupların bir alt başlığı olarak ele almak mümkündür. Dinî gruplarla ilgili olarak oluşturulan tipolojiler ise, dinî gruplar arasındaki farkları belirterek yapılan tasniflerdir. Max Weber, dinî grup incelemelerinde bir tipoloji geliştiren ilk sosyologdur. Weber'in tipolo-jisinde iki yapı ortaya çıkmaktadır. Bunlar farklı şekillerde tanımlanabilen kilise ve mezheptir. Özellikle Weber'in dinî gruplar tasnifi Batı ile sınırlı kalmış, bu yüzden dinî grup tipolojileri genellikle kilise kavramını merkeze almıştır. Bu açıdan sosyolojik olarak kilise, kendisini gerçeğin tek temsilcisi olarak kabul eden dinî örgütler için kullanılagelmiştir. Böyle bir yaklaşım temel kabul edildiği için İslamiyet ve diğer dinleri açıklamada, geliştirilen tipolojiler yetersiz kalmıştır. Bu yüzden yakın dönemde yeni dinî grup tipo-lojileri geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede kilise ve mezhebin...
Bu calismada Islam siyasi tarihinde devlet ve din iliskileri genel bir bakis acisiyla ele alinmay... more Bu calismada Islam siyasi tarihinde devlet ve din iliskileri genel bir bakis acisiyla ele alinmaya calisilmistir. Bilindigi gibi Muslumanlar ilk kez Mekke’den Medine’ye Hicretle birlikte devlet sahibi olmuslardi. Bu devletin ilk devlet baskani da Hz. Muhammed idi. Daha sonraki tarihi surecte ise halifeler yonetime gelmisti. Her donemin kendine ozel bazi sartlari vardi. Mesela ilk dort halifenin belirlenmesinde izlenen yontemle Emeviler’den itibaren izlenen yontem farkliydi. Emeviler’den itibaren saltanat yonu agir basan bir yaklasim esas alinmisti. Bu yaklasim daha sonra Abbasiler, Selcuklular ve Osmanlilar’da da gorulmustur. Bu baglamda Hz. Muhammed’in insanlara ulastirdigi dinin siyasi bir boyuta sahip olup olmadigi ve vefatindan sonrasi icin de bir devlet duzeni birakip birakmadigi ele alinmistir. Calismada din ile devlet arasindaki iliskiler tarihi veriler cercevesinde ele alinmis ve bu verilerin Islam toplumuna yansima durumlari makro sosyolojik bir acidan teorik bir kaliba otu...
TÜRK KÜLTÜRÜ VE HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ, 2021
Osmanlı Devleti, tarih sahnesine çıktığı andan başlamak üzere özellikle ciddi problemlerle karşı ... more Osmanlı Devleti, tarih sahnesine çıktığı andan başlamak üzere özellikle ciddi problemlerle karşı karşıya kaldığı 19. yüzyıla kadar tarikatlara, belirli bir özgürlük anlayışı çerçevesinde, sahip oldukları önemli işlevleri sebebiyle, gelişme ve büyümelerine izin vermiştir. Ancak Safevi tehlikesinin yükselişe geçtiği ve merkezileşmenin ağırlığını giderek hissettirmeye başladığı zaman dilimlerinde tarikatlar üzerindeki denetimini de artırmıştır.
Nobel Yayıncılık, 2021
Toplumsal Değişimi Açıklamada Çatışmacı Teoriler ve Din adlı çalışma ile din ve değişim ilişkisi ... more Toplumsal Değişimi Açıklamada Çatışmacı Teoriler ve Din adlı çalışma ile din ve değişim ilişkisi çatışmacı teori bakış açısından ortaya konulmuştur.
Journal of Analytic Divinity, 2020
Osmanlı Devleti’nin gerek kuruluş ve gerekse de yükselme dönemlerinde bazı
hak ve ödeneklerle dev... more Osmanlı Devleti’nin gerek kuruluş ve gerekse de yükselme dönemlerinde bazı
hak ve ödeneklerle devlet tarafından desteklenen tarikatlar, özellikle Osmanlı
Devleti’nin modernleşme dönemlerinde yoğun bir denetime tabi tutulmuştur. Tarikat
faaliyetlerine yönelik olarak Osmanlı Devleti, Tanzimat öncesinde önemli
düzenlemeler yapmış ve Evkaf Nezareti’nin oluşturulması ile başlayarak Tanzimat
dönemi ile devam eden bu zaman diliminde tarikatlar önemli bazı ayrıcalıklarını bir
süreliğine kaybetmiştir. 19. yüzyılla birlikte değişen dünya şartları ve Osmanlı
Devleti’nin bu yeni durum ve şartlara uyum sağlama çabası içerisinde, tarikat ve
onların faaliyet merkezleri olan tekkeler devlet tarafından eski rahat ve bir bakıma
özerk konumlarını kaybetmişlerdir. Modernleşmenin veya dönüşümün her alanda
kendini gösterdiği bu yüzyılda, devletin tekkelere bakışında da birtakım değişimler söz
konusu olmuştur. Dolayısıyla bu yüzyılda çıkarılan fermanlarla faaliyet alanları
kısıtlanan tekkeler, daha fazla devlet kontrolüne girmiştir. Tarikatların devlet kontrolü
altına girdiğinin önemli ve bir başka göstergesi de Meclis-i Meşayih’in açılmış
olmasıdır. Bir yandan bürokratik ve toplumsal hayatta Batılılaşma yaklaşımları devam
ederken diğer yandan Şeyhülislamlık tarafından kontrol edilen tekkeler, 1866 tarihinde
Şeyhülislamlık’ın bir alt dalı olarak kurulan Meclis-i Meşayih kurumunun yönetimi
altına girmiştir.
Danişname, 2020
Din sosyolojisinin temel ilgi alanlarından birisini dinî gruplar oluştur-maktadır. Dinî grupları,... more Din sosyolojisinin temel ilgi alanlarından birisini dinî gruplar oluştur-maktadır. Dinî grupları, sosyal grupların bir alt başlığı olarak ele almak müm-kündür. Dinî gruplarla ilgili olarak oluşturulan tipolojiler ise, dinî gruplar arasındaki farkları belirterek yapılan tasniflerdir. Max Weber, dinî grup ince-lemelerinde bir tipoloji geliştiren ilk sosyologdur. Weber'in tipolojisinde iki yapı ortaya çıkmaktadır. Bunlar farklı şekillerde tanımlanabilen kilise ve mez-heptir. Özellikle Weber'in dinî gruplar tasnifi Batı ile sınırlı kalmış, bu yüzden dinî grup tipolojileri genellikle kilise kavramını merkeze almıştır. Bu açıdan sosyolojik olarak kilise, kendisini gerçeğin tek temsilcisi olarak kabul eden dinî örgütler için kullanılagelmiştir. Böyle bir yaklaşım temel kabul edildiği için İslamiyet ve diğer dinleri açıklamada, geliştirilen tipolojiler yetersiz kal-mıştır. Bu yüzden yakın dönemde yeni dinî grup tipolojileri geliştirilmeye ça-lışılmıştır. Bu çerçevede kilise ve mezhebin dışında kült, denomination, yeni dinî hareketler (YDH), tarîkat ve cemaat gibi kavramlar geliştirilmiştir. Bu makalede dinî gruplarla ilgili tipolojiler incelenmiş ve tarîkatlar sosyal fonk-siyonları bakımından ele alınmıştır. Eğitim, ekonomi ve siyaset açısından sağ-ladıkları katkılar da bu çerçevede değerlendirilmiştir. Sonuç itibariyle tarîkat-ların toplumsal yaşam koşullarına karşı bir cevap oluşturduklarını söylemek mümkündür.
Tokat İlmiyat Dergisi, 2020
Bu çalışmada İslam siyasi tarihinde devlet ve din ilişkileri genel bir
bakış açısıyla ele alınma... more Bu çalışmada İslam siyasi tarihinde devlet ve din ilişkileri genel bir
bakış açısıyla ele alınmaya çalışılmıştır. Bilindiği gibi Müslümanlar ilk
kez Mekke’den Medine’ye hicretle birlikte devlet sahibi olmuştur. Bu
devletin ilk devlet başkanı da Hz. Muhammed idi. Daha sonraki tarihi
süreçte ise halifeler yönetime gelmiştir. Her dönemin kendine özel bazı
şartları vardı. Mesela ilk dört halifenin belirlenmesinde izlenen yöntemle Emeviler’den itibaren izlenen yöntem farklıydı. Emeviler’den itibaren
saltanat yönü ağır basan bir yaklaşım esas alınmıştı. Bu yaklaşım daha
sonra Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar’da da görülmüştür. Bu bağlamda Hz. Muhammed’in insanlara ulaştırdığı dinin siyasi bir boyuta sahip olup olmadığı ve vefatından sonrası için de bir devlet düzeni bırakıp
bırakmadığı ele alınmıştır. Çalışmada din ile devlet arasındaki ilişkiler
tarihî veriler çerçevesinde ele alınmış ve bu verilerin İslam toplumuna
yansıma durumları makro sosyolojik bir açıdan teorik bir kalıba oturtulmaya çalışılmıştır. Bu çerçeve bağlamında da Batı Dünyası’nda yaşanan
din ve devlet ilişkilerinin tarihinden hareketle bir sınıflandırma yapan
Maurice Barbier’in yaklaşımları dikkate alınmıştır. Böylece İslam Tarihinde yaşananlar bir sınıflandırmaya tabi tutulmaya çalışılmıştır
Journal of Analytic Divinity, 2017
Bu çalışma Yükseköğretime Giriş Sınavı (YGS) ve Lisans
Yerleştirme Sınavı (LYS) uygulamalarında o... more Bu çalışma Yükseköğretime Giriş Sınavı (YGS) ve Lisans
Yerleştirme Sınavı (LYS) uygulamalarında oldukça önemli bir yere
sahip olan Tarih sorularının ortaöğretimde uygulanan Tarih Dersi
Öğretim Programları ile karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır.
Çalışma kapsamında 2010 ile 2013 yılları arasında YGS ve
LYS’de sorulan tarih soruları ve 2007 yılından itibaren
uygulamaya konulan öğretim programları incelenmiştir.
Son olaraksa görülen eksikliklerin giderilmesine ve kapsam
geçerliliğine dair öneriler dile getirilmiştir. Bu bağlamda soruların
konulara göre dağılımı önceden planlanmadığı için her yıl bir
başka konuda yığılma olduğu görülmüştür. Bunun önüne
geçebilmek için konulardan çıkacak soru sayıları belirlenebilir ve
bunlar hedefi zorlayacak ölçüde azaltılıp çoğaltılmayabilir. Sınav
soruları, ortaöğretim ders programlarındaki ünitelerin
ağırlıklarına göre hazırlanabilir. Sınavlarda, müfredatta yer alan
her konudan soru yöneltmeye gayret gösterilerek "Kapsam
Geçerliği" ilkesine uyulabilir.
Tarih dersleri konusunda bir öğrencinin neleri bilmesi
gerektiği konusu açıklık kazanmadığı için sınavlarda her yıl bir
başka konuya ağırlık verilip diğer konuların ihmal edilmesi bu
gerçeği ortaya koymaktadır. Dolayısıyla soruların konulara göre
dağılımı önceden tespit edilip yayımlanabilir.
Thesis Chapters by Dr. İsmail Kaya
Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2014
Bu araştırma Yükseköğretime Giriş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) uygulamalarında... more Bu araştırma Yükseköğretime Giriş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) uygulamalarında oldukça önemli bir yere sahip olan Tarih sorularının ortaöğretimde uygulanan Tarih Dersi Öğretim Programları ile karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır.
Araştırma kapsamında 2010 ile 2013 yılları arasında YGS ve LYS’de sorulan tarih soruları ve 2007 yılından itibaren uygulamaya konulan öğretim programları incelenmiştir. Ayrıca buna ek olarak eğitim ve programlarla ilgili temel kavramlara, Türk Milli Eğitim Sisteminin yapısına, üniversitenin dünyada ve Türkiye’deki tarihsel gelişimine ve dünyada ve Türkiye’de üniversiteye giriş sistemleri ile YGS ve LYS sistemlerine ayrı bölümler halinde değinilmiştir.
Araştırmada YGS ve LYS’deki sorular, soru cümleleri esas alınarak konularına göre ayrıştırılmış öğretim programları ve bu programların uygulamadaki temel materyalleri olan ders kitaplarındaki konular ile karşılaştırılarak YGS ve LYS’deki soruların öğretim programları ile uygunluk derecesi tespit edilmeye çalışılmıştır.
Son olaraksa görülen eksikliklerin giderilmesine ve kapsam geçerliliği açısından hangi ünitelerden kaç soru sorulabileceğine dair öneriler dile getirilmiştir
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020
Osmanlı Devleti, kuruluş dönemlerinden itibaren başlamak üzere 19. yüzyıla kadar belirli bir özgü... more Osmanlı Devleti, kuruluş dönemlerinden itibaren başlamak üzere 19. yüzyıla kadar belirli bir özgürlük anlayışı çerçevesinde, tarikatların gelişme ve büyümesine, sahip oldukları fonksiyonları dolayısıyla, müsaade etmiştir. Hatta bu yönüyle tekkelerin devletin kurucu unsurları arasında yer aldığı söylenebilir. Bununla birlikte devlet; merkezileşmesinin hız kazandığı ve Şii Safevi tehdidinin arttığı dönemlerde tarikatlar üzerindeki denetimini de artırmıştır.
Nitekim 19. yüzyılla beraber dönemin getirmiş olduğu yeni şartlar ve Osmanlı Devleti’nin bu şartlara uyum sağlamak için yürüttüğü politikalar; tarikat ve tekkelerin devlet tarafından sağlanan otonom durumdaki statülerini kaybetmelerine sebep olmuştur. Tedrici bir şekilde başlayan tekkeleri denetleme süreci, bir kurumsal yapının açılmasını zorunlu kılmış ve sonuç itibariyle Meclis-i Meşayih faaliyete geçmiştir. Tekke ve zaviyelere ait tüm işler ve özellikle şeyh atamalarından sorumlu olan Meclis-i Meşayih, tekkelerin denetlenmesi açısından da önemli bir konum elde etmiştir.
Batı Dünyası’nda devlet-dini gruplar ilişkisine bakıldığında üç temel yaklaşımın ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlar özgürlükleri geniş tutan Amerikan-İngiliz modeli, daha katı bir anlayışı benimseyen Fransız modeli ve Alman modeli olarak ele alınabilir. Günümüz şartları içerisinde Türkiye’de dini grupların, ana hedeflerinin dışına çıkmadan sosyal ve sivil çalışmalarını sürdürebilmeleri için, özgürlükçü anlayış çerçevesinde hareket edilmesi ancak olası suiistimallerin devlet tarafından önlenmesi düşünülebilir. Dini grupların sisteme dâhil edilebilmeleri için yapılması gereken hukuki ve toplumsal şartların oluşturulması bugün önümüzde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Osmanlı Devleti dini gruplara karşı dayatmacı değildi. Zamanın şartları içerisinde bir sistem olarak işlevsel olan Meclis-i Meşayih modeli; günümüz şartlarıyla değerlendirildiğinde dini grupların devletle ilişkisinde ikircikli tavır yerine şeffaf, denetlenebilir, örgütlenme imkânı bulunan ve kaynaklardan eşit istifade edebilen bir model biçiminde ülkemizin önünde bir çözüm olarak durmaktadır.
Conference Presentations by Dr. İsmail Kaya
Osmanlı Döneminde Filistin Kongresi, 2023
Toplumların kollektif hafızaları, geçmiş ve yakın zamanda yaşananları kaydeder ve bellekteki bu e... more Toplumların kollektif hafızaları, geçmiş ve yakın zamanda yaşananları kaydeder ve bellekteki bu etki devletlerin politikaları üzerinde etkide bulunur. Bu yönüyle devletlerin politikalarında temel olarak çıkar güdülse de bellek, o çıkarların zemini ve inşasında kültürel ve psikolojik araçları gün yüzüne çıkararak dini jeopolitiğe etki eder. Elbette, uluslararası ilişkiler, devletlerin güvenlik stratejileri ve onların çıkarları üzerine kuruludur. Dolayısı ile ülkelerin iç dinamikleri moral değerleri hatta halkların kültürlerini inşa eden kutsal değerler bu sahada ikincil olarak nitelendirilebilir. Bunun yanında devletlerin yönetim stratejilerini oluştururken dini yapıları, o yapıların sembolleri, kurumları ve ağlarını analiz etme, etki etme ve bu kurumlar aracılığıyla siyasal, ekonomik ve dini işbirliği geliştirmek gibi jeopolitiğin konusunu oluşturan pek çok faaliyeti de dikkat çekicidir.
Dini ve siyasi önemi, yaşayanların farklı sosyal ve dini cemaat gruplarından olması Kudüs‘e tarihten bu yana pek çok önemli özellik katmıştır. Dolayısıyla ortak paydaları bol bir şehrin ortak çıkarları da fazla olmuştur. Bu yönüyle şehirde kimliğin belirlenmesindeki temel bileşen olan din faktörü Kudüs'te her mekâna sirayet etmiştir. Bu anlamda farklı din ve mezheplerden tebaaya sahip Kudüs, sahip olduğu dini önem ve içinde bulunan kutsal mekânlar sebebiyle Osmanlıların da buraya önem vermesini gerektirmiştir. 1516 yılında Osmanlı yönetimine geçen Kudüs, özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde en müreffeh ve huzurlu günlerini yaşamış, bu dönemde yapılan imar ve yenileme faaliyetleri, kurulan vakıflar şehrin çehresini değiştirmiştir.
Osmanlı padişahlarınca çok önem verilen yörede özel bir idare olması arzulanmış, büyük bayındırlık projeleri kurulmasına uğraşılmıştır. Halka yönelik hizmetler iyileştirilmiş ve sultanlarca hayır amaçlı kuruluş ve vakıflar oluşturulmuştur. Osmanlılar, Kudüs’te hoşgörülü ve ılımlı bir yönetim içinde dini hukuk ve sivil nitelikli örfi hukuku bir araya getirmede başarılı olmuştur. Osmanlı Devleti, Kudüs Sancağı’nın da içinde bulunduğu Şam bölgesinde Tımar sistemini uygulamıştır. Zaman içerisinde Osmanlı Devleti’nin yaşadığı duraklama ve gerileme dönemleri şehirde de yansımasını bulmuş, eğitim, sağlık gibi çeşitli kurumlarda ve vakıflarda kendini hissettirmiştir. Kudüs’te XIX. yüzyılda yabancı konsoloslukların açılması Avrupalı devletlerin şehir üzerinde hâkimiyet yarışına girmelerinde önemli bir aşama olmuştur. Bununla birlikte Yahudi göç dalgaları ile birlikte şehrin nüfus yapısı önemli ölçüde değişmiştir.
Kudüs’ün dini öneminin baskın olması aynı zamanda Osmanlı iktidarının imajı açısından da önemlidir. Kudüs bu bakımdan Osmanlı’nın uyguladığı plan ve projeler bağlamında siyasi ve askeri olarak önem kazanmıştır. Diğer taraftan reayanın gözünde devletin Kudüs‘e bakışı şehre önem vermeyi gerektirmekteydi. Kudüs‘e yapılacak imar faaliyetleri, dolaylı olarak halkın refahına yönelik yatırım olarak siyasi açıdan halk nezdinde İslamiyet’in hâdimi ve muhafızı unvanlarına atfedilen bir meşruiyet sembolüydü. Kudüs’ün en istikrarlı ve huzurlu geçen çağları 400 yıl süren Osmanlı hâkimiyeti dönemidir. Sultanların fermanlarında ve İstanbul’da Biladü’ş-Şam’a yönelik alınan kararlarda kentin dini ve stratejik konumu gözetilmiştir. Bu bağlamda çalışmanın konusu Osmanlı devlet idaresinde Kudüs’ün dini jeopolitiğini açıklamaktır. Amacı ise Osmanlı Devleti’nin idaresinin dini jeopolitiğini a) idari, b) siyasi, c) dini ve d) askeri boyutlarının genel hatlarını ortaya koymaktır. Çalışma makro plandan geniş bir alanı kapsaması hasebiyle çalışmanın tekniği dolaylı gözlemdir.
Anahtar Kelimeler: Dini jeopolitik, Osmanlı Devleti, Kudüs, Tımar Sistemi, Birlikte Yaşama
Books by Dr. İsmail Kaya
Fecr Yayınları, 2023
Osmanlı Devleti, Kuruluş Dönemi’nden itibaren 19. yüzyıla
kadar belirli bir özgürlük anlayışı çer... more Osmanlı Devleti, Kuruluş Dönemi’nden itibaren 19. yüzyıla
kadar belirli bir özgürlük anlayışı çerçevesinde, tarikatların
gelişme ve büyümesine, sahip oldukları fonksiyonları dolayısıyla, müsaade etmiştir. Hatta bu yönüyle tekkelerin devletin kurucu unsurları arasında yer aldığı söylenebilir. Bununla birlikte
devlet; merkezîleşmesinin hız kazandığı ve Şii Safevi tehdidinin
arttığı dönemlerde tarikatlar üzerindeki denetimini de artırmıştır. Nitekim 19. yüzyılla beraber dönemin getirmiş olduğu yeni
şartlar ve Osmanlı Devleti’nin bu şartlara uyum sağlamak için
yürüttüğü politikalar; tarikat ve tekkelerin devlet tarafından
sağlanan otonom durumdaki statülerini kaybetmelerine sebep
olmuştur. Tedricî bir şekilde başlayan tekkeleri denetleme süreci, bir kurumsal yapının açılmasını zorunlu kılmış ve sonuç
itibariyle Meclis-i Meşayih faaliyete geçmiştir. Tekke ve zaviyelere ait tüm işler ve özellikle şeyh atamalarından sorumlu olan
Meclis-i Meşayih, tekkelerin denetlenmesi açısından da önemli
bir konum elde etmiştir.
Batı Dünyası’nda devlet-dinî gruplar ilişkisine bakıldığında
genel olarak üç temel yaklaşımın ortaya çıktığı görülmektedir.
Bunlar özgürlükleri geniş tutan Amerikan-İngiliz modeli, daha
katı bir anlayışı benimseyen Fransız modeli ve üçüncüsü Alman
modeli olarak ele alınabilir. Günümüz şartları içerisinde Türkiye’de dinî grupların, ana hedeflerinin dışına çıkmadan sosyal
ve sivil çalışmalarını sürdürebilmeleri için, özgürlükçü anlayış
çerçevesinde hareket edilmesi ancak olası suiistimallerin devlet
tarafından önlenmesi düşünülebilir. Dinî grupların sisteme
dâhil edilebilmeleri için yapılması gereken hukuki ve toplumsal
şartların oluşturulması bugün önümüzde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Osmanlı Devleti benzer sorunlar karşısında dinî
gruplara karşı dayatmacı olmamıştır. Zamanın şartları içerisinde yaşanan sorunlara karşı bir sistem olarak işlevsel görevler
üstlenen Meclis-i Meşayih modeli; günümüz şartlarıyla değerlendirildiğinde dinî grupların devletle ilişkisinde ikircikli tavır
yerine şeffaf, denetlenebilir, örgütlenme imkânı bulunan ve
kaynaklardan eşit istifade edebilen bir model biçiminde ülkemizin önünde bir çözüm olarak ele alınabilir.
Bu çerçevede “Osmanlılarda Devlet-Dini Gruplar İlişkisinde
Bir Model Olarak Meclis-i Meşayih” isimli doktora tezimizden
üretilen çalışmamız; Giriş bölümünde araştırmanın konusu ve
problemlerini, amacı ve önemini, kaynaklarını, kapsam ve sınırlılıklarını ayrıca yöntemini ele almaya çalışırken 1. Bölümde
araştırmayla ilgili temel ve genel bilgilere yer vermektedir. 2.
Bölümde ise tarihsel arka plan ifade edilerek Meclis-i Meşayihe
giden süreç ele alınmıştır. 3. Bölümde Meclis-i Meşayih’in kuruluşu, yapısı, nizamnameleri, faaliyet ve kararları dile getirilmiş
ve 4. Bölümde Meclis-i Meşayih’in günümüz açısından bir model olarak değerlendirip değerlendirelemeyeceği irdelenmiştir.
Sonuç bölümünde ise çalışma boyunca şekillenen düşünceler
öneri olarak ifade edilmiştir.
Uploads
Papers by Dr. İsmail Kaya
ler. Bu şekil alış sırasında dönemsel özellikler kadar; kimi aydınların fikirleri de dile
getirilen olguların biçimlenmesine katkı sağlamaktadır. Bu bağlamda Osmanlı Dev
leti’nin, XIX. yüzyılın son bölümlerinde karşı karşıya kaldığı problemler ve XX. yüz
yılın hemen başındaki yıkım, yeni bir kurtuluş hedefini ve ayakta kalabilmeyi zo
runlu hale getirmiş (Atasoy, 2019, 2) ve Osmanlı Devleti’nin varlığını sürdürmek
amacıyla Türkçülük önem kazanmıştır (Kip, 2020, 204). Buna göre devletin kurtuluş
hedefini sağlayacak ve yeni bir Türk Yurdu’nun şekillenmesini meydana getirecek
olan adım, “Türkçülük” düşüncesiydi (Duran, 2011, 2). Bir akım olarak Türkçülük,
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmak üzere olduğu Türk aydınlarınca hissedilmeye
başlandığı bir dönemde, bu çöküşü engellemek ve yeni bir düzen oluşturmak için
aranan çarelerden biri olarak ortaya çıkmıştır (Taş- Göksüçukur, 2019, 481).
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel paradigmalarından birisini oluşturacak ve ulusal
nitelikleri içerisinde barındıran bir devlet kuracak olan Türkçülük düşüncesinin
önemli savunucularından biri de Yusuf Akçura’dır (Georgeon, 1996, 2). Kaleme aldığı
ve döneminde geniş akisler yaratan Üç Tarz-ı Siyaset (Akçura, 1976) isimli makalesi
ile Osmanlı Devleti’nin son yıllarında siyaset yollarının profilini çizmesi ve Türkçü
lük akımında yeni bir çığır açması, ona siyasal hayatta bütün kapıları açmış olma
sına rağmen o, bu hayatın dışında kalmış ve bu tecrübelerini yeni kurulan ve ihti
yaçlarına büyük ölçüde cevap bulduğu cumhuriyet devrinde sürdürmüştür (Kat,
2010, I).
Çalışma, Türk fikir hayatında oldukça önemli bir yeri bulunan tarihçi, yazar ve
toplum adamı olan Yusuf Akçura’nın hayatını konu edinerek Üç Tarz-ı Siyaset eseri
bağlamında onun fikirlerini gözden geçirmeyi esas alacaktır.
konusunda önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmelerden biri de artık eğitim öğretimin okul veya sınıf ortamı ile sınırlı kalmayıp, her türlü okul dışı öğrenme
ortamlarından yararlanılması gerektiği düşüncesi olmuştur. Bu hususla ilgili
eğitimcilerin ortak fikri de insanın dünyaya geldiği andan itibaren çevresiyle etkileşim
içerisinde olduğunu dolayısıyla bilginin dış dünyaya temas ederek alınması gerektiği
şeklinde olmuştur. Bu yöntemin öğrencilerimiz açısından da birçok avantajı ve faydasının
olduğunu ifade etmek mümkündür. Öğrencilerimiz bu yöntemle öğrenmede aktif olarak
rol alacak, yaparak yaşayarak öğrenecek, çevresiyle konularını ilişkilendirecek,
sosyal yaşantısı ile bağlantılar kuracaktır. Bakanlığımız da bu noktadan hareketle daha
iyiye ulaşmak, eğitim de kaliteyi artırmak ve eğitim ortamlarının niteliğini artırmak
için 2023 Eğitim Vizyonu hedefleri arasında belirlemiş ve öğrencilerimizi dört duvar
arasından çıkarıp bölgesinde yer alan ;
• Bilim ve Sanat Merkezleri • Kütüphaneler
• Müzeler • Tarihi Turistik Yerler
• Sit alanları, Ören Yerleri • Teknoparklar
• Üniversiteler • Endüstriyel kuruluşlar
gibi mekanları Okul Dışı Öğrenme Ortamları olarak belirlemiş ve bu mekanlarda
eğitim öğretim faaliyetlerinin yapılması konusunda okullarımızı ve kurumlarımızı
teşvik etmiştir.
Düzcemizin her bir köşesini okul olarak kabul eden, İlimizin var olan değerleri,
tarihi, kültürü, sanayi kuruluşları ve cennet gibi doğal güzellikleri ile öğrencilerimizi
buluşturmayı hedefleyen kitabımız ilimizde halen uygulanmakta olan Gez Gör Yap
Öğren projesine de rehber olacak niteliktedir.
Kitabımızın hazırlanmasında emeği geçen Okul Dışı Öğrenme Ortamları İl Çalışma
ekibine ve tüm öğretmen arkadaşlarıma teşekkür ederim .
edilmesi yöntemiyle sistematik boyut kazanan bir metodolojidir. Bu metodolojik yaklaşımda, sonuca ulaşma biçimi olarak tümdengelim modelinin yerine, tümevarımsal akıl yürütme modeli kullanılır. Gömülü Teori ile yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak bir soru ile, hatta bazen yalnızca nitel
verilerin toplanmasıyla başlamaktadır. Araştırmacılar toplanan verileri analiz ederken, tekrar eden
düşünce, kavram veya öğeleri belirtir ve bu unsurlar verilerden elde edilen kodlarla etiketlenir.
Daha fazla veri elde edilip çalışma tekrar kontrol edildikçe kodlar; kavram ve daha sonra kategorilere ayrılabilir.
Böylece yeni bir teorinin temelleri atılmış olur. Bu nedenle, Gömülü Teori, araştırmacının mevcut bir teorik çerçeveyi seçtiği ve ancak o zaman teorinin incelenen fenomene nasıl uygulandığını
veya uygulanmadığını göstermek için veri topladığı geleneksel araştırma modelinden oldukça
farklıdır. Yani yapılan çalışmalarda elde edilen sonucu mevcut teoriler açıklayamadığı veya açıklamada yetersiz kaldığı durumlarda Gömülü Teori ile yeni bir teori elde edilmiş olmaktadır. Bu
anlamda Gömülü Teori bir teori olmaktan çok yeni bir teorinin çıkışına zemin hazırlayan metodolojik bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmada Gömülü Teori’nin metodolojik boyutu bilgiye nasıl ulaşabileceğine ilişkin; “Araştırmanın amacı nedir?/ Araştırma yöntemi nasıl olmalıdır?/ Araştırmacının rolü nedir - ne olmalıdır? Değerlerin rolü nedir?/ Araştırma raporunun dili nasıl olmalıdır?” sorularına verilecek cevaplar
üzerinden ele alınacaktır. Ayrıca Gömülü Teori’nin tarihçesi ve uygulama biçimi gözden geçirilerek
bu teorinin Din Sosyolojisi çalışmalarına ne şekilde taşınıp taşınamayacağı tartışılacaktır.
küreselleşmeye dair temel konu, kavram ve yaklaşımların tanımlanması
ve çalışmanın teorik ve metodolojik altyapısının tarihi bir perspektiften
anlatılması amaçlanmıştır.
hak ve ödeneklerle devlet tarafından desteklenen tarikatlar, özellikle Osmanlı
Devleti’nin modernleşme dönemlerinde yoğun bir denetime tabi tutulmuştur. Tarikat
faaliyetlerine yönelik olarak Osmanlı Devleti, Tanzimat öncesinde önemli
düzenlemeler yapmış ve Evkaf Nezareti’nin oluşturulması ile başlayarak Tanzimat
dönemi ile devam eden bu zaman diliminde tarikatlar önemli bazı ayrıcalıklarını bir
süreliğine kaybetmiştir. 19. yüzyılla birlikte değişen dünya şartları ve Osmanlı
Devleti’nin bu yeni durum ve şartlara uyum sağlama çabası içerisinde, tarikat ve
onların faaliyet merkezleri olan tekkeler devlet tarafından eski rahat ve bir bakıma
özerk konumlarını kaybetmişlerdir. Modernleşmenin veya dönüşümün her alanda
kendini gösterdiği bu yüzyılda, devletin tekkelere bakışında da birtakım değişimler söz
konusu olmuştur. Dolayısıyla bu yüzyılda çıkarılan fermanlarla faaliyet alanları
kısıtlanan tekkeler, daha fazla devlet kontrolüne girmiştir. Tarikatların devlet kontrolü
altına girdiğinin önemli ve bir başka göstergesi de Meclis-i Meşayih’in açılmış
olmasıdır. Bir yandan bürokratik ve toplumsal hayatta Batılılaşma yaklaşımları devam
ederken diğer yandan Şeyhülislamlık tarafından kontrol edilen tekkeler, 1866 tarihinde
Şeyhülislamlık’ın bir alt dalı olarak kurulan Meclis-i Meşayih kurumunun yönetimi
altına girmiştir.
bakış açısıyla ele alınmaya çalışılmıştır. Bilindiği gibi Müslümanlar ilk
kez Mekke’den Medine’ye hicretle birlikte devlet sahibi olmuştur. Bu
devletin ilk devlet başkanı da Hz. Muhammed idi. Daha sonraki tarihi
süreçte ise halifeler yönetime gelmiştir. Her dönemin kendine özel bazı
şartları vardı. Mesela ilk dört halifenin belirlenmesinde izlenen yöntemle Emeviler’den itibaren izlenen yöntem farklıydı. Emeviler’den itibaren
saltanat yönü ağır basan bir yaklaşım esas alınmıştı. Bu yaklaşım daha
sonra Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar’da da görülmüştür. Bu bağlamda Hz. Muhammed’in insanlara ulaştırdığı dinin siyasi bir boyuta sahip olup olmadığı ve vefatından sonrası için de bir devlet düzeni bırakıp
bırakmadığı ele alınmıştır. Çalışmada din ile devlet arasındaki ilişkiler
tarihî veriler çerçevesinde ele alınmış ve bu verilerin İslam toplumuna
yansıma durumları makro sosyolojik bir açıdan teorik bir kalıba oturtulmaya çalışılmıştır. Bu çerçeve bağlamında da Batı Dünyası’nda yaşanan
din ve devlet ilişkilerinin tarihinden hareketle bir sınıflandırma yapan
Maurice Barbier’in yaklaşımları dikkate alınmıştır. Böylece İslam Tarihinde yaşananlar bir sınıflandırmaya tabi tutulmaya çalışılmıştır
Yerleştirme Sınavı (LYS) uygulamalarında oldukça önemli bir yere
sahip olan Tarih sorularının ortaöğretimde uygulanan Tarih Dersi
Öğretim Programları ile karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır.
Çalışma kapsamında 2010 ile 2013 yılları arasında YGS ve
LYS’de sorulan tarih soruları ve 2007 yılından itibaren
uygulamaya konulan öğretim programları incelenmiştir.
Son olaraksa görülen eksikliklerin giderilmesine ve kapsam
geçerliliğine dair öneriler dile getirilmiştir. Bu bağlamda soruların
konulara göre dağılımı önceden planlanmadığı için her yıl bir
başka konuda yığılma olduğu görülmüştür. Bunun önüne
geçebilmek için konulardan çıkacak soru sayıları belirlenebilir ve
bunlar hedefi zorlayacak ölçüde azaltılıp çoğaltılmayabilir. Sınav
soruları, ortaöğretim ders programlarındaki ünitelerin
ağırlıklarına göre hazırlanabilir. Sınavlarda, müfredatta yer alan
her konudan soru yöneltmeye gayret gösterilerek "Kapsam
Geçerliği" ilkesine uyulabilir.
Tarih dersleri konusunda bir öğrencinin neleri bilmesi
gerektiği konusu açıklık kazanmadığı için sınavlarda her yıl bir
başka konuya ağırlık verilip diğer konuların ihmal edilmesi bu
gerçeği ortaya koymaktadır. Dolayısıyla soruların konulara göre
dağılımı önceden tespit edilip yayımlanabilir.
Thesis Chapters by Dr. İsmail Kaya
Araştırma kapsamında 2010 ile 2013 yılları arasında YGS ve LYS’de sorulan tarih soruları ve 2007 yılından itibaren uygulamaya konulan öğretim programları incelenmiştir. Ayrıca buna ek olarak eğitim ve programlarla ilgili temel kavramlara, Türk Milli Eğitim Sisteminin yapısına, üniversitenin dünyada ve Türkiye’deki tarihsel gelişimine ve dünyada ve Türkiye’de üniversiteye giriş sistemleri ile YGS ve LYS sistemlerine ayrı bölümler halinde değinilmiştir.
Araştırmada YGS ve LYS’deki sorular, soru cümleleri esas alınarak konularına göre ayrıştırılmış öğretim programları ve bu programların uygulamadaki temel materyalleri olan ders kitaplarındaki konular ile karşılaştırılarak YGS ve LYS’deki soruların öğretim programları ile uygunluk derecesi tespit edilmeye çalışılmıştır.
Son olaraksa görülen eksikliklerin giderilmesine ve kapsam geçerliliği açısından hangi ünitelerden kaç soru sorulabileceğine dair öneriler dile getirilmiştir
Nitekim 19. yüzyılla beraber dönemin getirmiş olduğu yeni şartlar ve Osmanlı Devleti’nin bu şartlara uyum sağlamak için yürüttüğü politikalar; tarikat ve tekkelerin devlet tarafından sağlanan otonom durumdaki statülerini kaybetmelerine sebep olmuştur. Tedrici bir şekilde başlayan tekkeleri denetleme süreci, bir kurumsal yapının açılmasını zorunlu kılmış ve sonuç itibariyle Meclis-i Meşayih faaliyete geçmiştir. Tekke ve zaviyelere ait tüm işler ve özellikle şeyh atamalarından sorumlu olan Meclis-i Meşayih, tekkelerin denetlenmesi açısından da önemli bir konum elde etmiştir.
Batı Dünyası’nda devlet-dini gruplar ilişkisine bakıldığında üç temel yaklaşımın ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlar özgürlükleri geniş tutan Amerikan-İngiliz modeli, daha katı bir anlayışı benimseyen Fransız modeli ve Alman modeli olarak ele alınabilir. Günümüz şartları içerisinde Türkiye’de dini grupların, ana hedeflerinin dışına çıkmadan sosyal ve sivil çalışmalarını sürdürebilmeleri için, özgürlükçü anlayış çerçevesinde hareket edilmesi ancak olası suiistimallerin devlet tarafından önlenmesi düşünülebilir. Dini grupların sisteme dâhil edilebilmeleri için yapılması gereken hukuki ve toplumsal şartların oluşturulması bugün önümüzde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Osmanlı Devleti dini gruplara karşı dayatmacı değildi. Zamanın şartları içerisinde bir sistem olarak işlevsel olan Meclis-i Meşayih modeli; günümüz şartlarıyla değerlendirildiğinde dini grupların devletle ilişkisinde ikircikli tavır yerine şeffaf, denetlenebilir, örgütlenme imkânı bulunan ve kaynaklardan eşit istifade edebilen bir model biçiminde ülkemizin önünde bir çözüm olarak durmaktadır.
Conference Presentations by Dr. İsmail Kaya
Dini ve siyasi önemi, yaşayanların farklı sosyal ve dini cemaat gruplarından olması Kudüs‘e tarihten bu yana pek çok önemli özellik katmıştır. Dolayısıyla ortak paydaları bol bir şehrin ortak çıkarları da fazla olmuştur. Bu yönüyle şehirde kimliğin belirlenmesindeki temel bileşen olan din faktörü Kudüs'te her mekâna sirayet etmiştir. Bu anlamda farklı din ve mezheplerden tebaaya sahip Kudüs, sahip olduğu dini önem ve içinde bulunan kutsal mekânlar sebebiyle Osmanlıların da buraya önem vermesini gerektirmiştir. 1516 yılında Osmanlı yönetimine geçen Kudüs, özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde en müreffeh ve huzurlu günlerini yaşamış, bu dönemde yapılan imar ve yenileme faaliyetleri, kurulan vakıflar şehrin çehresini değiştirmiştir.
Osmanlı padişahlarınca çok önem verilen yörede özel bir idare olması arzulanmış, büyük bayındırlık projeleri kurulmasına uğraşılmıştır. Halka yönelik hizmetler iyileştirilmiş ve sultanlarca hayır amaçlı kuruluş ve vakıflar oluşturulmuştur. Osmanlılar, Kudüs’te hoşgörülü ve ılımlı bir yönetim içinde dini hukuk ve sivil nitelikli örfi hukuku bir araya getirmede başarılı olmuştur. Osmanlı Devleti, Kudüs Sancağı’nın da içinde bulunduğu Şam bölgesinde Tımar sistemini uygulamıştır. Zaman içerisinde Osmanlı Devleti’nin yaşadığı duraklama ve gerileme dönemleri şehirde de yansımasını bulmuş, eğitim, sağlık gibi çeşitli kurumlarda ve vakıflarda kendini hissettirmiştir. Kudüs’te XIX. yüzyılda yabancı konsoloslukların açılması Avrupalı devletlerin şehir üzerinde hâkimiyet yarışına girmelerinde önemli bir aşama olmuştur. Bununla birlikte Yahudi göç dalgaları ile birlikte şehrin nüfus yapısı önemli ölçüde değişmiştir.
Kudüs’ün dini öneminin baskın olması aynı zamanda Osmanlı iktidarının imajı açısından da önemlidir. Kudüs bu bakımdan Osmanlı’nın uyguladığı plan ve projeler bağlamında siyasi ve askeri olarak önem kazanmıştır. Diğer taraftan reayanın gözünde devletin Kudüs‘e bakışı şehre önem vermeyi gerektirmekteydi. Kudüs‘e yapılacak imar faaliyetleri, dolaylı olarak halkın refahına yönelik yatırım olarak siyasi açıdan halk nezdinde İslamiyet’in hâdimi ve muhafızı unvanlarına atfedilen bir meşruiyet sembolüydü. Kudüs’ün en istikrarlı ve huzurlu geçen çağları 400 yıl süren Osmanlı hâkimiyeti dönemidir. Sultanların fermanlarında ve İstanbul’da Biladü’ş-Şam’a yönelik alınan kararlarda kentin dini ve stratejik konumu gözetilmiştir. Bu bağlamda çalışmanın konusu Osmanlı devlet idaresinde Kudüs’ün dini jeopolitiğini açıklamaktır. Amacı ise Osmanlı Devleti’nin idaresinin dini jeopolitiğini a) idari, b) siyasi, c) dini ve d) askeri boyutlarının genel hatlarını ortaya koymaktır. Çalışma makro plandan geniş bir alanı kapsaması hasebiyle çalışmanın tekniği dolaylı gözlemdir.
Anahtar Kelimeler: Dini jeopolitik, Osmanlı Devleti, Kudüs, Tımar Sistemi, Birlikte Yaşama
Books by Dr. İsmail Kaya
kadar belirli bir özgürlük anlayışı çerçevesinde, tarikatların
gelişme ve büyümesine, sahip oldukları fonksiyonları dolayısıyla, müsaade etmiştir. Hatta bu yönüyle tekkelerin devletin kurucu unsurları arasında yer aldığı söylenebilir. Bununla birlikte
devlet; merkezîleşmesinin hız kazandığı ve Şii Safevi tehdidinin
arttığı dönemlerde tarikatlar üzerindeki denetimini de artırmıştır. Nitekim 19. yüzyılla beraber dönemin getirmiş olduğu yeni
şartlar ve Osmanlı Devleti’nin bu şartlara uyum sağlamak için
yürüttüğü politikalar; tarikat ve tekkelerin devlet tarafından
sağlanan otonom durumdaki statülerini kaybetmelerine sebep
olmuştur. Tedricî bir şekilde başlayan tekkeleri denetleme süreci, bir kurumsal yapının açılmasını zorunlu kılmış ve sonuç
itibariyle Meclis-i Meşayih faaliyete geçmiştir. Tekke ve zaviyelere ait tüm işler ve özellikle şeyh atamalarından sorumlu olan
Meclis-i Meşayih, tekkelerin denetlenmesi açısından da önemli
bir konum elde etmiştir.
Batı Dünyası’nda devlet-dinî gruplar ilişkisine bakıldığında
genel olarak üç temel yaklaşımın ortaya çıktığı görülmektedir.
Bunlar özgürlükleri geniş tutan Amerikan-İngiliz modeli, daha
katı bir anlayışı benimseyen Fransız modeli ve üçüncüsü Alman
modeli olarak ele alınabilir. Günümüz şartları içerisinde Türkiye’de dinî grupların, ana hedeflerinin dışına çıkmadan sosyal
ve sivil çalışmalarını sürdürebilmeleri için, özgürlükçü anlayış
çerçevesinde hareket edilmesi ancak olası suiistimallerin devlet
tarafından önlenmesi düşünülebilir. Dinî grupların sisteme
dâhil edilebilmeleri için yapılması gereken hukuki ve toplumsal
şartların oluşturulması bugün önümüzde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Osmanlı Devleti benzer sorunlar karşısında dinî
gruplara karşı dayatmacı olmamıştır. Zamanın şartları içerisinde yaşanan sorunlara karşı bir sistem olarak işlevsel görevler
üstlenen Meclis-i Meşayih modeli; günümüz şartlarıyla değerlendirildiğinde dinî grupların devletle ilişkisinde ikircikli tavır
yerine şeffaf, denetlenebilir, örgütlenme imkânı bulunan ve
kaynaklardan eşit istifade edebilen bir model biçiminde ülkemizin önünde bir çözüm olarak ele alınabilir.
Bu çerçevede “Osmanlılarda Devlet-Dini Gruplar İlişkisinde
Bir Model Olarak Meclis-i Meşayih” isimli doktora tezimizden
üretilen çalışmamız; Giriş bölümünde araştırmanın konusu ve
problemlerini, amacı ve önemini, kaynaklarını, kapsam ve sınırlılıklarını ayrıca yöntemini ele almaya çalışırken 1. Bölümde
araştırmayla ilgili temel ve genel bilgilere yer vermektedir. 2.
Bölümde ise tarihsel arka plan ifade edilerek Meclis-i Meşayihe
giden süreç ele alınmıştır. 3. Bölümde Meclis-i Meşayih’in kuruluşu, yapısı, nizamnameleri, faaliyet ve kararları dile getirilmiş
ve 4. Bölümde Meclis-i Meşayih’in günümüz açısından bir model olarak değerlendirip değerlendirelemeyeceği irdelenmiştir.
Sonuç bölümünde ise çalışma boyunca şekillenen düşünceler
öneri olarak ifade edilmiştir.
ler. Bu şekil alış sırasında dönemsel özellikler kadar; kimi aydınların fikirleri de dile
getirilen olguların biçimlenmesine katkı sağlamaktadır. Bu bağlamda Osmanlı Dev
leti’nin, XIX. yüzyılın son bölümlerinde karşı karşıya kaldığı problemler ve XX. yüz
yılın hemen başındaki yıkım, yeni bir kurtuluş hedefini ve ayakta kalabilmeyi zo
runlu hale getirmiş (Atasoy, 2019, 2) ve Osmanlı Devleti’nin varlığını sürdürmek
amacıyla Türkçülük önem kazanmıştır (Kip, 2020, 204). Buna göre devletin kurtuluş
hedefini sağlayacak ve yeni bir Türk Yurdu’nun şekillenmesini meydana getirecek
olan adım, “Türkçülük” düşüncesiydi (Duran, 2011, 2). Bir akım olarak Türkçülük,
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmak üzere olduğu Türk aydınlarınca hissedilmeye
başlandığı bir dönemde, bu çöküşü engellemek ve yeni bir düzen oluşturmak için
aranan çarelerden biri olarak ortaya çıkmıştır (Taş- Göksüçukur, 2019, 481).
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel paradigmalarından birisini oluşturacak ve ulusal
nitelikleri içerisinde barındıran bir devlet kuracak olan Türkçülük düşüncesinin
önemli savunucularından biri de Yusuf Akçura’dır (Georgeon, 1996, 2). Kaleme aldığı
ve döneminde geniş akisler yaratan Üç Tarz-ı Siyaset (Akçura, 1976) isimli makalesi
ile Osmanlı Devleti’nin son yıllarında siyaset yollarının profilini çizmesi ve Türkçü
lük akımında yeni bir çığır açması, ona siyasal hayatta bütün kapıları açmış olma
sına rağmen o, bu hayatın dışında kalmış ve bu tecrübelerini yeni kurulan ve ihti
yaçlarına büyük ölçüde cevap bulduğu cumhuriyet devrinde sürdürmüştür (Kat,
2010, I).
Çalışma, Türk fikir hayatında oldukça önemli bir yeri bulunan tarihçi, yazar ve
toplum adamı olan Yusuf Akçura’nın hayatını konu edinerek Üç Tarz-ı Siyaset eseri
bağlamında onun fikirlerini gözden geçirmeyi esas alacaktır.
konusunda önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmelerden biri de artık eğitim öğretimin okul veya sınıf ortamı ile sınırlı kalmayıp, her türlü okul dışı öğrenme
ortamlarından yararlanılması gerektiği düşüncesi olmuştur. Bu hususla ilgili
eğitimcilerin ortak fikri de insanın dünyaya geldiği andan itibaren çevresiyle etkileşim
içerisinde olduğunu dolayısıyla bilginin dış dünyaya temas ederek alınması gerektiği
şeklinde olmuştur. Bu yöntemin öğrencilerimiz açısından da birçok avantajı ve faydasının
olduğunu ifade etmek mümkündür. Öğrencilerimiz bu yöntemle öğrenmede aktif olarak
rol alacak, yaparak yaşayarak öğrenecek, çevresiyle konularını ilişkilendirecek,
sosyal yaşantısı ile bağlantılar kuracaktır. Bakanlığımız da bu noktadan hareketle daha
iyiye ulaşmak, eğitim de kaliteyi artırmak ve eğitim ortamlarının niteliğini artırmak
için 2023 Eğitim Vizyonu hedefleri arasında belirlemiş ve öğrencilerimizi dört duvar
arasından çıkarıp bölgesinde yer alan ;
• Bilim ve Sanat Merkezleri • Kütüphaneler
• Müzeler • Tarihi Turistik Yerler
• Sit alanları, Ören Yerleri • Teknoparklar
• Üniversiteler • Endüstriyel kuruluşlar
gibi mekanları Okul Dışı Öğrenme Ortamları olarak belirlemiş ve bu mekanlarda
eğitim öğretim faaliyetlerinin yapılması konusunda okullarımızı ve kurumlarımızı
teşvik etmiştir.
Düzcemizin her bir köşesini okul olarak kabul eden, İlimizin var olan değerleri,
tarihi, kültürü, sanayi kuruluşları ve cennet gibi doğal güzellikleri ile öğrencilerimizi
buluşturmayı hedefleyen kitabımız ilimizde halen uygulanmakta olan Gez Gör Yap
Öğren projesine de rehber olacak niteliktedir.
Kitabımızın hazırlanmasında emeği geçen Okul Dışı Öğrenme Ortamları İl Çalışma
ekibine ve tüm öğretmen arkadaşlarıma teşekkür ederim .
edilmesi yöntemiyle sistematik boyut kazanan bir metodolojidir. Bu metodolojik yaklaşımda, sonuca ulaşma biçimi olarak tümdengelim modelinin yerine, tümevarımsal akıl yürütme modeli kullanılır. Gömülü Teori ile yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak bir soru ile, hatta bazen yalnızca nitel
verilerin toplanmasıyla başlamaktadır. Araştırmacılar toplanan verileri analiz ederken, tekrar eden
düşünce, kavram veya öğeleri belirtir ve bu unsurlar verilerden elde edilen kodlarla etiketlenir.
Daha fazla veri elde edilip çalışma tekrar kontrol edildikçe kodlar; kavram ve daha sonra kategorilere ayrılabilir.
Böylece yeni bir teorinin temelleri atılmış olur. Bu nedenle, Gömülü Teori, araştırmacının mevcut bir teorik çerçeveyi seçtiği ve ancak o zaman teorinin incelenen fenomene nasıl uygulandığını
veya uygulanmadığını göstermek için veri topladığı geleneksel araştırma modelinden oldukça
farklıdır. Yani yapılan çalışmalarda elde edilen sonucu mevcut teoriler açıklayamadığı veya açıklamada yetersiz kaldığı durumlarda Gömülü Teori ile yeni bir teori elde edilmiş olmaktadır. Bu
anlamda Gömülü Teori bir teori olmaktan çok yeni bir teorinin çıkışına zemin hazırlayan metodolojik bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmada Gömülü Teori’nin metodolojik boyutu bilgiye nasıl ulaşabileceğine ilişkin; “Araştırmanın amacı nedir?/ Araştırma yöntemi nasıl olmalıdır?/ Araştırmacının rolü nedir - ne olmalıdır? Değerlerin rolü nedir?/ Araştırma raporunun dili nasıl olmalıdır?” sorularına verilecek cevaplar
üzerinden ele alınacaktır. Ayrıca Gömülü Teori’nin tarihçesi ve uygulama biçimi gözden geçirilerek
bu teorinin Din Sosyolojisi çalışmalarına ne şekilde taşınıp taşınamayacağı tartışılacaktır.
küreselleşmeye dair temel konu, kavram ve yaklaşımların tanımlanması
ve çalışmanın teorik ve metodolojik altyapısının tarihi bir perspektiften
anlatılması amaçlanmıştır.
hak ve ödeneklerle devlet tarafından desteklenen tarikatlar, özellikle Osmanlı
Devleti’nin modernleşme dönemlerinde yoğun bir denetime tabi tutulmuştur. Tarikat
faaliyetlerine yönelik olarak Osmanlı Devleti, Tanzimat öncesinde önemli
düzenlemeler yapmış ve Evkaf Nezareti’nin oluşturulması ile başlayarak Tanzimat
dönemi ile devam eden bu zaman diliminde tarikatlar önemli bazı ayrıcalıklarını bir
süreliğine kaybetmiştir. 19. yüzyılla birlikte değişen dünya şartları ve Osmanlı
Devleti’nin bu yeni durum ve şartlara uyum sağlama çabası içerisinde, tarikat ve
onların faaliyet merkezleri olan tekkeler devlet tarafından eski rahat ve bir bakıma
özerk konumlarını kaybetmişlerdir. Modernleşmenin veya dönüşümün her alanda
kendini gösterdiği bu yüzyılda, devletin tekkelere bakışında da birtakım değişimler söz
konusu olmuştur. Dolayısıyla bu yüzyılda çıkarılan fermanlarla faaliyet alanları
kısıtlanan tekkeler, daha fazla devlet kontrolüne girmiştir. Tarikatların devlet kontrolü
altına girdiğinin önemli ve bir başka göstergesi de Meclis-i Meşayih’in açılmış
olmasıdır. Bir yandan bürokratik ve toplumsal hayatta Batılılaşma yaklaşımları devam
ederken diğer yandan Şeyhülislamlık tarafından kontrol edilen tekkeler, 1866 tarihinde
Şeyhülislamlık’ın bir alt dalı olarak kurulan Meclis-i Meşayih kurumunun yönetimi
altına girmiştir.
bakış açısıyla ele alınmaya çalışılmıştır. Bilindiği gibi Müslümanlar ilk
kez Mekke’den Medine’ye hicretle birlikte devlet sahibi olmuştur. Bu
devletin ilk devlet başkanı da Hz. Muhammed idi. Daha sonraki tarihi
süreçte ise halifeler yönetime gelmiştir. Her dönemin kendine özel bazı
şartları vardı. Mesela ilk dört halifenin belirlenmesinde izlenen yöntemle Emeviler’den itibaren izlenen yöntem farklıydı. Emeviler’den itibaren
saltanat yönü ağır basan bir yaklaşım esas alınmıştı. Bu yaklaşım daha
sonra Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar’da da görülmüştür. Bu bağlamda Hz. Muhammed’in insanlara ulaştırdığı dinin siyasi bir boyuta sahip olup olmadığı ve vefatından sonrası için de bir devlet düzeni bırakıp
bırakmadığı ele alınmıştır. Çalışmada din ile devlet arasındaki ilişkiler
tarihî veriler çerçevesinde ele alınmış ve bu verilerin İslam toplumuna
yansıma durumları makro sosyolojik bir açıdan teorik bir kalıba oturtulmaya çalışılmıştır. Bu çerçeve bağlamında da Batı Dünyası’nda yaşanan
din ve devlet ilişkilerinin tarihinden hareketle bir sınıflandırma yapan
Maurice Barbier’in yaklaşımları dikkate alınmıştır. Böylece İslam Tarihinde yaşananlar bir sınıflandırmaya tabi tutulmaya çalışılmıştır
Yerleştirme Sınavı (LYS) uygulamalarında oldukça önemli bir yere
sahip olan Tarih sorularının ortaöğretimde uygulanan Tarih Dersi
Öğretim Programları ile karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır.
Çalışma kapsamında 2010 ile 2013 yılları arasında YGS ve
LYS’de sorulan tarih soruları ve 2007 yılından itibaren
uygulamaya konulan öğretim programları incelenmiştir.
Son olaraksa görülen eksikliklerin giderilmesine ve kapsam
geçerliliğine dair öneriler dile getirilmiştir. Bu bağlamda soruların
konulara göre dağılımı önceden planlanmadığı için her yıl bir
başka konuda yığılma olduğu görülmüştür. Bunun önüne
geçebilmek için konulardan çıkacak soru sayıları belirlenebilir ve
bunlar hedefi zorlayacak ölçüde azaltılıp çoğaltılmayabilir. Sınav
soruları, ortaöğretim ders programlarındaki ünitelerin
ağırlıklarına göre hazırlanabilir. Sınavlarda, müfredatta yer alan
her konudan soru yöneltmeye gayret gösterilerek "Kapsam
Geçerliği" ilkesine uyulabilir.
Tarih dersleri konusunda bir öğrencinin neleri bilmesi
gerektiği konusu açıklık kazanmadığı için sınavlarda her yıl bir
başka konuya ağırlık verilip diğer konuların ihmal edilmesi bu
gerçeği ortaya koymaktadır. Dolayısıyla soruların konulara göre
dağılımı önceden tespit edilip yayımlanabilir.
Araştırma kapsamında 2010 ile 2013 yılları arasında YGS ve LYS’de sorulan tarih soruları ve 2007 yılından itibaren uygulamaya konulan öğretim programları incelenmiştir. Ayrıca buna ek olarak eğitim ve programlarla ilgili temel kavramlara, Türk Milli Eğitim Sisteminin yapısına, üniversitenin dünyada ve Türkiye’deki tarihsel gelişimine ve dünyada ve Türkiye’de üniversiteye giriş sistemleri ile YGS ve LYS sistemlerine ayrı bölümler halinde değinilmiştir.
Araştırmada YGS ve LYS’deki sorular, soru cümleleri esas alınarak konularına göre ayrıştırılmış öğretim programları ve bu programların uygulamadaki temel materyalleri olan ders kitaplarındaki konular ile karşılaştırılarak YGS ve LYS’deki soruların öğretim programları ile uygunluk derecesi tespit edilmeye çalışılmıştır.
Son olaraksa görülen eksikliklerin giderilmesine ve kapsam geçerliliği açısından hangi ünitelerden kaç soru sorulabileceğine dair öneriler dile getirilmiştir
Nitekim 19. yüzyılla beraber dönemin getirmiş olduğu yeni şartlar ve Osmanlı Devleti’nin bu şartlara uyum sağlamak için yürüttüğü politikalar; tarikat ve tekkelerin devlet tarafından sağlanan otonom durumdaki statülerini kaybetmelerine sebep olmuştur. Tedrici bir şekilde başlayan tekkeleri denetleme süreci, bir kurumsal yapının açılmasını zorunlu kılmış ve sonuç itibariyle Meclis-i Meşayih faaliyete geçmiştir. Tekke ve zaviyelere ait tüm işler ve özellikle şeyh atamalarından sorumlu olan Meclis-i Meşayih, tekkelerin denetlenmesi açısından da önemli bir konum elde etmiştir.
Batı Dünyası’nda devlet-dini gruplar ilişkisine bakıldığında üç temel yaklaşımın ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlar özgürlükleri geniş tutan Amerikan-İngiliz modeli, daha katı bir anlayışı benimseyen Fransız modeli ve Alman modeli olarak ele alınabilir. Günümüz şartları içerisinde Türkiye’de dini grupların, ana hedeflerinin dışına çıkmadan sosyal ve sivil çalışmalarını sürdürebilmeleri için, özgürlükçü anlayış çerçevesinde hareket edilmesi ancak olası suiistimallerin devlet tarafından önlenmesi düşünülebilir. Dini grupların sisteme dâhil edilebilmeleri için yapılması gereken hukuki ve toplumsal şartların oluşturulması bugün önümüzde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Osmanlı Devleti dini gruplara karşı dayatmacı değildi. Zamanın şartları içerisinde bir sistem olarak işlevsel olan Meclis-i Meşayih modeli; günümüz şartlarıyla değerlendirildiğinde dini grupların devletle ilişkisinde ikircikli tavır yerine şeffaf, denetlenebilir, örgütlenme imkânı bulunan ve kaynaklardan eşit istifade edebilen bir model biçiminde ülkemizin önünde bir çözüm olarak durmaktadır.
Dini ve siyasi önemi, yaşayanların farklı sosyal ve dini cemaat gruplarından olması Kudüs‘e tarihten bu yana pek çok önemli özellik katmıştır. Dolayısıyla ortak paydaları bol bir şehrin ortak çıkarları da fazla olmuştur. Bu yönüyle şehirde kimliğin belirlenmesindeki temel bileşen olan din faktörü Kudüs'te her mekâna sirayet etmiştir. Bu anlamda farklı din ve mezheplerden tebaaya sahip Kudüs, sahip olduğu dini önem ve içinde bulunan kutsal mekânlar sebebiyle Osmanlıların da buraya önem vermesini gerektirmiştir. 1516 yılında Osmanlı yönetimine geçen Kudüs, özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde en müreffeh ve huzurlu günlerini yaşamış, bu dönemde yapılan imar ve yenileme faaliyetleri, kurulan vakıflar şehrin çehresini değiştirmiştir.
Osmanlı padişahlarınca çok önem verilen yörede özel bir idare olması arzulanmış, büyük bayındırlık projeleri kurulmasına uğraşılmıştır. Halka yönelik hizmetler iyileştirilmiş ve sultanlarca hayır amaçlı kuruluş ve vakıflar oluşturulmuştur. Osmanlılar, Kudüs’te hoşgörülü ve ılımlı bir yönetim içinde dini hukuk ve sivil nitelikli örfi hukuku bir araya getirmede başarılı olmuştur. Osmanlı Devleti, Kudüs Sancağı’nın da içinde bulunduğu Şam bölgesinde Tımar sistemini uygulamıştır. Zaman içerisinde Osmanlı Devleti’nin yaşadığı duraklama ve gerileme dönemleri şehirde de yansımasını bulmuş, eğitim, sağlık gibi çeşitli kurumlarda ve vakıflarda kendini hissettirmiştir. Kudüs’te XIX. yüzyılda yabancı konsoloslukların açılması Avrupalı devletlerin şehir üzerinde hâkimiyet yarışına girmelerinde önemli bir aşama olmuştur. Bununla birlikte Yahudi göç dalgaları ile birlikte şehrin nüfus yapısı önemli ölçüde değişmiştir.
Kudüs’ün dini öneminin baskın olması aynı zamanda Osmanlı iktidarının imajı açısından da önemlidir. Kudüs bu bakımdan Osmanlı’nın uyguladığı plan ve projeler bağlamında siyasi ve askeri olarak önem kazanmıştır. Diğer taraftan reayanın gözünde devletin Kudüs‘e bakışı şehre önem vermeyi gerektirmekteydi. Kudüs‘e yapılacak imar faaliyetleri, dolaylı olarak halkın refahına yönelik yatırım olarak siyasi açıdan halk nezdinde İslamiyet’in hâdimi ve muhafızı unvanlarına atfedilen bir meşruiyet sembolüydü. Kudüs’ün en istikrarlı ve huzurlu geçen çağları 400 yıl süren Osmanlı hâkimiyeti dönemidir. Sultanların fermanlarında ve İstanbul’da Biladü’ş-Şam’a yönelik alınan kararlarda kentin dini ve stratejik konumu gözetilmiştir. Bu bağlamda çalışmanın konusu Osmanlı devlet idaresinde Kudüs’ün dini jeopolitiğini açıklamaktır. Amacı ise Osmanlı Devleti’nin idaresinin dini jeopolitiğini a) idari, b) siyasi, c) dini ve d) askeri boyutlarının genel hatlarını ortaya koymaktır. Çalışma makro plandan geniş bir alanı kapsaması hasebiyle çalışmanın tekniği dolaylı gözlemdir.
Anahtar Kelimeler: Dini jeopolitik, Osmanlı Devleti, Kudüs, Tımar Sistemi, Birlikte Yaşama
kadar belirli bir özgürlük anlayışı çerçevesinde, tarikatların
gelişme ve büyümesine, sahip oldukları fonksiyonları dolayısıyla, müsaade etmiştir. Hatta bu yönüyle tekkelerin devletin kurucu unsurları arasında yer aldığı söylenebilir. Bununla birlikte
devlet; merkezîleşmesinin hız kazandığı ve Şii Safevi tehdidinin
arttığı dönemlerde tarikatlar üzerindeki denetimini de artırmıştır. Nitekim 19. yüzyılla beraber dönemin getirmiş olduğu yeni
şartlar ve Osmanlı Devleti’nin bu şartlara uyum sağlamak için
yürüttüğü politikalar; tarikat ve tekkelerin devlet tarafından
sağlanan otonom durumdaki statülerini kaybetmelerine sebep
olmuştur. Tedricî bir şekilde başlayan tekkeleri denetleme süreci, bir kurumsal yapının açılmasını zorunlu kılmış ve sonuç
itibariyle Meclis-i Meşayih faaliyete geçmiştir. Tekke ve zaviyelere ait tüm işler ve özellikle şeyh atamalarından sorumlu olan
Meclis-i Meşayih, tekkelerin denetlenmesi açısından da önemli
bir konum elde etmiştir.
Batı Dünyası’nda devlet-dinî gruplar ilişkisine bakıldığında
genel olarak üç temel yaklaşımın ortaya çıktığı görülmektedir.
Bunlar özgürlükleri geniş tutan Amerikan-İngiliz modeli, daha
katı bir anlayışı benimseyen Fransız modeli ve üçüncüsü Alman
modeli olarak ele alınabilir. Günümüz şartları içerisinde Türkiye’de dinî grupların, ana hedeflerinin dışına çıkmadan sosyal
ve sivil çalışmalarını sürdürebilmeleri için, özgürlükçü anlayış
çerçevesinde hareket edilmesi ancak olası suiistimallerin devlet
tarafından önlenmesi düşünülebilir. Dinî grupların sisteme
dâhil edilebilmeleri için yapılması gereken hukuki ve toplumsal
şartların oluşturulması bugün önümüzde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Osmanlı Devleti benzer sorunlar karşısında dinî
gruplara karşı dayatmacı olmamıştır. Zamanın şartları içerisinde yaşanan sorunlara karşı bir sistem olarak işlevsel görevler
üstlenen Meclis-i Meşayih modeli; günümüz şartlarıyla değerlendirildiğinde dinî grupların devletle ilişkisinde ikircikli tavır
yerine şeffaf, denetlenebilir, örgütlenme imkânı bulunan ve
kaynaklardan eşit istifade edebilen bir model biçiminde ülkemizin önünde bir çözüm olarak ele alınabilir.
Bu çerçevede “Osmanlılarda Devlet-Dini Gruplar İlişkisinde
Bir Model Olarak Meclis-i Meşayih” isimli doktora tezimizden
üretilen çalışmamız; Giriş bölümünde araştırmanın konusu ve
problemlerini, amacı ve önemini, kaynaklarını, kapsam ve sınırlılıklarını ayrıca yöntemini ele almaya çalışırken 1. Bölümde
araştırmayla ilgili temel ve genel bilgilere yer vermektedir. 2.
Bölümde ise tarihsel arka plan ifade edilerek Meclis-i Meşayihe
giden süreç ele alınmıştır. 3. Bölümde Meclis-i Meşayih’in kuruluşu, yapısı, nizamnameleri, faaliyet ve kararları dile getirilmiş
ve 4. Bölümde Meclis-i Meşayih’in günümüz açısından bir model olarak değerlendirip değerlendirelemeyeceği irdelenmiştir.
Sonuç bölümünde ise çalışma boyunca şekillenen düşünceler
öneri olarak ifade edilmiştir.